Evliyânın
büyüklerinden. Adı Ahmed bin Îsâ'dır. Bağdâdlıdır. Muhammed bin Mensûr Tûkî'nin
ta-lebesidir. Zünnûn-i Mısrî, Ebû Âbid Busrî, Sırrî-yi Sekâtî, Bişr-i Hafî gibi
âlimler ile sohbet etmiştir. Dört kitap yazmış, 227 (m. 890) senesinde Bağdâd'da
vefât etmiştir.
Ebû
Sa'îd-i Harrâz vera' ve riyâzette gayet ileri idi. Hakikat deryası bir zât idi.
Onun kadar hakikatten bahseden olmadığı için ona "Tasavvufun lisânı"
denilmiştir. Kendine has kerâmetleri ve hakikâtleri söyleyen veciz sözleri
vardır. İlk defa fena ve bekadan o bahsetmişti.
Birgün
onun, ayakkabı diktiğini ve tekrar söktüğünü gördüler. Niçin böyle yapıyorsun
dediklerinde, "Nefsimi meşgul ediyorum, tâ ki, o beni meşgul etmesin" buyurdu.
Ebû
Sa'îd-i Harrâz (r.a.) bir gün, "Bir kimse bir kimseye iyilik yaparsa,
muhakkak surette o kimse kendisine iyilik eden kimseyi sever" meâlindeki
hadîs-i şerîfi okudu ve buyurdu ki: "İnsanlara ne kadar şaşılsa yeridir.
Kendisine az bir iyilikte bulunanı sever de, kendisini, bütün iyilik ve
ihsanların hakîkî sahibi olan. Allahü teâlâya yöneltmez. Nasıl olur da kalbini
tamamen O'na bağlamaz. Bir kimse başkasına bir iyilik yapınca, ona teşekkür
etmeli ve o kimseye iyilik yapmak istidadını ve gücünü veren ya'nî iyiliğin
hakîkî sahibi olan Allahü teâlâya da şükretmelidir."
Kendisi şöyle
anlatır: "Birgün çölde gidiyordum. Azığım hiç yoktu. Çok acıktım. Uzaktan bir
kervanın gelmekte olduğunu görünce, şunlardan yiyecek isteyeyim diye düşündüm.
Sonra da kendi kendime "Bak, sen Allahü teâlâdan başkasına güveniyorsun ve
onlarla seviniyorsun. Ben bu kervana katılmam. Ne zaman beni kervana Alırlarsa,
o zaman katılırım" dedim. Onlara görünmemek için kendimi belime kadar toprağa
gömdüm. Gece yarısı bir ses, "Ey kervandakiler, Allah dostu bir zât şurada
kendini kumlara gömmüştür" dedi. Sonra adamlar gelip beni alıp götürdüler."
Şöyle rivâyet
edildi: Ebû Sa'îd-i Harrâz'ın ba'zı işlerini gören ve ona hizmet eden bir fakîr
vardı. Ebû Sa'îd ona ihlâs ile amel etmesi için, ihlâstân bahsetmişti. Fakîr
kendisini yoklamış, görmüş ki Ebû Sa'îd'e yaptığı hizmette ihlâs yok, Hemen Ebû
Sa'îd'in hizmetini terk etmiş. Bunun üzerine Ebû Sa'îd, işlerinde biraz zorlukla
karşılaşmıştı. Fakîre "Neden geliniyorsun" deyince O da "Yaptığım işte ihlâs
bulamadım" dedi. Ebû Sa'îd'e, "Sen ameline devam et ve ihlâsı elde etmeğe çalış.
Çünkü ben sana ameli terk et demedim, ihlâsı ara dedim" buyurdu.
Yine kendisi
anlatır: "Gençliğimde bir adam bana kötülük yapmak için uğraşıyor, ısrarla beni
sıkıştırıyordu. Ondan hep kaçıyordum. Birgün çölde giderken gördüm ki, o adam
beni takip ediyordu, içimden "Allahım, onun şerrinden beni koru" diye duâ ettim.
Yakınımdaki kuyunun içine kendimi attım. Allahü teâlâ o kuyunun içinde beni
korudu. Kuyuda "Yâ Rabbi! Kudretinle beni bu kuyudan çıkar ve o şahsın şerrinden
koru" dedim. Allahü teâlâ beni kuyudan çıkardı. O adamın yanına koydu. Sonra o
adam benden özür diledi ve beni hizmetinde bulunmam için kabul et dedi. Onun
samimî olarak bu teklifi yaptığını gördüm. O zât ölünceye kadar dâima benimle
beraber oldu."
Birgün
Ebû Sa'îd-i Harrâz, kendinden önce vefât eden oğlunu rü'yâsında gördü. Ona
"Yavrucuğum! Allahü teâlâ sana nasıl muamele yaptı?" dedi. Oğlu "Beni Cennetine
koyarak ağırladı." dedi. "Yavrucuğum! Bana nasîhat et" dedi. Bunun üzerine oğlu:
"Babacığım! Allahü teâlâya karşı kötü kalbli olarak davranma. Allahü teâlâ ile
arana, bir gömlek bile koyma!" dedi. Ebû Sa'îd, bundan sonra yaşadığı süre
içinde üzerindeki gömlekten başka gömlek giymedi.
Yine kendisi
şöyle anlatır: "Birgün deniz kenarında bir genç gördüm. Omuzunda demir divit
asılı i-di. Fakat elbisesi sâlihlerin giydiği elbisedendi. Kendi kendime
zâlimler âletini üzerinde bulunduruyor dedim. Ona yaklaşıp selâm verdim ve şöyle
sordum: "Ey Genç! Allahü teâlâya nasıl ulaşılır?" O genç de bana "Allaha giden
yol ikidir. Birisi âlimlerin yolu, diğeri halkın yolu. Senin âlimlerin yolundan
hiç haberin yok. Çünkü kendi muameleni Allahü teâlâya ermek için sebeb olarak
görüyorsun ve sen diviti zulüm âleti sanırsın. Allahü teâlâ "Eyîmân edenler!
Zarının birçoğundan sakının!" buyurmaktadır." dedi.
Cüneyd-i
Bağdâdî (r.a.) şöyle demiştir: "Eğer Allahü teâlâ bizden Ebû Sa'îd-i Harrâz'ın
yaptığının hakikatini taleb etse, muhakkak ki hepimiz helâk olurduk." Başka bir
âlim ise Ebû Sa'îd-i Harrâz ömrü boyunca ayakkabı dikiciliği yaptı. Asla iki
dikiş arasında Allahü teâlâyı unutmadı" dedi.
Kendisi bir
rü'yâsını şöyle anlatır: "Bir gece rü'yâmda iki melek gökten indi ve bana "Sıdk"
nedir diye sordular. Onlara "Ahde vefâdır" dedim. Doğru söyledin dediler ve geri
gittiler."
Buyurdu ki:
"Hakîkî yakınlık, kalbin herşeyden temizlenmesi ve Allah ile huzurda olmasıdır."
"Nefs durgun
suya benzer. Dıştan bakılınca pak, ama biraz hareket edince, dibinde saklı
hastalık mikropları ortaya çıkar."
"Tevhîdin
başlangıcı, gönlüyle her şeyden uzak olan kişinin, bütün varlığıyla Allahü
teâlâya dönmesidir."
"İlim seni
amele götürür, yakîn ise seni taşır."
"Yüksek ahlâk
sahibinin himmeti, yalnız Allahü teâlâya olur."
"Tevekkül,
kalbin Allahü teâlâya güvenmesidir."
"Tasavvuf,
kendi benliğinden arınıp, ilâhî nurlarla dolmak, zikirden hâsıl olan zevkin
tadına varmaktır."
Ebû
Sa'îd-i Harrâz'ın yazdığı eserlerden en meşhûru Kitâb-üs-sır'dır.
KAYNAKLAR
1)
Tabakât-üs-sûfiyye sh-228
2)
Hilyet-ül-evliyâ cild-10, sh-246
3)
Tabakât-ül-kübrâ cild-1, sh-92
4) Tam
İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye sh-1001
5) Risâle-i
Kuşeyrî sh-129
6) Târîh-i
Bağdâd cild-4, sh-276
7) Şezerât-üz-zeheb
cild-2, sh-192
8) Nefehât-ül-üns
sh-125
9) Tezkiret-ül-evliyâ
sh-248
10) Keşf-ül-mahcûb sh-54
|