Şâfiî mezhebinin en büyük âlimlerinden ve İmâm-ı Şâfiî'nin en kıymetli
arkadaşlarından. Dinde i-mâm, çok ibâdet eden, dünyâya kıymet vermeyen büyük
fıkıh âlimi ve çok güzel Kur'ân-ı kerîm okuyan mübârek bir zât. İsmi Yûsuf bin
Yahyâ el-Mısrî olup, lakabı Ebû Ya'kûb el-Buveytî'dir. Doğum târihi tesbit
edilememiştir. 231 (m. 845)'de Mu'tezile arkasındaki bozuk inançlı kimseler
tarafından, boynuna ve ayaklarına zincirler vurulmuş ve elleri de başının üstüne
bağlanmış olarak, Bağdâd'da Receb ayında şehîd edildi.
Yûsuf bin Yahyâ; Abdullah bin Vehb ve İmâm-ı Şâfiî'den hadîs-i şerîf dinledi.
Ebû İsmâil et-Tirmizî, Rebî' bin Süleymân el-Murâdî, İbrâhîm bin İshâk el-Harbî,
Ebü'l-Vefid bin Ebi'l-Cârûd, Muhammed bin Âmir el-Mesîsî, Kâsım bin el-Mugîre
el-Cevherî, Ahmed bin Mensûr er-Remadî, Kâsım bin Hâşim de Yûsuf bin Yahyâ'dan
hadîs-i şerîf rivâyet ettiler. Ebû Hatim onun sadûk olduğunu, hadîs rivâyet etme
şartlarını taşıdığını bildirmiştir.
İmâm-ı Şâfiî'den hadîs-i şerîf öğrenen Ebû Ya'kûb el-Buvevtî aynı zamanda İmâm-ı
Şâfiî'nin fıkhını da en iyi şekilde yine ondan öğrenmiş ve İmâm-ı Şâfiî'nin en
yakın ve en âlim arkadaşlarından olmuştur. Ebü'l-Âsurî diyor ki: "İmâm-ı Şâfiî,
fetva hususunda Buveytî'nin fetvalarına güvenir ve kendisine birmes'ele
sorulduğu zaman ona gönderirdi." İmâm-ı Şâfiî, fetva hususunda kolay kolay
herkese i'timâd etmeyen ve bu husus üzerinde son derece titizlikle durması ile
tanınan, müctehid mezheb imâmı idi. Bir âlim, onun ilminin her tarafa yayılıp
meşhûr olduğu bir zamanda, kendisinden ilim öğrendiklerini haber vermişlerdir.
"El-Muhtasar" ismiyle meşhûr olan, İmâm-ı Şâfiî'nin ictihâdlarını ve verdiği
hükümleri topladığı bir kitap yazmıştır. Bu eser İmâm-ı Muhammed Şeybânî'nin "Mebsût"
kitabının, bâbları (konuları) üzerine yazılmıştır. İmâm-ı Şâfiî (r.a.) vefât
etmeden önce onu yerine vekîl bıraktı. Buveyti'nin (r.a.) elinde, yüzlerce büyük
âlim yetişti ve bunlar Şâfiî mezhebini her gittikleri yere yaydılar. Zamanındaki
ba'zı kimseler, Buveytî'nin ilimdeki ve ictihâddaki yüksek derecesini
anlıyamadılar. Bunlardan biri de İbn-i Abdülhakem idi. Bu, Buveytî'yi kötülüyor
ve fetvalarını beğenmiyordu. Aralarındaki en büyük mes'ele ise, İmâm-ı Şâfiî'nin
vefâtıyla boşalan ilim meclisine oturma hakkının, hangisine ait olduğuydu.
İmâm-ı Şâfiî'nin beyanlarına tâbi olarak, talebeleri ve diğer âlimler,
Buveytî'yi İmâm-ı Şâfiî'nin yerine geçirdiler.
Ebû Ca'fer Sükkerî diyor ki: İmâm-ı
Şâfiî'nin meclisinde, onun olmadığı bir zamanda, Buveytî ile İbn-i Abdülhakem
arasında münazara oldu. Buveytî "Benim söylediğim daha doğrudur" diyor. İbn-i
Abdülhakem ise kendisinin söylediğinin doğru olduğunu iddia ediyordu. Humeydî
geldi. O zaman Mısır'da bulunduğu günlerdi. Buyurdu ki: İmâm-ı Şâfiî'den işittim
buyurdu ki: "Benim ilim meclisimde, Ebû Yûsuf el-Buveytî'den daha doğru bir
kimse yoktur. Benim talebelerimin içinde ondan daha âlimi de yoktur." Ya'nî, en
âlimi odur diye söylediğini haber verdi. Bunun üzerine İbn-i Abdülhakem, kabul
etmeyip, kendi sözlerinde ısrar etti ve ilmi olan bir insana yakışmıyacak
karşılık verdi.
İmâm-ı Şâfiî'nin hastalığı sırasında, onun ilim halkasında kimin ders vereceği
hususunda, Buveytî ile İbn-i Abdülhakem arasında fikir ayrılığı görüldü. Bu
haber İmâm-ı Şâfiî'ye ulaşınca; meclîsinde ilim öğretme hakkının Buveytî'ye ait
olduğunu söyledi.
Zamanının Mısır valisi kendisine gelen her fetvayı Buveytî'ye arz eder, ondan
başkasının fetvasına i'timâd etmezdi. Onun fetvalarıyla ve doğru olduğunu beyân
ettiği fetvalarla amel ederdi. Buveytî (r.a.) yukarıda da beyân edildiği gibi,
İmâm-ı Şâfiî'nin daha hayatında, onun emriyle fetva verirdi.
İmâm-ı Şâfiî'nin vefâtından sonra, onun yerine geçen ve bu vazifesini gayet
güzel yapıp birçok â-lim yetiştiren, devlet adamlarının da-i'timâdını kazanan
Buveytî'yi çekmeyen hased eden kimseler, onu Irak'taki İbn-i Ebî Dâvûd'a mektûb
yazıp şikâyet ettiler. İbn-i Ebî Dâvûd da Mısır valisine mektûb yazıp,
Buveytî'yi imtihan etmesini istedi. O da imtihan etti ve herhangi bir cevap
yazmadı. Çünkü onun Buveytî hakkındaki görüşü iyiydi. Bunun üzerine vali
Buveytî'ye, "Benimle senin aranda bir şey mi oldu?" diye sordu. Buveytî: "Bana
yüzbin kimse uyuyor" dedi. Başka bir cevap vermeden oradan ayrıldı. Bu sözüyle
neyi kasdettiği anlaşılamadı. Bu şikâyetler çoğalınca, boynuna ve ayaklarına
zincirler vurularak, Mısır'dan Bağdâd'a götürüldü. Asıl mes'ele ise, Kur'ân-ı
kerîmin mahlûk olup olmaması mes'elesi idi. O zaman "Kur'ân-ı kerîmin mahlûk
olduğu" yanlış inancına sâhib olan Mu'tezile fırkasında olan kimseler, her yere
hâkim idiler. Buveytî ise Kur'ân-ı kerîmin mahlûk olmadığını, Allah kelâmı
olduğunu beyân ediyor, Ehl-i sünnet i'tikâdını yayıyordu. Rebî' şöyle anlatıyor:
Buveytî devamlı Allahü teâlâyı zikrederdi. Allahü teâlânın kitabından hüküm
çıkarmakta ondan iyisini görmedim. Fakat ben onu gördüm ki, boynuna ve
ayaklarına kelepçeler vurulmuş, zincirlerle boynu ve ayakları birleştirilip
bütün vücûdu zincirle örtülmüştü. (Ona bu eza ve cefâ, Kur'ân-ı kerîme mahlûk
demediği için yapılıyordu. Nitekim birçok âlim gibi, İmâm-ı Ahmed bin Hanbel de
bu işkencelere ma'ruz kalmıştı.)
Zindanda uzun zaman kalan Buveytî (r.a.), her Cum'a günü gusül abdesti alır,
güzel kokular sürer, elbiselerini giyerdi. Cum'a ezanını işittiği zaman zindanın
kapısına gelirdi. Zindancı onu men eder, "Yerine dön" derdi. O zaman Buveytî "Allahım,
ben senin da'vetine icâbet ettim. Fakat beni Cum'a namazı kılmaktan men ettiler"
derdi.
Ebû Ya'kûb Buveytî'ye (r.a.), bozuk inançlı
Mu'tezilî kimselerin yaptıkları eza ve işkence, anlatılmak ve yazılmaktan çok
uzaktı. Bütün gece sabaha kadar nam'az kılan, her gece Kur'ân-ı kerîmi hatmeden
Buveytî (r.a.), zincirlerle ellerinden, ayaklarından ve boynundan bağlanıp,
duvara gerildi. Hareket etme, yatma, birşey yeme, hattâ taharet yapma imkânı
dahi yoktu. Namaz kılmasına müsâade etmiyorlardı. Kendisine yapılan işkence
bununla da kalmayıp, hergün kırbaçlıyorlardı.
Ebû Amr el-Müstemlî diyor ki: "Biz Muhammed
bin Yahyâ ez-Zühlî'nin meclisinde bulunuyorduk. Buveytî'den Muhammed bin
Yahyâ'ya bir mektûb gelmişti. Okudu dinledik, mektubunda, "Sizden, hâlimi hadîs
âlimlerine bildirmenizi istiyorum. Umulur ki, Allahü teâlâ, onların duâları
bereketiyle beni bu zindandan kurtarır. Ben zincirlerle bağlıyım. Farzları eda
etmekten, taharet yapmaktan, hattâ namaz kılmaktan âciz kaldım" diyordu. Orada
bulunanların hepsi, yapılan işkenceler karşısında titrediler ve ağlamaya
başladılar Onun kurtulması için duâ ettiler. Buveytî (r.a.), zindanda bulunduğu,
zincirlere vurulduğuna zerre kadar üzülmüyordu. Onun üzüntüsü, farzları eda
edememekten ileri geliyor ve bu hâlden kurtulması için de kendisine duâ
edilmesini istiyordu.
Buveytî (r.a.), zindanda zincirlere
bağlanmış olduğu hâlde vefât edip, Allahü teâlâya kavuştu. Hocası, büyük âlim ve
velî olan İmâm-ı Şâfiî, onun bu hâlde vefât edeceğim, vefâtından önce kerâmeten
bunu haber vermişti. Rebî' diyor ki; "Ben, Müzenî ve Buveytî, İmâm-ı Şâfiî'nin
huzurunda idik. İmâm-ı Şâfiî bana "Sen hadîs-i şerîf aramak yolunda öleceksin",
Buveytî'ye; "Sen zincirler içinde öleceksin." Müzenî'ye de "Bu adam ise, Şeytan
onunla münazara etse yenilirdi" buyurdu. Hakîkaten de daha sonra, aynen İmâm-ı
Şâfiî'nin buyurduğu, gibi oldu.
Ebû Ya'kûb Buveytî, harâmlardan tamamen
sakınmakla beraber, şübhelilerden uzaklaşmış ve mübahların çoğunu da terk
etmişti. İlim ile meşgul olmadığı zamanlarında, hep zikrederdi. Zikr-i ilâhî ile
meşgul olmadığı zaman yok gibiydi. Fâidesiz konuştuğu görülmemişti. Çok güzel
Kur'ân-ı kerîm okur, dinleyenler kendinden geçerdi Her gece Kur'ân-ı kerîmi
hatmederdi ve çok namaz kılardı. Ömrü ilim öğretmekle geçmişti. Sehîden can
verdi. Zindanda kalmanın değil, farzları yerine getirememenin acısı ile Allahü
teâlâya kavuştu.
KAYNAKLAR
1)
Tabakât-ı
Şâfiiyye cild-2, sh-162
2)
Târih-i Bağdâd cild-14, sh-229
3)
Tehzîb-üt-tehzîb
cild-14, sh-427
4)
Vefeyât-ül-a'yân
cild-7, sh-61
5)
Şezerât-üz-zeheb
cild-2, sh-71
|