Tâbiîn
devrinde, Medine'de yetişen hadîs âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden. Adı,
Muhammed bin Münkedir bin Hüdeyr bin Abdül-Uzzâ bin Âmir bin Hâris bin Hârise
bin Sa'd bin Teym bin Mürre et-Teymî'dir. Künyesi, Ebû Abdullah'dır. Ebû Bekir
de denilir. Eshâb-ı kirâmdan ba'zıları ile görüşmüş, onlardan ilim öğrenmiş,
hadîs ve fıkıh ilminde yüksek derecelere ulaşmıştır. Kendisi zühd ve takva ehli
olup, kırâat ilminde de otorite kabul edilen bir âlimdi. Kendisine "Reîsü'l-kurrâ"
da denmiştir. M (m. 684) senesinde Medine'de doğdu ve 130 (m. 748)'de orada
vefât etti. Tâbiînin büyüklerinden Rabîa bin Abdullah O'nun amcasıydı.
Muhammed bin
Münkedir hazretleri, Resûlullahın Eshâbı ile görüşmüş, onlardan ilim öğrenmiş ve
birçok hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Babası Münkedir ve amcası Rabîa, Ebû
Hüreyre, Ebû Katâde, İbni Abbâs ve İbni Ömer, Saîd bin Müseyyeb ve daha pekçok
Eshâb-ı kirâmdan ve Tâbiînden hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuştur. Kendisinden
de iki oğlu Yûsuf ve Münkedir, kardeşinin oğlu İbrâhîm bin Ebî Bekir bin
Münkedir, Amr bin Dinar, İmâm-ı Zührî ve akranlarından Yûnus bin Abîd, Ebû Hâzim,
Seleme bin Dinar, Ca'fer-i Sâdık ve daha birçok âlim hadîs-i şerîf rivâyet
etmişlerdir.
Hadîs ilminde
üstün bir yeri vardı. Bu ilimde söz sahibi olup, hadîs-i şerîf rivâyetinde sika
(güvenilir, sağlam) bir râvidir. İshâk bin Rahâveyh O'nun hakkında: "O, doğruluk
menbaı (kaynağı) idi. Bütün sâlihler O'nun yanında toplandı ve Resûlullahın
buyurduklarını söylediği zaman, insanlardan O'nu kabul etmeyen bir kimse
çıkmadı" dedi. O, senetleri ile birlikte yüzbin hadîs-i şerîfi ezbere biliyordu.
Bu ilimde her sözü senetti. Kendisinden bir hadîs-i şerîfi sordukları zaman, hep
ağlayarak cevap verirdi.
Muhammed bin
Münkedir, Medine'nin meşhûr fakîhlerindendi. O, "Dîni iyi bilen birfakîh (âlim),
Allah ile kulu arasında bir elçi gibidir" diyordu. Ayrıca, Kur'ân-ı kerîm
okumaya ve dinlemeye çok düşkündü. Kur'ân-ı kerîmi güzel okuyan hâfızları
toplar, onlara ikrâm ve ihsanlarda bulunduğu için kendisine "Reîsü'l-kurrâ"
denilirdi. İhsânı ve ikrâmı çok olan cömert bir kimseydi.
Muhammed bin
Münkedir, bütün geceyi ibâdetle geçirir, Allaha yalvarmaktan zevk alırdı. İbâdet
etmeyi, kendisi için gıda ve kalbi için de hayat bilen büyük ve mübârek
kimselerden biriydi. Geceleri u-zun zaman ayakta durmaktan yorulmazdı. Yatsı
namazının abdesti ile sabah namazı kılardı. Bir gece namaz kılarken ağlamaya
başladı. Ağlamasının çokluğundan ve uzayıp gitmesinden ev halkı korkup
yatağından fırladılar. Kendisini ağlatan şeyin ne olduğunu sordular. Yalvarıp,
O'nu teskine çalıştılar.
Fayda vermeyip ağlamaya devam etti. Bunun üzerine arkadaşı Ebû Hâzim'e gidip
durumu haber verdiler. Ebû Hâzim gelince, o da ağladığını gördü. Ona: "Ey
kardeşim! Seni ağlatan şey nedir? Niçin ağlıyorsun? Bak, seni çoluk çocuğun
görüp çok üzülüyor. Bu ağlaman, bir hastalıktan mıdır? Yoksa başka bir durum mu
vardır?" diye sordu. Ağlayarak cevap verdi: "Allahü teâlânın kitabı Kur'ân-ı
kerîmde: "... O gün
onlar için, Allahtan, hiç de ümit etmiyecekleri nice azaplar belirecektir"
âyet-i kerîmesine gelmiştim. O beni ağlattı." Sonra Ebû Hâzim de ağlamaya
başladı. Yine bir defasında ölünün yanında iken ondan korkmuş ve ağlamaya
başlamıştı. "Niçin ağlıyorsun?" dediklerinde, bu âyet-i kerîmeyi okuyup, "O gün
benim için de, Allahtan hiç zannetmeyeceğim azapların karşıma çıkacağından
korkuyorum" diye cevap verdi.
Muhammed bin
Münkedir, dînine bağlı, takva ehli olup, harâmlardan çok sakınan bir din büyüğü
idi. Kendisinin mağazası vardı. Çeşitli kumaş satıyordu. Bunlardan kimisinin
zırâ'ı (bir zira'yarım metredir) beş altın, kimisinin, on altın idi. Birgün,
kendisi yok iken, çırağı bir köylüye beş altınlık kumaşı, on altına sattı. Kendi
gelip, haber alınca, akşama kadar köylüyü arattı. Köylüyü görünce, bu kumaş beş
altından ziyâde etmez dedi. Köylü, ben bunu, seve seve aldım deyince, ben
kendime uygun görmediğimi din kardeşime de uygun görmem. Yâ satışdan vaz geç,
yahut beş altını geri al, yahut da gel, on altınlık kumaştan vereyim buyurdu.
Köylü beş altını geri aldı. Sonra, birisine, bu mert kimdir? diye sordu.
Muhammed bin Münkedir, dediler. Bu ismi duyunca "Sübhanallah! Bu, öyle kimsedir
ki, çölde susuz kalınca yağmur duâsına çıkıp, onun adını söylediğimiz zaman
rahmet yağıyor" dedi.
Naklettiği
hadîs-i şerîflerden ba'zıları şunlardır:
"Öğrendiği
bir hadîs-i şerîfi din kardeşine, duyurandan daha faydalı kimse olamaz."
"Takvaya
(Allahtan korkmaya) yardımcı
olan mal, ne güzeldir!"
"Bana bir
günde yüz salevât okuyanın, Allahü teâlâ yüz ihtiyâcını görür. Bunların yetmişi
âhırete kalır. Otuzu dünyâda görülür."
"Mü'min
kardeşi ile bir yıl konuşmayıp dargın kalmak, onu öldürmek gibidir."
Resûlullah
efendimiz, Sakîf kabilesinden birisine: "Sizin aranızda
mürüvvet nedir?"
diye sorunca,
o da: "İnsaflı olmak ve herkesin iyiliğine çalışmaktır" diye cevap verdi.
Peygamberimiz de: "Bizde de böyledir!"
buyurdu.
Resûlullah
efendimiz, "Amellerin, işlerin
hayırlısı; Allaha îmân etmek, Allah yolunda cihad etmek ve hacc-ı mebrûr'dur"
diye buyurunca, Eshâb-ı kirâm: "Hacc-ı rnebrûr nedir?" dediler. Cevâbında:
"O, açları
doyurmak ve güzel konuşmaktır"
buyurdu.
"(Lâ havle
ve la kuvvete illâ billah) diyerek Allahtan yardım isteyiniz. Çünkü O, sizi
yetmiş sıkıntıdan korur. Onların en aşağısı üzüntüdür."
"Bir kimse,
(Lâ ilâhe illallahü vahdehû la şerike lehû ehaden sameden lem yelid ve lem yûled
velem yekûn lehû kûfûven ehad) derse, Ona ikibin ve daha çok sevab, iyilik
yazılır."
"Rızkınızdan endişe etmeyiniz! Çünkü kul, kendisi için yaratılan her bir rızka
kavuşmadıkça, ölmez. Allahtan korkunuz ve rızkı helâli alarak ve harâmı terk
ederek, en güzel şekilde talep ediniz!"
"Cuma günü
veya Cuma gecesinde ölen kimse, kabir azabından kurtulur ve kıyâmet gününde
şehîdlere tâbi olarak gelir."
Resûlullah
(s.a.v.), Eshâbının toplandığı bir meclise gelmişti. Onlara şöyle buyurdular:
"Az önce,
dostum Cebrâil yanımdan ayrıldı. Bana söyle dedi: "Yâ Muhammed (s.a.v.)! Seni
peygamber olarak gönderenin hakkı için söylüyorum. Allahın kullarından biri, beş
yüz yıldan beri bir dağ başındadır. O dağ, enine boyuna, otuz zırâ'dır
(bir zira
yarım metredir).
Çevresini her
yandan dörtbin fersahlık deniz kuşatmıştır. Allahü teâlâ, o kula parmak
genişliğinde, tatlı bir su akıtmaktadır ki, bu su, dağın alt kısmındadır. Orada
birde nar ağacı vardır. Her gün bir nar olur. Her akşam o kul, abdest almaya
iner. Narı alır, yer. Sonra namaza durur. Rabbinden secdede ruhunu teslim etmek,
cesedine hiç bir şey yol bulup gelmemek, dirilince-ye kadar böyle kalmak için,
temennide bulunur. Allahü teâlâ, onun her dileğini yerine getirdi. Cebrâil
(a.s.) devam etti: "Biz yere inip onun yanına gittik ve gördük. Çıktığımızda
hâlâ secdede idi. Allahü teâlâ onu böyle yapmıştı. Allahü teâlâ onu, kıyâmet
günü diriltir, huzuruna alır ve şöyle emreder: "Bu kulumu rahmetimle Cennete
koyunuz." O kul der ki: "Bu Cennet, amelimin karşılığıdır." Allahü teâlâ
meleklerine şu emri verir: "Kulumun hesabına bakın; ni'metimle a-melini
karşılaştırın" buyurur.
Bu hesap
sonunda şu netice alınır: "Onun beş yüz senelik ibâdeti, görme ni'metinin
(gözün)
karşılığıdır.
Kendindeki diğer ni'metler karşılıksız kalır. Bunun üzerine Allahü teâlâ şu emri
verir: "Bu kulumu Cehenneme atın!" Cehenneme yürütülürken o kul şöyle der: "Yâ
Rabbî! Beni rahmetinle Cennetine gönder. Allahü teâlâ emreder: "Onu geri
getirin!" Kul geri getirilir. Ona şöyle sorulur: "Kulum, sen hiç bir şey
değilken, seni kim yarattı? O kul: "Yâ Rabbî, sen yarattın!" Yine
Allahü
teâlâ sorar: "Bu senin amelinle mi oldu, yoksa rahmetimle mi?" O kul:
"Rahmetinle yâ Rabbî!" der. Cenâb-ı Allah: "Beş yüz sene sana ibâdet kuvvetini
kim verdi?" O kul: "Sen verdin, yâ Rabbî!" der. Cenâb-ı Hak: "Seni o dağın
ortasında kim yerleştirdi? Tuzlu denizden sana kim tatlı suyu çıkardı. Her gece
sana bir tane nar veren kim? Ve sen, bu sırada, ruhunu secde hâlinde almamı
istedin. Ben bunu senin için yaptım. Sana göre kim yaptı?" O kul: "Sen, yâ
Rabbî" der. Cenab-ı Hak: "Evet, bütün bunlar benim rahmetimle oldu. Şimdi seni,
rahmetimle Cennetime koyuyorum" buyurdu. Cebrâil aleyhisselâm şöyle dedi: "Her
şey Allahın rahmeti ile olmaktadır."
Onun hikmetli,
ibretlerle dolu sözleri çoktur. Bunlardan ba'zıları şöyledir:
Muhammed bin
Münkedir'e soruldu ki: "Dünyâda hangi şey sana daha çok sevgilidir?" Cevâbında:
"Dünyâda zevk duyduğum tek şey, din kardeşlerime iyilik etmek suretiyle
gönüllerini sevindirmektir" buyurdu. Diğer bir rivâyette de: "Dünyâda en çok
sevdiğim şey, din kardeşlerimle buluşup sohbet etmek ve onların gönüllerinde
sevgi, neş'e yerleşmektir" buyurdu. Ve yine: "Dünyâda, lezzet duyduğum üç şey
kalmıştır. Bunlar: Birincisi; gece namaz kılmak, ikincisi; Allah için dostluk
kuranlarla buluşup sohbet etmek, üçüncüsü; cemâatle namaz kılmaktır."
Çocukları
toplar hacca giderdi. Sebebini soranlara: "Bunları Cenâb-ı Hakka arz ediyorum.
Umarım ki, bunlara rahmet nazarı ile bakar ve o rahmetten biz de bu sayede
faydalanmış oluruz. Yoksa hâlimiz perişan."
"Allahü teâlâ
Cehennemi yarattığı vakit melekler çok korktular, insanları yaratınca melekler
rahatladılar."
"Kâfire
mezarında, kör, sağır bir hayvan musallat olur. Elinde demirden bir kamçı ve
kamçının u-cunda devenin hörgücü gibi bir düğüm vardır. Kıyâmete kadar ona
vurur, durur. Onu görmez ki, biraz korusun; sesini duymaz ki, acısın."
"Bir müslüman
ne yaparsa yapsın; tövbe edip, bir daha o hatâlara bakmazsa, ilâhi rahmetten
nasîbsiz kalmaz. Aksini düşünürsem utanırım. Böyle aksi bir düşünce Allahü
teâlânın rahmetini küçümsemek olur."
"Zenginlik,
takva ve iyilik üzerinde yardımlaşmaya ne güzel bir vesîledir!"
"Âdem
aleyhisselâmın oğlu vefât ettiği zaman hanımına: "Ey Havva! Çocuğun öldü" dedi.
O da, "Ölüm nedir?" diye sordu. Cevâbında: "O, artık dünyâda yemez, içmez,
ayakta durmaz, yürümez ve konuşmaz" dedi. Hz. Havva, yüksek sesle ağlamaya
başladı. Hz. Âdem, Ona: "Sana ve kızlarına hep böyle hüzünlenmek, ağlamak
vardır. Ben ve oğullarım, bundan uzağız!" dedi.
Ağladığı
vakit, gözyaşlarını sakalına, yüzüne sürer ve sonra: "Göz yaşının değdiği yeri
Cehennem ateşinin yakmayacağını duyduğum için, bunu böyle yapıyorum" derdi.
"Annem, bana
dedi ki: Ey oğlum! Çocuklarla şakalaşma! Yoksa seni alaya alırlar ve hakkına
riâyet etmezler!"
Muhammed bin
Münkedir, insanların yanında pek makbul olmayan bir adamın cenâze namazını
kıldırmıştı. Bunun üzerine "Nasıl olurda, onun namazını kıldırır?" diye dedi-kodusunu
yapmaya başladılar. Cevâbında: "Muhakkak ki, ben Allahü teâlânın rahmetinin,
yarattıklarından birisinin önünde acze düştüğüne inanmaktan haya ederim" dedi.
"Nefsimi, kırk
yıl zorluklara, meşakkatlere göğüs gererek ibâdetlere alıştırdım ve nihayet
istikâmet bulup Hakkın rızâsına kavuştum."
Safvân bin
Selîm, Muhammed bin Münkedir'in ölümüne yakın bir sırada ziyâretine gitmişti.
Ona dedi ki: "Ey Ebû Abdullah! Sanki ben, sana ölümün çok güçlük verdiğini
görüyorum!" Cevâbında Ona: "Ölümün, benim için bir zorluğu yoktur. Muhammed'in
her şeyi meydandadır" dedi. Bir de gördük ki, o anda O'nun yüzü, sanki lâmbalar
gibi parlıyordu. Sonra Ona: "Benim, içimde olduğum hâli bir görseydin, sevinçten
uçardın!" dedi. Az sonra vefât etti.
"İnsanı,
Allahü teâlânın af ve mağfiretine kavuşturacak şeylerden biri de, açları ve
yoksulları doyurmaktır."
"Açları
doyurmak ve güzel konuşmak, sizin Cennete girmenizi kolaylaştırır."
O, bir gün
yüzünü toprağa koydu. Sonra annesine yalvararak: "Anneciğim ne olur, gel de
ayağını yüzüme sür!" dedi.
Tevrat'ta
şöyle yazılıdır: "Allahtan korkarsan, anne ve babana iyilik edersen ve yakın
akrabanı ziyâret edersen, bunlar senin ömrünü uzatır. İşlerini kolaylaştırır ve
zorlukları senden uzaklaştırır."
Muhammed bin
Münkedir şöyle anlatıyor: "Bir ara, Resûlullahın mescidinde, babamla beraber
oturuyorduk. O sırada bize birisi uğradı, İnsanlara hadîs-i şerîf rivâyet
ediyor, onların suâllerine fetva veriyor ve onlara va'z ediyordu. Babam onu
çağırıp dedi ki: "Konuşan kimse, Allahın gazabından korkmalıdır. Dinleyen de,
Onun rahmetini ümit etmelidir."
"Öyle bir
zaman gelecek ki, boğulmakta olan bir insanın duâsı gibi duâ etmeyenler, ihlâs
sahibi olamıyacaktır."
KAYNAKLAR
1) Hilyet-ül-evliyâ cild-3, sh-146 2)El-A'lâmcild-7,sh-112
3)
Tehzîb-üt-tehzîb
cild-9, sh-473
4)
Risâle-i Kuşeyrî sh-349, 421
5)
Tezkiret-ül-huffâz
cild-1, sh-127
6)
Tam İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye sh-765, 1042
|