Çeşitli hâller
ve kerâmetler sahibi velîlerden ve derin âlimlerden. Anadolu'ya gelen evliyânın
ilklerindendir. Sıkıntılara ve belâlara sabrından dolayı kendisine "Hululî"
nisbet edildi. Künyesi gibi kendisi de garîb olan
bu mübârek zâtın ismi, doğum ve vefât târihleri bilinmiyor. Yalnız İsfehân'da
doğduğu oraya nisbet edilmesinden ve Tarsus'ta vefât ettiği de duâsının kabul
olduğu bildirilmesinden anlaşılmaktadır, ilimde âlim, ahlâkta güzel, zâhid,
cömert, âbid, şefkatli olan Ebü'l-Garib İsfehânî hazretleri, Allahû teâlânın
dînini yaymak, O'nun kullarına, sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın
tebliğ ettiği güzel dînini duyurmak için ilim tahsil etti. Bu yolda ömrüm"! fedâ
etti. Öğrenmiş olduğu ilmi öğretmek, üstatlarından almış olduğu feyzi insanlara
dağıtmak, dîn-i İslâmı onlara tebliğ etmek için, müslümanların Anadolu'da serhat
şehri olan Tarsus'a gitmek istedi. Bu arzusunun tahakkuku içinde hep duâ ederdi.
Çeşitli yerlere seyahatleri oldu. Şiraz'da bulundu. Şeyh Ebû Abdullah-ı Hafif
onu çok severdi.
Birgün
Şiraz'da rahatsızlandı. Öyle ki, ölümünün yakın olduğunu hissetti. Dostları
çevresine toplandılar. Onlara "Allah rızâsı için benim sizden bir ricam var,
lütfen kabul ediniz" dedi. Başındakiler "Buyur, söyle elbette kabul ederiz"
dediler. "Eğer burada vefât edersem, beni kâfirlerin kabristanına defn
edersiniz, benim sizden isteğim budur" dedi. Dostları hayret edip, "Bu ne biçim
söz?" diye çıkıştılar. "Bilirsiniz ki, ben Allahü teâlâya her yalvarışımda; "Yâ
Rabbî! Eğer senin yanında bir kıymetim varsa, benim canımı Tarsus'ta al" diye
duâ ediyorum. Ama ne yazık ki, şimdi burada ölüm döşeğindeyim. Anladım- ki,
O'nun yanında hiç kıymetim yokmuş" buyurdu. Çok geçmeden sıhhat alâmetleri
göründü, bir müddet sonra da ayağa kalktı. Tarsus'a gitti. Orada talebeler
yetiştirip, insanları irşâd etti. Gönülleri ferahlattı. Doğunun ilimdeki feyz ve
bereketinin tohumlarını oraya serpti. Bir müddet sonra da arzusu gerçekleşti.
Vefât edip, Mevlâsına kavuştu. Oraya defn edildi.
Arkadaşlarından
biri anlatır: Tarsus'ta Ebü'l-Garîb hazretlerinin yanına gittim. Öyle bir
hastalığı vardı ki, iki uyluğu şişmiş, dizinden ökçesine kadar olan kısmı
yarılmış, kan ve irin akmaktaydı. Hâli çok acayipti. Gören acı-aktan kendisini
alamazdı. Bu hâlinle de ibâdetlerini terk etmez, daha fazlasını yapacağım diye
uğraşırdı. Dilinden "Lâilâh, illallah" ve "Estağfirullah" kelimelerini hiç eksik
etmezdi. Halktan biri kendisini görüp, "Hâlin nasıl, iyi misin?" diye sordu.
"Çektiğimi görüyorsun. Ama henüz "Bana (bu) dert (gelip)
çattı. Sen
merhametlilerin en merhametlisisin"
(Enbiyâ sûresi,
âyet-83) diye Rabbime yalvarmadım. Çünkü ben O'nun kuluyum ve ondan gelen her
şeye razıyım, sabrederim" buyurdu.
KAYNAKLAR
1) Nefehât-ül-üns
sh-161
|