İmâm-ı a'zamın talebelerinin en başta gelenlerinden, Hanefî mezhebinde yetişmiş
müctehidlerin en büyüğüdür. Asıl adı, Ya'kub bin İbrâhîm'dir. Ebû Yûsuf
künyesidir. 113 (m. 731) senesinde Kûfe'de doğdu. 182 (m. 798)'de Bağdâd'ta
vefât etti. İmâm-ı Ebû Yûsuf'un soyu Eshâb-ı kirâmdan Sa'd bin Hâtem
el-Ensârî'ye dayanır. Peygamber efendimiz (s.a.v.) hazret-i Sa'd bin Hâtem'e
hayır duâ etmiştir. Küçük yaşta iken Uhud Savaşı'na katılmak için Peygamber
efendimizden izin istedi. Peygamber efendimiz başını okşayıp, "Küçüktür, gazaya
gidemez" buyurdu. Sa'd bin Hâtem Kûfe'ye yerleşip orada vefât etti.
Ebû Yûsuf önceleri bir müddet Ebû İshâk Şeybânî, Süleymân Temimî, Yahyâ bin
Sa'îd el-Ensârî, Süleymân bin Mihran el-A'meş, Hişam bin Urve gibi büyük fakîh
ve muhaddislerin derslerine devam etti. Muhammed bin Abdurrahman bin Ebî
Leylâ'nın derslerine de devam ettiği sırada, bu zâtın ba'zı müşkil mes'elelerde
İmâm-ı a'zama müracaat ettiğini ve onun talebelerinin ilimde daha üstün
yetişmekte olduğunu görünce İmâm-ı a'zamın büyüklüğünü anlayıp, ona talebe oldu.
Yetim olup fakîr bir ailenin çocuğu olmasına rağmen, İmâm-ı a'zamın derslerine
büyük bir gayretle devam etti. İmâm-ı a'zam, onun keskin zekâsını görüp derslere
sürekli devam etmesi için fakîr olan ailesinin geçimini de kendi üzerine aldı.
Ailesini rahatlıkla geçindirip ilme yönelmesi için ona devamlı yardımda bulundu.
Yahyâ bin Harme, Ebû Yûsuf'un şöyle dediğini nakleder.
"Ben hadîs-i şerîf ve fıkıh ilmini öğrenmek isterdim. Çok fakîr olup hiç param
yoktu. Babam da vefât etmişti. Bir gün ben İmâm-ı a'zamın yanında iken, annem
çıktı geldi ve: "Ey oğlum, sen onunla bir değilsin, onun ekmeği pişmiş, yemeği
hazırdır, ama sen yiyecek şeylere muhtaçsın" dedi. Ben de annem için çalışmağı,
anneme hizmet etmeği seçip ilim öğrenmekten vaz geçmeği düşündüm ve buna karar
verdim. Birgün hocam İmâm-ı a'zam talebesi arasında beni göremeyince çağırtdı ve
"Seni bizden ayıran sebep nedir?" buyurdu. Ben de "Geçim sıkıntısı" efendim
dedim. Meclis dağılıp yanındakiler gidince, bana ihtiyâcım olan bir çok şeyi
ihsan etti. Verdiği şeyler arasında epey bir miktar gümüş paralar da vardı.
Sonra buyurdu ki, "Bunları harca bitince bana bildir, fakat ders halkamızdan
ayrılma." Verdiği para bittiği gün, daha kendisine durumu arz etmeden tekrar
verirdi. Her zaman devam eden bu hâlini görerek, benim paramın bittiğini ona
Allahü teâlâ bildiriyor, kerâmetiyle anlıyor diye düşündüm. Hocamın bu ihsan ve
ikrâmına kavuşmak sebebiyle huzurunda ilimden de maksadıma kavuştum. Allahü
teâlâ ona en iyi mükâfat, mağfiret ve karşılıklar versin."
Suca' Muhammed, Ebû Yûsuf'un şöyle dediğini nakleder: "Babam öldüğü zaman
cenâzesinde bulunamadım. Akraba ve komşularımın cenâze ve defn işleriyle
uğraşmalarını temin ettim. Zîrâ İmâm-ı a'zamın bir dersinde bulunamayacaktım.
Eğer o dersi kaçırsaydım. Ondaki fâideli bilgilere kavuşama-mamın hasreti
ölünceye kadar devam ederdi." Ve yine demiştir ki, "Ferâiz (miras) ve hayza ait
(kadınlara mahsus) bilgileri İmâm-ı a'zamın bir meclisinde, nahiv ilmini de âlim
bir kimsenin huzurunda bir defada öğrendim."
Birgün İmâm-ı Ebû Yûsuf hazretleri çok hasta oldu. Birisi gelip İmâm-ı a'zama
Ebû Yûsuf'un öldüğünü söyledi, İmâm-ı a'zam "O ölmedi" buyurdu. Ölmediğini
nereden bildiniz dediklerinde: "İlme çok hizmet etti, meyvalarını toplamadan
ölmez" buyurdu. Hakikaten ölüm haberinin doğru olmadığı anlaşıldı. İlmi,
üstünlüğü ve talebeleri her tarafa yayılıp, meyvalarını aldıktan sonra vefât
etti. İmâm-ı a'zam hazretleri bir defasında "Bu genç hayatta iken ona muhalefet
eden bulunmaz" buyurdu. Ebû Yûsuf; Ebû Hanîfe'den, İshâk Şeybânî'den, Hişam bin
Urve'den, Abdullah bin Amr-ı Ömerî'den, Hanzala bin Ebû Süfyân'dan, Ata bin
Sa'ib'den, Muhammed bin İshâk bin Beşâr'den, Haccâc bin Ertat'den, Hasen bin
Dinar'dan, Leys bin Sa'd'den, Ebû Eyyûb bin Utbe'den ve daha birçok âlimlerden
hadîs-i şerîf dinledi ve öğrendi. Bir hadîs dersinde elli, altmış hadîs
ezberler, dersten çıkınca bunları yazdırırdı. Muhammed bin Hasen Şeybânî, Amr
bin Muhammed-i Nâkıd, Ahmed İbni Müni, Ali İbni Mûsâ-i Tûsî, Abdüs bin Bişr,
Hasen bin Şebib ve daha birçok âlimler de Ebû Yûsuf’dan hadîs-i şerîf rivâyet
etmişlerdir.
Ebû Yûsuf İmâm-ı a'zamın derslerine onaltı yıl devam edip, ilimde yüksek
dereceye ulaştı ve müctehid oldu. İmâm-ı a'zamın fıkhını ve mezhebini yayan
talebelerinin başında Ebû Yûsuf gelir. Bu hususta ilk kitap yazan da odur.
Talha bin Muhammed bin Ca'fer der ki: Ebû Yûsuf, İmâm-ı a'zam hazretlerinin
talebeleri arasında en yükseğidir. İmâm-ı a'zam hazretlerinin ilmini bütün
yeryüzüne yayan odur.
Fıkıh âlimleri yedi tabakadır. En yüksek derecesi (dinde müctehid) olanlardır.
Bunlara mutlak müctehid denir. Dört mezheb İmâmı bunlardandır. İkinci tabakada
olanlar ise, (mezhebde müctehid) olanlardır. İmâm-ı Ebû Yûsuf bunlardandır. Bu
tabakada olanlar bulundukları mezhebin usûl ve kaidelerine uyarak, delillerden
ahkâm çıkarırlar. Çıkardıkları hükümler mezhep imamının hükmüne uymayabilir.
Bunlar ictihâd derecesine yükseldikleri için kendi çıkardıkları hükümlere
uymaları şarttır.
Ebû Yûsuf, hakkında nass bulunmayan bir mes'eleyi hükme bağlarken önce hocası
İmâm-ı a'zamın ictihâdına bakar, bulursa ona göre hüküm verirdi. Bulamazsa kıyas
ve kendi re'yi ile hareket ederdi. Bu hususta da hocasının koyduğu usûl ve
kaidelere bakarak mes'eleyi hükme bağlardı.
Tefsîr, ûkıh ilimlerinde yüksek dereceye sahip ve üçyüzbin hadîs-i şerîfi ezbere
bilen Ebû Yûsuf (r.a.), hocası İmâm-ı a'zamın vefâtından sonra onun ba'zı
talebelerine ders vererek onları ilimde yetiştirmiştir. Ayrıca İmâm-ı a'zamın
fıkhını ya'ni Hanefî mezhebini nakletmiş ve bu hususta kitaplar yazmıştır. Ebû
Yûsuf'un muasırlarına göre üstünlüğünü gören Abbasî halifesi Mehdî onu kadılığa
ta'yin etti. Abbasî halifelerinden Hâdî ve Hârûn Reşid zamanlarında da kadılık
yaptı. İlk defa "Kâd-ül-kudâd" unvanını alan Ebû Yûsuf (r.a.), Hârun Reşid
zamanında bütün kaza (hâkimlik) işlerinde, hüküm verdiği için
"el-Kâd-ül-Kudâd-üd dünyâ" unvanı ile anılmıştır. Onaltı yıl kadılık yaptı ve bu
vazifesi sırasında da halkın suâllerine fetva verip müşküllerini hallederdi.
Hanefî mezhebinde fetva verilirken İmâm-ı a'zamın sözüne uygun olarak fetva
verilir. Aranılan husus onun sözlerinde açıkça bulunmazsa İmâm-ı Ebû Yûsuf'un
sözü alınır ve bu hususdaki usûl takip edilerek fetva verilir. Ebû Yûsuf'un
yazdığı kitapları ve bunlardaki mes'eleleri, İmâm-ı Muhammed Şeybânî, Ebû Ya'la,
Muallâ bin Mansur er-Râzî ve kendi oğlu Yûsuf ve diğer âlimler nakletmiştir.
Adamın biri; "Eğer Allahü teâlâ bana bir erkek evlât ihsan ederse, dört karış
boynuzlu bir koç kurban edeceğim" diye bir adakta bulundu.
Günün birinde bu adamın bir oğlu oldu. Ve adağını yerine getirmek için dört
karış boynuzlu koç arattı, fakat bulamadı. Sağa sola, civar memleketlere adamlar
gönderdiyse de istenen vasıfta koç bulmak mümkün değildi. Adam zamanın din
âlimlerine müracaat etti. Durumu anlattı. Fakat çâre bulamadılar. Adamı bir
telâş aldı. Dostlarından birisi ona, Ebû Yûsuf hazretlerine gidip derdini
anlatırsa bir çâre bulabileceğini söyledi. Adam Ebû Yûsuf hazretlerine gidip
durumu anlattı. Derdine çâre bulmasını rica etti. Bu adam zengin fakat cimri
biri idi. Bunu bilen hazret-i İmâm:
"Ben buna bir çâre bulurum.. Fakat bir şartla", dedi. Adam Ebû Yûsuf
hazretlerinin ellerine sarıldı: "Söyle şartın nedir?" dedi. Ebû Yûsuf:
"Sen zengin bir adamsın. Memleketin fakîr çocukları için dört mektep, bunların
masrafını karşılamak için yanına dört de dükkân yaptırırsan müşkülün hallolur"
dedi.
Adam kabul, dedi. Fakat bu inşaat bir hayli uzun sürer. Ben inşaatın bitmesini
bekliyemiyeceğim. Sabrım tükendi, adağımı hemen yerine getirmek istiyorum. Ebû
Yûsuf hazretleri: "Pekiyi o halde keşfettirelim, inşaat için ne kadar para
sarfolunacaksa o kadar parayı devlet hazinesine teslim edersin. Ben de fetvayı
veririm" dedi. İnşaata gidecek para bilirkişiye keşfettirildi. Bu kadar parayı
devlet hazinesine yatırdı. Ebû Yûsuf hazretleri talebelerinden birini gönderdi:
"Bana uzun boynuzlu bir koç bulup getir!"
Talebe uzun boynuzlu bir koç bulup, getirdi. Ebû Yûsuf beş yaşında bir çocuk
çağırdı. Çocuğa koçun boynuzlarını karışlatırdı. Dört karış geldi. Ebû Yûsuf
hazretleri buyurdu ki:
"İşte senin adadığın koç bu, bunu kurban eder, adağını yerine getirirsin. Zira
sen sadece dört karış boynuzlu koç adadın. Ve karışın büyük veya küçük olduğu
hususunda bir şey belirtmedin. Ben de bu hususa istinaden fetvayı verdim."
Herkes, hazret-i İmâmın üstün zekâsına hayran kaldı. İmâm-ı Ebû Yûsuf'un (r.a.)
menkıbelerinden ba'zıları şunlardır:
Hocası İmâm-ı a'zamın derslerine yeni başladığı sırada bir gün annesi gelip,
hocasına; hoca efendi sizin geçiminiz yerinde, fakat biz muhtacız, çocuğun
geçimimizi temin etmesi için ücretle çalışması gerekiyor, demişti. İmâm-ı a'zam
da (r.a.), bu çocuk burada tereyağı, fıstık, badem ezmesi yemesini öğreniyor
buyurup, her gün kazanacağı parayı fazlasıyla ona vermiştir. İmâm-ı Yûsuf ilimde
yetişip büyük bir âlim olduktan sonra ona kadılık vazifesi verilmişti. Bu
vazifesi sırasında bir gün halife Hârun Reşîd onu yemeğe da'vet etmişti. Sofraya
tereyağı, fıstık, badem ezmesi getirdiklerinde; Hârûn Reşîd, bunlardan ye, her
zaman böyle yiyecekler ikrâm etmezler demişti. Bu durum karşısında, hocasının
yıllar önce annesine söylediği sözleri hatırlayıp hocasının kerâmetini anlayarak
tebessüm etti. Hârûn Reşîd niçin güldün deyince, hâdiseyi anlattı. Hocası İmâm-ı
a'zama rahmetle duâ ettiler.
Zamanın hükümdarı hanımına bir münâkaşa sonucunda: "Bu geceyi benim hüküm
sürdüğüm topraklarda geçirirsen seni boşayacağım" dedi.
Fakat sonradan sinirlilik hâli geçince bundan vazgeçti. Çok sevdiği hanımından
ayrılmak istemiyordu. Zamanın âlimlerine bunu sordu, bir çâre bulunmasını
istedi. Fakat işin içinden çıkamadılar. Başka bir devletin sınırları içinde
geceyi geçirmesi de mümkün değildi. Dediler ki, filân yerde İmâm-ı a'zam
hazretlerinin genç bir talebesi var. Senin mes'eleni ancak o halleder.
Hemen, Ebû Yûsuf hazretlerini da'vet etti. Hâdiseyi ona anlattı. Hazret-i İmâm
buyurdu ki:
"Hanımınız bu geceyi mescidde geçirsin. Çünkü, mescidde kimsenin sahipliği ve
mâlikliği yoktur. Nitekim Allahü teâlâ, "Mescidler Allah içindir"
buyuruyor" dedi.
Bunun üzerine, hükümdar hazret-i İmâm'ın zekâsına ve ilmine hayran kaldı. Onu
temyiz reisliğine ta'yin etti.
Bir gün adamın biri İmâm-ı Ebû Yûsuf hazretlerine suâl sordu. "Bilmiyorum"
cevâbını alınca sinirlendi.
"Nasıl olur da bilmezsiniz. Hazineden şu kadar para alırsınız" dedi. İmâm-ı Ebû
Yûsuf hazretleri sakince cevap verdi:
"Kardeşim, bize bildiğimiz kadar para veriyorlar. Yok, eğer bilmediklerimize
göre para alsaydık, hazine yetmezdi."
İmâm-ı Ebû Yûsuf, İmâm-ı a'zam hazretlerine anne ve babasından önce duâ
ederdi.İmâm-ı a'zam hazretleri de hocası Hammâd'a anne ve babasından önce duâ
ederdi.
İmâm-ı Ebû Yûsuf bir defasında hacda hastalandı. Hastalığı ağırlaştı. Zayıf ve
dermansız idi. Fakat hiç durmadan sorulan suâllere cevap veriyordu. "Hastasınız,
yorulmayınız yoksa hastalığınız artar" dendiğinde, buyurdu ki: "Fâideli ilim
okutmak, hastalığın şiddetini hissettirmez."
Eserleri:
1-
Fıkıh ve usûle dâir eserleri şunlardır:
Kitâb-üs-salât, Kitâb'uz-Zekât, Kitâb'us-Siyam, Kitâb'ülFerâiz,
Kitâb-ül-buyu', Kitâb-ul-hudûd, Kitâb-ul-vekâle, Kitâb'ül vesâyâ, Kitâb'ül
sayd ve'z-zebâyıh,Kitâb-ul-gasb ve İstibra, Kitâb-ül-ihtilâf-ul-emsâr.
2-
Kitâb-ul-haraç: Halife Hârun Reşîd'in isteği
üzerine yazdığı bu kitapda: Devletin mâlî kaynaklarını, devletin gelir yollarını
geniş bir şekilde anlatmaktadır. Bu hususta Kur'ân-ı kerîme, Peygamberimizden
(s.a.v.) rivâyet olunanlara ve Sahâbe fetvalarına dayanmaktadır. Bu eser
Fransızcaya, İngilizceyeve başka dillere de tercüme edilmiştir. er-Ritâc adlı
şerhi Bağdâd'da 1980 yılında yayınlanmıştır.
3-
Kitâb-ul-Âsâr: İmâm-ı a'zamdan rivâyet ettiklerini
topladığı bir kitaptır. Kitap fıkıh bablarına göretertip edilmiştir.
4-
İhtilâf-u Ebû Hanîfe ve İbn-i Ebî Leylâ: Bu
kitapta Ebû Hanîfe ve Ebî Leylâ'nın ihtilâf ettiklerimes'eleleri toplamıştır. Bu
kitabı ondan İmâm-ı Muhammed nakletmiştir. Ba'zı ilâveler yapmış ve bölümlere
ayırıp bir tertibe tâbi tutmuştur.
5-
Kitâb'ur red âlâ Siyer-i Evzâî: Bu kitabında
İmâm-ı Evzâî ile İmâm-ı a'zamın ihtilâf ettikleri mevzuları anlatmıştır.
6-
Kitâbu İhtilâf-ül-emsâr, Kitab-ül-Gevâmi,
El-Emâli, El-İmlâ, En-Nevadirgibi eserleri vardır.
Buyurdu ki: "Ni'metlerin başı üç ni'mettir. Birincisi bütün iyilikleri içine
alan İslâm ni'metidir. İkincisi, hayata tad veren sıhhat ve afiyet ni'metidir.
Üçüncüsü, insana faydalı olan (azdırmayan) zenginliktir."
"Ar bilmiyen ve utanması olmayanla arkadaşlık, kıyâmette insanı utandırır." "Sen
herşeyini ilme vermedikçe ilim sana bir kısmını vermez."
İmâm-ı Ebû Yûsuf un, Abbasî halifesi Hârûn Reşîd'e yazdığı tavsiye ve
nasîhatlarından bir bölümü şöyledir:
"Allahü teâlâ mü'minlerin emîrine uzun ömür, ni'met, haysiyyet ikrâm edip, şeref
ve izzetini yükseltsin! Ona ihsan ettiği dünyâ ni'metlerini bitmeyen, tükenmeyen
âhıret se'âdetlerini ve Resûlullaha (s.a.v.) kavuşmağa vesîle kılsın...
Ey mü'minlerin emîri! Allahü teâlâ sana öyle bir vazife verdi ki, sevabı
sevâbların en büyüğü cezası da cezâların en büyüğüdür. Allahü teâlâ seni bu
ümmetin işlerine memur etti. Bu vazifenin başına geçtikten sonra artık sen,
idarelerini emânet aldığın insanlar sebebiyle imtihana çekildin. Onların
işlerini üzerine alarak ömrünü tüketmeye başladın. Bina; adalet ve doğruluk
temelleri üzerine kurulmazsa, (işler adalet ve doğrulukla yürütülmezse) Allahü
teâlâ o binanın temellerini bozar, yapanların ve yardımcı o-lanların üzerlerine
yıkar. Bu bakımdan Allah'ın sana ihsan ettiği vazifelerini ihmâl edip, hakların
zayi olmasına sebeb olma! Çünkü bir işi yapmaya güç kuvvet veren Allahü
teâlâdır.
Bugünün işini yarına bırakma, yoksa işleri ve hakları zayi edersin. İstekler
bitmeden ecel gelir çatar. Ecel gelip çatmadan sâlih amel işle. Çünkü ecel
geldikten sonra (ölünce) amel yapılmaz. Çobanlar sahiblerine karşı sürülerinden
sorumlu olduğu gibi idareciler de, idare ettiklerinden Allahü teâlâya hesap
vereceklerdir. Allahü teâlânın sana ihsan ettiği bu vazifede bir saat bile
kalsan hakkı yerine getir. Çünkü âhıret gününde Allah indinde idarecilerin en
mes'ûdu, teba'sını mes'ûd eden idarecidir.
Doğruluktan ayrılma, yoksa idare ettiğin kimseler de doğruluktan ayrılır. Nefsin
isteğine göre emir vermekten ve kızgınlıkla iş görmekten sakın. Biri âhıret ile
diğeri dünyân ile ilgili iki işle karşılaştığın zaman, âhıret işini tercih et.
Çünkü dünyâ fânî âhıret bakîdir. Allah korkusuyla titre, Allahın emirlerinde
insanlara farklı muamele yapma. Allahü teâlânın emirlerini yapmakta hiç bir
kınayıanın kötülemesinden korkma!
Dâima temkinli ol. Temkinli olmak dil ile değil kalb iledir. Azabından korkarak
ve rahmetim umarak Allahü teâlâya sığın. Sığınmak ve korunmak korku ve ümid
iledir. Kim Allaha sığınırsa Allah onu korur. Dâima doğru yol iyi bir akıbet,
hakka ulaştıracak sağlam bir gidiş üzere ol. Zayi olmayacak bir iş ve herkesin
gideceği âhıret için çalış. Çünkü varılacak bu yer, kalblerin hopladığı,
bahanelerin son bulduğu yerdir. O gün bütün mahlûkât Allahın huzurunda baş eğer
ve zillet içinde dururlar. Onun hükmünü beklerler. Azabından korkarlar. Sanki
herşey olmuş bitmiş gibidir.
Kıyâmet gününü bilip de amel etmeyenin, o gün çekeceği hasret ve duyacağı
pişmanlık bitmez, Öyle bir gündür ki, o gün, ayaklar kayar, renkler değişir,
duruş uzar, hesap çetin olur...
O
ne korkunç bir ayak kayması! O ne fayda vermez bir pişmanlıktır! Bu hayat gece
ve gündüzün yer değiştirmesinden ibarettir. Durmadan biri diğerinin peşini
takibediyor. Gece ve gündüz (zaman) her yeniyi eskitir, her uzağı yaklaştırır,
va'd edilmiş olan her şeyi getirir. Allah herkesi ona göre cezalandırır. Allahın
hesabı çabuktur. Öyleyse Allah'tan kork, sakın! Çünkü ömür az, iş mühim, dünyâ
ve dünyâdaki-ler fânidir. Âhıret ise devamlı kalma yeridir. Mahşer günü, haddi
aşanların yolunu tutmuş olarak Allahın huzuruna çıkma! Şunu iyi bil ki, kıyâmet
gününün hâkimi olan Allahü teâlâ, kullarına mevki ve makamlarına göre değil,
amellerine göre hükmedecektir. O halde dikkatli ol. Çünkü sen boşuna
yaratılmadın ve başı boş bırakılmayacaksın. Şüphesiz yaptıklarından hesaba
çekileceksin. Nasıl cevap vereceğini düşün. Bil ki, kıyâmet günü insanoğlunun
ayakları, Allah huzurunda hesaba çekildikden sonra kayacaktır.
Resûlullah (s.a.v.) bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurdu: "Kıyâmet
günü herkes, dört suâle cevap vermedikçe hesaptan kurtulamayacaktır, ömrünü
nasıl geçirdi. İlmi ile nasıl amel etti. Malını nereden nasıl kazandı ve
nerelere harcetti. Cismini, bedenini nerede yordu, hırpaladı."
"Her kim bana bir defa salâtü selâm getirirse,
Allah ona on salât ü selâm sevabı verir ve on tane günâhını affeder."
"Şüphesiz hayır, bütün kısımları ve taraflarıyla
Cennettedir. Şüphesiz şer de bütün kısımları ve taraflarıyla Cehennemdedir.
Biliniz ki, Cennet sevilmeyen şeylerle çevrelenmiş, Cehennem de şehvetlerle
çevrelenmiştir. Bir kimseye nefisçe sevilen kötülük perdelerinden birisi açılır
da ona sabrederse Cennete yaklaşır ve Cennet ehlinden olur. Yine bir adama
şehvet ve hevâ perdelerinden biri açılır da ona yaklaşırsa ateşe yaklaşır ve
Cehennem ehlinden olur. Haydi, ancak hak ile hükmedilecek bir gün için hak ile
amel ediniz. Böyle yaparsanız hak menzillerine koşmuş ve konmuş olursunuz."
"Benim sözümü işitip de, duyduğu gibi nakleden
kimsenin Allah yüzünü ak etsin. İlim yüklenip nakleden nice kimseler vardır ki,
âlim değildir. Nice âlim kimseler de vardır ki, duyduklarını kendilerinden daha
Alim olanlara naklederler. Üç haslet vardır ki, mü'min kişinin kalbi onlarda
aldanmaz, ya'nî kötülüğe sapmaz. Yaptıklarını Allah için yapmak, müslümanların
amirlerine doğruca nasîhat etmek, cemâate devam etmek. Zîrâ cemâatin duâsı,
ferdi kötülüklerden korur."
Ey mü'minlerin emîri bu suâllerin cevâbını hazırla! Çünkü bu gün amel defterine
yazılan, dünyâda işlediğin, her şeyden yarın âhırette sana okunacak,
sorulacaktır. İşlediğin her şeyin şahitler huzurunda açığa çıkarılacağı günü
hatırla!
Ey mü'minlerin emîri korunması emredilen şeyi koru, bakıp gözetilmesi emredileni
de gözet. Bu vazifeleri Allah rızâsı için yapmanı tavsiye ederim.
Eğer bunları yapmazsan yürünmesi kolay olan yol zorlaşır. Gözlerin etrafı görmez
olur, alâmetler, işaretler ortadan kalkar, gerçekler kaybolur. O geniş yol sana
daralır... Nefsine karşı koy... Emrinde olanların zarar ve telefine sebep olma.
Yoksa Allah onların haklarını senden alır. Sen de kendi hak ve sevabını
kaybedersin... Allahın, idaresini sana emânet ettiği kimselerin (teba'nın)
işlerini unutmazsan, sen de unutulmazsın. Onlardan ve haklarından gâfil
olmazsan, sen de aldatılmazsın. Şu fânî dünyâda kalbin ve dilin Allahı
zikretmekten, Onun resûlüne salât ve selâm getirmekten nasîbini alsın...
Ey mü'minlerin emîri! Sana verilen ni'metleri iyi koru ve iyi muamele et.
Ni'metlerin şükrünü yap ve artmasını iste. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde "Eğer
şükrederseniz ni'metlerimi arttırırım ve eğer nankörlük ederseniz şüphesiz
azabım çok şiddetlidir."
buyurdu.
Allahü teâlâ indinde ıslahdan daha sevgili ve fesattan daha kötü ve sevimsiz bir
şey yoktur. Günahları işlemek ni'metlere karşı nankörlüktür. Ni'mete nankörlük
edip de buna tövbe etmeyen milletler (kavimler) izzet ve şereflerinden mahrum
olurlar ve Allah onlara düşmanlarını musallat kılar.
Ey mü'minlerin emîri! Allahü teâlâ sana ihsan ettiği şeylerde, seni kendi
nefsine uymaktan muhafaza etsin. Sevgili kullarına ihsan ettiği ni'metleri sana
da ihsan etmesini dilerim..."
KAYNAKLAR
1)
Târîh-iBağdâdcild-14, sh-242, 255
2)
Vefeyât-ül-a'yân cild-6, sh-378
3)
Tezkiret-ul-Huffâz cild-1, sh-269
4)
Şezerât-üz-zeheb cild-1, sh-298
5)
Fevâid-ul-behiyye sh-225
6)
Miftah-üs-se'âde cild-2, sh-234
7)
Kitâb-ul-harac (Ebû Yûsuf)
8)
Rehber Ansiklopedisi cild-8, sh-136, 138
9)
Hediyyet-ul-ârifîn cild-2, sh-536
10)
El-A'lâm cild-8, sh-293
11)
Kâmûs-ul-a'lâm cild-1, sh-769
12)
Tam İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye sh-1002
13)
Eshâb-ı Kirâm sh-331
14)
El-Kâmil fi't-târîh cild-5, sh-63
15)
Keşf-üz-zünûn sh-46, 164, 1415, 1581, 1680
16)
Hûsn-üt-tekâdî fî sîret-i İmâm-ı Yûsuf
17)
Brockelman Gal; 1171, Sup 1, 288
18)
Tabakât-ül-fukahâ (Taşköprü-zâde) sh-15
19)
Mevduât-ul-ulûm cild-1, sh-691
20)
Mir'ât-ül-cinân cild-1, sh-382
|