Geri

   

 

 

İleri

 

İkinci Kısım

9 - 9   Peygamberimizin Ramazan Orucundan Başka Orucu

Bu bahiste birkaç Fasıl vardır.

1  . Fasıl

Bazı Aylarda Birkaç Gün Oruç Tutup Birkaç Gün İftar Etmeleri

Nesâî'nin naklinde Ebû Usâme'den rivâyet edilmiştir ki: "Bir zaman olurdu ki, Peygamber Efendimiz arka arkaya birkaç gün oruç tutardı. Öyle sanılırdı ki, şimden sonra artık iftar etmez. Bir zaman da öyle orucu bırakırdı ki, artık bir daha oruç tutınaz denilirdi," demiştir.

Sözün kısası, nice zaman oruçlu olur ve nice zaman iftar ederdi, demektir. Bu mânâda birkaç rivâyet daha gelmiştir. Buhârî'nin naklinde Enes bin Mâlik (radıyallahü anh)den rivâyet edilmiştir ki: "Peygamber Efendimiz, bir ayın bazı günlerinde oruç tutınadığı zaman artık oruç tutınaz sanılırdı. Oruç tuttuğu zaman da sonuna kadar oruç tutar sanılırdı. Gecenin tamamında namaz kıldığı ve tamamında uyuduğu da görülmezdi," demiştir.

Yine ondan Buhârî'nin başka bir rivâyetinde ve Müslim'in naklinde bunun benzeri rivâyetler gelmiştir. Hâsılı, "Bazen olur, bir zaman oruca devam eder, bazen de bir zaman iftara devam ederdi. Gece namazında da hâli şöyle idi: Bir miktarında namaz kılar ve bir miktarında uyurdu," demektir.

İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) hazretleri'nden rivâyet edilmiştir ki: "Peygamber Efendimiz hazretleri'nin Ramazan'dan başka bir ayın tamamını oruç tuttuğu olmadı. Yüce âdetleri şu idi ki: Oruç tuttuğu zaman günlerce tutar, ay tamamlanıncaya kadar iftar etmez sanılırdı. İftar ettiği zaman da ay tamam oluncaya kadar oruç tutınaz sanılırdı," demiştir.

Hâsılı bu hadîslerde Resûlüllah Efendimizin bütün zaman oruçlu olmadığına ve gecenin tamamına dek namaz kılmadığına delâlet vardır. Böyle etmesi, sanki sünnet kalıp ümmetine meşakkat olmaması içindi. Yoksa Hak teâlâ hazretleri O'na o kadar kuvvet vermişti ki, bunlara yapacak tâkat yetiştirirdi. Ümmetine işleri kolaylaştırmak için orta yolu ihtiyâr edip bazen oruç tuttu, bazen iftar etti. Bazen gece kalkıp namaz kıldı, bazen uyudu.

 .Fasıl

Peygamberimizin Aşura Orucu Tutınası

Aşura'nın hangi gün olduğunda ihtilâf edilmiştir. Hakem bin el-A'rec der ki: "İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) hazretleri'ne gittim:

— Bana aşura orucundan haber ver, dedim.

Muharrem hilâlini gördüğün zaman günlerini say ve dokuzuncu günün sabahında oruçlu ol, dedi.

Muhammed Efendimiz o gün oruç tutar mıydı? dedim.

— Evet, dedi."

İmâm Müslim böyle rivâyet etmiştir. Nevevî der ki: "Bu İbn-ı Abbâs hazretleri'nin kendi mezhebi üzre Muharrem'in dokuzuncu gününün aşura olduğunu gösteren bir açıklamadır. Bunda bazı teviller etmişlerdir. Selef ve haleften âlimlerin çoğunluğunun mezhebi şudur ki, aşura Muharrem'in onuncu günüdür. Hadîslerin zahiri ve aşura kelimesi (aşura on demektir) bunu ifade eder.

İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) hazretleri'nin hadîsinde şu da vardır ki, Peygamber Efendimiz hazretleri aşura gününde oruç tuttu. Ashâb:

— Yâ Resûlâllah! Bu güne Yahudi tâifesi ta'zim ederler, dediler.

Âlemlerin hocası Efendimiz hazretleri:

İnşaallah gelecek yıl dokuzuncu günü tutalım, dedi.

Gelecek yıl gelmeden Fahr-i Âlem Efendimiz hazretleri, beka yurduna irtihal buyurdular. Bu rivâyette açıktır ki, Resûlüllah Efendimiz hazretleri'nin oruçlu olduğu gün dokuzuncu gün değildi." İmâm Nevevî böyle demiştir.

İmâm Kurtubî der ki: "Âşûrâ, âşir (onuncu) kelimesinden tadil olunmuştur. Mübalâğa ve ta'zim kasdolunduğu için Âşûrâ denildi. Zira "a'şer"den alinınadır. Aslında "Leyle-i Âşire — Onuncu Gece"nin sıfatıdır. Âşûrâ günü denildiği zaman da "onuncu gecenin günü" denmek istenir gibidir. İsmin galebesiyle sonradan mevsuftan da müstağni oldu, gece kelimesi hazfolunup âşûrâ günü denildi."

Bu takdirde âşûrâ günü, onuncu gün olur. Nitekim Halil bin Ahmed ve başkaları böyle demişlerdir.

İbn-i Kayyum der ki: "İbn-i Abbâs hazretleri'nin bütün rivâyetlerini mülâhaza ve teemmül eden bir kimse, onun ilminin genişliğini bilir ve şüphesi zail olur. Zira o, dokuzuncu günün âşûrâ günü olduğunu söylemedi ki... Belki "Dokuzuncu günü oruçlu ol!" dedi. Suali soranın aşura gününün onuncu gün olduğunu bilmesiyle iktifa etti. Zira bütün insanlar onuncu gün olduğunu biliyorlardı. Maksadı, "Peygamber Efendimiz dokuzuncu günü oruçlu olurlardı, sen de oruçlu ol," diye irşad etmekti."

Buhari, Müslim ve başkalarının rivâyetlerinde Hazret-i Âişe'den gelmiştir ki: "Cahiliyet zamanında Kureyş kavmi aşurayı tutarlardı. O zaman Resûlüllah Efendimiz hazretleri de tutardı. Medine'ye geldiği zaman da tuttu. Aynı zamanda başkalarına tutınalarını emretti. Ramazan farzolunduğu zaman onu terketti. Dileyen tutardı, dileyen terkederdi," demiştir.

Bu rivâyetten anlaşılır ki, aşura orucunu tutınaya Medine'ye ilk geldiği zaman emir gelmiştir. Medine'ye gelmesi Rebiülevvel ayında idi. Bu takdirde ikinci yılın başında emrolunmuş olur. Ramazan orucu da ikinci yılda farzolunmuştur. Velhasıl ikisi bir yılda farzolunup sonradan aşura orucunun farziyeti neshedilmiş olup, dileyen tutsun ve dileyen terketsin, denilmiş olur.

Kureyş tâifesi aşura orucu tutarlardı demelerinin aslinin, eski şeriattan alınmış olması mümkündür. Onun için aşurayı ta'zim edip o gün Kabe'ye kisve örterlerdi. Fethü'l-Bârî'de denir ki: Rivâyet olunduğuna göre "Kureyş niçin aşurada oruç tutarlardı?" diye İkrime'den sual ettiler. O da:

— Cahiliyet zamanında onlardan bir günah sâdır oldu da "Bu günah büyük bir günahtır. Bizim halimiz nice olur?" diye gönüllerinde kaldı. Bunun üzerine bazıları, onlara: "Aşura'yı tutun, günahlara keffaret olsun" dediler. Onlar da tutınaya başladılar, dedi.

Abdullah bin Ömer (radıyallahü anh)den rivâyet edilmiştir ki: "Cahiliyet ehli aşurayı tutarlardı. Kâinatın hocası Efendimiz hazretleri:

— Aşura, Hak teâlâ hazretleri'nin günlerinden bir gündür. O halde bir kimse onda oruçlu olmak dilerse oruçlu olsun, diye buyurdu."

Buharî, Müslim ve Ebû Dâvud böyle rivâyet etmişlerdir.

Müslim'in rivâyetinde Seleme bin Ekva (radıyallahü anh) dedi ki: "Resûlüllah Efendimiz hazretleri, aşura günü Eşlem tâifesinden bir kişiyi, halk arasında:

Sabahtan oruçlu olmayan olsun ve yemek yemiş olan, orucunu geceye değin tamamlasın, yâni akşama değin yemek yemesin! diye nida etmek üzere gönderdi."

İmâm Nevevî der ki: "İslâm'ın başlarında Ramazan orucundan önce aşura orucu meşru olduğunda hükmü neydi? Vacib miydi, yoksa sünnet miydi? diye âlimler ihtilâf ettiler. İmâm-ı Âzam hazretleri, "Vacibti" diye buyurmuştur. Şafiî'nin ashâbı iki kavi üzerinde ihtilâf etmişlerdir. Bunların en meşhuru: "Meşru olduğundan beri sünnet olmaktan hâli olmadı. Bu ümmet içinde asla vacib olmuş değildir. Fakat Ramazan orucu farzolunınadan önce müstehaplığı te'kitli (kuvvetli) idi. Sonradan müstehaplığı önceki mertebeden eksiktir," dediler. Bir kavi de Ebû Hanîfe hazretleri'nin buyurduğu gibi vacip olduğu üzredir.

İhtilâfın semeresi, vacib orucun geceden niyetinin şart olmasında görülür. İmâm-ı Âzam hazretleri, onu şart etmemiştir. Zira aşura gününün başında halk oruçsuzdu. Sonradan gündüz niyetiyle oruçlu olmaya emrolundular. Oruçtan sonra kazâ ile emredilmediler, diye buyurmuştur. Şafii'nin ashâbı: "Müstehaptı. Onun için gündüz niyetiyle oruçları sahih oldu" dediler.

İmâm-ı Âzam hazretleri, vacib olduğunu "O gün oruç tutmakla emretti" sözünden istidlâl edip "Emir vücub içindir," demiştir. Şafiîler de bazı hadîslere dayanarak mezheplerine nusret etmişlerdir. Ama Şafiîlerin büyüklerinden Şeyhülislâm İbn-i Hacer der ki: "Bütün hadîs-i şeriflerden vacib olduğu çıkarılır. Zira orucuna emir geldiği sabittir. Ondan sonra orucuna te'kid emri vâki olmuştur. Ondan sonra onu işleyene nidâ te'kidi eklenmiştir. Ondan sonra "Bir şey yemiş olan akşama kadar tutsun" te'kidi daha ziyade olmuştur. Ondan sonra "Anneler çocuklarını o gün emzirmesinler" diye buyrulmakla daha da ziyade olmuştur. Bütün bunlar, şüphesiz vacib olduğuna delâlet eder."

Sahih-i Müslim'de Abdullah bin Mes'ud (radıyallahü anh): "Ramazan farz olduğunda aşura terkolundu," demiştir.

Şu malûmdur ki, terkolunan müstehaplığı değildir. Zira müstehaplığı bâkidir. O halde bu, vacibliğinin terkedilmiş olduğuna delâlet eder. Ama "Terkedilmiş olan müstehaplığinin te'kidliliğidir. Bâki kalan sadece müstehaplığıdır," diyenlerin sözlerinin zayıflığı açıktır. Belki müstehaplığının te'kidliliği vâkidir. Hususiyle Resûlüllah Efendimiz hazretleri'nin vefatı yılında ihtİmâmı devam etmekte idi. Zira "Sağ olursam gelecek yıl dokuzuncu ve onuncu günlerinde oruçlu olurum," buyurmuştu. Aynı zamanda onun orucunu terğib ederdi. Bir oruç ki, bir seneyi örtücü olur, bundan fazla te'kid nasıl olur?"

İmâm Müslim'in rivâyetinde Ebû Katâde'den merfuan gelmiştir ki: Aşura günü bir seneye keffaret olur, Arefe günü iki seneye keffaret olur. Bundan açıkça Arefe gününün aşura gününden daha üstün olduğu anlaşılır. Hikmeti de şudur: Aşura, Hazreti Mûsâ aleyhisselâm'a nisbet edilmiştir, Arefe günü ise Fahr-i Kâinat Efendimiz hazretleri'ne nisbet edilmiştir, dediler.

İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) hazretleri'nden rivâyet edilmiştir ki: "Resûlüllah Efendimiz hazretleri, Medine'ye gelip de Yahudilerin aşura orucu tuttuklarını görünce:

— Bu nedir? diye sordu.

— Bu iyi bir gündür. Hak teâlâ hazretleri, bu günde Mûsâ aleyhisselâm'a ve Benî israil'e düşmanlarından kurtuluş verdi. Bunun üzerine Hazret-i Mûsâ bu günde oruç tuttu, dediler.

Peygamber Efendimiz hazretleri de:

Ben Mûsâ'ya sizden daha yakınım, deyip o gün oruç tuttu.

Başkalarına da o gün oruçlu olmayı emretti."

Bu mânâ, değişik ibarelerle de rivâyet olunmuştur. İmâm-ı Buhârî ve Müslim nakletmişlerdir. Zikri geçen rivâyetten, Peygamber Efendimiz hazretleri'nin aşura orucunda Yahudilere iktida ettiği anlaşılmasın. Böyle değildir. Evvelce işaret olunduğu üzre daha Mekke'de iken tutardı. Nihayet Medine'ye geldiğinde Yahudilerin de tuttuklarını gördü. Onlara muhalefet edip terketmedi. Zira daha o zamanlar yasaklanınayan şeylerde kitap ehline muvafakati vâcibti. Hususiyle müşriklere muhalefetleri olan şeylerde. Sonradan Mekke fetholunup islâm kuvvet ve şöhret bulunca kitap ehline de muhalefeti sever oldu.

Nitekim "Gelecek yıl dokuzuncu günü tutalım, inşaallah," demesi ne mânâ ifade ederdi? Bir rivâyette: "Gelecek yıl kalırsam elbette dokuzuncu günü oruç tutayım," buyurmuştur.

Bu hadîsten, Şafiî, Ahmed ve başkaları, dokuzuncu günle onuncu günü ikisini beraber tutınanın müstehap olduğunu istidlâl etmişlerdir. Zira onuncu günü tuttu ve dokuzuncu günü tutınaya niyet etti, dediler.

Nevevî der ki: "Bazı âlimlerin buyurduğuna göre dokuzuncu günle onuncu günün ikisini beraber tutmak, yalnız onuncu günü tutmakta Yahudilere teşebbüh (benzeme) den kaçmaktır. Hadîste bu mânâya işaret vardır. Bazıları onuncu günü tahsil için olmaya ihtimal verdiler. Ama birinci söz daha uygundur."

Bezzâr'ın naklinde İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) hazretleri buyurmuştur ki: Resûlüllah Efendimiz: "Aşura günü oruç tutun ve onu tutınada Yahudilere muhalefet edin. Ondan önce bir gün ve ondan sonra da bir gün oruçlu olun," buyurdu.

İmâm-ı Ahmed de bu hadîsin aynını rivâyet etmiştir. Netice olarak Resûlüllah Efendimiz hazretleri'nin orucu üç mertebede idi:

1 . En aşağı mertebesi, yalnız onuncu günü oruçlu olmasıdır.

2 . En üstün mertebesi, dokuzuncu, onuncu ve on birinci günleri oruç tutınasıdır.

3 . Buna yakın olan mertebesi, dokuzuncu ve onuncu günleri oruç tutınasıdır. Hadislerin en çoğu bunun üzerinedir.

Sahîh-i Buhârî'de Ebû Mûsâ'dan rivâyet edilmiştir ki: "Yahudiler Aşura gününü bayramlarından sayarlardı. Peygamber Efendimiz hazretleri:

— Siz o gün oruç tutun! diye buyurdu."

Bundan anlaşılır ki, muradı, Yahudilere muhalefetti. Zira bayram günü oruç günü değildir. Kendileri o günde oruç tutmakla onlara muhalefet ettiler.

İbn-i Abbâs'ın hadîsi, orucun sebebinin sebepte onlara muvafakat etmek olduğuna delâlet eder. Yâni Hak teâlâ hazretleri'nin Hazret-i Mûsâ aleyhisselâm'a kurtuluş vermesine şükür olmak üzere oruç tutulduğuna delâlet eder. Ama bundan, onların o günü bayram itikad edip ta'zim etmeden dolayı oruçlu olmamaları lâzım gelmez. ihtimaldir ki, onların şeriatında o gün oruçlu olmak gayet büyük ta'zimdendir.

Bu mânâ Müslim'in hadîsinde açık olarak gelmiştir ki: "Hayber ehli Aşura günü oruç tutarlardı ve o günü bayram ittihaz eder, kadınlarına süslü elbiselerini giydirirlerdi," demiştir.

3 . Fasıl

Peygamberimizin Şaban Ayında Oruç Tutınası

İmâm-ı Buhârî ve Müslim'in rivâyetlerinde Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) buyurmuştur ki: "Resûlüllah Efendimiz'in Ramazan ayından başka bir ayı tam olarak tuttuğunu görmedim. Şaban ayında oruç tuttuğundan çok başka bir ayda tuttuğunu da görmedim," demiştir.

Başka bir rivâyette: "Hiç bir ayda Şaban'dan daha çok oruçlu olmazdı. Onu tamamen tutardı," demiştir.

Tirmizî'nin rivâyetinde: "Ondan az bir miktarını tuttuğu da olurdu, tamamını tuttuğu da olurdu," demiştir.

Bunlardan anlaşılır ki, Şaban ayinin tamamını tuttuğu da vâki olurmuş. Bu mânâda bazı rivâyetler daha gelmiştir ki, Ebû Dâvud'un naklinde:

"Resûlüllah Efendimiz hazretleri'nin aylardan oruç tutınayı en çok sevdiği ay Şaban ayı idi. Onda oruçlu olur ve ondan sonra Ramazan'a ulaştırırdı," demişlerdir.

Nesâî'nin rivâyetinde: "Şaban ayında oruç tutar veya Şaban'ın tamamını tutardı," demiştir. Bir rivâyette: "Şaban ayında ancak az bir miktar tutardı," demiştir. Bir rivâyette de: "Şaban'ın tamamında oruç tutardı," demiştir.

İbn-i Hacer: "Bu hadîslerden murad, Şabanın ekserini oruç tutardı, demektir," dedi.

İmâm Tirmizî'nin İbn-i Mübârek'den rivâyet ettiği üzre: "Arap konuşmasında bir ayın ekseri oruç tutulsa 'Same şehru küllehu — Bütün ay oruç tuttu,' derler." Bir kimse gecenin bir kısmında yemekle, bir kısmında başka şeylerle meşgul olsa ve ekserinde namaz kılsa 'Karne leyletehu ecınâe — Gecenin tamamında namaz kıldı,' derler." Tirmizî der ki: "İbn-i Mübarek iki hadîs arasını bu teville birleştirdi. Kül'den murad ekseridir. Mecaz yoliyle böyle demek olur."

Ama Tayyibî, bu mânâyı çok uzak görüp şöyle tevil etmiştir ki: "Bazen Şaban'ın hepsini tuttuğu ve bazen de vacib sanınasınlar diye ekserini tuttuğu olurdu," demiştir.

İbn-i Münir: "Yahut şudur ki, kül'den murad ekseridir ve Âişe'nin sözü mübalâğaya hamlolunur. Yahut ikinci sözü daha sonradır. Birinci sözü, Fahr-i Âlem hazretlerinden ilk müşahede ettiğine göredir, ikinci sözü sonra müşahede ettiğine göredir," demiştir. Ama doğrusu evvelki tevildir, bu zorluk yüklemedir, dediler.

Şaban'da orucu daha çok tutınasinin hikmeti neydi? diye ihtilâf etmişlerdir. Bazıları: "Her aydan üç gün tutmak güzel âdetlerindendi. Ama bazen yolculuk veya başka mâniler yüzünden terkettiği olurdu. Onları toplayıp Şaban ayında tutardı," dediler. Bazı âlimlerse: "Muradı, Şaban ayını ta'zimdi," dediler. Bir rivâyette: "Ramazan'dan sonra ayların en üstünü Şaban'dır," diye gelmiştir.

Bir rivâyette Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh), merfuan: "Ramazan'dan sonra en üstün oruç Muharrem orucudur," diye gelmiştir.

Ama bu hususta daha üstün ve bunlardan daha doğru olan, şu hadîs-i şeriftir ki, Nesâî ve Ebû Dâvud'un rivâyetlerinde Üsâme bin Zeyd (radıyallahü anh) dedi ki: "Fahr-i Âlem hazretleri'ne:

— Yâ Resûlâllah! Şaban'da tuttuğun gibi sair aylarda tuttuğunu görmüyorum, dedim.

Peygamber Efendimiz:

Elbette o, Receb ve Ramazan arasında halkın kendisinden gafil olduğu bir aydır, diye buyurdu."

Peygamber Efendimiz hazretleri, hadîs-i şerifle şuna işaret eder ki, Şaban ayı, iki büyük ayın arasında bulunduğu için halk onlarla meşgul olup bundan gaflet ettiler. Bu ay kendisinden gaflet olunan ay oldu...

İnsanlardan çok kimse zanneder ki, Receb orucu Şaban orucundan daha üstündür. Ama böyle değildir. Halkın gaflet ettikleri vakti tâatle ihyâ etmekte çok faydalar vardır. Bunlardan biri, tâati gizlemektir. Nâfileleri gizlemek daha üstündür. Husu siyle oruç olursa... Zira oruç,  kulla Mevlâ'sı arasında bir sırdır. Biri de şudur ki, Şaban'ı tutmak nefse meşakkatlidir. Şu cihetten ki, diğerlerinde tâat ve ibadet çok olur; halk birbirini görerek meşgul olunca nefse kolay gelir. Ama her biri başka bir âleme düştüğünde tâatle meşgul olmak nefse zor gelir. Meselâ Ramazan ayında olan tâat ve ibadeti, yine Şevval ayında farz etsen iş daha açık anlaşılır.

Bazıları da: "Peygamber Efendimizin Şaban orucunu çok tutınasinin sebebi şu idi ki, bir gün Âişe (radıyallahü anh):

— Yâ Resûlâllah! En çok oruç tuttuğunu Şaban'da görüyorum? dedi.

Peygamber Efendimiz de:

— Ölüm meleği kimin ruhunu kabzedecekse bu ayda yazılır. Ben, oruçlu iken ismimin yazılmasını tercih ederim, diye buyurdu."

Ama bu hadîsin isnadında zayıflık vardır. Bu hadîs mürsel olarak da gelmiştir. Ve bu daha doğrudur, demişlerdir.

Bazıları da: "Nefsi oruca alıştırıp mutad etmek için Şaban ayında çok oruç tutardı. Ramazan'a kuvvet ve neş'eyle girmeyi murad edinirdi," dediler.

— Muharrem ayında orucun Şaban ayından daha üstün olduğuna dair hadîs gelince niçin Resûlüllah Efendimiz hazretleri Muharrem'de çok tutınazdı? denirse İmâm Nevevî buna cevap verip:

— ihtimaldir ki, fazileti ömrünün sonlarında malûm olup Muharrem'de çok oruç tutınaya mecali olmamıştır. Yahut o ayda seferden veya başka şeylerden mâniler zuhur etmiştir, dedi.

Ama Receb ayı hususunda bazı Şafiîlerin "Diğer aylardan daha üstündür" demelerini İmâm Nevevî beğenmeyip: "Bu söz zayıftır," demiştir. Fakat Receb'de oruçlu olmanın faziletine delâlet eden hadîs-i şerifler gelmiştir. Bu cümleden biri Sünen-i Ebî Dâvud'da geldiğine göre: "Resûlüllah Efendimiz hazretleri, Haram Aylar'da oruç tutınayı müstehap görürdü. Receb, o aylardan biridir," denilmiştir.

Haram Aylar (Eşhür-i Hurum) dedikleri dört aydır:

1 . Receb,

2 . Zilkade,

3   Zilhicce,

4 . Muharrem.

Bazı rivâyette gelmiştir ki, Resûlüllah Efendimiz hazretleri, ashâbmdan bir kimseye: "Haram aylardan kimisinde tut ve kimisinde terket," diye buyurmuştur. Bundan anlaşılır ki, Haram Aylar'dan bazı günü tutup sairini terketmek gerekmiş.

Müslim'in rivâyetinde Osman bin Hakim Ensarî'den rivâyet edilmiştir ki: "Receb orucunun ahvalinden Saîd bin Cübeyr'e sual ettim.

— Ben İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) hazretleri'nden işittim ki: "Resûlüllah Efendimiz hazretleri oruç tuttuğu zaman öyle tutardı ki, biz, artık iftar etmez (sonuna kadar oruca devam eder) derdik. Oruç tutınadığı zaman da öyle terkederdi ki, biz, artık oruç tutınaz, derdik," dedi, diye cevap verdi."

Saîd bin Cübeyr'in İbn-i Abbâs'ın sözüyle verdiği cevaptan anlaşılır ki, muradı, "Onda nehiy yoktur, müstehaplık da yoktur. Belki geri kalan ayların hükmündedir," demektir.

Ebû Dâvud'un ve başkalarının rivâyetlerinde Atâ'dan rivâyet edilmiştir ki, Urve, bir gün Abdullah bin Ömer hazretleri'ne sordu:

Peygamber Efendimiz hazretleri, Receb ayında oruçlu olur muydu? dedi.

O da üç kere:

— Evet, oruç tutardı ve Receb'i ta'zim ederdi, dedi.

Ebû Kılâbe'den rivâyet edilmiştir ki: "Elbette Receb ayinin oruçluları için cennette bir köşk vardır," demiştir.

Beyhakî: "Kılâbe, tabiînin büyüklerindendir. Kendisine yetişmeyen haberi söylemez. Yâni Peygamber Efendimizin böyle buyurduğunu ashâbın emin olanlarından işitmiştir," demiştir. En doğrusunu Allah bilir.

4  . Fasıl

Peygamberimizin Zilhiccenin On Gününde Oruç Tutınası

Murad, Zilhicce'nin başından dokuz gün oruç tutmaktır. Ebû Dâvud'un naklinde Hüneydeti'bni Hâlid kendi karısından, o da Müminlerin Analarının kimisinden rivâyet etmiştir ki: "Resûlüllah Efendimiz hazretleri, Zilhicce'nin dokuz günü oruç tutardı," demiştir.

Ama Hazret-i Âişe'den rivâyet olunan şudur ki: "Ben tuttuğunu hiç görmedim," demiştir. Müslim ve Tirmizî ondan böyle nakletmişlerdir. Bunun zahiri, o on günün orucunun kerahetini vehmettiricidir. Ama kerih değil, belki son derece müstehaptır. Hususiyle dokuzuncu günü ki, Arefe günüdür.

Sahîh-i Buhârî'den de şu da sâbittir ki, âlemlerin hocası Efendimiz: "Hiç bir gün yoktur ki, onda olan sâlih amel bunda olandan daha üstün olsun," demiştir.

Muradı Zilhicce'nin ilk on günü idi. Mânâsı: "Günlerden hiç biri yoktur ki onda olan amel, Zilhicce'nin on gününde olan amelden daha üstün olsun," demektir.

Oruç da sâlih ameller cümlesindendir. O halde hadîs-i şerif Zilhicce'nin on gününde tutulan orucun faziletine delâlet eder. On gün tâbiri galibe hamledilmiştir. Asd tutulan dokuz gündür.

Hazret-i Âişe'nin sözünü de tevil edip dediler ki: "Peygamber Efendimiz hazretleri'nin tutınaması belki yolculuk veya hastalık gibi bir âraz sebebiyledir. Yahut Âişe (radıyallahü anh) onu görmemiştir. Bundan gerçekte tutınamış olması lâzım gelmez."

İbn-i Hacer der ki: Kasım bin Ebû Eyyûb'un rivâyetinde vâki olmuştur ki, Peygamber Efendimiz: "Kurban ayinin on gününde işlenen hayırlı amelden Allah indinde daha temiz ve ecri daha büyük bir amel yoktur," diye buyurmuşlar.

Bundan da açıkça anlaşılır ki, hayır ve hasenattan Zilhicce'nin on gününde vâki olan, Allah indinde temizdir ve ecri daha fazladır.

Ebû Avâne ve İbn-i Hibbânın sahihlerinde Hazret-i Câbir'den rivâyet edilmiştir ki: "Allah indinde Zilhicce'nin on gününden üstün olan gün yoktur," diye buyurmuştur.

Hâsılı bu hadîs-i şeriflerden sâbit oldu ki, senenin sair günleri üzerine Zilhicce'nin on günü daha faziletlidir.

Buyurmuşlardır ki: Bir kimse "En faziletli günlerde oruç tutmak nezrim olsun," dese veya bir işi senenin en faziletli günlerine talik ederek bir adakta bulunsa eğer başka bir şey zikretmeksizin sadece en faziletli olanı kasdetmişse Arefe gününü tayin etmiş olur. Zira senenin ondan daha faziletli günü yoktur. Eğer hafta günlerinin en üstünü demekse Cuma günü tayin edilmiş olur. Nitekim Cuma gününün fazileti hakkında nakil geldiği daha önce geçmiştir. Mezkûr on günün içinde vâki olan Cuma günü iki cihetten faziletli olur:

1 . Haftanın günlerinin en üstünüdür.

2 . Senenin en faziletli günlerindendir.

Mezkûr günlerin senenin sair günlerinden daha üstün ve daha faziletli olmasinin hikmeti, Allah bilir ki, şudur: Onda ana ibadetlerin toplanınası ve birleşmesi mümkündür. Bunlar da, oruç, namaz, sadaka ve Beytullah'ı hac (ziyaret) etmektir. Bunların hepsinin sair günlerde olması kabil değildir.

Ebû Ümâme bin Nakkaş der ki: "Eğer sual olunup "Zilhicce'nin ilk on günü mü daha üstündür, yoksa Ramazan'ın son on günü mü?" denilirse cevabı şudur: Zilhicce'nin on günü daha üstündür. Şu cihetten ki, o, Arefe gününü kendi içinde bulundurur. Arefe günü öyle bir gündür ki, Bedir gününden başka günlerde mel'un şeytan, Arefe gününde hor, hakir ve zelil olduğu gibi hiç bir günde olmaz. Arefe günü mel'unun başı çok dertlidir. Arefe gününün iki seneye keffaret olduğu ise daha önce geçmiştir. Ve Kurban günü, Hak teâlâ hazretleri katında hürmet cihetinden günlerin en büyüğüdür. Ona Yevmü'l-Haccu'l-Ekber (En Büyük Ziyaret Günü) diye isim vermiştir. O da Zilhicce'nin onundadır. Ramazanın son on günü şu cihetten üstündür ki, Kadir Gecesi'ni kendi içinde bulundurucudur. Hak teâlâ hazretleri:

"Leyletü'l-kadri hayrün min elfi şehrin — Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır," (Kadir sûresi: 97/3) buyurmuştur.

Sözün kısası, ikisinin birbirinden bir yönden üstünlükleri vardır. Bazı cihetle bu ondan üstün ve bazı cihetle o bundan üstündür, demeğe gelir. Nitekim Resûlüllah Efendimiz hazretleri, hadîs-i şerifinde "Mâ min eyyâmi... — daha üstün gün yoktur," diye tabir buyurup "Mâ min aşeri... —... daha üstün on gün yoktur," dememesi ya da buna benzer bir söz buyurmaması mezkûr cevaba işarettir. Zira şeref, Zilhicce'nin on gününün günlerinde ziyadedir, Ramazan'ın son on gününün ise gecelerinde ziyadedir. Ama iki on günün her biri günleri ve geceleriyle itibar olunup birinin hepsi diğerinin hepsine nisbet edilirse Ramazan'ın son on gününün daha üstün olduğunda şüphe yoktur. Zira Kadir gecesinin bin aydan daha hayırlı olması muhakkak onun üstünlüğünü gerektiricidir."

5 . Fasıl

Peygamberimizin Haftanın Günlerinde Oruç Tutınası

Tirmizî ve Nesâî'den rivâyetle Hazret-i Âişe (radıyallahü anh): "Elbette Resûlüllah Efendimiz hazretleri, Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutardı," diye buyurmuştur.

Hadîsin metninde geçen "Yeteharrî — Araştırır, taleb ederdi," sözü,yâni hadîsin lâfzen tercümesinde "Pazartesi ve Perşembe orucunu taharrî ederdi," ifadesimüstehaplığını göstericidir.

Ebû Katâde (radıyallahü anh) dedi ki: "Resûlüllah Efendimiz hazretleri'ne, Pazartesi günü oruç tutınalarının hikmetini sordular:

Ben o gün doğdum ve o gün üzerime vahiy indi, diye buyurdu."

Tirmizî'nin naklinde Ebû Hüreyre'den rivâyet edilmiştir ki: "Peygamber Efendimiz hazretleri buyurdu:

Kulların amelleri Hak teâlâ hazretleri'ne Pazartesi ve Perşembe günleri arz olunur. Ben, benim amelimin oruçlu olduğum halde arz olunınasını severim."

Ali bin Talha, İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) hazretleri'nden rivâyet eder ki, "Mâ yelfiz min kavlin illâ ledeyhi rakîbun atîdun — Hiç kimse hiç bir söz söylemez ki, onun yanında gözeten ve kaydeden biri hazır olmasın," (Kaf sûresi: 50/18) âyet-i kerîmesinin tefsirinde buyurmuş: "Kişinin hayır ve şer söylediği hep yazılır. Hattâ yedim, içtim, geldim, gittim, gördüm ve işittim dedikleri bile yazılır. Yazılmadık hiç bir kelimesi kalmaz. Perşembe günü olunca sözü ve işi Cenâb-ı Izzet'e arz olunur. Hayır ve şer kısmından olanlar kesinleşir, diğerleri terkolunur."

Yine buyurmuşlardır ki: "Arz iki türlüdür:

1 . Umumî Arz: Her sabah ve akşam vâki olur.

2 . Hususî Arz: Pazartesi ve Perşembe günlerinde vâki olur."

Sahih-i Müslim'de Ebû Mûsâ'dan (radıyallahü anh) rivâyet edilmiştir ki: "Resûlüllah Efendimiz bizi beş sözle yanılmaktan korudu ve buyurdu:

— Elbette Allah uyumaz ve uyumak ona yakışmaz. Alçak ve yüksek her şey ona arz olunur. Gece olan amel gündüz olmadan ve gündüz olan amel gece olmadan ona arz olunur."

Peygamber Efendimiz hazretleri'nin Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutınasinin tarzı hakkında İmâm Nesâî, Ümmü Seleme'den (radıyallahü anh) rivâyet etmiştir ki: "Peygamber Efendimizin güzel âdetleri şu idi ki: Her aydan üç gün oruç tutardı. Pazartesi ile Perşembeyi bu Cumadan tutardı. Pazartesini gelecek Cumadan tutardı," dedi.

Yâni: "Bir hafta ikisini tutardı, öbür hafta yalnız Pazartesini tutardı," demek olur.

Bir rivâyette ayın ilk Pazartesi gününü tutardı, sonra Perşembe gününü tutardı, demişlerdir. Hâsılı bazen öyle, bazen böyle ederlermiş.

Bir rivâyette de Âişe'den (radıyallahü anh) gelmiştir ki: "Bir aydan Cumartesi ve Pazar günlerini tutardı, öbür aydan Salı, Çarşamba ve Perşembe günlerini tutardı," demiştir. Bazı rivâyette: "Cumartesi ve Pazar günleri Yahudi ve Hıristiyanların bayramları olduğundan onlara muhalefet için o günlerde çok oruçlu olurdu," demişlerdir. Ama bu rivâyette kuvvet ve sıhhat olduğu pek anlaşılmaz.

İmâm-ı Ahmed, Tirmizî ve başkalarının naklinde: "Cumartesi günü farz olan oruçtan başka oruç tutınayınız. Sizden biriniz, o gün bir üzüm tanesi kabuğundan veya bir ağaç dalından başka bir şey bulamasa da onu çiğnesin," diye gelmiştir.

Ama bu kerahet Cumartesinin yalnız tutulduğu zamandadır. Pazar günü ile beraber tutulursa mekruh olmaz, demişlerdir. Bu şuna benzer ki, bir kimse Cuma gününü oruca tahsis eder, önünde ve sonunda olan günleri tutınaz.

İmâm Mâlik, bu kavli inkâr edip: "Cuma günü oruç tutmak güzeldir," demiştir.

İmâm Nevevî der ki: "İmâm Mâlik'in böyle demesi kendi ictihadiyledir. Başkaları ona aykırı içtihat etmişlerdir. Ama Fahr-i Âlem hazretleri'nin sünneti, onun ve başkalarının içtihadından önde gelir. Gerçekten sabit olmuştur ki, Resûlüllah Efendimiz Cuma gününün orucundan nehiy buyurmuştur. O halde buna kail olmak belirlenmiş oldu. İmâm Mâlik mazurdur, zira bu haber ona ulaşmadı."

İmâm Mâlik'in ashâbından Dâvud da: "Bu hadîs İmâm Mâlik'e ulaşmadı. Yoksa muhalefet etmezdi," demiştir.

Cuma günü yemenin müstehap olması şundan dolayıdır ki, Cumada meşru olan vazifelerin edâsına kuvvet ve neş'e hâsıl olur, usanınak ve üşenmek gelmez. Nitekim Arefe'de hacıların oruç bozması müstehaptır. Eğer sual olunup:

— Cumada oruç bozmanın müstehaplığının sebebi bu ise ondan önce ve sonra birer gün oruç tutmakla keraheti zail olmaz. Zira zikredilen mânâ bâkidir, denilirse cevabı şudur:

— Onları tutınanın fazileti, Cumanın vazifelerinde vâki olan usanına ve üşenmenin kusurları yerine kaim olur, demişlerdir. En iyisini Allah bilir.

6  . Fasıl

Peygamberimizin Biyd Günlerinde Oruç Tutınası

Biyz günleri diye o günlere derler ki, geceleri sabaha kadar ayın aydını olur. Onlar ayın (gök ayinin) on üçüncü, on dördüncü ve on beşinci günleridir. Ayda gündüzü ve gecesi tamamen aydınlık olan bunlardan başka gün yoktur. Biyz günleri "ak günler" demektir. Tam bir gün gecesiyle beraber muteber olduğu için bu günlere Eyyâmu'l-Biyz denilip sıfat ve mevsuf suretinde zikretmişlerdir.

İmâm Nesâî'nin naklinde İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) hazretleri'nden rivâyet edilmiştir ki: "Resûlüllah Efendimiz hazretleri, biyz günleri, hazerde ve seferde iftar etmezdi," demiştir.

İmâm-ı Ahmed müminlerin anası Hafsa'dan rivâyet eder ki: "Resûlüllah Efendimiz, aşura gününde, Zilhicce'nin on gününde ve biyz günlerinde oruç tutar, sabahın iki rek'at sünnetini kılardı. Bu dört şeyi terketmezdi," demiştir.

Bazı rivâyetlerde Hazret-i Âişe-i Sıddîka (radıyallahü anh)dan rivâyet edilmiştir ki: "Resûlüllah Efendimiz, günleri kayırmazdı, ayın hangi günleri olursa olsun her aydan üç gün oruç tutardı," demiştir.

Bazıları: "Şunun için belirli üç günü tutınazdı ki, tayin edilmiş sanılmasın," dediler. "Hak teâlâ hazretleri bu üç günü siyâm-ı dehr (bütün zaman oruçlu olmak) derecesinde kılmıştır," diye buyurmuşlardır.

Sünen sahiplerinin rivâyetlerinde İbn-i Mes'ud hazretleri'nden rivâyet edilmiştir ki: "Peygamber Efendimiz, her ayın gurresinden (başından) üç gün tutardı," demiştir.

Bütün bu rivâyetlerden şu hâsıl oldu ki, kâinatın hocası Efendimiz hazretleri'nin orucu birkaç şekil üzre imiş:

1 . Her ayın ilk Pazartesi gününü tutup ondan sonra Perşembe günü, ondan sonra bir Perşembe daha tutarlarmış.

2 . Bir aydan Cumartesi, Pazar ve Pazartesi günlerini tutup öbür aydan Salı, Çarşamba ve Perşembe günlerini tutarlarmış.

3 . Biyd günlerini tutarlarmış.

4 . Her ayın başından üç gün tutarlarmış. Bir cemaat ve Hasan-ı Basrî (Allah ona rahmet etsin) hazretleri, bu yolu seçkin tutmuşlardır.

5 . Belirli olmayan üç gün tutarlarmış.

Kâdî Iyâd der ki: "İmâm-ı Âzam hazretleri'nin üstadlanndan olan İmâm Nehaî, her ayın sonundan üç gün tutınayı ihtiyar etmişlerdir. Tâ ki, geçen günlerde vâki olan günahlara keffaret olsun diye.

Bazıları, her ayın ilk gününü, onuncu gününü ve yirminci gününü tutınayı ihtiyar etmişlerdir, İmâm Mâlik böyle tutardı, demişlerdir. Mâlikîlerden bazı kimseler, "Ayın birinci günü, on birinci ve yirmi birinci günleri tutulması gerek. Ebû Derdâ (radıyallahü anh) hazretleri'nden böyle nakledilmiştir," demiştir."

İsnevî, Mâverdî'den hikâye etmişlerdir ki, eyyâm-ı sevd'de (kara günlerde, ayın karardığı son günlerinde) tutmak daha müstehaptır. Eyyâm-ı Sevd dedikleri, ayın yirmi yedinci günü ile geri kalan iki gündür. Ama Eyyâm-ı Biyz'i (ak günleri, dolunay bulunan günleri) tutmak ondan daha üstündür. Zira ayın ortasıdır ve her şeyin ortası en iyisi, en yücesidir, demişlerdir.

Bazıları ayın başından üç gün tutınayı tercih edip "Kim bilir, sonradan ne mâni zuhur edeceği belli olmaz. Hemen ayın başından tutmak yeğdir," demişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.