Tebe-i
tâbiînin âlim ve râvilerinden. İbâdete çok düşkündü. Dünyânın, Allahü teâlânın
rızâsı için olmayan herşeyinden elçekmişti. Çok büyük evliyâdan olmasına rağmen,
kendisini büyüklerden başkası tanımazdı.
Künyesi Ebû
Abdullah'dır. Ez-Zâhid, el-Âbid lâkabları ile tanınırdı. Aslen İsfehânlıdır.
Doğum târihi bilinmemektedir. İlim tahsili için uzun zaman Mekke'de bulundu.
Basra'da ve değişik yerlerde ikâmet etti. Tanındığı yerden kaçmanın yollarını
arardı. Geceleri hiç uyumazdı. Devamlı ibâdet ederdi. İnsanlardan birşey
istemez, hacetini Allahü teâlâdan dilerdi. 188 (m. 804)'de veya daha sonraki bir
târihte, otuz yaşlarında iken vefât etti. Basra'nın Mesîse kasabasında Ebû İshâk
el-Fezârî'nin (r.a.) yanına defn edildi. Ziyâret edenler feyz ve bereketinden
istifâde etmektedir.
Yûnus bin
Ubeyd, Hammâd bin Seleme, Hammâd bin Zeyd, Süleymân bin Mihrân, el-A'meş, Süfyân-ı
Sevrî ve Sâlih el-Müzenî'den (r.aleyhim) hadîs rivâyet etti. Kendisinden ise,
İmâm-ı Evzâî, Âmir bin Hammâd İsfehânî ve Zübeyr bin Abbâd (r.aleyhim) ilim
tahsil edip, hadîs-i şerîf rivâyet ettiler.
Yahyâ bin Saîd
el-Kettân hazretleri: "Birçok âlimin sohbetinde bulundum. Fakat, Muhammed bin
Yûsuf İsfehânî'den daha fazîletli kimseyi görmedim. Benim nazarımda O, Süfyân-ı
Sevrî'den daha üstündür" deyince, Ahmed bin Hanbel (r.a.) "İlim ve fazîletteki
üstünlüğünü mü kastediyorsun?" diye sordu. O da "Evet ilim ve fazîletteki
üstünlüğünü kastediyorum" buyurdu.
Abdurrahmân
bin Mehdî, "Muhammed bin Yûsufun benzerine rastlamadım." buyurdu.
Züheyr el-Benânî;
"Onun gibi çok ibâdet edip, dünyâya rağbet etmeyen bir daha gelmez" buyurdu.
Talebelerinden
Dirhem, "Meclislerinde çok kaldım. O'nun Allah için olmayan birşeyden
bahsettiğini hiç duymadım" dedi. Ata bin Müslim Halebî hazretleri buyurdu ki:
"Muhammed bin Yûsuf İsfehânî, hergün garip bir şekilde kapının önüne gelir, çok
garip bir şekilde öğrenmek istediğini sorar, benden suâlinin cevâbını alınca da,
yine çok garip bir şekilde kapımdan ayrılırdı. Bu hâli yirmi sene devam etti.
Ben O'na kim olduğunu hiç sormamıştım. Ama ben Muhammed bin Yûsuf'un ismini
işitiyor, O'na hayranlık duyuyordum. Birgün biz câmideyken, O da geldi. O'nu
tanıyanlardan biri, "İşte Muhammed bin Yûsuf bu gelen zâttır" dedi. Yirmi
senedir bu zât hergün benim kapıma gelir, fakat ne ben O'na kim olduğunu sordum,
ne de O bana kim olduğunu söyledi."
Abdullah bin
Mübârek (r.a.): "İbni İdrîs'e Basra'da kimden daha çok istifâde edebileceğimi
sordum. Ben, sana Muhammed bin Yûsuf İsfehânî hazretlerinden başkasını tavsiye
edemem. O'na git, çok istifâde edersin. O'nu lütuf ve ihsan yerlerinde bulursun.
O, Basra'nın Mesise kasabasında oturur" dedi. Ben de Basra'yı ziyâret ettiğim
zaman Mesise'ye gittim. Orada Muhammed bin Yûsuf hazretlerini sordum. O'nu kimse
tanımıyordu. Tanınmaması, O'nun takva ve fazîletinin üstünlüğündendi. Ben,
Muhammed bin Yûsuf hazretlerini üstadımın dediği gibi lütuf ve ihsan yerleri
olan câmilerden birinde buldum. O'nun âbid ve zâhidlerin ileri gelenlerinden
olduğunu gördüm" buyurdu.
Abdullah bin
Mübârek (r.a.): Muhammed bin Yûsuf hazretlerinin yaşının çok genç olmasından
dolayı O'nun için; "Âbidler ve zâhidler arasında bir gelindir" buyururlardı.
Menkıbelerinden:
Salt bin
Zekeriyya anlatır: Muhammed bin Yûsuf hazretleriyle Ehvas'a gidiyorduk. Yol
üstünde bir handa sabahladık. Bana, "Kervancıbaşını yanıma çağır, çok çabuk
hazırlansınlar. Hemen yolumuza devam edelim" buyurdu. Kervancıbaşının yanına
gittim. Ayağını bir akrep sokmuş kalkamıyordu. Muhammed bin Yûsuf hazretlerine
durumu arz ettim. "Yanıma muhakkak gelmeli" buyurdular. Kervancıbaşının
koltuğuna girdim, beraberce geldik. Kervancıbaşının elini akrebin soktuğu yere
koydurup, sessizce birşeyler okuyarak oraya üfledi. Adam hemen kalktı ve
hiçbirşey olmamış gibi yürüdü, gitti. Muhammed hazretlerine, içinden ne
okuduğunu sordum, "Ümmü'l-kitâb"ı okudum, buyurdular. "Ümmü'l-kitâb" nedir? diye
sorunca "Fâtiha'dır. Ben Fatiha sûresini okudum" buyurdular. Ben ondan sonra,
Fatiha sûresi okuyup hastaların üzerine üflerdim. Lâkin benim okumamla hiçbir
hasta şifâ bulmadı.
Yûsuf bin
Zekeriyya anlatır: Biz Harran'da idik. Muhammed bin Yûsuf hazretleri yanımıza
geldi. Oradaki hadîs âlimleri etrafını çevirdiler. Hemen Harran'dan ayrılıp
Re'sûlayrı denilen yere gitti. Bir ay orada kaldıktan sonra geri geldi. Orada
neden çok kaldıklarını sordum. "Re'sûlayn'da bir ay kaldım. Ne kimse beni
tanıdı. Ne de ben kimseyi tanıdım" buyurdu. Dikkat ettim; Muhammed bin Yûsuf
hazretleri, ekmeğini her zaman değişik fırından alırdı. Sebebini sorduğumda,
"Her zaman aynı fırından alırsam, belki fırın sahibi olan kimse beni tanır ve
bana hürmet eder, ben de o zaman dînimi dünyâya âlet etmiş olmaktan korkarım.
Muhtelif fırınlardan alınca beni hiçbiri tanımaz" buyurdu.
Muhammed bin
hilâl hazretleri anlatır: Muhammed bin Yûsuf hazretleri ile Fudayl bin İyâd
hazretleri çok arzu etmelerine rağmen birbirlerini görüp tanışamamışlardı.
Birgün Basra çarşısında karşılaştılar: "Sen Muhammed bin Yûsuf musun?" "Sen
Fudayl bin İyâd mısın?" bir ağızdan "Evet" derken ikisi de aynı anda birer nâra
atarak bayıldılar. Tanıyanları, bir müddet sonra Fudayl bin İyâd'ı baygın olarak
evine götürdüler. Muhammed bin Yûsuf ise ayılıncaya kadar güneşin altında yattı.
Çarşıda kimse tanımadığı için "uyuyor" zannedildi.
Sâlih bin
Mehdî anlatır: Muhammed bin Yûsuf (r.a.) ile beraber Yahûdiyye beldesine
gidiyorduk. Yolda bir hıristiyanla karşılaştık. O, hıristiyanın selâmını çok
güzel bir şekilde aldı. O'na çok hürmet etti. "Nasıl olur da bir İslâm âlimi ve
evliyâ, bir kâfire böylesine hürmet eder?" diye düşündüm. Hıristiyan yanımızdan
ayrılınca bunun sebebini sordum. "Bu nasrânî gözüken kimse, gizlice îmân
etmiştir. Müderris olan kardeşim, dokuz talebesiyle birlikte bunun köyüne geldi.
Bu adam da hizmetçisini gönderip köyde misafir olup olmadığını araştırdı. Durumu
anlayınca, bizzat kendisi gidip onları evine da'vet etti. Onlara izzet ve
ikrâmda bulundu. Ayrıca içinde yüzbin dirhem bulunan bir keseyi yol harçlığı
olarak vermek istedi. Ama onlar "Bizim ihtiyâcımız yoktur" diyerek kabul
etmediler" buyurdu.
İsfehânlı bir
kimse anlatır: Bir grup eşkıya, çobanlarımızı bağlayarak hayvanlarımızı çaldı.
İçinde Muhammed bin Yûsufun hayvanları da vardı. Bizden biri onlarla görüşmek
üzere gitti. Şakîlerin reisi O'na, "Muhammed bin Yûsuf'un hayvanlarını bize
göstermek şartıyla, kendi hayvanlarını götür. O, büyük evliyâdır. Biz, O'nun
bedduâsından korkarız. O'nun hayvanlarının hepsini geri göndereceğiz" dedi. Ama,
daha sonra göndermediler. Bir müddet sonra çaldıkları hayvanların hepsi telef
oldu. Onlardan bir fayda göremediler. Yalnız Muhammed bin Yûsuf hazretlerine ait
hayvanlardan hiçbiri telef olmadı.
Talebelerinden
biri, Muhammed bin Yûsuf hazretlerinden nakleder: Karzin beldesinde ikâmet
e-derken, o şehrin ileri gelen zenginlerinden biri de sohbetime devam ederdi.
Birgün ikimiz yalnız kalınca, bana bir teklifi olduğunu söyledi ve devamla,
"Dünyâda yalnız bir çocuğum var. O da, evlenecek çağda, dinine bağlı bir
kızcağızdır. Onu bütün mallarımla birlikte sana vermek ve daha sonra da Mekke
veya Medine'de ikâmet etmek isterim" dedi. Ben de ona "Allahü teâlâ senden râzı
olsun. Eğer benim evlenmek gibi bir niyetim olsaydı, kabul ederdim. Fakat böyle
bir niyetim yok" diye cevap verdim. "Bu teklifi
niçin kabul etmediniz?" diye soran bir talebesine de "Ben mal-mülk sahibi
olsaydım, onlarla meşgul o-lurdum. Şimdi ise daha kıymetli şeylerle meşgulüm.
Beni bu kıymetli şeylerden alıkoyacak hiçbir şeyi istemem" buyurdu.
Ali bin Ezher
(r.a.) anlatır: Muhammed bin Yûsuf hazretleri bir ara Mesise'ye geldi. O
sıralarda Ebû İshâk hazretleri vefât etmişti. Bizden O'nun kabrini sordu.
Kabrinin başına gittik. Kur'ân-ı kerîm okuyup duâ ettikten sonra, Ebû İshâk el-Fezârî
hazretlerinin kabrinin bitişiğindeki boş yeri göstererek "Burası bir müslümana
ne güzel kabir olur" buyurdu. Biz burasını kendisi için temenni ettiğini
anladık. Mesise'ye geri döndük. Kısa bir müddet sonra hastalandı ve oniki-onüç
gün sonra vefât etti. Biz de O'nun işaret ettiği Ebû İshâk hazretlerinin
yanındaki boş yere defn ettik.
Saîd bin
Gaffar'a (r.a.) hitaben buyurdu ki: "Ey Saîd, en kıymetli vaktin olan şu ânını,
en kıymetli şeyle değerlendir."
Dostlarına:
"Bu zaman fazîleti arama zamanı değil, bilakis kurtuluşu arama zamanıdır"
buyurdular.
Kardeşi
Zürâre'ye yazdığı mektubda; Besmele ve hamd-ü senadan sonra, "Ey kardeşim!
İşittim ki, ticârete başlamışsın. Bilmiş ol ki, senden önceki bütün tüccarlar
ölmüşlerdir. Vesselam" buyurup, altına şöyle not düştüler.
"Ey kardeşim
Zürâre! Allahü teâlâdan kork ve ona itâat et! O'nun azabım unutma! O'nun azabına
kimse karşı koyamaz. Şartlarına sahip olunca hacca git! Zîrâ hadîs-i şerîfte
Resûlullah (s.a.v.), "Her kim ki, helâlden
kazandığı mal ile Allahü teâlânın rızâsı için hac etse, anasından doğduğu gün
gibi günahsız olur"
buyurdu.
Bir
sohbetlerinde: "Şu gördüğünüz arazilerin hepsini iki kuruş karşılığında bana
verseler hiç sevinmem. Zîrâ bu dünyâdaki bütün mal ve mülk geçicidir. Yok olmaya
mahkûmdur. Biz öleceğiz, malımız ve mülkümüz dünyâda kalacaktır" buyurdular.
Mekke yolunda,
Abdurrahmân bin Ömer'in elinden tutup buyurdular ki:
"Ey
Abdurrahmân! Sen zevk ve keyfiyle uğraşanların kapıları önünden geçtiğinde
onlara "O yüksek köşkleri ve kaleleri yaptıranlar hani, bu muhteşem köşk ve
muazzam kalelerde sizden önce zevk ve sefa sürenler, bütün dünyâ bizimdir
diyenler nerede?" diye sor. Muhakkak ki, onların hepsi ölüp gittiler. Sen, çok
ibâdet edenlerin yanlarına varırsan onlara, "Ey âbidler! Ölüm vaktiniz gelip,
âhırete göçtüğünüz zaman, istirahatın en güzeli sizin içindir" dersin."
Süleymân bin
Mihrân'dan (r.a.) duydum, Abdullah bin Mes'ûd (r.a.) buyurdu ki:
"Cum'a günü
bin defa Allahümme salli a'lâ Muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem demeyi terk
etme."
KAYNAKLAR
1) Hilyet-ül-evliyâ, cild-8, sh-225
|