Tebe-i
tâbiînden. Zamanında, Kûfe'nin en çok ibâdet edeni diye tanınırdı. Her yerde
hakkı konuşarak, emr-i bi'l-ma'rûf ve neh-yi ani'l-münkeri (Allahü teâlânın
emirlerinin yapılmasını, yasakladıklarından da sakınılmasını) bildirirdi.
Künyesi Ebû
Abdurrahmân'dır. Doğumu, tahsili ve vefât târihi hakkında bilgi verilmemekle
beraber, Kûfe'de yaşadığı ve orada vefât ettiği bilinmektedir. Evzâî'den (r.a.)
hadîs-i şerîfler rivâyet etmiş, ondan da, Ebül-Ahvâz, Yahyâ bin Ömer es-Sekâfi
ve Abdullah ibrri Mübârek (r.a.) rivâyette bulunmuştur. Yanlış nakletme
korkusunun çokluğundan dolayı, çok az sayıda hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir.
Kütüb-i sitte'de rivâyeti yoktur.
İbâd bin
Kuleyb (r.a.) anlatır: Muhammed bin Nadr, Abdullah bin Mübârek ve Fudayl bin
İyâd'la birlikte uzun zaman yemek yaptık, yedik içtik. Muhammed bin Nadr'ın bize
hiç itiraz edip, muhalefet ettiğini görmedik. Abdullah bin Mübârek sebebini
sorunca buyurdu ki: "Yâ Abdullah! Bir insan iyi kimselerle beraber olduğu zaman
onlara muhalefet etmekten haya eder ve kerem sahibi olur." Abdullah bin Mübârek,
"O, sizsiniz" deyince, "Hayır ben değilim. Fakat iyi insanlar "evet" derlerse
ben de "evet" derim. "Hayır" derlerse ben de "hayır" derim" buyurdu.
Hasan bin
Rebiî anlatır: Bir zaman Zübeyroğullarından bir şahıs Kûfe'ye gelip Muhammed bin
Nadr'ın yanında misafir kaldı. Kûfe'den ayrılışında, o şahısla yol arkadaşlığı
yaptık. O'ndan Muhammed bin Nadr hazretlerinin ne konuştuğunu sorduk. O da
"Yemin ederim. Ben epeyce yanında kaldım. Fakat, ağzından tek kelime çıktığını
görmedim. Hep ibâdet eder veya zikrederdi." "Hiçbir ihtiyâcı olmaz mıydı?" diye
sordum. O da, "Evet ihtiyaçları olurdu. Bir ihtiyâcı olduğu zaman oğluna bakar,
o da hemen kalkıp, gider babasının ihtiyâcını görürdü" dedi.
Muhammed bin
Nadr hazretleri, yazın sıcak günlerinde hep oruç tutardı. Ba'zan çeşmenin başına
gelir serinlemek için üzerine su dökerdi. Kûfeliler de O'nu seyreder, bu soğuk
suyu ne kadar cam çeker derlerdi. O da onlara bakar "Hayır hiç iştahım çekmez"
buyururdu.
Abdullah bin
Mübârek (r.a.) anlatır: Ölümünden iki sene önce gece uykusunu tamamen terk
etmişti. Bir müddet' sonra Kaylûle uykusunu da terk etti.
Ebû Refid
anlatır: Birgün Muhammed'in (r.a.) kabristandan geldiğini görüp, "Bu öğle vakti
orada ne yaptığını" sordum. Cevaben "Kabristana gidince gözlerim dünyâya
bakmaktan iğrenir ve her zaman gözlerimin kapalı olup, orada açılmasını
arzularım."
Ubeydullah bin
Muhammed el-Kirmânî'den nakledilir: Birgün Muhammed bin Nadr'ın evine gittim,
yalnızdı. Niye insanlardan uzlet ettiğini sordum, beni yanlarına çağırdılar.
"Siz insanlardan uzak duruyorsunuz, beni niçin yanınıza çağırıyorsunuz?" dedim.
O da, "Ben Allahü teâlâyı zikretmeyenlerden kaçarım. Zikredenlerden değil"
buyurdu.
Abdullah bin
Mübârek hazretleri anlatır: Muhammed bin Nadr hazretleriyle bir gemide
gidiyorduk. Bir ara neş'eli bir şekilde konuşmaya başladı. Tanıyamadığım bir ses
de ona cevap veriyordu.
Zekeriyya bin
Adî anlatır: Muhammed bin Nadr hazretlerinin yanında öl%mden bahsedildiği zaman,
çok mahzunlaşır kemiklerinden ses gelirdi.
Müslim isminde
birinden alacağı vardı. Haber gönderip "Falan gün geleceğim, alacağımı hazırla"
dedi. O da hazırlığını yaptı. Söylediği gün Müslim'e "Benim sendeki alacağımı
hediye etmem, teslim almamdan daha hayırlıdır. Sana onu hediye ettim" buyurdu.
Buyurdu ki:
"İlmin evveli
sükûttur. Sonra onunla uğraşmaktır. Sonra ezberlemek, sonra onunla amel etmek,
sonra da başkalarına öğretmektir."
"Allahü teâlâ,
Hz. Musa'ya (a.s.): "Uyanık ol, kendine dost ara, sevincine katılarak seninle
neş'elenmeyen bir dostu yanından uzaklaştır. Onunla arkadaşlık yapma, çünkü
böyle dost kalbine sıkıntı verir. O, senin dostun değil, düşmanındır. Beni çok
an ki, bana şükretmiş olasın ve ben de ni'metimi arttırmış olayım" diye vahyetti."
Duâ ederken,
"Yazıklar olsun bana! İnsanlara emin oldum da, Rabbime karşı ihânet ettim. Ne o-lurdu.
İnsanlar bana "O adam hâindir!" deselerdi de, Allahü teâlânın emânetlerine
hıyânet etmeseydim" derdi. Çok ibâdet etmesine rağmen hepsini az görür, devamlı
tövbe ve istiğfâr ederdi.
KAYNAKLAR
1) Hilyet-ül-evliyâ cild-8, sh-217
|