Evliyânın büyüklerinden. Tefsîr, hadîs ve kelâm âlimlerindendir. İsmi, Muhammed
bin Eslem bin Sâlim bin Yezîd Tûsî olup, künyesi Ebü'l-Hasen'dir. Salâhda (doğrulukda)
meşhûr idi. 242 (m. 856) senesi Muharrem ayında vefât etti. Cenâze namazında
binlerce insan bulundu. Hadîs ilminde sika (güvenilir) bir zât olup, hâfız (yüzbinden
fazla hadîs-i şerîfi, râvilerinin hâl tercemeleri ile birlikte ezbere bilen)
idi. Ya'lâ bin Ubeyd ve kardeşinden, Ca'fer bin Avn, Yezîd bin Hârûn, Ubeydullah
bin Mûsâ, el-Mukrî ve başkalarından rivâyetlerde bulundu. Kendisinden de,
İbrâhîm bin Ebî Tâlib, Hüseyn bin Muhammed el-Kubânî, İbn-i Huzeyme, İbn-i Ebî
Dâvûd, Muhammed bin Veki' et-Tûsî ve başka zâtlar rivâyette bulundular.
Haram ve şüphelilerden sakınmakta ve hattâ şüphelilere düşmek korkusuyla
mubahların çoğunu terk etmekte çok dikkatli olup, bütün ömrü İslâmiyete uymakla
geçti. Riyaya düşmek ve parmakla gösterilmek korkusuyla, nafile ibâdetlerini
evinde gizli olarak yapar ve "Sizde bulunmasından
en çok korktuğum şey, şirk-i asgara yakalanmanızdır. Şirk-i asgar, riyâ
demektir"
hadîs-i şerîfini okurdu. Bir defasında yerden bir
taş alıp, "Bu, taş değil mi?" diye sordu. "Evet" dediler. "Şu yüksek kaya da taş
değil mi?" dedi. "Evet" dediler. "İşte bunun büyüğüne de küçüğüne de taş
denildiği gibi, riyanın azı da çoğu da, tehlikelidir" buyurdu. Yaptığı
ibâdetlerin gizli kalması ile ilgili olarak; "Mümkün olsa, sağımdaki ve
solumdaki meleklerden de gizlerdim" buyururdu. Allah korkusu ile çok ağlardı. Bu
hâli komşuları da fark ederler, kendisine acırlardı. Sadece arpa ekmeği yer,
fazlasına lüzum yok derdi. Hiçbir zaman kahkaha ile gülmezdi. Bir ara Nişâbûr'a
geldi. Herkes, feyiz ve bereket kaynağı olan sohbetlerinden istifâde edebilmek
için can atıyorlardı. Onun vesîlesiyle ellibin kişinin tövbe edip hidâyete
kavuştuğu rivâyet edilmektedir. Bir zâlim, Kur'ân-ı kerîmin mahlûk olduğunu
söylemesi için kendisini zorladı ise de söylemeyip, zindana atıldı ve orada iki
sene kadar kaldı. Bu zaman zarfında, her Cum'a günü gusledip, seccadesini alır
ve Cum'a namazını câmide kılabilmek için zindanın kapısına gelirdi. Câmiye
gitmesine izin verilmeyince de geri döner ve "Yâ Rabbî! Ben Cum'a namazını
cemâatle câmide kılabilmek için çıkmak istiyorum. Fakat izin verilmediğini sen
görüyorsun. Elimden gelen birşey yok. Hâlim sana ma'lûmdur" derdi. Nihayet
zindandan kurtuldu. O sırada, Horasan Valisi Abdullah bin Tâhir, Nişâbûr'a
gelmişti. Halk kendisini karşılamak için yollara döküldü. Tanışma merasimi üç
gün sürdü. Üçüncü gün akşam, Abdullah bin Tâhir, "Tanınmış kimselerden bu
merasime gelmeyen kaldı mı?" diye sordu. "Evliyâdan Ahmed bin Harb ile Muhammed
bin Eslem Tûsî gelmediler" dediler. "Niçin gelmediler?" deyince, "Bunlar iki
büyük zâttır ki, hep kendi hâllerinde; Allahü teâlâya ibâdet eder ve her an O'nu
hatırlamakla meşgul olur. İnsanlarla pek alâkadar olmazlar" dediler. "Öyle ise
bizim onlara gitmemiz lâzımdır" deyip, önce Ahmed bin Harb'in yanına geldi.
Ahmed bin Harb, Abdullah'ı görünce, "Simanızın çok güzel olduğunu duymuştum.
Görüyorum ki, yakışıklılığınız duyduğumdan da fazla imiş. Şimdi size yakışan
odur ki, bu güzel yüzü, Allahü teâlânın emirlerine itâat etmemek ve çeşitli
günahları işlememek suretiyle çirkin ve kara olmaktan koruyasınız" buyurdu.
Abdullah bin Tâhir, bundan sonra Muhammed bin Eslem Tûsî'nın yanına gitti.
Fakat, eve giremedi. Kapıda, "Yâ Rabbî! Ben çok kötü bir kimse olduğum için,
belki de o benden nefret ediyor. Fakat, o senin sevgili kullarından olduğu için,
onu senin rızân için çok seviyorum ve biliyorum ki, ben onun hizmetçisi bile
olmaya lâyık değilim. Bana lütfeyle. O mübârek zât hürmetine bu kötü kulunu
affeyle" diye duâ etti. O gün Cum'a idi. Dışarıda bekleyip, namaz vaktinde nasıl
olsa dışarı çıkar, o zaman kendisi ile görüşürüm diye düşündü. Namaz vakti
gelip, Muhammed bin Eslem (r.a.) dışarı çıkınca Vali büyük bir hürmetle,
kendisine duâ etmesini istirham etti.
Muhammed bin Eslem (r.a.) Nişâbûr'dan Tûs'a geçti. Bir mescidde, insanlara
nasîhat etti. Sohbetine gelenler istifâde ederlerdi. Ondan duâ isteyen hastalar,
Allahü teâlânın izniyle şifâ bulur, sıhhatine kavuşmuş olarak geri dönerdi.
Büyüklerden birisi şöyle anlatıyor: Bir gün şeytanın havadan yere düştüğünü
gördüm. "Ey Mel'ûn! Bu ne demek oluyor?" diye sordum. "Şu anda Muhammed bin
Eslem abdest alıyor, ondan korktuğum için kaçıp buraya düştüm, nerede ise ayağım
kırılacaktı" dedi.
Muhammed bin Eslem hazretleri, geceleyin muhtaç olanların ne ihtiyaçları
olduğunu gizlice tesbit eder, sonra da başkalarından borç alıp, ihtiyâcı
olanlara gönderir ve götüren şahsa, kimin gönderdiğini söylememesini tenbih
ederdi. Birgün Yahûdînin birisi gelip, kendisinde bulunan alacaklarını istedi. O
anda Muhammed bin Eslem'in cebinde hiç para yoktu ve kalem açmakla (yontmakla)
meşgul idi. Yerde kalem açılması ile çıkan ufak parçalar (yongalar) bulunuyordu.
Yahûdîye, "Onları al" buyurdu. Yahudi yongaları eline aldığında onların altın
olduğunu görünce, hayret edip, "Böyle bir zâtın hürmetine, ufak ağaç parçaları
altın oldu. Şuna inandım ki, bu zâtın mensûb olduğu din, hak dindir, bâtıl
olamaz" dedi ve müslüman oldu.
Ebû Abdullah isminde bir zât şöyle
anlatıyor: "Vefâtından dört gün önce Muhammed bin Eslem'in yanına girdim. Bana
dedi ki, "Ey Ebû Abdullah, Allahü teâlânın bana yaptığı iyiliği sana
müjdeliyeyim mi? Artık ölümüm yaklaştı. Allahü teâlâ hesaba tahammül edemiyecek
derecede zayıf olduğumu bildiği için, üzerimde hesabını vereceğim bir şey
bırakmadı. Vefât ettiğimde yıkayıp, kefenlendikten sonra, üstünde yattığım
yaygıyı altıma serin. Seccademi üstüme örtün. Bunları, elbiselerimi ve abdest
aldığım su kabını, namazını kılan bir fakîre verin. Bu kesenin içinde otuz
dirhem var, oğluma hediye ettim. Helâl paradır. Bunları verdikten sonra geride
bir şeyim kalmıyor. Kapıyı kapat. Ben vefât edinceye kadar içeriye kimse
girmesin. Yalnız olmayı istiyorum. Ben babamın sulbünde, annemin karnında
yalnızdım. Dünyâya yalnız olarak geldim. Ruhum yalnız olarak çıkacak. Kabre
yalnız olarak konulacağım. Yalnız iken Münker ve Nekir gelip suâl soracaklar.
Hayra da şerre de uğrasam, tek başımayım. Cennete veya Cehenneme de gönderilsem,
tek başıma yollanacağım. Kimse yanımda olmayacak. Orada beni yalnız bırakacak
olan bu insanlarla, burada beraber olmamın ne fâidesi var?" buyurdu. Dördüncü
gün vefât etti. Cenâzesi götürülürken insanlar birbirlerine, "Ey insanlar! İşte
bu, mirası yanında olarak dünyâdan çıkan âlimdir. Bu, karınlarının kölesi gibi
olan diğer insanlar gibi değildir. Muhammed bin Eslem (r.a.), dünyânın kendisini
aldatamadığı, kandıramadığı çok yüksek bir zât idi" dediler.
Muhammed bin Eslem'in (r.a.) hastalığı sırasında komşularından birisi, bir gece
rü'yâsında Muhammed bin Eslem'i gördü. "Elhamdülillah sıkıntıdan kurtuldum"
diyordu. Sabah olunca, rü'yayı gören komşu, hem kendisini ziyâret etmek ve hem
de rü'yâsını anlatmak için yanına gitti. Ama vefât etmiş olduğunu öğrendi.
Evliyânın büyüklerinden Ebû Alî Fârmedî (r.a.), bir mescidde va'z veriyordu. Bir
ara kendisine, "Â-limler,
Peygamberlerin vârisleridir,
hadîs-i şerîfinde bildirilen âlimler, kimleri işaret ediyor?" diye sordular.
Cevâbında, "Bu âlimler çok az bulunur. Onlardan bir tanesi mescidin yanında
yatmaktadır" deyip, Muhammed bin Eslem'in (r.a.) kabrini gösterdi.
Muhammed bin Eslem'in (r.a.) rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden ba'zıları:
Abdullah İbni Me'sûd (r.a.) şöyle anlatıyor: Resûlullah (s.a.v.) doğru bir çizgi
çizdi ve "Bu Allah yoludur" buyurdu. Sonra bu çizginin sağından ve
solundan çıkan çizgiler çizip "Bu yolların
her birinde şeytan vardır ve kendine çağırır"
buyurdu ve "Doğru
yol budur. Bu yolda olunuz! Fırkalara bölünmeyiniz"
(En' âm-53) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudular.
Resûlullah (s.a.v.) efendimiz, "Benî
İsrâîl (İsrâiloğulları),
yetmişbir
fırkaya ayrılmıştı. Bunlardan yetmişi Cehenneme gidip, ancak bir fırkası
kurtulmuştur. Nasârâ
(ya'nî Hıristiyanlar) da,
yetmiş iki
fırkaya ayrılmıştı. Yetmişbiri Cehenneme gitmiştir. Bir zaman sonra benim
ümmetim de yetmişüç fırkaya ayrılır. Bunlardan yetmişikisi Cehenneme gidip,
yalnız bir fırka kurtulur"
buyurdu. Eshâb-ı kirâm (r.anhüm)
"Yâ Resûlallah! Kurtulanlar kimlerdir?" diye sorunca, "Cehennemden kurtulan fırka,
benim ve Eshâbımın gittiği yolda gidenlerdir"
buyurdu.
Muhammed bin Eslem (r.a.) buyuruyor ki, "İşte ben her işimde bu hadîs-i şerîfi
ölçü aldım. Karşılaştığım işler bunlara uygunsa yaparım, değilse terk ederim.
İlim sahibleri de böyle yapsa, Resûlullahın (s.a.v.) izinde gitmiş olurlar.
Fakat onları dünyâ ve mal sevgisi aldatıyor. Eğer hadîs-i şerîfte, "Biri hâriç
hepsi Cennete gidecek"
denseydi biz o bir fırkada olmaktan korkardık. Halbuki "Biri hâriç hepsi
Cehenneme gidecektir" denmektedir."
Muhammed bin Eslem (r.a.) Müsned ismindeki kitabına, "İmân;
Allaha, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, âhıret gününe, hayır olsun
şer olsun kaderin hepsine
(hepsinin, Allahın takdiri,
dilemesi ve yaratması ile olduğuna) inanmaktır"
hadîs-i şerîfini
yazarak başladı ve "İmânın (Allaha inanmak) ile başlaması, O'nun fadlı, rahmeti
ve kullarından dilediğine yaptığı bir ihsandır. Kulunun kalbine, kendisine îmân
etmek ni'metini ihsan etmekle bir nûr saçar, bu nurla kulunun kalbini
aydınlatır. Göğsünü açar, genişletir. Kalbindeki îmânı arttırır ve onu ona
sevdirir. Böyle olunca kalb, îmânın bütün şartlarına inanır, öldükten sonra
dirilmeğe, hesaba çekilmeğe, Cennete ve Cehenneme, Allahü teâlânın kalbine
saçtığı nûr sebebiyle, hepsine görür gibi inanır. Kalbi inanınca, dili de buna
uygun söyler, tasdîk ve şehâdet eder ve bedenin a'zâları da buna uygun amel
işleyip, Allahü teâlânın emrine itâat eder. Farzları yapıp, harâmlardan kaçar.
Bunu yapınca tam ve olgun müslüman olur." Sonra "..Allahü
teâlâ size umûm sevdirdi onu kalblerinizde güzelleştirdi.
(Hucûrât-7)" ve "Allahın
İslâm nuru ile kalbine genişlik verdiği kimse, kalbi mühürlü nursuz gibi midir?
Elbette, o Rabbinden bir hidâyet üzeredir."
(Zümer-22)
âyet-i kerîmelerini yazdı.
"İmânı kâmil olanınız, ahlâkı en güzel
olanınızdır."
"Farz namaz, bir evvelkinden bir sonraki namaza
kadar olan hatâlara; Cum'a namazı da bir sonraki Cum'aya kadar olan hatâlara
keffâret olur."
"Lezzetleri yıkan, eğlencelere son veren ölümü çok
hatırlayınız."
"Mest üzerine meshin müddeti; mukîm için bir gün,
bir gece ve misafir için üç gün, üç gecedir."
"Bir kimse ihlâs ile "Lâ ilâhe illallah" derse
Cennete girer."
(Eshâb-ı kirâm (r.anhüm), "Yâ
Resûlallah! Bunu ihlâs ile söylememizin alâmeti nedir?" diye sordular. "Sizi
Allahü teâlânın
harâm kıldığı şeylerden men etmesidir"
buyurdu.
"Din, Allah için sevgi ve Allah için buğzdan başka
nedir? Allahü teâlâ buyuruyor ki; (Ey sevgili Peygamberim! Onlara de ki; eğer
Allahü teâlâyı) seviyorsanız ve Allahü teâlânın da sizi sevmesini istiyorsanız,
bana tâbi olunuz. Allahü teâlâ bana tâbi olanları sever.)"
(Âl-i İmrân-31).
Hadîs-i şerîfte, "Muhakkak ki, Allahü
teâlâ, ümmet-i Muhammedi dalâlette icmâ
ettirmez, ihtilâf gördüğünüzde Sevâd-ı a'zama
yapışınız"
buyuruldu. İshâk bin Râheveyh (r.a.) buyuruyor ki:
"Câhiller (Sevâd-ı a'zam) deyince insanların cemâati (ehl-i cemâat), diye
anlarlar. Halbuki, Sevâd-ı a'zam, Peygamber efendimizin izinde ve yolunda
giden, O'na tâbi olan ve O'nunla beraber olan âlimlerin cemâatidir. Bunlara jrp**"** muhalif olan, cemâati terk etmiş olur. Bu büyük âlimlerden birisi de
Muhammed bin Eslem'dir (r.a.)."
Muhammed bin Eslem'in (r.a.), hadîs ilmine dâir el-Müsned ve el-Erbeûn isimli
eserleri ve Tefsîr-ül-Kur'ân, el-İmân vel-A'mâl (sapık fırkalardan Kerrâmiyye ve
Cühemiyye'ye reddiye) isimli eserleri vardır.
KAYNAKLAR
1)
Hilyet-ül-evliyâ
cild-9, sh-238
2)
Tezkiret-ül-huffâz
cild-2, sh-532
3)
Mu'cem-ül-müellifîn
cild-9, sh-52
4)
Esmâ-ül-müellifîn cild-2, sh-13
5)
Şezerât-üz-zeheb
cild-2, sh-100
6)
El-A'lâm cild-6, sh-34
7)
Tezkiret-ül-evliyâ
sh-152
8)
Tabakât-ül-kübrâ
cild-1, sh-63
9)
Sıfât-üs-safve cild-4, sh-125
|