Mısır'da yetişen meşhûr fıkıh âlimlerinden: Adı, Hayve bin Şüreyh bin Safvân bin
Mâlik et-Tecîbî'dir. Künyesi, Ebû Zür'a'dır. Mısır'da yetişen âlimlerin en
büyüklerindendir. Bunun için kendisine "Şeyh-ud-diyâr-il-Mısrîn" denmiştir.
Doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir. 158 (m. 774) târihinde Ebû Ca'fer'in
halifeliği sırasında vefât etti.
Birçok âlimden ilim alarak onlardan rivâyetlerde bulunmuştur. Onun hadîs ve
fıkıh ilmindeki rivâyetlerinin sika (güvenilir, sağlam) olduğunu pek çok âlim
haber vermektedir. O, Rebî'a bin Yezîd, Ukbe bin Müslim, Yezîd bin Ebî Hubeyb,
Ebû Yûnus Selîm bin Cübeyr ve onların rivâyet zincirine bağlı olan âlimlerden
rivâyette bulunmuştur. Kendisinden de Abdullah İbni Mübârek, Leys bin Sa'd,
Abdullah İbni Vehb ve daha pek çok âlim hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Ondan en
son rivâyette bulunan kimse, Hâni bin Mütevekkil'dir.
Onun hadîs ve fıkıh ilmindeki yüksekliğini ve bu ilimlerde büyük bir yeri
olduğunu, başta İmâm-ı Ahmed İbni Hanbel olmak üzere birçok âlim bildirdiler.
Onun ilimden naklettiklerinin hepsinin sika (sağlam) olduğunu haber verdiler.
Hadîs âlimlerinden Yahyâ bin Maîn onun ilimde sika bir râvî olduğunu söyledi.
Ebû Hâtim'in oğlu diyor ki: "Babama, Hayve'den, Yahyâ bin Eyyûb'den ve Saîd bin
Ebî Eyyûb'den sorulduğunda, Hayve bin Şüreyh'in, yaşadığı memleketi olan
Mısır'da rivâyeti bakımından sika, ilmi en çok olan ve en çok güvenilen bir âlim
olduğunu ve kendisini Mufaddal bin Fidâle'den daha çok sevdiğini söyledi."
Hayve bin Şüreyh, tevazu sahibi, alçak gönüllü ve çok cömert bir zât idi. Eline
geçen malın hepsini fakîrlere sadaka olarak dağıtırdı. Abdullah İbni Vehb diyor
ki: "Yaptıklarını, ibâdetlerini Hayve'den daha çok gizleyen kimseyi görmedim.
Duâsının kabul edildiğini herkes biliyordu. Biz onun yanına gidip, ilim
öğrenirdik. Devamlı mescidde bulunur, bir direğin arkasında namaz kılardı."
Abdullah bin Mübârek (r.a.) de: "Bana anlatılan herkesi, söylediklerinden daha
aşağıda görürdüm. Fakat Hayve bin Şüreyh'i, her bakımdan anlattıklarından da
daha yüksek buldum" dedi.
İbn-i Vadâh şöyle anlatıyor: Bir gün fakîr bir adam, Kâ'beyi tavaf ediyor ve:
"Yâ Rabbi, borcum çoktur. Onu ödemeyi bana nasîb et!" diye duâ ediyordu.
Rü'yâsında kendisine: "Eğer borcunu ödemek istiyorsan, Mısır'da bulunan Hayve
bin Şüreyh'in yanına git. Sana duâ etsin!" dendi. O da, İskenderiye'ye Cuma günü
ikindiden sonra geldi ve Hayve bin Şüreyh'in yanına varıp oturdu. Daha o sırada
etrafının altınlarla dolduğunu gördü. Hayve hazretleri ona: "Allahtan kork!
Borcuna yetecek kadarından fazlasını alma!" dedi. O da, 300 dinar (altın) aldı.
İbn-i Hibbân da, "Kitâb-üs-Sika" adındaki eserinde şöyle yazıyor: "Hayve bin
Şüreyh duâsı hemen kabul olan bir zâttı. O duâ ettiği zaman, elindeki çakıl
taşları altın oluverirdi."
Hayve bin Şüreyh, Allahtan çok korkar, bu korkusu sebebiyle çok gözyaşı dökerdi.
Ahmed bin Sehl-i Erdemî diyor ki: Hayve, çok ağlayanlardandı. Sıkıntı içinde ve
fakîr olarak yaşamaktan şikâyet
etmezdi. Birgün kendisinin duâ ettiği bir sırada
yanına gelip oturdum ve ona, "Keşki haline genişlik vermesi ve seni sıkıntıdan
kurtarması için Allaha duâ etseydin." dedim. Sağa sola bakındı, kimseyi
göremedi. Bir çakıl taşını alıp, onu bana attı. Bir de baktım ki, o bir altın
külçesi olmuştu. Ondan daha güzelini görmemiştim. Bunun üzerine bana: "Âhırette
yaramıyan dünyâlıklarda hiçbir hayır yoktur" deyip sonra da, "O Allah, kuluna
uygun olanı en iyi bilendir" buyurdu. Ben de O'na altın olan taşı göstererek:
"Şimdi bunu ne yapayım?" diye sordum. O da, "Onu kendi ihtiyaçlarına harca!"
dedi. Artık ona başka bir cevap vermekten korktum.
Hayve hazretlerinin eline, her sene ihsan olarak birçok dinar (altın) geçerdi.
Daha evine gelmeden onların hepsini fakîrlere sadaka olarak dağıtırdı. Sonra
evine geldiğinde onların hepsini yatağının altında bulurdu. Birgün amcasının
oğlu, bunun durumunu öğrendi. O da, eline geçen dinarların hepsini fakîrlere
dağıttı. Fakat evine gelip yatağının altına bakınca, birşey bulamadı. Sonra
Hayve bin Şüreyh'e bu durumu arz edince, O da O'na: "Ben Allah rızâsı için
veriyordum. Sen ise tecrübe için vermişsin!" dedi.
Nasîhatleri çoktu. Devlet adamlarına da zaman zaman nasîhat verirdi. Bir
kerresinde, valilerden birine buyurdu ki:
"Memleketimizi silâhsız bırakmayınız. Etrafınızdaki Kıbtîlerin, Rumların,
Berberilerin ve Habeşlile-rin ne zaman ahidlerini bozacaklarını, sahamızı ne
zaman ihlâl edeceklerini, ne zaman ayaklanacaklarını veya saldıracaklarını
bilemiyoruz."
Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden ba'zıları:
"Ümmetimden yetmişbin kişi
(hesabsız)
Cennete girecek, onlardan bir zümre
ay suretinde olacaktır."
Birgün Abdurrahman bin Ebî Bekr, Hz. Âişe'nin yanına girdi ve abdest aldı. Hz.
Âişe "Yâ Abdurrahman! Abdesti şartlarına uygun olarak al, çünkü Resûlullahtan
işittim. Buyurdu ki: "Vay ateşten
(yanacak)
ökçelerin
(yani abdest alırken ökçelerini
yıkamayanların) hâline"
dedi.
KAYNAKLAR
1)
Tehzîb-üt-tehzîb cild-3, sh-69
2)
Tezkiret-ül-huffâz cild-1, sh-185
3)
Vefeyât-ül-a'yân cild-3, sh-37
4)
El-A'lâm cild-2, sh-291
|