Nişâbûr'un
en eski âlim ve velîlerinden. Nişâbûr yakınlarında Bârus köyünden olduğu için
el-Bârusî diye tanındı. Kendisine, Ebü'l-Hüseyin, Ebû İmrân ve Ebü'l-Hasan
künyeleri verildi ve bunlardan sonuncusu ile meşhûr oldu. Asl adı, Salem bin
Hüseyin olan bu mübârek zât, Nişâbûr'daki âlim ve velîlerin ileri
gelenlerindendi. Devrinde Nişâbûr'da yetişen âlim ve velilerden birçoğu
kendisinden ilim ve feyz aldı. 271 (m. 884)'de vefât eden evliyâ ve âlimlerin
büyüklerinden Hamdûn Kassâr ile 304 (m. 916)'de vefât eden Mahfuz bin Mahmud
Nişâbûrî hazretleri bunlardandır. Vefât târihi ve hayatının diğer devreleri
hakkında bilgi bulunmayan bu mübârek zât, örnek ahlâkı, dünyâya düşkün olmaması,
ilimde ve ibâdette gayreti, günahlardan kaçınıp, harâma düşerim korkusuyla
mubahların fazlasından da kaçmasıyla tanınırdı, insanlara devamlı iyilik eder,
onların haklarını öder, kimseden birşey istemezdi. Duâsının kabul olduğu hemen
görülürdü. Ebü'l-Hasan Bârusî hazretleri buyurdu ki: "İnsanın içinin kötülüğü
dışına vurur."
"Resûlullahın
(s.a.v.) sünnetine yapışıp, bid'atlerden sakınmadıkça, îmân nurunun parlaklığına
kavuşamazsın."
"Eğer
insanların dışındaki rağbet, içlerinde de olsa, dışlarında olan zühd, içlerinde
de olsa, onlar Hakkın askerleri olurlardı. Nice çok namaz kılıp oruç tutanlara
rastladım. Ama onların yaptıklarının sadece gösterişten ibaret olduğunu gördüm.
Onlar, îmânlarının uçup gittiğinin farkında bile değillerdi."
KAYNAKLAR
1) Lübâb,
varak 47 a
2) Nefehât-ül-üns,
sh-114
3) Tabakât-ı
sûfiyye sh-123, 273
|