Tâbiînin en büyüklerinden. Adı el-Hasan İbni Ebil-Hasan Yesâr el Basrî'dir. 21
(m. 641) senesinde Medine'de doğdu. Bu sırada Hz. Ömer halife idi. 110 (m.
728)'de 88 yaşında iken bir Cuma günü Basra'da vefât etti. Babası, Eshâb-ı
kirâmdan Zeyd bin Sâbit'in kölesi Ca'fer'dir. Annesi, Peygamberimizin (s.a.v.)
hanımlarından Hz. Ümmü Seleme'nin (r.anha) cariyesi idi. Oğulları Hasan-ı Basrî
doğunca, âzâd edildikleri rivâyet edilmektedir. Ümmü Seleme'nin (r.anha) evine
gidip hizmetinde bulunan annesi, bu hizmetleri sırasında çocuğunu da yanında
götürüyordu. Bir iş için dışarı çıkınca yalnız kalan küçük Ha-san'ı, Hz. Ümmü
Seleme kucağına alarak bağrına basıp, ona duâ ediyor, hattâ oyalamak için
emzirdiği de oluyordu. Hz. Ümmü Seleme'nin ihtiyar olduğu halde sütünün gelmesi
ile, Hasan-ı Basrî O'nun sütünü emmiştir. Böylece büyük bir berekete ve bu
bereket sebebiyle de ni'metlere kavuşmuştur.
Medine'de bulunduğu sırada ilimde önemli bir unsur olan Arabçayı iyice öğrendi.
Oniki-onüç yaşlarında iken Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Birçok önemli hâdiselere
şâhid oldu. Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden, Hz. Osman bin Affân, Hz. Ali bin Ebî
Tâlib, Hz. Abdullah bin Abbâs ve daha bir çok Eshâb-ı kirâm (r.anhüm) ile
görüştü. Görüştüğü Eshâbın sayısı 120 veya 130 kişi civarındadır. Medine
mescidinde Hz. Osman'ın hutbelerini dinlerdi.
Hasan-ı Basrî onbeş yaşından sonra Medine'den Basra'ya gitti. Orada Eshâb-ı
kirâmdan İbni Abbâs, Enes bin Mâlik, Abdurrahman İbni Semura, Semura İbni Cündeb,
İyâd İbni Hımlâr, Ma'kîl İbni Yesâr ve el-Esved İbni Seri gibi büyüklerin
derslerine ve sohbetlerine devam etti. Bundan sonra Abdurrahman İbni Semura
komutasındaki orduyla Sicistan'a giden Hasan-ı Basrî (r.a.) ilmi çalışmalarının
yanında fetih ordularına da katıldı. Yine İbni Ziyad, Horasan'a vali olunca
onunla birlikte Horasan'a gitti. On sene kadar, süren faaliyetleri sırasında da
birçok sahâbî ile görüştü. Onlardan ilim öğrendi ve rivâyetlerde bulundu. Daha
sonra Basra'ya dönüp burada bulunan sahâbîlerden ve Tâbiînin büyüklerinden ders
almaya devam etti. Böylece Eshâb-ı kirâmın Peygamberimizden (s.a.v.) naklen
bildirdiği i'tikâd, îmân, zahir ve batın ilimlerini iyice öğrendi ve yetişti.
İlimde, rivâyetlerine çok başvurulan âlimlerden oldu. İlim aldığı kaynağın
sağlamlığı ve asr-ı se'âdete yakınlığı sebebiyle ilimde çok yüksek seviyeye
ulaştıktan sonra fetva vermeye ve talebe yetiştirmeye başladı. İlimdeki şöhreti,
ahlâkı, ders vermekdeki üstünlüğü her tarafa yayıldı. Derslerine ve va'zlarına
pek çok insan toplanırdı. Hattâ sohbetinden istifâde etmek için gelenlerle evi
dolup taşardı. O zamanın devlet adamları da ilminden istifâde etmek için ona
başvururdu. Bir müddet Basra kadılığı da yaptı.
Yetiştirdiği talebelerinden ikiyüzotuzaltısının ismi kitaplara geçmiş olup,
bunlardan altmışsekizinin hadîs rivâyetleri Kütüb-i sitte denilen meşhûr hadîs
kitaplarında yer almaktadır.
Talebelerinin en meşhûrları; Hasan-ı Basrî'nin tefsîrlerini nakleden
talebelerinin başında gelen Katâde, hadîsteki rivâyetlerini en iyi bilen Hişam
İbni Hassan, hadîs naklinde "hüccet" derecesine gelen Yunus bin Ubeyd, "Basra
gençlerinin seyyidi" buyurduğu ve hadîsde hüccet derecesine yükselen talebesi
Eyyûb İbni Ebû Temime gibi kıymetli âlimlerdir.
Eshâb-ı kirâmın, Peygamberimizden (s.a.v.) bildirdiği din bilgilerini ve doğru
inanış olan Ehl-i sünnet itikadını naklederek insanların hidâyete kavuşmasına
hizmet eden Hasan-ı Basrî hazretlerinin konuşması, ilmi, vekârı, sük»neti ve
görünüşü Resûlullah efendimize (s.a.v.) çok benzerdi. Tasavvuf hakkında
söylediği sözler, diğer evliyâdan işitilmezdi. "Bu ilmi kimden aldın?" diye
soranlara "Eshâb-ı kirâmdan olan Hz. Huzeyfet-ül-Yemânî'den aldım" dedi. "O
kimden aldı?" diye tekrar sorulunca buyurdu ki, "Hz. Huzeyfe bana dedi ki: Bu,
Resûlullah efendimizin bana bir ikrâmıdır. Çünkü herkes, Resûlullaha hayırdan
sorarlar, ben ise şerden sorardım. Çünkü, kötülükleri yapmağa korkar ve kötü
şeylerden sakınırsam, iyilikleri yapabileceğimi düşünürdüm."
Hayatının son anlarında kendisinden faydalanmak için birşeyler soranlara, size
üç şey söyleyeceğim buyurdu ve şunları söyledi:
"Size harâm edilen şeylerden, insanların en çok sakınanı olunuz. Emredildiğiniz
şeyleri de en iyi şekilde amel etmeye çalışınız. Yapacağınız işler zararlı ve
faydalı olmak üzere iki kısma ayrılır. Siz faydalı olanına yönelerek bu hususta
kendinizi iyi kontrol ediniz."
Ömrünün son yılları hastalık ile geçti. Ölüm döşeğinde iken devamlı "Biz
Allahın
kuluyuz ve (öldükten
sonra) yine ona döneceğiz,
derler." meâlindeki
âyet-i kerîmeyi okumuştur. Vefât etmeden önce şöyle buyurmuştur. "İnsanoğlu
sıhhatli günlerinde ve hasta olduğu günlerde faydalı olan şeyler yapmış olsa
(ömrünü iyi değerlendirse) ne iyi olur." Bundan sonra da vasiyyetini şöyle
yazdırmıştır: "Hasen İbni Ebil-Hasen şehâdet eder ki: Allahü teâlâdan başka ilâh
yoktur. Muhammed (s.a.v.) O'nun Resûlüdür." dedikten sonra Muâz bin Cebel'den
(r.a.) şu hadîs-i şerîfi rivâyet etti. "Bir kimse
ölüm ânında sıdk ile kelime-i şehâdet getirerek ölürse Cennete girer."
Vefât etmeden az önce, bir müddet kendinden geçti ve tekrar ayıldı. "Beni
Cennetlerden, pınarlardan ve güzel konaklardan uyandırdınız" buyurdu. Bundan
sonra vefât etti.
Eserleri 1- Tefsîr-ul-Haseni'l-Basrî: Bu kitabı bu bütün olarak zamanımıza kadar
ulaşmamıştır. Ancak kaynak tefsîr kitaplarında dağınık rivâyetler hâlinde
bulunmaktadır. 2- Kitâbü'l-Hasen İbni Ebî'l-Hasen fil Aded; Kur'ân-ı kerîmin
âyetlerinin adedi ile ilgilidir. 3- Risâle fî Fadlı Harami Mekketi'l-mükerreme;
Mekke'nin fazîletine dâirdir. 4-Risâle Abdi'l-Melik İbni Mervan ilâ Hasen-il
Basrî ve Cevabhi aleyha; Halife Abdülmelik'e yazılmış bir risâledir. 5-Risâle
Erbea ve hamsin farîda: Elli dört farzı anlatan bir kitabdır. 6- îmânda
aranılacak elli fazîlet hakkında bir risâlesi. 7-El-istiğfârât-ul-munkıze
minen-nâr (Bu kitabın bir adı da "Errâd-ı Hıfzıyye"dir.) İstiğfâr, ya'nî tövbe
hakkındadır. Bunlardan başka eserlerinin de olduğu kaynaklarda bildirilmektedir.
Menkıbelerinden bir kısmı şöyledir: Allah korkusu ile çok ağlardı. Bir defasında
dostlarından birinin cenâzesinde bulundu. Cenâze defn edilince kabir başında
ağlayıp, çok gözyaşı döktü. Sonra orada bulunanlara şöyle dedi: "Ey müslümanlar!
Kabir dünyâ konaklarının sonu âhıret menzilinin ilkidir. Madem ki hepimiz ölüp
kabre gireceğiz, o halde nasıl zevk, safâya dalıp, gezebiliriz." Orada
bulunanlar bu sözlerinden dolayı ağladılar.
Bir gün evin üstünde namaz kılarken secdede, o kadar ağladı ki, biriken gözyaşı,
altında oturan bir zâtın üzerine damladı. Kapıyı çalıp, "Üzerime damlayan su,
temiz midir, pis midir?" diye sordu. Hz. Hasan: "Elbisenin orasını yıka! Onunla
namaz olmaz. Çünkü âsilerin gözlerinden akmıştır" dedi.
Birgün Hasan-ı Basrî hazretlerine birisi gelip:
-
Filan kimse seni çekiştirdi, gıybet etti.
-
Sen o zâtın evine niçin gitmiştin?
-
Misafir olarak da'vet etmişti.
-
Sana ne ikrâm etti?
-
Çeşitli yemekler ve meşrubat...
-
Bu kadar yemekleri, içinde sakladın da, bir çift
sözü mü saklayamayıp bana getirdin!
Daha sonra kendisinin aleyhinde konuşan bu kimseye, bir tabak taze hurma ile
birlikte özür dileyerek, şöyle haber gönderdi: "Duyduğuma göre sevablarını,
benim amel defterime geçirmişsin! İsterdim ki, karşılık vereyim! Kusura
bakmayın! Bizim hediyemiz sizinki kadar çok olmadı."
Hasan-ı Basrî'yi sevenlerden bir zât şöyle anlatmıştır. Hasan-ı Basrî'nin de
bulunduğu bir kafile ile hacca gidiyorduk. Çölde susadık. Bir müddet sonra bir
kuyunun yanına ulaştık. Yanımızda kova ve ip yoktu. Hasan-ı Basrî (r.a.) "Ben
namaza durunca, siz suyunuzu içiniz" dedi ve namaz kılmaya başladı. Su kuyunun
ağzına kadar yükseldi. Kana kana içip susuzluğumuzu giderdik. Arkadaşlarımızdan
biri kabına da su doldurunca su kuyunun dibine çekildi. Hasan-ı Basrî (r.a.)
namazını bitirince: "Allahü teâlâya sağlam bir tevekkülle bağlanmadığınızdan su
kuyunun dibine indi, bu çeşit sulardan azık alınmaz" dedi.
Oradan ayrıldıktan sonra Hasan-ı Basrî (r.a.) yolda bir hurma buldu. O hurmayı
bize verdi. Hepimiz sırasıyla o hurmadan yedik, çekirdeği altın çıktı. Medine'ye
götürüp satarak bir kısmı ile yiyecek aldık ve kalan kısmını da fakîrlere sadaka
olarak dağıttık.
Adaleti, takvası ve hizmetleriyle meşhûr Emevî halifesi Ömer bin Abdülazîz
(r.a.) halife olunca Hasan-ı Basrî'ye mektûb yazıp, âdil devlet reisinin nasıl
olması gerektiğini kendisine yazmasını istemişti. Bu arzu üzerine Hasan-ı Basrî
(r.a.) şu mektubu yazdı: "Ey Mü'minlerin emîri! Bilmiş ol ki, Allahü teâlâ âdil
devlet reisini, zulme, haksızlıklara mâni olucu, zayıflara yardımcı, darda
kalanlara destek olarak yaratmıştır.
Âdil devlet reisi, kendi malını nasıl korur ve evlâdına nasıl şefkatli
davranırsa, teb'asına da öyle davranır. O bedendeki kalb gibidir. Uzuvlar onun
iyi olmasıyla iyi olur. Bozulmasıyla da bozulur.
Âdil devlet reisi Allahü teâlânın emirlerine uyar. O'na itâat eder. Emrindeki
teb'asını da Allahü teâlâya itâat etmeye sevk eder. Ey mü'minlerin emîri,
saltanatta, sahibinin himayesine verdiği malı ve aileyi darmadağın eden köle
gibi olma! Allahü teâlâ kötülüklerden sakınılması için cezalar emretti. Bunu
uygulayacak olan (reis) suç işlerse hiç olur mu?..
Ey mü'minlerin emîri! Ölümü, ölüm ânında yakınlarının sana yapacakları yardımın
azlığını ve ö-lümden sonrasını düşün. Ölüme ve ondan sonrasına hazırlık yap. İyi
bil ki, şimdi bulunduğun makamdan başka, senin başka bir makamın daha vardır.
Orada uzun müddet kalacaksın. Dostların seni orada yalnız bırakacak tek başına
(kabir) içinde kalacaksın. Kişinin kardeşinden, anasından, babasından,
hanımından ve çocuklarından kaçacağı günde, sana yardımcı ve dost olacak şeyi
hazırla. Kabirdekilerin diriltileceği, gizli olan şeylerin ortaya çıkarılacağı
zamanı hatırla. Artık o zaman bütün sırlar açılmış olacaktır. Büyük küçük ne
varsa hepsi amel defterine yazılmıştır.
Ey mü'minlerin emîri! Şu anda sen bir mühlet içindesin. Fırsat elde iken ve ecel
gelip, çatmadan, fırsat elden gitmeden Allahü teâlânın kulları hakkında adaletle
hüküm ver (cahillerin hükmü ile hüküm verme!). Onlar hakkında zâlimlerin tuttuğu
yolu tutma! Böyle yaparsan hem kendi günâhını, hem de başka günâhları
yüklenirsin... Senin felâketine sebep olan şeylerden istifâde eden insanlar seni
gaflete düşürmesin. Kendileri dünyâ menfaatlerini elde etmek için seni âhıretde
kavuşacağın ni'metlerden uzaklaştırırlar. Bu günkü gücüne kuvvetine bakma,
âhırette hâlinin ne olacağını düşün, (ona göre iş yap), ölüm bir ağ gibi seni
sarmış her an yaklaşmaktadır. Hesab vereceksin.
Ey mü'minlerin emîri! Sana şefkat edip, elimden gelen nasîhati yaptım. Sana
yazdığım bu mektubumu dostunu tedavi eden tabibin ilâcı gibi kabul et. O,
dostunu şifâya kavuşturmak için acı ilâç içirir.
Allahın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun ey mü'minlerin emîri."
Hasan-ı Basrî'nin Ömer bin Abdülazîz'e yazdığı başka bir mektûb da şöyledir:
"Şüphesiz ki dünyâ, geçip gidilecek bir konaktır. Ebedî kalacak yer değildir.
Dünyâda zenginlik ona, dalmamaktır. Üzerinde yaşayanlar her an birer birer
ölmektedir. Onu üstün tutan zillete, toplayan fakîrliğe düşer. Dünyâ zehir
gibidir. Onu bilmeyen yer, o da onu helâk eder (öldürür). Dünyâda, yaralı olup
da yarasını tedavi ile uğraşan kimse gibi ol. Yaralı kimse yarasının azmasından
korkarak perhiz yapar, daha şiddetli acıya düşmemek için çekdiği acıya sabreder.
Tuzakları süsler altında gizlenmiş olan şu gaflet dünyâsından sakın. Ona dalma!
Bitmeyen arzularla gönüller çeken sözlerle süslenmiş, nicelerini aldatıp,
kendine meftûn etmiştir. Süslenmiş gelin gibidir. Gözler ona bakmakta, kalbler
ona hayran, nefsler ona âşık, o ise âşıklarını helâk ediyor. Yaşayanlar
ölenlerden, sonrakiler öncekilerden ibret almıyor. Arif olanlar bile bu hususta
dalgındır. Ona düşkün olan, ondan dünyâlık elde eder. Fakat aşırı giden aldanır,
âhırete gideceğini, dönüşünü unutur. Kalbi dünyâya dalar ve ayağı kayar. Sonra
da büyük bir pişmanlığa ve derin bir hasrete düşer.. Dünyâya düşkün olan,
muradına kavuşamaz. Birgün olsun rahat nefes alamaz. Her gün, ayrı bir düşünce,
keder getirir. Derken dünyâya o kadar dalar ki, ömür biter de ecel bir gün onu
yakalayıverir. Sonunda, azıksız âhıret yolculuğuna çıkmak zorunda kalır. İşte
böyle bir duruma düşmekten sakın. Ey mü'minlerin emîri! Dünyâdan kendini
muhafaza edebildiğin müddetçe, sevinçli ol. Yoksa, ne kadar üzül-sen yeridir.
Dünyâ kimi sevindirirse, sonunda mutlaka beğenilmeyen bir şey vardır. Dünyâda
sevinen aldanmıştır. Bugün fâideli görünen dünyâ yarın zarar verir. Dünyâda,
ümit, belâ beraberdir. Dünyâda kalmanın sonu yok olmaya gider. Onun sevinci
hüzün ile karışıktır. Dünyâda ne geleceği belli olmaz ki, beklenip tedbir
alınsın. Dünyâdaki arzular, yalancıdır. Emelleri boştur. Onun iyiliği kederdir.
Eğer iyi düşünürse, Âdemoğlu, onda her an tehlike ile karşı karşıyadır, insan,
rahatlık hâlinde de, musîbet zamanında da, tehlikeli durumlara düşmemeğe gayret
göstermelidir. İnsana öleceğini Allahü teâlâ ve Peygamberleri (aleyhimüsselâm)
bildirmemiş olsa bile, dünyâ onu uykudan mutlaka uyaracaktır. Bununla beraber,
yine Allahü teâlâdan azâb ile korkutan, Cennet ile müjdeliyen rehberler geldi.
Allahü teâlânın indinde dünyânın zerre kadar kıymeti yoktur. Resûlullah
efendimize (s.a.v.) dünyâ hazineleri arz olundu da, o kabul etmedi. Verilmiş
olsaydı bile, Allahü teâlânın nezdindekinden sivrisinek kanadı kadar bir şey
eksilmezdi. Dünyâ, imtihan için sâlih ve ibâdet edenlerden alındı. Aldatmak için
de, Allahü teâlânın
düşmanlarına verildi. Dünyâ verilerek
aldatılanlar, dünyâyı elde etmekle, ele geçirmekle, kendilerine ikrâm edildiğini
zannederler. Allahü teâlânın, Musa'ya (a.s.) şöyle buyurduğu rivâyet edilir:
"Zenginliğin geldiğini gördüğün zaman, (Bu cezası çabuklaştırılmış bir günah)
de, fakîrliğin geldiğini görürsen, (Hoş geldin ey sâlihlerin şiârı, alâmeti) de,
istersen rahatlık sahibini öv."
Îsâ (a.s.): "Katığım açlık, şiânın korku, bineğim iki ayağım, elbisem yün,
ışığım ay, yemeğim ve meyvem yerden bitenler. Yanımda hiçbir şey olmadığı halde
sabahlar ve akşamlarım. Yeryüzünde benden zengin kimse yoktur."
Yûnus bin Ubeyd'e (r.a.) "Amel bakımından Hasan-ı Basrî'nin yerini tutan bir
kimseyi gördün mü?" diye sormuşlardı. O da şöyle cevap vermiştir: "Vallahi ben,
söz bakımından bile onun yerini tutan bir kimseyi görmedim. Amel bakımından onun
gibisini nereden göreceğim. Onun va'z ve nasîhatleri gönülleri ağlatıyordu.
Başkalarının va'zları ise gözleri bile ağlatamıyor."
Hasan-ı Basrî hazretlerinin güzel sözleri ve nasîhatleri meşhûr olup, pek
te'sîrlidir. Bu sözlerinden bir kısmı şunlardır:
Buyurdular ki:
"Sonsuz olan Cennet, dünyâda yapılan birkaç günlük amelin değil, hâlis bir
niyetle yapılanların karşılığıdır."
"Dışın içe, kalbin dile uygun olması lâzımdır. Böyle olmamak nifaktandır."
"İnsan dünyâdan üç şeye hasretle gider:
Topladığına doymaz. Umduğuna kavuşamaz, önündeki âhıret yolculuğu için, iyi azık
temin etmez."
"Kalbin fesada uğraması altı şeyden hâsıl olur:
1-
Tövbe etmek ümidi ile günah işlemek,
2-
İlim öğrenip ilmiyle amel etmemek,
3-
Amel ettiklerinde de ihlâs göstermemek,
4-
Allahın verdiği ni'metlere şükretmemek,
5-
Allahın taksim ettiği şeye râzı olmamak,
6-
Ölüleri defn edip ibret almamak, kendi öleceğini
düşünmemek, âhıret için azık hazırlamamak."
"Dünyânın senden sonra nasıl olduğunu görmek istersen, senden evvel ölenlerden
sonra ne olduğuna bak!"
"Başkalarından sana söz getiren, senden de ona götürür. Onunla sohbet edilmez,
arkadaşlık yapılmaz."
Tövbenin şartlarına uygun olarak hem dil, hem de hâl ile, ya'nî günahları,
harâmı terk etmekle ve hak sahipleriyle helâlleşmekle yapılması lâzım olduğunu
belirtmiştir. Şartlarına uygun olmayan tövbenin tam tövbe olmadığını belirtmek
için "İstiğfârunâ yahtâcü ilâ istiğfârın" buyurmuştur. Ya'nî "Bizim tövbemiz de
tövbeye muhtaçtır." demektedir.
"Allaha yemin ederim ki, mala, paraya köle olanı Allahü teâlâ zelîl ve perişan
kılar."
Bir defasında şimdi münafık var mı? diye sordular. "Eğer şimdiki münafıklar,
öldürülüp, cesetleri sokaklara atılsa, hiç bir yere çıkamazdınız." buyurmuştur.
"Küçük yaşta ilim öğrenmek taş üzerine zümrütten nakış yapmak gibidir.
Yaşlandıktan sonra ilim öğrenmek ise su üzerine yazı yazmak gibidir."
"Rabbini bilen onu sever, dünyâyı bilen ondan yüz çevirir. Mü'min gâfil olmaz.
Boş işlerle uğraşmaz. Düşündüğü vakit üzülür."
"Âlimler olmasaydı, insanların diğer canlı varlıklardan farkı kalmazdı. Çünkü
onların öğretmesiyle insanlar iyi insan olma seviyesine ulaşırlar."
"Kur'ân-ı
kerîmi öğrenmekten daha üstün zenginlik ve Kur'ân-ı kerîmi unutmaktan daha aşağı
fa-kîrlik olamaz."
"Kişi isyan sebebiyle, gece ibâdetinden, mahrum olur."
"Allahü
teâlâ bir kuluna hayır dilediği vakit, onu mal ve aile ile oyalamaz."
Bir zât Hasan-ı Basrî'ye "Kızımı isteyenler çok, hangisine vereceğimi
bilemiyorum." deyince, Hasan-ı Basrî; "Allahtan korkana ver, severse iyi,
sevmezse Allahtan korktuğu için ona zulm etmez." demiştir.
"Müsâfeha,
sevgiyi arttırır."
Hasan-ı Basrî'ye, "Evlâd, babasına karşı nasıl emr-i ma'rûf edebilir? diye
sormuşlar. O da "Onu kızdırmayacak şekilde nasîhatte bulunur, kızarsa sükût
eder." diye cevap vermiştir.
Birisi Hasan-ı Basrî'den nasîhat istediğinde; "Allahü teâlânın emrini üstün tut
ki, Allahü teâlâ da seni izzetli kılsın" dedi.
Yine birisi nasîhat istediğinde, "Büyük güçlükler ve korkunç hâdiseler
önündedir. Bunlarla muhakkak karşılaşacaksın, ya kurtulacak veya helâk
olacaksın. İyi bil ki, hesaba çekilmeden önce nefsinin muhasebesini yapan
kazanır, nefsinden gâfil olan zarar eder, sonunu düşünen kurtulur, hevâ ve
hevesinin peşinden giden sapıtır, yumuşak ve mülayim olan kazanır, Allahtan
korkan emin olur. Emin olan ibretle bakar ve basîret sahibi olur. Basîret sahibi
olup, gören anlar. Anlayan bilir. Ayağının kaydığı yerden hemen geri çekil,
pişman olduğun şeyi at. Unuttuğunu sor ve kızdığın vakit, nefsine hâkim ol."
dedi.
Bir meclisde bir genç bol bol kahkahalar ile gülüp dururken, Hasan-ı Basrî oraya
uğradı ve delikanlıyı çağırdı: "Oğlum Sırat'ı geçtin mi?" deyince "Hayır" dedi,
genç. Hasan-ı Basrî, "Gideceğin yerin Cennet veya Cehennem olduğunu biliyor
musun?" dedi. "Hayır" dedi, genç. Yine Hasan-ı Basrî, "O halde bu kahkaha
nedir?" dedi. Grencin bu hâdiseden sonra bir daha güldüğü görülmedi.
"Mü'min
devamlı olarak nefsine hâkim olur ve onu Allah için hesaba çeker. Dünyâda
kendilerini hesaba çekenlerin âhırette hesabı iyi geçer. Âhırette hesabı ağır
olanlar, dünyâda kendi muhasebelerini yapmayanlardır."
Hasan-ı Basrî'ye (r.a.): "Gece namaz kılanların yüzleri niçin güzel olur?" diye
sorduklarında, Hasan-ı Basrî: "Çünkü onlar Rahman ile baş başa kalmışlar ve
Rahman da onlara kendi nurundan nûr vermiştir." buyurdu.
"Kötü huylu olan kendine eziyet eder."
Hasan-ı Basrî'ye (r.a.) güzel ahlâktan sorulduğunda: "Güzel ahlâk; güler yüz,
tatlı söz, iyilik yapmak ve kötülük etmemektir." buyurdu.
"Çok konuşanın yalanı çoğalır. Malı artanın günahı artar. Kötü huylu olanın
nefsi azâb görür." "Parayı üstün tutan kimseye Allahü teâlâ la'net eylesin."
"Her sağlam olana bir dert, her gence bir ihtiyarlık ve her ihtiyara (her
insana) bir ölüm gelecektir. Yarın ruh cesetten ayrılmayacak mı? insan
evlâdından ve malından ayrılmayacak mı? Kefene sarılıp, mezara konmayacak mı? Ey
insanoğlu beldeler harab olacak, mal mülk dağılacak, gocuklar yetim Kalacak!"
"Ey insanlar! Duâlarınız kabul olunmaz diye korkmuyorum. Duâ edemez hâle
gelmenizden (gaflete dalmanızdan) korkuyorum."
"İyi komşuluk sadece komşuya eziyet etmemek değildir. Komşunun verdiği sıkıntıya
da sabretmek gerekir."
"Bitmeyen isteklerin, emellerin sonu gelmez. O halde bu fânî dünyâyı, sonsuz
olan âhireti elde etmekte kullanınız."
"Dört şey vardır ki bedbahtlıktır Evlâd-ü lyâlin (aile efradının) çokluğu, malın
azlığı, komşunun kötü olması, kadının kocasına hıyânette bulunması."
Adamın biri Hasan-ı Basrî'ye (r.a.) gelip, "Bana nasîhatte bulununuz." deyince
"Sakın günah işleme. Aksi halde kendini ateşe atmış olursun. Halbuki sen, bir
kimsenin pireyi ateşe attığını görsen, iyi karşılamazsın. O halde, her gün
kendini defalarca ateşe atmayı nasıl iyi karşılarsın." buyurdu. "İnsanlar
arasında kendisini zemmeden (kötüleyen) kimse, hakîkatte kendisini övmüş olur.
Bu ise riya alâmetle-rindendir." "Âlimler asırların, devirlerin ışıklarıdır. Her
âlim, zamanının insanlarını aydınlatan bir kandildir. Âlimler olmasa, insanlar
karanlıkta kalır ve insanlığını kaybederler."
"Kul bütün ilimleri elde etse, kuru ağaç gibi oluncaya kadar ibâdette bulunsa,
fakat midesine giren şeyin harâm olup olmadığına dikkat etmese, Allahü teâlâ
onun hiçbir ibâdetini kabul etmez. Şu üç şeyi unutmak mü'mine yakışmaz: Dünyânın
fânî olduğunu, ni'metlerinin geçici olduğunu ve ölümün mutlaka geleceğini."
"Tefekkür, hayra ve iyi amel işlemeye sevk eder. Kötülüklere pişmanlık, onu terk
edip, bir daha iş-lememeye sevk eder." "Çok gülmek, kalbi karartır, öldürür."
"Dünyâ üç gün gibidir. Geçen gün, geçip gitmiştir artık. Geri döndüremezsin.
Ondan ümit kesilmiştir. İkinci gün içinde bulunduğun gündür ki, bu günü ganimet
ve fırsat bil. Üçüncüsü ise gelecek olan gün ki, sen ona ulaşır mısın belli
değil. Belki de gelecek olan güne kavuşamadan ölürsün." "Ey insan, insanların
çokluğuna bakıp da aldanma! Çünkü
sen yalnızsın, yalnız öleceksin, kabre yalnız
gireceksin, yalnız kabirden kalkacaksın ve kendi hesabını vereceksin."
KAYNAKLAR
1)
Tabak|ât-ı İbni Sa'd cild-7, sh-114
2)
Tehzîb-üt-tehzîb cild-2, sh-263
3)
Vefeyât-ul-a'yân cild-2, sh-72
4)
Târîh-ül-edeb-il-İslâmîcild-1, sh-257
5)
Tabakât-ı Şirâzîsh-68
6)
Fütûh-ul-büldân sh-422
7)
Tezkiret-ül-huffâz cild-1, sh-71
8)
Lisan-ul-mîzân cild-7, sh-525
9)
Târîh-ul-İslâm (Zehebî) cild-2, sh-144
10)
Ensâb-ül-eşrâf cüz 5, sh-92
11)
Târîh-ül-ümem-i ve'l-Mülûk cild-5, sh-310
12)
Tefsîr-i Kurtubî cild-19, sh-47
13)
Hilyet-ül-evliyâ cild-2, sh-131
14)
Tefsîr-u Taberî cild-19, sh-8
15)
Tam İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye sh-1012
16)
Tezkiret-ül-evliyâ, sh-17
17)
Câmi-ul-Kerâmât-il-evliyâ cild-1, sh-389
18)
Risâle-i Kuşeyrî sh-288, 296, 330, 359, 469
19)
Keşf-ul-Mahcûb sh-201
20)
Mîzân-ul-i'tidâl cild-1, sh-527
21)
Hasen-i Basrî (İbn-ül-Cevzî)
22)
Rehber Ansiklopedisi cild-7, sh-114-116
|