Tâbiîn
devrinin büyük hadîs ve fıkıh âlimlerinden. Künyesi, Ebû Osman'dır. Doğum tarihi
bilinmemektedir. 137 (m. 753) senesinde Enbar'da vefât etti. Babasının ismi
Ferrûh'tur. Irak âlimlerinin yolunu tutmuştur. Bu yolun özelliği bir işin nasıl
yapılacağı, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş ise,
buna benziyen başka bir işin nasıl yapıldığı aranır bulunur. Bu iş de onun gibi
yapılır. Eshâb-ı kirâmdan sonra, bu yolda olan müctehidlerin reisi, İmâm-ı a'zam
Ebû Hanîfe'dir (r.a.). Rebîa hazretleri re'y yolunu takip ettiği için ona "Rebîat-ür
Rey" lakabı verilmiştir. Rebîa bin Abdurrahmân Medine-i münevverede fetva
işlerine bakardı. Medine-i münevverenin ileri gelenleri onun meclisine devam
ederlerdi. İmâm-ı Mâlik'in hocalarındandır. Sahâbe-i kirâmdan (r.anhüm)
ba'zısına yetişti. Enes bin Mâlik, Sa'îd bin Yezîd, Muhammed bin Yahyâ bin
Habbân, Sa'îd bin Müseyyib, Kâsım bin Muhammed, İbn-i Ebî Leylâ, A'rec, Mekhûl
eş-Şâmî ve başka birçok büyük zâtlardan hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Ondan
da, Yahyâ bin Sa'îd el-Ensârî, Süleymân et-Teymi, İmâm-ı Mâlik, Şû'be, Hammâd
bin Seleme gibi zâtlar, hadîs-i şerîf rivâyet etti.
Hakkında
âlimlerin buyurdukları:
İbn-i Zeyd,
"O, uzun müddet gece gündüz ibâdetle meşgul oldu. Bu durum, yanına gelenlerle
oturup, onlarla sohbete başlayıncaya kadar devam etti."
Yahyâ bin
Sa'îd, "O, zekâ ve kavrayışı yüksek bir âlimdi."
"Ubeydullah
bin Ömer. "Biz müşkillerimizi, halledemediğimiz mes'elelerimizi, ona arz
ederdik. O, bizim en üstünümüz ve âlimimiz idi."
"Abdurrahmân
bin Zeyd bin Eslem: "Rebîa'nın meclislerinde Yahyâ bin Sa'îd de bulunurdu. Rebîa
olmadığı, zamanlarda Yahyâ bin Sa'îd anlatırdı. Yahyâ bin Sa'îd çok hadîs-i
şerîf rivâyet etmiş bir âlimdir. Fakat Rebîa bulunduğu zaman, onun ilmine
hürmeten sessiz kalır, konuşmazdı. Halbuki Rebîa yaşça ondan küçüktü."
Abdülazîz bin
Ebî Seleme: "Vallahi, Rebîa, Resûlullah efendimizin sünnet-i seniyyesi hususunda
çok titizdi."
İbn-i Zeyd:
"Medîne-i münevverede, dostlarına ve muhtaçlara karşı Rebîa'dan daha cömert
birisini görmedim."
Mâlik bin Enes
(r.a.): "Rebîa bin Ebî Abdurrahman'ın vefâtından sonra ilmin tadı kalmadı"
buyurdu.
Rivâyet ettiği
hadîs-i şerîflerden birisi: Enes bin Mâlik'ten (r.a.) rivâyet etti. Resûlullah
(s.a.v.) "Allahü
teâlâ kerîmdir. Kulu duâ ettiği zaman, onun elini boş çevirmekten haya eder"
buyurdu. Rebîa hazretleri buyurdular ki; "İnsanlar âlimlerin yanında,
annelerinin kucağındaki çocuk gibidirler. Ne emrederlerse, ona uyarlar.
Yasakladıkları şeyden de sakınırlar."
Birisi, Rebîa
hazretlerine "Ey Ebû Osman! Zühdün başı nedir?" diye sorunca, "Helâlinden
kazanmak, herşeyi lâyık olduğu yerde kullanmak" buyurdular.
Birisi gelip,
Rebîa'ya (r.a.) "Bana Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'i anlat" dedi. O da,
"Bilmiyorum, sana onları nasıl anlatayım? Onlar, Resûlullah (s.a.v.) hâriç
(müstesna), kendi zamanlarında bulunanların hepsinden ileride idiler.
Kendilerinden sonrakilere göre ise, İslâmiyet için en büyük ve unutulmaz
hizmetler yapmışlar, bu uğurda çok zahmet çekmişlerdir."
Bir gün bir
topluluğun yanından geçiyordu. Onlar, kader mes'elesi üzerinde konuşuyorlardı.
Onları böyle konuşmaktan men etti.
Yûnus bin
Yezîd, Rebîa bin Ebî Abdurrahmân'a "Ey Rebîa! Sabrın son derecesi nedir?" diye
sordu. Rebîa (r.a.) cevâbında "Başına bir musîbet geldiği gün, o belâ gelmeden
önceki gün gibi olmandır" cevâbını verdi.
Bir menkıbesi:
Abdülvehhâb bin Ata el-Haffâf, Medîne-i münevvere âlimlerinden, şöyle bildirir:
Rebîa'nın (r.a.) babası Ferrûh Ebû Abdurrahmân, Emevîler zamanında, Horasan
tarafına, İslâm ordusu ile gazaya gitmişti. Giderken hanımının yanına, üçbin
dinar bıraktı. Hanımı ise bu sırada hâmile idi. Aradan yirmiyedi sene geçmişti.
Nihayet Ferrûh (r.a.) elinde mızrak ve at üzerinde olduğu halde dönmüştü.
Atından inip, mızrağı ile kapıya vurdu. Mızrak kapıya sert bir şekilde inmişti.
Ferrûh girmek üzereydi ki, dışarı Rebîa (r.a.) çıktı. Ferrûh'un, kendi babası
olduğunu bilmiyordu. Ona "Sen benim evime nasıl hücum edersin?" dedi. Ferrûh da
(r.a.)Rebî'a'yı tanımıyordu. Bu sefer, Ferrûh, Rebîa'ya "Burası benim evim. Sen
benim evime, ailemin yanına nasıl girersin?" diye, çıkıştı. İki taraf iyice
birbirlerine hiddetlen-mişlerdi. İş öyle bir safhaya varmıştı ki, sonunda
birbirlerinin üzerine atıldılar. Çünkü ortada haneye tecavüz söz konusu idi.
Fakat, bu manzarayı gören komşular, hemen oraya koşuştular, ikisini ayırdılar.
Hâdisenin halli için Medîne-i münevverenin meşhûr âlimi Mâlik bin Enes ve diğer
ulemâya (âlimleri) başvurdular. Ulemâ hâdise mahalline geldiler. Ancak, zahire
(görünene) göre burada Rebîa haklı idi. Çünkü evine tecavüz edilme durumu vardı.
Bu sırada
Rebîa (r.a.) "Valinin yanına kadar gideceğiz, yoksa bunu salıvermem" diyordu.
Ferrûh da aynı şeyi söylüyor. "Bu benim ailemin yanına nasıl girebilir diye"
şikâyetçi oluyordu. Gürültü bir hayli çoğalmıştı. Mâlik bin Enes (r.a.)
konuşmaya başlayınca herkes sustu. Mâlik bin Enes, "Ey pir-i fânî (yaşlı zât)
senin bu evde ne işin var. Git başka yer bul kendine" deyince, Ferrûh "Efendi,
bu ev benim. Ben Ferrûh'um" dedi. Bu sırada hanımı, Ferrûh'un bu sözlerini
duymuştu. Derhal, üzerine elbisesini alıp, münâsip bir şekilde dışarı çıkarak
"Bu benim zevcim Ferrûh'tur. Rebîa'da, o gazaya gittikten sonra doğan oğlumdur"
deyince, baba oğul, hemen birbirlerine sarılıp, ağlaştılar. Ferrûh eve girip,
zevcesine: "Bu benim oğlum mu?" diye sorunca, o da "Evet" dedi. Ferrûh hanımına
giderken bıraktığı dinarları sorunca o da sakladığı yerden alıp geldi. "İşte
dinarlar" dedi. Bu sırada, Rebîa dışarı çıkıp, doğruca, Mescid-i Nebevî'ye
(Peygamber efendimizin mescidine) gidip, her gün vermekte olduğu dersine
başladı. Ders halkasında Mâlik bin Enes, Hasan bin Zeyd, el-Lehbî ve Medîne-i
münevverenin ileri gelenleri de bulunuyordu. Herkes pür dikkat onu dinliyordu.
Ferrûh ise, daha evde idi. Hanımı ona, "Dışarı çık, mescide doğru git" dedi.
Ferrûh evden çıktı. Mescid-i Nebevî'ye varıp, namaz kıldıktan sonra, orada ders
yapmakta olan topluluğu gördü. Oraya gidip, sessizce, kimseyi rahatsız etmeden,
dikkat çekmeden bir yere oturuverdi. Dersi veren Rebîa idi. Fakat güzel bir
elbise giymişti. Ferrûh onu bir anda tanıyamadı. Yaşı bir hayli ilerlemişti. "Bu
kimdir?" diye sordu. Rebîa bin Ebî Abdurrahmân'dır dediler. Buna sevinen Ferrûh,
kendi kendine, "Allahü teâlâya hamd olsun, oğlumun derecesini yüksek eylemiş"
dedi. Bir müddet sonra, oradan kalkıp, eve gitti. Zevcesine "Oğlunu hiçbir
âlimde görmediğim, çok iyi bir hâlde gördüm" deyince, zevcesi "İşte Allahü teâlâ
bize böyle sâlih bir oğul nasîb eyledi" dedi.
KAYNAKLAR
1) Hilyet-ül-evliyâ
cild-3, sh-259
2) Tehzîb-üt-tehzîb
cild-3, sh-258
3) Vefeyât-ül-a'yân
cild-2, sh-288
4) Târîh-i
Bağdâd clld-8, sh-420
5)
Tezkiret-ül-huffâz cild-1, sh-157
6)
Mîzân-ül-i'tidâl cild-2, sh-44
7)
El-A'lâm cild-3, sh-17
|