Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Mâlikî mezhebinin imâmı.
Künyesi, Ebû Abdullah'tır. 95 (m. 711) senesinde Medine'de doğdu. 179 (m.
795)'de yetmiş altı yaşında iken Medine'de vefât etti. Soyu Yemen kabilelerinden
"Beni Esbah" kabilesine ve Himayerîlerden bir hükümdar hanedanına dayanır.
Dedelerinden biri Medine'ye yerleşmişti. Eshâb-ı kirâmdan olan dedesi Ebû
Amr'dır.
Tahsili:
Tebe-i tâbiînden (Tâbiinden sonra) olan İmâm-ı Mâlik, ilim ve hadîs rivâyatiyle
meşgul o-lan bir ailede ve çevrede eritmiştir. Dedesi Mâlik, babası Enes ve
amcası Süheyl, hadîs rivâyeti yapmışlardır. Yaşadığı muhit, Peygamberimizin
(s.a.v.) yaşamış olduğu ve İslâmın hükümlerinin va'z edildiği, Hz. Ebû Bekr, Hz.
Ömer ve Hz. Osman zamanlarında İslâmın merkezi olan ve çok ilim ehlinin
bulunduğu Medîne-i münevvere idi. Önce Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Kendisinin
isteği ve ailesinin yardım ve teşvikiyle ilim öğrenmeye başladı. Bu hususta
kendisine en çok annesi ilgi göstermiştir. Annesine, ilim tahsiline gitmek
istediğini söyleyince, ona en güzel elbiselerini giydirerek sarığını sarıp:
"Şimdi git, oku, yaz" demiştir. Ayrıca oğluna zamanın meşhûr âlimi Râbi'at'ur
Rey'in yanına gitmesini, ondan ilim ve edeb öğrenmesini söylemiştir. Bu teşvik
üzerine Râbi'a bin Abdurrahman'ın derslerine devam edip, genç yaşta re'ye
dayanan fıkıh ilmini öğrendi. Diğer âlimlerin de derslerine devam etti ve
bilhassa yanından hiç ayrılmadığı hocası Abdurrahman bin Hürmüz'ün derslerinden
çok istifâde etmiştir. Genç bir talebe olan Mâlik, hocasına karşı büyük bir
hayranlık, muhabbet duyar ve üstün bir edeb gösterirdi. Bu hocası hakkında şöyle
derdi: "İbni Hürmüz'ün derslerine onüç sene devam ettim. Ondan öyle ilimler
öğrendim ki, bunların bir kısmını hiç kimseye söylemiyorum. O, bid'at ehlini red
bakımından ve insanların ihtilâf ettikleri şeyler hususunda onların en bilgilisi
idi" İmâm-ı Mâlik, muhitindeki bütün âlimlerden faydalanmış ve ilim uğrunda
büyük fedâkârlık göstermiştir. Bu hususta her türlü zorluğa katlanmış ve
herşeyini harcamış, hattâ tahsil uğruna evini dahi satmıştır. Kendisi şöyle
demiştir: "Öğle vakti Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'ın azatlısı olan Nâfi'ye
giderdim ve kapısında beklerdim. Nâfi' Hz. Ömer'den nakledilen ilimleri ve onun
oğlu Abdullah'ın ilmini biliyordu. Güneşten ve şiddetli sıcaktan korunmak için
hiç bir gölge bulamazdım. Nâfi', dışarı çıkınca edeble selâm verirdim ve onu
kırmadan arkasından içeri girip, "Abdullah bin Ömer şu mes'elelerde ne
buyurmuştur?" Diye sorardım. O da suâllerimi cevaplandırırdı."
İmâm-ı Mâlik, Nâfi' vasıtasıyla Hz. Ömer'in ve oğlu Abdullah'ın ilimlerini
öğrendi. Ayrıca İbni Şihab ez-Zührî'den ve Saîd bin el-Müseyyib gibi
Tâbiîn'lerden ilim öğrenmiştir. Bu hocalarından da ders almak için üstün bir
gayret ve edeb gösterirdi. İmâm-ı Mâlik şöyle anlatmıştır: "Bir bayram günüydü.
Bayram namazını kıldıktan sonra, bugün İbni Şihab'ın boş vakti olur diyerek
evine gidip kapısının önüne oturdum. Hizmetçisine kapıda kim var bak dediğini
duydum, o da kumral yüzlü talebeniz var deyince, onu derhal içeri al demesi
üzerine beni içeri aldılar.
Biraz bekledim, İbni Şihab yanıma gelip bana "Herhalde evine gitmeden buraya
geldin, yemek yemedin değil mi?" dedi. Daha ben hayır demeden yemek
hazırlanmasını emredince, "Yemeğe, ihtiyâcım yok" diye mukabelede bulundum.
Bunun üzerine, öyleyse söyle bakalım ne istiyorsun dedi. Bana hadîs-i şerîf
öğretmenizi istiyorum efendim deyince, yazı yazacak sahifelerini çıkar dedi. Ben
de çıkardım ve bana kırk tane hadîs-i şerîf rivâyet etti. Biraz daha rivâyet
etmesini isteyince, şimdilik bu kadar yeter, bunları ezberleyip nakledersen sen
de muhaddis olursun" dedi.
İmâm-ı Mâlik, Ehl-i beytden Ca'fer-i Sâdık hazretlerinden de ilim almış, onun
sohbetinde bulunmuştur. Bu hususda kendisi şöyle anlatır: "Ca'fer bin Muhammed'e
giderdim, o çok yumuşak ve güler yüzlü idi. Yanında Resûlullah (s.a.v.) anılınca
yüzü sararırdı. O'nun meclisine uzun zaman devam ettim. Her görüşümde ya namaz
kılar ya oruçlu olur veya Kur'ân-ı kerîm okurdu. Abdestsiz hadîs-i şerîf rivâyet
etmezdi. Ma'nâsız sözleri hiç ağzına almazdı. O takva sahibi, zâhid, âbid ve
âlimlerdendi. Yanına geldiğim zaman yaslandığı yastığını alır, mutlaka bana
ikrâm ederdi."
Bir gün hocası Ebu'z Zinad'a hadîs rivâyet ederken rastlamış ve halkasına
katılmamıştır. Daha sonra hocası bizim halkamıza niçin oturmadın? Diye sorunca
şu cevâbı vermiştir: "Yer dardı, oturama-dım. Peygamberimizin (s.a.v.) hadîsini
ayakta dinlemek, edebsizlik olur diye ayakta dinlemek istemedim." Netice
itibariyle İmâm-ı Mâlik, ilmini İmâm-ı Zührî'den, Yahyâ bin Saîd'den, Muhammed
İbni Münkedir'den, Hişâm bin Amr'dan, Zeyd İbni Eslem'den, Râbi'a bin
Abdurrahman ve daha birçok büyük âlimlerden almıştır. Üçyüzü Tâbiînden, altı
yüzü de onların talebelerinden olmak üzere dokuzyüz hocadan hadîs-i şerîf aldı.
Ayrıca; Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden Hz. Ömer'in, Hz. Osman'ın, Abdullah bin
Ömer'in, Abdurrahman bin Avf'ın, Zeyd bin Sâbit'in fetvalarını ve vahyin
gelişine şahit olan, Peygamberimizi (s.a.v.) görüp onun hidâyet nurundan
aydınlanarak, ondan öğrendiklerini nakleden diğer Eshâbın fetvalarını ve
kendisinin yetişemediği Tâbiînin fetvalarını da öğrenmiştir. Akaide dâir
bilgileri ve diğer bütün ilimleri öğrenip, zamanının en büyük âlimlerinden olup;
ictihâd derecesine yükselmiştir.
Peygamberimiz (s.a.v.): "Öyle
bir zaman gelir ki, insanlar her tarafı ararlar, Medine'deki âlimden daha âlim
bir kimse bulamazlar."
buyurmuştur. Süfyân ve Abdullah İbni Ömer'in âzâdlısı olan Nâfi', Zührî,
Medine'deki âlimden maksad İmâm-ı Mâlik'dir demişlerdir. Bu hadîs-i şerîfte,
onun geleceği ve üstünlüğü bildirilmiştir.
Dersleri ve talebeleri:
İmâm-ı Mâlik tahsilini tamamlayıp ilimde yüksek dereceye ulaştıktan sonra ders
vermeye, hadîs rivâyet etmeye ve fetva vermeye başlamıştır. Bu işe başlamadan
önce de zamanında bulunan büyük âlimlerle ve fazîletli kimselerle istişare
yapıp, onların da muvafakatını aldı. Bu hususta kendisi şöyle demiştir: "Her
isteyen kimse hadîs rivâyet etmek ve fetva vermek için mescide oturamaz. İlim
erbabı ve mescidde itibarı olan kişilerle istişare etmesi gerekir. Eğer onlar,
kendisini bu işe ehil görürlerse o zaman oturup ders ve fetva verebilir. Ben,
ilim sahiplerinden yetmiş kişi, benim bu işe ehil olduğuma şahitlik etmedikçe,
mescide oturup ders ve fetva vermedim." Kendisinin ehil olduğuna dâir yetmiş
âlimin şehâdetinden sonra ilk önce Peygamberimizin (s.a.v.) mescidinde ders
vermeğe başladı. Hz. Ömer'in oturduğu yere oturur ve Abdullah bin Mes'ûd'un
oturduğu evde otururdu. Böylece onların yaşadığı yerde ve çevrede bulunurdu.
İmâm-ı Mâlik de İmâm-ı alzam gibi derslerini mescidde verirdi. El-Vâkıdî der ki:
"İmâm-ı Mâlik mescide gelir, beş vakit namazda ve cenâze namazlarında bulunurdu.
Hastaları ziyâret eder, gerekli işlerini görür, sonra mescide gidip otururdu. Bu
sırada talebeleri etrafına toplanıp ders alırlardı. Daha sonra rahatsızlığı
sebebiyle evinde ders vermeye başladı." İmâm-ı Mâlik'in hadîs-i şerîf dersleri
ve vuku bulmuş mes'elerle ilgili dersleri ya'nî fetva işleri olmak üzere iki
türlü ders meclisi vardı. Günlerinin bir kısmını hadîs-i şerîf öğretmeye, bir
kısmını da sorulan mes'elelere fetva vermek için ayırırdı. Derslerini evinde
vermeye başladıktan sonra evine ders için gelenlere sordururdu, eğer fetva için
gelmişlerse dışarı çıkıp fetva verirdi. Sonra gidip gusleder, yeni elbiselerini
giyer, sarığını sarar, güzel kokular sürünürdü. Kendisine bir de kürsü
hazırlanırdı. Bundan sonra gayet güzel bir kıyafetle hoş kokular sürünmüş
olarak, huşu' içerisinde derse gelenlerin yanına çıkardı. Hadîs-i şerîf dersi
bitinceye kadar öd ağacı yakılır, güzel bir koku yayılırdı. Hac mevsimi hariç,
diğer zamanda, Medîneli-lerden isteyen herkes onun dersine gelirdi. Dersleri
tamamen evinde vermeye başlayınca, hac mevsiminde dersini dinlemek isteyen o
kadar çok olurdu ki, gelenleri evi almazdı. Bunun için önce Medînelileri kabul
eder, bunlara hadîs rivâyeti ve fetva verme işi bitince, sonra sırasıyla
diğerlerini içeri alırdı. Hasen bin Rebî' der ki: "Bir defasında İmâm-ı Mâlik'in
kapısında idim, onun çağırıcısı önce Hicazlılar içeri girsinler diye çağırdı.
Onlar çıkınca Şamlılar girsin diye çağırdı. Daha sonra Iraklılar girsin diye
çağırdı. Yanına giren en son ben oldum. Ebû Hanîfe'nin oğlu Hammâd da aramızda
idi." İmâm-ı Mâlik derslerinde vakar ve ciddiyet sahibi olup, lüzumsuz sözlerden
tamamen uzak kalırdı. Bu hususu, ilim tahsil edenler için de şart koşardı. Bir
talebesi şöyle dediğini nakleder: "İlim tahsil edenlere vakarlı ciddî olmak ve
geçmişlerin yolundan gitmek gerekir. İlim sahiplerinin, bilhassa ilmî
müzakereler sırasında kendilerini mizahtan uzak tutmaları gerekir. Gülmemek ve
sadece tebessüm etmek, âlimin uyması gereken âdâbdandır."
Yine bir talebesi şöyle der: "İmâm-ı Mâlik, bizimle oturduğu zaman sanki bizden
biri gibi davranırdı. Konuşmalarımıza çok sâde bir şekilde katılırdı. Hadîs-i
şerîf okumaya ve anlatmaya başlayınca onun sözleri bize heybet verirdi. Sanki o,
bizi biz de onu tanımıyorduk."
İmâm-ı Mâlik elli sene müddetle ders ve fetva vermek suretiyle, insanların
müşküllerini çözmüş ve kıymetli talebeler yetiştirmiştir. Onun talebelerinin her
biri memleketlerinin müracaat edilen âlimleri ve rehberi olmuşlardır.
İlimdeki üstünlüğü:
İmâm-ı Mâlik (r.a.) Tefsîr, Hadîs ve Fıkıh ilminde büyük bir âlim idi. Tefsîr
ilminde, âyet-i kerîmelerden binlerce dinî hüküm çıkaran büyük bir müfessir ve
müctehid idi. Tefsîr ilminde "Garîb-ül-Kur'ân" adlı bir eseri vardır. Bu eseri
kendisinden Hâlid bin Abdurrahman el-Mahzûmî rivâyet etmiştir.
Hadîs ilminde ise pek meşhûr bir âlim ve muhaddistir. Âmir bin Abdullah İbn-i
Zübeyr bin Avvâm, Nuaym bin Abdullah, Zeyd bin Eslem, Nâfi" Mevlâ İbn-i Ömer,
Seleme bin Dinar, Kâdı Şüreyk bin Abdullah Nehaî, Sâlih bin Keysan, İmâm-ı
Zührî, Safvan bin Selîm ve daha çok sayıda hadîs âliminden hadîs-i şerîf rivâyet
etmiştir. Görüşüp, hadîs-i şerîf rivâyet ettiği âlimlerin sayısı dokuzyüz
civarındadır. Hadîs ilminde hüccet olduğuna dâir ittifak vardır. Yazmış olduğu
"Muvattâ" adındaki hadîs kitabı çok muteber ve kıymetli bir eserdir. İmâm-ı
Mâlik'in rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler ayrıca Kütüb-i sitte denilen meşhûr
altı hadîs kitabında yer almıştır.
Emevî devletinin parlak ve çöküş devrinde Abbasî devletinin kurulup geliştiği ve
hâkimiyeti elde ettiği bir devirde yaşayan İmâm-ı Mâlik, çok hâdiselere şahit
olmuş, bozuk fırkalara karşı Ehl-i sünnet i'tıkâdını savunmuş, insanların doğru
yola kavuşması hususunda büyük hizmetler yapmıştır. Hicaz'da hadîs öğrenme, dînî
suâlleri sorma ve fetva hususunda büyük bir müracaat mercii olan İmâm-ı Mâlik
pek çok âlim yetiştirmiştir.
İmâm-ı Mâlik yetmiş imâm şehâdet etmedikçe fetva vermeğe başlamadım buyurdu.
Okuduğum hocalarımdan pek az kimse vardır ki, benden fetva almamış olsun derdi.
İmâm-ı Yâfiî buyuruyor ki: İ-mâm-ı Mâlik'in bu sözü öğünmek için değildir.
Allahü teâlânın ni'metini bildirmek içindir. Zerkânî (Muvattâ') kitabını
şerhederken diyor ki, (İmâm-ı Mâlik, meşhûr mezheb imamıdır. Yükseklerin
yükseğidir. Aklı kâmil, fadlı aşikârdır. Resûlullahın (s.a.v.) hadîs-i
şerîflerinin vârisidir. Allahın kullarına, O'nun dinini yaydı. Dokuzyüz âlimle
sohbet ve istifâde etti. Kendisi yüzbin hadîs-i şerîf yazdı. Önyedi yaşında ders
vermeye başladı. Dersinde bulunanlar, hocalarının derslerinde bulunanlardan çok
idi. Hadîs ve fıkıh öğrenmek için, kapısına toplanırlardı. Kapıcı tutmak zorunda
kaldı. Önce talebesine, sonra halktan herkese izin verir, içeri girerlerdi.
Halâya üç günde bir giderdi. "Halâda çok bulunmaktan haya ediyorum" derdi.
(Muvattâ') kitabını yazınca, kendi ihlâsından şüphe etti. Kitabı suya koydu.
"Eğer ıslanırsa, bu kitab bana lâzım değildir" dedi. Hiçbir yeri ıslanmadı.
Abdurrahman bin Enes, hadîs ilminde, şimdi yeryüzünde Mâlik'den daha emîn kimse
yoktur. Ondan daha akıllı bir şahıs görmedim. Süfyân-ı Sevrî, hadîste imamdır.
Fakat, sünnette imâm değildir. Evzâ'î, sünnette imamdır. Fakat, hadîste imâm
değildir. İmâm-ı Mâlik, hadîste de, sünnette de imamdır derdi. Yahyâ bin Sa'îd,
İmâm-ı Mâlik, Allahü teâlânın kullarına yeryüzünde hüccetidir, derdi. İmâm-ı
Şâfiî, "Hadîs okunan yerde, Mâlik, gökteki yıldız gibidir. İlmi ezberlemekte,
anlamakta ve korumakta, hiç kimse, Mâlik gibi olamadı. Allah ilminde bana Mâlik
kadar kimse emîn değildir. Allahü teâlâ ile aramda hüccet, İmâm-ı Mâlik'tir.
Mâlik ile Süfyân bin Uyeyne olmasalardı, Hicaz'da ilim kalmazdı" derdi.
Abdullah, babası Ahmed hinHanbel'e sordu: Zührî'nin talebeleri arasında en
kuvvetli hangisidir? Mâlik, her ilimde daha kuvvetlidir buyurdu. Abdullah İbni
Vehb diyor ki: Mâlik ve Leys olmasalardı, hepimiz sapıtırdık. Evzâ'î, İmâm-ı
Mâlik'in ismini işitince, o, âlimlerin âlimi Medine'nin en büyük âlimi ve
Haremeyn'in müftîsidir derdi. Süfyân bin Uyeyne İmâm-ı Mâlik'in vefâtını
işitince, "Yeryüzünde bir benzeri kalmadı. Dünyânın imâmı idi. Hicaz'ın âlimi
idi. Zamanının hücceti idi. Ümmet-i Muhammedin güneşi idi. Onun yolunda
bulunalım" dedi. Ahmed İbni Hanbel, İmâm-ı Mâlik'in, Süfyân-ı Sevrî'den,
Leys'den, Hammâd bin Seleme'den ve Evzâî'den üstün olduğunu söylerdi. Süfyân bin
Uyeyne diyor ki, "İnsanlar
sıkışacak, âlimden üstün birini bulamıyacaklar"
hadîs-i şerîfi, İmâm-ı Mâlik'i haber veriyor, İmâm-ı Mâlik diyor ki, her gece
Resûlullahı (s.a.v.) görüyorum: Mus'ab diyor ki: Babam, Abdullah bin Zübeyr'den
işittim: Mâlik ile Mescid-i nebevi'de idik. Biri gelip, Ebû Abdullah Mâlik
hanginizdir dedi. Gösterdik. Yanına gidip selâm verdi. Boynuna sarılıp, alnından
öptü. Rü'yâda Resûlullahı burada oturuyor gördüm. Mâlik'i çağır buyurdu. Sen
geldin. Titriyordun. Rahat ol yâ Ebâ Abdullah! Otur, göğsünü aç buyurdu. Açınca
her yere güzel kokular yayıldı dedi. İmâm-ı Mâlik ağladı ve rü'yânın ta'bîri
ilimdir dedi.
İmâm-ı Şâfiî ile Ahmed bin Hanbel, İmâm-ı Mâlik'in sohbetinde bulunmuşlardır.
Onun ilminden çok istifâde etmişlerdir. Bunların, İmâm-ı Mâlik'in talebesinden
olması, O'nun şeref ve üstünlüğüne kâfidir, en büyük vesikadır. Kendisinden daha
bir çok kimseler ilim öğrenip, her biri memleketlerinin imâmı (âlimi) ve
insanların rehberi olmuştur. Bunlardan ba'zıları şu zâtlardır: Muhammed bin
İbrâhîm bin Dinar, Ebû Hâşim ve Abdulazîz bin Ebî Hazım. Bunların her birisi
dinde ehl-i ictihâd sahibi idiler. Osman bin Hakem, Abdurrahman İbni Hâlid, Muîn
bin Îsâ, Yahyâ bin Yahyâ, Abdullah bin Mesleme-i Ka'bunî, Abdullah bin Vehb...
gibi daha nice talebesi vardır. Bütün bunlar, hadîs ilminde mümtaz (seçilmiş)
âlim olan İmâm-ı Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ahmed İbni Hanbel, Yahyâ
İbni Main ve diğer hadîs âlimlerinin üstâdlarıdır. Celâleddin Süyûtî, İmâm-ı
Mâlik'den hadîs rivâyet eden 993 zâtın isimlerini elifba sırasıyla (Kitâbü
tezyin-il-memâlik bimenâkıbı Seyyidina-l-İmâm Mâlik) adlı kitabında yazmıştır.
Mezhebi (ictihâdı):
İmâm-ı Mâlik, herhangi bir dîni mes'elenin hükmünü ta'yin için, Kur'ân-ı kerîme,
hadîs-i şerîflere, ümmetin icmâına ve lüzum olduğunda kıyasa müracaat ederdi.
Ayrıca Medine ehlinin ittifaklarını da, icmâdan başka, müstakil bir delil kabul
ederdi.
İmâm-ı Mâlik'in bu usûllere göre ictihâd ederek çıkardığı hükümlere, rivâyet
yolu veya Hicaz âlimlerinin yolu denir ki, bu yolun imâmı, İmâm-ı Mâlik'dir. O,
ictihâdlarıyla müslümanların işlerinde ve amellerinde uyacakları bir yol
gösterdi, bu yola Mâlikî Mezhebi denilmiştir. Ehl-i sünnet i'tikâdından olan
müslümanlardan, amellerini, ya'nî ibâdet ve işlerini bu mezhebin hükümlerine
uyarak yapanlara "Mâlikî" denir.
Allahü teâlâ, bütün müslümanlardan tek bir îmân istemektedir. İslâmiyette,
imânda, i'tikâdda tefrikaya, ayrılığa izin verilmemiştir. Resûlullah (s.a.v.)
efendimizin inandığı ve bildirdiği ve Eshâb-ı kirâmın naklettiği gibi îmân eden
müslümanlara "Ehl-i sünnet ve'l-cemâat" veya kısaca "Sünnî" denir. Sünnî
müslümanlara, mezheb imâmı olan büyük İslâm âlimleri tarafından, Kur'ân-ı kerîm
ve hadîs-i şerîflerde hükmü açıkça bildirilmemiş olan ba'zı ibâdetlerin ve
günlük muamelelerin tarifinde ve yapılışında gösterilen ve Allahü teâlânın
rızâsına kavuşturan yollara amelî mezhebler (veya fıkhî mezhebler) denilmiştir.
Mezheb imâmı olan büyük İslâm âlimlerinin aralarındaki böyle ictihâd
ayrılıklarına dînin sahibi izin vermiş ve bu hâl her zaman ve her yerde
müslümanların İslâmiyete dosdoğru uymalarını temin ederek, müslümanlar için
rahmet olmuştur. Nitekim hadîs-i şerîfte "Âlimlerin
mezheblere ayrılması rahmettir"
buyuruldu.
İmâm-ı Mâlik, talebelerinin ve kendisine suâl soranların, dinî mes'elelerdeki
müşküllerini hallederken, ortaya koyduğu ve takip ettiği usûller, Mâlikî
mezhebinin temel kaideleri olmuştur. Mezhebin hükümlerini ortaya koyarken takip
ettiği usûl; diğer bütün müctehidlerin usûlüne benzemekle beraber, ba'zı
farklılıkları davardı.
Bütün müctehidler, bir işin nasıl yapılacağını Kur'ân-ı kerîmde açık olarak
bulamazlarsa, hadîs-i şerîflere bakarlar, bunlar da da bulamazlarsa, bu iş için
(icmâ) var ise, öyle yapılmasını bildirirler. İcmâ, Eshâb-ı kirâmın ve onlardan
sonra gelen Tâbiîn denilen âlimlerin bir mes'eledeki sözbirliğine denir. Bir
işin nasıl yapılması lâzım olduğu icmâ ile de bilinmezse, müctehidler kendileri
kıyasta bulunarak ictihâd ederler, mes'elenin dînî hükmünü bildirirler. Kıyas,
Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde, hakkında açık bir hüküm bulunmayan bir
işi, açık hüküm bulunan diğer bir işe benzeterek hükme bağlamaktır.
İmâm-ı Mâlik (r.a.) bu dört delilden başka, Medîne-i münevverenin o zamanki
halkının sözbirliğini de senet kabul ederdi. Bu âdetleri, babalarından,
dedelerinden ve nihayet Resûlullahtan (s.a.v.) görenek olarak gelmiştir, derdi.
Bu senedin, kıyastan daha üstün olduğunu söyledi. Fakat diğer üç mezhebin
i-mamları, Medine halkının âdetini, dînî hükümlere senet, vesika olarak almadı.
İmâm-ı Mâlik'in ictihâd usûlüne (Rivâyet yolu) denir. Onun mezhebi daha çok
Afrika'nın kuzeyinde yayılmıştır. Eskiden Hicaz ve Endülüs (İspanya)
bölgelerinde yaygındı.
Mâlikî mezhebinde en meşhûr fıkıh kitabı (Et-Tefrî' fi'l-furu') ve
(El-İhkâm-ül-fusûl) kitaplarıdır. Bunlar Arapça'dır.
İmâm-ı Mâlik'in (r.a.) menkıbelerinden ve sözlerinden bir kısmı şunlardır:
İmâm-ı Şâfiî (r.a.) buyuruyor ki:
"Âlimler anıldığı zaman İmâm-ı Mâlik onlar arasında parlak bir yıldız gibidir.
Benim üzerimde minneti ve ihsanı ondan çok olanı yoktur."
Medine Valisi, İmâm-ı Mâlik'ten, bir ictihâdından vaz geçmesini istedi. Kabul
etmeyince, kırbaçla vurdurdu. Her vuruşta, "Yâ Rabbi! Onları affet, çünkü onlar
bilmiyorlar" diyordu. Nihayet bayılıp düştü. Sonra ayılınca da: "Şahit olunuz,
ben hakkımı beni döğenlere helâl ettim" dedi. Halife, valinin cezalandırılması
için kendisinden izin isteyince ona: "Hayır, ben onu affettim" buyurdu.
Hazret-i imâm, ilim bakımından ne kadar yüksek ise, ahlâk, zühd, takva ve kerem
bakımından da öyle yüksek idi. İmâm-ı Mâlik, ilimde ve dinde çok edebliydi. Din
bilgisine hürmet ve ta'zîmi şaşılacak derecede fazlaydı.
Ebû Abdullah Mevlâ'l-Leyseyn şöyle anlatmıştır: "Rü'yâmda, Resûlullahı gördüm.
Mescid'de ayakta duruyordu, insanlar da etrafını sarmıştı. İmâm-ı Mâlik de
önünde duruyordu. Resûlullahın (s.a.v.) ö-nünde misk dolu bir kap vardı. O
miskten avuç avuç alıp, İmâm-ı Mâlik'e veriyordu. O da insanlara dağıtıyordu."
Bunu Ebû Abdullah'dan nakleden Matraf; "Bu rü'yayı İmâm-ı Mâlik'in ilimdeki
üstünlüğüne ve sünnet-i seniyyeye bağlılığına yordum" demiştir.
Mesnâ bin Saîd el-Kasir şöyle demiştir: İmâm-ı Mâlik'in şöyle buyurduğunu
işittim: "Resûlullahı (s.a.v.) rü'yâda görmediğim hiç bir gece geçmedi. Her gece
rü'yâmda gördüm."
Zehebî, (Tabakat-ül-Huffâz) kitabında hazret-i İmâm-ı Mâlik'i şöyle anlatır:
"Uzun bir ömür, yüksek bir mertebe, parlak bir zihin, çok geniş bir ilim, keskin
anlayış, sahih rivâyet, diyanet, adalet, sünnet-i seniyyeye tâbi, fıkıhta,
fetvada kaidelerin sıhhatinde önde gelen bir zât idi. Fetva vermede aceleciliği
sevmez, çok kere "Bilmiyorum" derdi. Ve "İlim kalkanı bilmiyorum demekdir"
buyururdu.
Birgün Halife Hârûn Reşîd dedi ki: "Yâ imâm senin kitaplarını çoğaltıp, her yere
göndereceğim. Herkesin bunlara uymasını ve senin mezhebinde olmalarını emir
edeceğim."
İmâm-ı Mâlik hazretleri: "Yâ halife, hadîs-i şerîfte; "Ümmetimin
âlimlerinin ihtilâfı rahmettir"
buyuruldu. Âlimlerin ihtilâfı Allahü teâlânın rahmetidir. Hepsi hidâyet
üzeredir. Müslümanlar bu rahmetten mahrum bırakılamaz." Bunun üzerine halife bu
arzusundan vazgeçti. Hârûn Reşîd, İmâm-ı Mâlik hazretlerinden hergün evine
gelip, oğlu Emin ile Me'mun'a ders vermesini istedi. İmâm-ı Mâlik hazretleri
Halifeye buyurdu ki:
"Yâ halife, uygun olanı çocuklarınızın bizim eve gelip gitmesidir. Allahü teâlâ,
sizi daha azîz etsin! İlmi azîz ederseniz azîz olursunuz; zelîl ederseniz zelîl
olursunuz. İlim bir kimsenin yanına gitmez, o ilmin yanına gelir."
Bunun üzerine halife İmâm-ı Mâlik'ten özür diledi ve hergün çocuklarını imâma
göndererek ders aldırttı.
Eserleri:
"Muvattâ" adındaki hadîs kitabı çok kıymetlidir. Muvattâ'yı kırk senede meydana
getirmiştir. Başlangıçta içinde dörtbin hadîs-i şerîf varken, sonuna doğru bine
indirmiştir. Çok âlimler bunu şerh etmiştir. Bu şerhlerinin en meşhûru
"el-Müdevvene" adlı eserdir. Bu kitap, hadîs-i şerîfleri fıkıh konularına göre
içine almış olup, yazılan ilk hadîs kitabıdır. Bu kitapda ayrıca İmâm-ı Mâlik'in
ictihâd ettiği fıkhi mevzular da bulunmaktadır. Çeşitli târihlerde basılmıştır.
Biri, Yahyâ bin el-Leysi'nin rivâyeti, diğeri de İmâm-ı a'zamın talebesi
Muhammed Şeybânî (r.a.) tarafından yapılan iki rivâyeti vardır. Bu eserinden
başka Abdullah bin Abdülhakîm Mısrî tarafından rivâyet edilen "Kitâb-üs-sünen"
adlı fıkha dâir bir eseri, kadere, kazaî hükümlere dâir ve fetvalarını bildiren
"Risâle fil fetva" gibi eserleri vardır.
İmâm-ı Mâlik'in (r.a.) rivâyet ettiği ve Muvattâ adlı meşhûr eserine yazdığı
hadîs-i şerîflerden ba'zıları şunlardır:
"Bir kişi bir söz söyler de, o sözden dolayı
Cehennem ateşine düşeceği hatırına gelmez. Bir kimse de bir söz söyler, bu
sözden dolayı Allah'ın kendisini Cennete koyacağı aklına gelmez."
"Allah yolunda cihada çıkan kimse geri dönünceye
kadar hiç usanmadan, yılmadan nafile oruç tutan ve nafile namaz kılan kimse
gibidir."
"Kişinin mâlâya'niyi
(faydasız şeyleri) terk etmesi müslümanlığının
güzelliğindendir." "Her dînin bir ahlâkı vardır. İslâmın ahlâkı da hayadır."
"Bir kişi Resûlullaha (s.a.v.) gelip; Yâ Resûlallah bana hayatıma uygulayacağım
bir kaç kelime öğret. Unutacağım çok şey olmasın deyince Resûlullah (s.a.v.)
"Hiç
bir şeye kızma"
buyurdu."
"Müsâfeha ediniz
(tokalaşınız) aranızdaki
kin gider. Birbirinize hediye veriniz ki, sevişirsiniz ve aranızdaki düşmanlık
gider."
Buyurdu ki:
"İnsan kendisi için hayır işlemez, kendisine iyilik yapmazsa, insanlar da ona
hayır ve iyilik yapmaz."
"İlim çok rivâyet etmek değildir. İlm bir nurdur. Allahü teâlâ bu nuru mü'min
kullarının kalbine koyar."
"Mescide giren münafıklar, kafesteki serçe kuşlarına benzer. Kafesin kapısı
açılır açılmaz uçarlar, kaçarlar."
"Bir kimse kendini övmeğe başlarsa değeri düşer."
"İlim öğrenmek istiyen kimsenin vakarlı ve Allahtan korkar halde olması
lâzımdır."
"Kendisine hayrı olmayan kimsenin, başkasına hayrı olmaz."
"Eğer elimde imkân olsaydı, Kur'ân-ı kerîmi kısa aklıyla, kendi görüşüne göre
tefsîr edenin boynunu vururdum."
KAYNAKLAR
1) El-A’İâm cild-5, sh-257
2)
Vefeyât-ul-a'yân cild-4, sh-135
3)
Tehzîb-üt-tehzîb cild-10, sh-5
4)
Hilyet-ül-evliyâ cild-6, sh-316
5)
Fihrist sh-198
6)
Şezerât-üz-zeheb cild-1, sh-289
7)
Eşedd-ül-cihad sh-5
8)
Mîzân-ul-kübrâ cild-1, sh-45
9)
Ed-Dîbâc-ül-müzehheb sh-11
10)
Mu'cem-ül-müellifîn cild-8, sh-168
11)
Tehzîb-ül-esmâ ve'l-luga cild-2, sh-75
12)
Tezkiret-ül-huffâz cild-1, sh-207
13)
El-İntikâ sh-8
14)
En-Nücûm-üz-zâhire cild-2, sh-96
15)
Miftah-üs-se'âde cild-2, sh-216
16)
Keşf-üz-zünûn sh-1907
17)
Brockelman Gol 1.175, Sup 1. 297
18)
Mir'ât-ül-Cinân cild-1, sh-373
19)
El-Bidâye ve'n-nihâye cild-10, sh-174
20)
Tertib-ul-medârik cild-1, sh-102
21)
Sıfat-üs-safve cild-2, sh-99
22)
Fâideli Bilgiler sh-157
23)
Hidâyet-ül-muvaffıkîn sh-55
24)
Sebîl-un-necât sh-24
25)
Tam İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye sh-1034
26)
Rehber Ansiklopedisi cild-8, sh-138
|