Tâbiînin büyüklerinden, hadîs âlimlerinden ve fakîh. İsmi; Hişâm bin Urve bin
Zübeyr bin Avvâm el-Kureyşî, el-Esedî olup, Künyesi Ebü'l-Münzir'dir. Aşere-i
mübeşşere ya'nî Cennetle müjdelenen on sahâbîden birisi olan Zübeyr bin Avvâm'ın
(r.a.) torunudur. 61 (m. 680)'de Muharrem ayının Cum'a gününe rastlayan ve Hz.
Hüseyin'in şehîd edildiği zaman Medîne-i münevvere'de dünyâya geldi. Uzun müddet
Medîne-i münevvere'de kaldıktan sonra Kûfe'ye geldi. Bir müddet Kûfe'de kaldı.
Kûfeliler ondan hadîs-i şerîf öğrendiler. Nihayet Bağdâd'a geldi ve Bağdâd'ta
Abbasî halifesi Mansûr tarafından izzet ve ikrâm gördü. Bağdâd'ta 146 (m.
763)'de vefât etti. (145'de vefât ettiği de rivâyet edilmiştir.) Bağdâd'ın Harp
kapısında hendeğin arkasındaki kabristanda medfûn olup, kabir taşının üzerinde
"Bu Hişâm bin Urve'nin kabridir" yazılıdır. Bağdâd'ın batı tarafında, çarşının
dışında olduğu da rivâyet edilmiştir. Cenâze namazını halife Mansûr kıldırdı.
Hişâm bin Urve, İbni Ömer'i (r.a.) gördü. İbn-i Ömer onun başını okşadı ve onun
için duâ etti. Hişâm ayrıca Sehl bin Sa'd, Câbir bin Abdullah ve Enes bin
Mâlik'i (r.anhüm) görmüştür. Hişâm bin Urve; Babası Urve bin Zübeyr bin Avvâm,
amcası Abdullah bin Zübeyr bin Avvâm, iki kardeşi Abdullah ve Osman bin Urve,
amcasının oğlu Abbâd bin Abdullah bin Zübeyr, onun oğlu Yahyâ bin Abbâd, Abbâd
bin Hamza bin Abdullah bin Zübeyr, Fâtıma binti Münzir bin Zübeyr, Amr bin
Hamza, Avf bin Hâris bin Tufeyl, Ebî Seleme bin Abdurrahmân, İbni Münkedir Vehb
bin Keysân, Sâlih bin Sâlih, Abdurrahmân bin Sa'd, Muhammed İbni Ali bin
Abdullah bin Abbâs ve birçok zâttan rivâyette bulunmuştur.
Eyyûb-i Sahtiyânî, Ubeydullah bin Amr, Ma'mer, İbni Cüreyc, İbni İshâk, İbni
Aclân, Hişâm bin Hassan, Yûnus bin Yezîd, Şu'be, Mâlik bin Enes, Süfyân-ı Sevrî,
Süfyân bin Uyeyne Hammâdân (Hammâd bin Seleme, Hammâd bin Zeyd), Üsâme bin Hafs
bin Gıyâs, Şüreyk İbni Abdullah, Abdullah bin Mübârek, Îsâ bin Yûnus, Vekî' bin
Cerrâh ve birçok âlim de Hişâm bin Urve'den rivâyette bulunmuşlardır.
İbni Sa'd, İdî onun hadîs ilminde sika (sağlam, güvenilir) bir âlim olduğunu
söylemişlerdir, İbni Sa'd buna onun çok hadîs rivâyet eden, hadîs ilminde hüccet
bir zât olduğunu da ilâve etmiştir. Ebû Hatim ise sika ve hadîste imâm olduğunu
beyân etmiştir.
İbni Hibbân ise: "Hişâm bin Urve, mutkin (sağlam), vera' sahibi (şüpheli şeyleri
terk eden), fâdl, hâfız bir zâttır" buyurdu. Hişâm bin Urve, hadîs-i şerîflerin
yazılmasını uygun görürdü.
Abbasî halifesi Mansûr, bir gün Hişâm bin Urve'ye: "Ey Ebâ Münzir! Ben,
kardeşlerim ve babam, kaşıkla çorba içerken senin yanına girmiştik o günü
hatırlıyor musun? Senin yanından çıktığımız zaman babamız "Bu ihtiyarı hakkıyla
tanıyınız. O günümüzde bakî kalanlardan (en büyük âlimlerden) birisidir" dedi.
Hişâm: "Bunu hatırlamıyorum yâ emîr-el-mü'minîn" dedi.
Hişâm bin Urve, Mansûr'un yanından çıkınca kendisine "Emir-el-mü'minîn seni
hatırlıyor. Sana iyilik yapmak için vesîle arıyor, sen de hatırlamıyorum
diyorsun" dediler. Hişâm bin Urve: "Hakîkaten Allahü teâlâ hayırdan başka bir
şey hatırlatmıyor" cevâbını verdi. Dünyâya rağbet etmezdi. Her yaptığını Allah
için yapardı. Tâbiînden olan Hişâm bin Urve, insanlardan uzlet etmeyi
(uzaklaşmayı) değil, onların arasına karışmağı, arkadaş ve dostları çoğaltmayı,
müslümanla anlaşıp sevişmeyi ve dînî mes'elelerde onlara yardımcı olmayı, iyilik
ve takva ile yardımda bulunmayı tercih ederdi.
Hişâm bin Urve babasından rivâyetle şöyle haber verdi:
Hz. Ebû Bekir halife seçilip kendisine bîat edildiği zaman, Üsâme'nin (r.a.)
ordusunu göndermek hususundaki ihtilâfı gidermek için Ensârı topladı ve: "Üsâme
(r.a.) mutlaka savaşa gidecek" buyurdu. Bu sırada bütün Arab kabilelerinde ya
tamamen veya ba'zıları küçük topluluklar halinde dinden dönmüşlerdi. Büyük bir
fitne çıkmıştı. İslâm düşmanlarının çokluğu müslümanların azlığı ve Eshâb-ı
kirâmın Peygamberimizin (s.a.v.) firak ateşiyle, şaşkın bir halde olmasından,
Hıristiyanlar, yahûdiler ve yalancı peygamberler, müslümanları yok etmek için
fırsat kolluyorlardı. Eshâb-ı kirâm, Hz. Ebû Bekir'in bu sözünü işitince Hz. Ebû
Bekir'e; "Bütün Eshâb bu fikrinizden dolayı seni tenkîd ediyorlar, onları
kendinden uzaklaştırma" dediler. Hz. Ebû Bekir "Kudret, kuvvet ve iradesiyle Ebû
Bekir'i yaşatan Allahü teâlâya yemin ederim ki, arslanların beni
parçalayacaklarını dahi bilsem, Resûlullahın (s.a.v.) emrettiği üzere Üsame'yi
mutlaka savaşa göndereceğim. Medine'de benden başka hiç kimsenin kalmayacağını
bilsem dahi onu yine göndereceğim" buyurdu. Bilâhare Üsâme ordusu savaşa gitti.
Yalancı peygamber Müseyleme ve taraftarları ise; Müslümanlar böyle büyük bir
orduyu savaşa gönderdiklerine göre, bundan daha fazlası Medîne-i münevvere'de
vardır düşüncesine kapılarak, hücum etmeye korkmuşlardır. Böylece Hz. Ebû
Bekir'in Resûlullaha (s.a.v.) bağlılığının bereketlerini bütün Eshâb-ı kirâm
açıkça gördüler.
Ebû Tâlib vefât etmeden önce, müşriklere karşı Peygamberimizi (s.a.v.) himaye
ederdi. O'nun vefâtından sonra, yapamadıkları her türlü hainliği yapıyorlardı.
Hattâ müşriklerin sefîhlerinden birisi Peygamberimizin (s.a.v.) mübârek başına
toprak attı. Hişâm bin Urve, babası Urve bin Zübeyr'den rivâyet etti ki; "O sefîh"
Resûlullahın (s.a.v.) mübârek başına toprağı saçtığı zaman, Resûlullah (s.a.v.)
toprak başının üzerinde olduğu halde evine geldi. Onu mübârek kızlarından birisi
karşıladı. Resûlullahı (s.a.v.) bu halde görünce ağlayarak üzerindeki toz
toprağı temizlemeğe başladı. Bu sırada Resûlullah (s.a.v.) kızına "Ey kızcağızım
ağlama. Çünkü, Allahü teâlâ babanı koruyacaktır"
dedi. Bu arada "Ebû
Tâlib vefât edinceye kadar, Kureyş'ten bu derece hoşuna gitmeyen birşey başına
gelmedi"
buyuruyor-du."
Hişâm bin Urve, Hz. Âişe'den rivâyetle; Hz. Âişe buyurdu: Resûlullah (s.a.v.)
bir biri arkasından öyle oruç tutardı ki, biz Resûlullah (s.a.v.) bir daha
hiçbir şey yemeyecek zannederdik. Ba'zen birbiri ardınca günlerce oruç tutmaz,
biz de bir daha oruç tutmayacak zannederdik. Peygamberimize en sevgili nafile
oruç, Şa'bân orucu idi. Ben "Yâ Resûlallah seni Şa'bân ayında devamlı oruçlu
görüyorum, hikmeti nedir?" diye sorunca: "Ey
Âişe, Şa'bân Öyle bir aydır ki,
o senenin içinde ölecek kimselerin isimleri deftere yazılıp Melek-ül-Mevt'e
(Azrâil) teslim
olunur. Ben oruçlu
olduğum halde ismimin deftere geçirilmesini isterim"
buyurdu.
Hişâm bin Urve, Hz. Âişe'den rivâyetle; Peygamberimiz (s.a.v.) "Allahü
teâlâ iyiliği dört gecede yağdırır. Bu geceler: Kurban bayramı, Ramazan bayramı
ve Şa'bânın onbeşinci geceleridir. Şa'bânın onbeşinci gecesinde ecel ve
rızıkları ve o yıl hacca gidecekleri yazar. Dört geceden biri de sabah ezanına
kadar Arife gecesidir"
buyurdu.
Hz. Hişâm, babası Urve'den ve Saîd bin Zeyd'den rivâyet ederek dedi ki;
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Bir arazinin haksız
olarak bir karışını alan kimseyi, Allahü teâlâ o arazi boynuna takılmış olarak
yedi kat yerin dibine batırır."
Hz. Âişe'den rivâyetle Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdular ki: "Kim
ölü bir toprağı
(boş sahipsiz araziyi) imâr
ederse, o imâr edenindir. Bundan sonra haksız bir ekici veya dikicinin o
toprakta hakkı yoktur."
Hişâm bin Urve, babasından naklederek şöyle dedi: "Resûlullah (s.a.v.) zamanında
bir kalkan kıymetinde malı çalan hırsızın eli kesilirdi. Kalkanın o gün için
(iyi) bir fiâtı vardı. Değersiz şeyler için el kesilmezdi." İslâmiyette
hırsızlık yapanın elinin kesilebilmesi için, çaldığı malın bir altın kıymetinde
olması, gizli, kapalı bir yerden çalınması, çalan kimsenin aç ve kıtlık zamanı
olmaması gibi birçok şartlar aranır.
Hişâm bin Urve, Peygamberimizin (s.a.v.) torunu Hz. Hasan'ın şöyle buyurduğunu
rivâyet etti: "Selâm vermek bir sünnettir. Onu almak ise farzdır."
KAYNAKLAR
1)
Vefeyât-ül-a'yân cild-6, sh-80
2)
Târîh-iBağdâdcild-14, sh-47
3)
Tehzîb-üt-tehzîb cild-11, sh-48
4)
Mîzân-ül-i'tidâl cild-4, sh-301
5)
El-A'lâm cild-8, sh-87
6)
Tehzîb-ül-esmâ ve'l-luga cild-2, sh-138
7)
Tezkiret-ül-huffâz cild-1, sh-144
|