Geri

   

 

 

İleri

 

9 - 8   Peygamberimizin Orucu

Evvelâ malûm olsun ki, oruçtan maksat, nefsi hasis âdetlerinden imsâk edip (tutup) şehvetlerden men ve hapsetmektir. Oruç dedikleri, Hak teâlâ hazretleri'nin mümin ve müttaki kullarının riyazetidir. Sair ameller arasından Hak teâlâ hazretleri'nin kendisine mahsus kılmış olduğu bir ibadettir. Nitekim Sahih-i Müslim'de bir kudsî hadîste gelmiştir ki, Hak teâlâ hazretleri:

"Küllü ameli'bni Âdeme lehü illâ's-siyâmü fehüve-lî ve enâ eczî bihi — Âdemoğlunun her ameli kendisi içindir, ancak oruç benim içindir ve onun karşılığını ben veririm," buyurmuştur.

Bu izafet, şereflendirme ve yüceltme izafetidir. Nitekim "Nâkatü'l-lah — Allah'ın devesi" buyurmasından murad da budur. Yoksa bütün kâinat Hak teâlâ hazretleri'nindir. Arada kimsenin dahli ve tesiri yoktur.

Bazıları: "Hak teâlâ hazretleri, orucu nefsine şunun için izafe etti ki, O'ndan başkasına oruçla hiç bir zaman ibadet edilmemiştir. Ama müşrikler namaz ve secde şeklinde başkasına ibadet ederlerdi."

Fakat Takrîbü'l-Esânid şerhinde denir ki: "Bu söze itiraz edip: 'Yıldızlara ve heykellere tapanlar, bunlara oruç tutarak ibadet ederlerdi. Hak teâlâ hazretleri'nden başkasına bununla ibadet edilmedi demek doğru düşmez,' dediler."

Ama buna cevap verip: "Onlara ibadet edenler, onların kendi kendilerinden faal olduklarına itikad etmezlerdi," dediler

Bazıları da Hak teâlâ hazretleri'nin orucu kendine izafe etmesinin açıklamasında: "Çünkü oruç riyâdan uzaktır. Zira gizlidir, zahirinden anlaşılmaz. Namaz, hac ve başka ibadetler böyle değildir," dediler.

İbn-i Hacer dedi ki: "Oruçta riyâ yoktur, demenin mânâsı, fiiline riyâ dahil olmaz, demektir. Yoksa bir kimse oruçlu olsa da başkasına bildirmek isteyip söylese sözü cihetinden riyâ dahil olur. Ama diğer ameller böyle değildir. Onların mücerret fiillerine riyâ dahil olur."

Onun içindir ki, bir kimse başkasına bildirmek için oruçlu olsa, Allah'a ortak koşmuş olur. Yâni ameli, sırf Allah için olmaz. Nitekim Beyhakî'nin rivâyetinde Şeddâd bin Evs (radıyallahü anh) merfuan rivâyet etmiştir ki:

"Bir kimse, riyâ eder olduğu halde oruç tutsa, elbette o kimse, Allah'a ortak koşmuş olur," buyrulmuştur.

Bazıları: "Oruçlunun kendi nefsine oruçta haz olmadığı için oruç Hak teâlâ hazretleri'ne mahsustur," dediler. Şöyle de denilmiştir ki: "Yemekten ve sair şehvetlerden müstağni olmak Hak teâlâ hazretleri'nin sıfatlarındandır. Oruçlu olan kimse Hak teâlâ hazretleri'nin sıfatma uygun olan nesneyle amel ettiği vakit O da nefsine izafe etti."

İmâm Kurtubî der ki: "Mânâsı şudur: Kulların orucundan başka amelleri kendi hallerine münasiptir. Oruç ise Hakkın sıfatlarından bir sıfata münasiptir. Sanki Hak teâlâ hazretleri: 'Oruçlu, benim sıfatımdan bir sıfata münasip olan şeyle bana yaklaştı,' diye buyurur. Yahut orucun sevabinin miktarını bilmeğe Hak teâlâ hazretleri münferid (tek, yalnız başına) olduğu için nefsine izafe eder. Ama sair ibadetler böyle değildir. Onların sevabını bazı yaratıklarına bildirmiştir. Onun içindir ki, hadîsin sonunda 'Onun karşılığını ben veririm,' diye buyurdu. Şu mânâ açıktır ki, kerem sahibi bir kimse 'Filân nesnenin karşılığını ben veririm,' dediği zaman muradı, 'Çok ihsan ederim' demek olur. Oruçlu olan kimsenin bu kadar ecir ve sevaba lâyık olması şundan dolayıdır ki, sırf Mabud'u için yeme ve içme şehvetini terketmiştir."

Asıl şehvet diye lûgatta mutlak olarak "arzu" ya derler. Burada murad, yeme, içme ve cimâ arzusudur. Zira bazı rivâyette: "Elbette o, yeme, içme ve cima şehvetini benim için terketmektir," diye vâki olmuştur.

Oruç, dış âzâlara ve iç kuvvetlere nice yararlı olduktan başka Hak teâlâ hazretleri'nin takvâsına yardımcı olan şeylerin de en büyüğüdür. Nitekim Hak teâlâ hazretleri'nin büyük kitabında:

"Kütibe aleykümü's-siyâmu kemâ kütibe alellezîne min kabliküm lealleküm tettekune — Sizden öncekiler üzerine yazıldığı gibi sizin üzerinize de oruç yazıldı ki, belki takvâ sahibi olursunuz," (Bakara: 2/183) buyurmuştur.

Sahihi Buhârî'de: "Es-savmu cünnetün — Oruç kalkandır," diye gelmiştir. Cünne, kalkan demektir. Mânâsı: "Oruç, cehennem ateşinden, sahibini örtüp saklar," demek olur. İbn-i Abdülber ve başkaları bu mânâya hükmetmişlerdir. Ama Nihâye'de İbn-i Esîr: "Oruç, sahibini ezâ verici şehvetlerden saklar, demektir," dedi.

Bazıları da "Günahlardan saklar" demek, mânâsına aldılar.

Âlimlerin ittifakı şunun üstünedir ki, burada oruçtan murad, sahibini kavlen ve fiilen isyan ve kötülüklerden sâlim kılan oruçtur. Yoksa sadece hayvan gibi aç durmak değildir.

Oruçla namazdan hangisi daha üstündür diye ihtilâf olunmuştur. Bazı âlimler: "Bedenî amellerin en üstünü oruçtur," dediler. Zira Nesâî'nin naklinde Ebû Umâme'den rivâyet edilmiştir ki:

"Peygamber Efendimiz hazretleri'ne geldim ve:

Ya Resûlâllah! Bana bir şey emret de senden öğreneyim, dedim.

Peygamber Efendimiz:

— Oruçla meşgul ol, zira onun misli yoktur, diye buyurdu," demiştir.

Ama meşhur olan, namazın oruçtan daha üstün olduğudur. İmâm Şafii ve başkaları buna zahib olmuşlardır. Zira Fahr-i Âlem hazretleri:

Biliniz ki, sizin amellerinizin en hayırlısı namazdır, buyurmuştur.

Peygamber Efendimiz hazretleri'nin orucu iki kısım üzredir.

Birinci Kısım

Ramazan Orucu

1 . Fasıl

Peygamberimizin Ramazan Orucunda Olan ibadetleri

Evvelâ malûm olsun ki, Ramazan, "ramaz"dan müştaktır. Ramaz, gayetle sıcak olan şeye denir. Arap tâifesi ayların isimlerini koyarken mezkûr ay son derece sıcak bir zamana düştü, böylece onu Ramazan diye isimlendirdiler. Nitekim rebiîn ayları da rebîa (yaz) zamanına rast gelmişlerdi. Ayların en üstünü Ramazan'dır.

İmâm Nevevî der ki: "Ramazan Allah'ın isimlerindendir dedikleri doğru değildir. Gerçi bu hususta zayıf bir eser gelmiştir, ama Allah'ın isimleri tevkifidir, sahih delile dayanınadıkça sâbit olmaz."

Ramazan'dan önce oruç farz olundu mu, olunınadı mı? diye selef ihtilâf etmişlerdir. Hanefî âlimleri: "Evvelâ Âşûrâ orucu farzolunmuştu. Sonra Ramazan farzolundu ve o neshedildi," dediler. Şafiî âlimleri: "Ramazandan önce oruç farzolunınadı," dediler. Delilleri inşaallah ileride gelecektir.

Ramazan orucu hicretin ikinci yılında farzolunmuştur. Peygamber Efendimiz vefat ettiği zaman dokuz Ramazan tutulmuştu.

Bu büyük ay, hayrat, cömertlik ve hasenat mevsimi olduğu için peygamberlerin sultanı Efendimiz hazretleri'nin, bunda ettiği tâat ve ibadeti, lütuf ve ihsanı diğer aylardan daha fazla idi.

Şeyhayn'ın rivâyetlerinde İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) hazretleri'nden rivâyet edilmiştir ki: "Peygamber Efendimiz hazretleri, insanların en cömerdi idi. Nihayet derecede cömert olması, Ramazan ayında Cebrâil aleyhisselâmla buluşup Kur'an dersi yaptığı zamanda idi," demiştir.

İmâm-ı Ahmed'in naklinde mezkûr hadîsin sonunda: "Lâ yüs'elu şey'en illâ a'tâhu — Kendisinden istenen bir şeyi mutlaka verirdi," diye gelmiştir.

Velhasıl gerek bedenî ibadetler ve gerekse malî ibadetler bakımından Ramazan ayında diğer aylardan daha fazla ibadet ve tâat ederdi.

Kur'an inmesinin başlangıcı Ramazan ayında idi. Dünya göğüne de tamaminin bir defada indiği yine Ramazan ayında idi. Nitekim İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) hazretleri'nin hadîsinden sâbit olmuştur-. Peygamber Efendimiz her yıl Cebrâil aleyhisselâmla buluşup durumunu müzakere ve muhafaza ederdi. Âlemlerin hocası Efendimiz hazretleri, Ramazandan Ramazana, inen Kur'an'ı ona arzederdi. Peygamber Efendimiz, Hoşnutluk Bahçesine intikal ettiği sene iki kere arzetti.

Fethü'l-Bân'de denir ki: "Resûlüllah Efendimiz hazretleri'nin, her Ramazanda Cebrâil aleyhisselâma Kur'an. dinletmesinin iki hikmeti vardı:

1 . Kur'an'ı ezberlemek,

2 . Neshedilmemiş olanı bırakıp neshedilmiş olanı çıkarınak."

Velhasıl Kur'an'ın topluca ve ayrıntılariyle inişi, arzı, sağlamlaştırılıp kuvvetlendirilmesi Ramazan ayında vâki olmuştur. Hadîs-i şerif delâlet eder ki, Ramazan ayında Kur'an dersi yapmak, yâni Kur'an'ı başkasına öğretmek, bilmiyorsa başkasından öğrenmek ve kendinden daha iyi ezberlemiş olana arzetmek müstehaptır.

Vâsile bin el-Eska (radıyallahü anh), Resûlüllah Efendimiz hazretleri'nden rivâyet eder ki: "ibrahim'in sayfalan Ramazanın ilk gecesi indi. İncil on üçüncü gecesi nâzil oldu. Tevrat altıncı gecesi nâzil oldu. Kur'ân-ı azîm yirmi yedinci gecesi indi," demiştir.

İbn-i Abbâs'ın hadisinde gelmiştir ki, Fahr-i Âlem Efendimiz hazretleri, Cebrâil aleyhisselâmla Kur'an dersini geceleyin yapardı. Bunda, Ramazan gecelerinde Kur'an okumayı çok etmenin müstehap olduğuna delâlet vardır. Zira geceleri insanın zihni daha berrak ve hatırını toplaması daha kolay olur. Hususiyle Ramazan gecelerinde...

Bu şerefli ayın fazileti o kadardır ki, Resûlüllah Efendimiz hazretleri, ashâbına bunun gelişini müjdeler:

"Allah'ın üzerinize oruç yazdığı mübarek Ramazan ayı geldiğinde gök kapıları açılır, cehennem kapıları kapatılır ve şeytanlar bağlanır. Onun bir gecesi bin aydan hayırlıdır. Her kim onun hayrından kendini men ederse gerçekten mahrum kalmış olur. Onun hayrından mahrum kalan da bütün hayırlardan mahrum kalmış demektir," diye buyururdu.

Bazı âlimler: "Bu hadîs-i şerîf, halkın birbirine Ramazan tebrikinde bulunınalarına esas olarak vâki olmuştur," diye buyurdular.

Enes bin Mâlik'den Taberanî'nin rivâyet ettiğine göre Resûlüllah Efendimiz hazretleri, Receb ve Şaban ayları girdiğinde: "Allahümme bârik lenâ fî Recebe ve Şa'bâne ve belliğnâ Ramazâne — Allahım, Receb ve Şaban aylarını bize kutlu, uğurlu kıl ve bizi Ramazan'a sen yetiştir," diye dua ederdi.

Nesâî'nin naklinde yine Enes (radıyallahü anh) buyurmuştur ki Peygamber Efendimiz hazretleri, Ramazan ayını gördüğü zaman: "Hilâlu rüşdin ve hayrin, hilâlu rüşdin ve hayrin âmentü billezi halâkake — İşte olgunluk ve hayır hilâli! Olgunluk ve hayır hilâli! Ey hilâl! Seni yaratana iman ettim," derdi.

Rüşd'ün mânâsı doğru yolu bulmaktır. Hilâlin doğru yolu bulması, onu arayan insanlara buldurması, göstermesi, ikaz ve işaret etmesidir.

Rivâyet olunur ki, Peygamber Efendimiz, Ramazan girdiği zaman:

"Allahümme sellimnî min Ramazâni ve sellim Ramazâne-lî ve sellimehu minnî," diye buyururlardı.

"Sellimnî min Ramazâni — Beni Ramazan'dan emin kıl," demek, "Benimle Ramazan orucu arasına hastalık veya başka şeyden bir engel girmesin," demektir. "Ve sellim Ramazâne-lî — Ve ramazanı bana emîn kıl," demek, "başında ve sonunda hilâl buluta girip oruç tutmak ve orucu açmak halleri birbirine karışmasın," demektir. "Ve sellimehu minnî — Ve onu benden emîn kıl," demek, "Beni o Ramazan'da kötülüklerden sen sakla," demektir.

Peygamber Efendimiz hazretleri'nin böyle buyurmalarından maksat, ümmetine şeriatını bildirmek ve onlara doğru yolu göstermektir. En iyisini Allah bilir.

2  . Fasıl

Peygamberimizin Hilâli Görmesiyle Oruç Tutınası

Ebû Dâvud'un naklinde Hazret-i Âişe'den rivâyet edilmiştir ki: "Peygamber Efendimiz hazretleri, başka aylarda sakinınadığını Şaban ayında sakınırdı. Ondan sonra Ramazan ayı göründüğünde oruç tutardı. Eğer hilâl buluta girip görünmezse Şaban'dan otuz gün sayar, tamam olduğu gibi oruca başlardı," demiştir.

Şaban'ı sakınınanın mânâsı, hilâlini ve günlerinin sayısını gözetmede ihtİmâm etmektir. En iyisini Allah bilir.'

Müslim'in naklinde: "Onu gördüğünüz zaman oruç tutun ve onu gördüğünüz zaman orucunuzu bozun. Eğer bulut size engel olursa günlerini sayın," diye gelmiştir.

Yâni: "Ramazan hilâlini gördüğünüz zaman oruç tutun ve Şevval hilâlini gördüğünüz zaman iftar edin (oruca son verin). Eğer Ramazan hilâlini görmede sizinle onun arasına bulut perde olursa Şaban'dan otuz günü tamamlayın, ondan sonra oruç tutun," demek olur.

Hidâye Sahibi, hadîs-i şerifi şu ibare ile getirmiştir: "Onu gördüğünüz zaman oruç tutun, onu gördüğünüz zaman orucunuzu açın. Eğer sizin için hilâl bulutlu olursa Şaban'ı otuza tamamlayın."

Mazerî der ki: "Fukaha'nın cumhuru, Peygamber Efendimiz hazretlerinin "fakderû lehu — günlerini sayın" kavl-i şerifini "Otuz adedi tamamlayın," demeğe hamletmişlerdir. Ve buyurmuşlardır ki:

— Muradın müneccimlerin hesabı olması câiz değildir. Zira eğer avam tabakası o hesapla mükellef olursa onlara sıkıntı ve darlık olur. Çünkü müneccimlerin hesabını insanların pek az kısmı bilir. Halbuki şeriatın bildirdiği şey, çoğunluğun bileceği şeydir."

İmâm-ı Azam, Mâlik, Şafiî, selef ve halefin cumhurunun mezhebi bu zikrolunan kavil üzredir. Ama İmâm-ı Ahmed'in mezhebinde Şaban'ın otuzuncu gecesi hava bulutlu olup hilâl görünınezse ertesi günü Ramazan'dan saymak vacibtir. Ama üç İmâmın ve cumhûrun mezheplerinde şek gününü Ramazan'dan sayıp oruçlu olmak câiz değildir. Oruçlu olunca nafile tutmak gerektir.

İbn-i Şureyh, Matrif bin Abdullah, Kuteybe ve daha bazıları: "Mânâsı, hilâlin menzilleri bakımından takdir edin, demektir," dediler.

3  . Fasıl

Peygamberimizin Âdil Bir Kişinin Şehadetiyle Oruç Tutınası

İbn-i Ömer (radıyallahü anh): "Halk Ramazan ayını gördüler. Ben de Peygamber Efendimize varıp:

— Ben gördüm, diye haber verdim.

Peygamber Efendimizin kendisi oruç tuttu ve halka Ramazan orucunu emretti," diye buyurmuştur.

Ebû Dâvud ve başkalarının naklinde İbn-i Abbâs hazretleri'nden rivâyet edilmiştir ki: "Bir Arabi Fahr-i Kâinat hazretleri'ne gelip:

— Ya Resûlâllah! Ben Ramazan hilâlini gördüm, dedi.

Fahr-i Âlem hazretleri:

Allah'dan başka ilâh bulunınadığına şehadet eder misin? diye buyurdu.

Arabi:

— Evet, dedi.

Ondan sonra:

Muhammed'in Allah'ın Peygamberi olduğuna şehadet eder misin? buyurdu.

Yine Arabi:

— Evet, dedi.

Bunun üzerine Fahr-i Kâinat hazretleri:

Yâ Bilâl! Halk arasında nidâ et, oruç tutsunlar! diye buyurdu."

Daha önce geçen hadîste "Onu gördüğünüz zaman," sözünden murad, müslümanlardan kimisinin görmesidir. Yoksa her kişinin görmesi değildir.

İmâm-ı Âzam hazretleri'nin mezhebinde gökyüzü bulutlu olduğu yahut tozla kaplı bulunduğu zaman âdil bir kişinin şehadetini kabul etmek gerektir. İster kadın olsun, ister erkek olsun. Gerek hür, gerekse köle olsun, demiştir.

4 . Fasıl

Peygamberimizin Oruçlu İken Ettiği Tedavi ve Başka Haller

Buharî ve Müslim'in rivâyetlerinde İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) hazretleri: "Resûlüllah Efendimiz hazretleri oruçlu iken hacamat etti," diye buyurmuştur.

Yâni oruçlu olduğu halde kendi şerefli cisimlerinden kan çıkarttı demektir. İmâm-ı Âzam'ın ve âlimlerin ekserinin mezhebinde mutlak olarak hacamatla oruç bozulmaz. Ama Ali, Atâ, Evzâî, Ahmed, Ishak ve Ebû Sevr: "Hacamat edenin ve edilenin ikisinin de oruçları bozulur ve üzerlerine kazâ vacib olur," demişlerdir. Atâ: "Keffaret bile vacibtir," demiştir. Onlardan böyle rivâyet olunmuştur. Dayandıkları, Şeddadın hadîsidir ki: "Fetih'de Peygamber Efendimiz hazretleri'yle beraberdik. Ramazan'ın on sekizinde bir kişinin hacamat ettiğini gördü. Elime yapışıp Fahr-i Kâinat hazretleri:

— Hacamat eden ve edilen iftar etmiştir, dedi," demiştir.

İmâm Şafiî: "Bu hususta gelen hadîslerin isnat cihetinden en çok benzeyeni İbni Abbâs'ın hadîsidir. Eğer bir kimse hacamattan perhiz ederse oruçluluk halinde o bana ihtiyat cihetinden daha sevimlidir. Ama kıyas İbn-i Abbâs'ın hadîsiyledir. Benim, sahâbe, tabiîn ve ilim ehlinin umumundan hıfzettiğim şudur ki, hacamatla bir kimsenin orucu bozulmaz," diye buyurmuştur:

"Hacamat eden ve edilen iftar etmiştir," hadisini bazıları, olmayacak tevillerle başka yönlere çevirmişlerdir. Ama İbn-i Hazim: "Bu hadîs şüphesiz sahihtir. Fakat

Ebû Saîd'in hadîsinde bulduk ki, Peygamber Efendimiz hazretleri hacamat hususunda oruçluya ruhsat verdi," diye buyurmuş, "Ebû Saîd'in hadîsinin isnadı sahihtir. O halde onunla amel gerekli olur. Zira ruhsat, azimetten sonra olur. Bu takdirde, 'Hacamat eden ve edilen iftar etmiştir,' hadîsinin neshine delâlet eder," demiştir.

Öpmek de orucu bozmaz. Zira sahih isnatla gelmiştir ki, "Resûlüllah Efendimiz hazretleri, bazı zevcelerini öperdi," diye Hazret-i Âişe rivâyet edip sonra gülmüştür.

Bazıları: "Gülmesi kendisini öptüğüne işaretti," dediler. Bazıları da: "Böyle bir haber, kadınların erkeklere söylemekten utanacakları şeyler kısmmdandır. Fakat ümmete bunun bildirilmesi gerekli olduğu için söyledi ve utandığından güldü," dediler.

İmâm-ı Nesâî'nin naklinde de Hazret-i Âişe'den rivâyet edilmiştir ki: "Peygamber Efendimiz hazretleri, beni öpmek için eğildi. Ben de:

— Ben oruçluyum, dedim.

— Ben de oruçluyum, diye buyurdu," demiştir.

Ebû Dâvud'un naklinde Hazret-i Âişe'den rivâyet edilmiştir ki: Peygamber Efendimiz hazretleri onu öperdi ve dilini emerdi. Yâni oruçlu iken böyle ederdi, demiştir. Ama bu hadîsin isnadı zayıftır. Sahih olduğu takdirde şuna hamledilir ki, ağzından karışan su ile kendi ağzinin barını yutınazdı, dediler.

Aynı zamanda Peygamber Efendimiz oruçlu iken sürme çekerdi. Beyhakî'nin rivâyetinde böyle gelmiştir. Cimâdan olma cünüplükle sabaha çıktığı da vâki olurdu. Sabahleyin guslederlerdi. Buhârî ve Müslim böyle rivâyet etmişlerdir.

Malûm olsun ki, bir kimse oruçlu iken unutup bir şey yese veya içse yahut cima etse orucu bozulmaz. Ihtilâm olsa yahut nazarla inzal vâki olsa yahut bedenine yağ sürünse veya sürme çekinse yahut bir kimseyi gıybet edip kötülüklerini söylese yahut boğazına toz gitse veya duman girse ya da sinek kaçsa, oruçlu olduğu hatırında olsa bile orucu bozulmaz. Ertesi güne cenabet çıksa yahut çıkış deliğine yağ veya su akıtsa yahut kulağına su girse bu zikredilenlerin hiç birinde oruç bozulmaz. Ama kulağa yağ girmekle bozulur. En iyisini Allah bilir.

5  . Fasıl

Peygamberimizin İftar Zamanı

Buharî ve Müslim'in rivâyetlerinde Abdullah bin Ebî Evfâ (radıyallahü anh) buyurmuştur ki: "Bir kere Resûlüllah Efendimiz ile Ramazan ayında seferde idik. Gün battığı zaman:

— Yâ Bilâl! Aşağı in, bize su ile kavut karıştır, diye buyurdu.

Bilâl:

— Yâ Resûlâllah! Daha gündüz, dedi.

Fahr-i Kâinat hazretleri, tekrar ederek:

İn, bize su ile kavut karıştır! diye buyurdu.

Bundan sonra Bilâl inip karıştırdı, getirdi. Peygamber Efendimiz alıp içti."

Resûlüllah Efendimiz emrettiği halde Bilâl'in "Daha gündüz" demesinin sebebi şu idi ki, ufukta henüz ışık ve kızıllık eserinin zail olmadığını gördü ve "Bu zamanda iftar câiz değildir. Peygamber Efendimiz bu eserlere nazar etmemişlerdir. Ben bildireyim de bilsinler," demek istedi. Fakat Peygamber Efendimiz tekrar buyurunca Bilâl bildi ki, ışık ve kızıllık eserlerinin kalması zarar etmeyip iftar câiz olurmuş.

6 . Fasıl

Peygamberimizin Ne İle İftar Ettiği

Ebû Dâvud'un naklinde Enes bin Mâlik (radıyallahü anh) buyurmuştur ki: "Peygamber Efendimizin âdetleri, orucunu akşam namazından önce birkaç tane yaş hurma ile açmaktı. Yaş hurma bulamazsa kuru hurma ile açardı. Kuru hurma bulamazsa birkaç yudum su ile açardı."

Bu zikredilenlerle orucunu açması şunun içindi ki, mide boşken tatlı bir şey yemek, yemeğin kabulüne ve kuvvetlerin yararlanınasına sebep olur. Hususiyle basar (görüş) kuvvetine çok faydalıdır. Su içmesinin de sebebi şu idi ki, oruçla ciğere bir nevi yübûset (kuruluk) ârız olmuştur. Bir miktar su ile rutubet (yaşlık) hâsıl edince sonra yemekten faydalanınası daha mükemmel olur. Onun içindir ki, aç ve susuz olsa yemekten önce azıcık su içip ondan sonra yemek yemek gerek, demişlerdir.

7  . Fasıl

Peygamberimizin İftarda Buyurduğu Sözler

Muâz bin Zühre'den rivâyet edilmiştir ki: "Ben haber aldım, Fahr-i Âlem Efendimiz hazretleri iftar ettiği zaman: "Allahümme leke sumtü ve alâ rızkıke eftartü — Allahım, senin için oruç tuttum ve senin rızkınla iftar ettim," derdi," demiştir.

Bu hadîs mürseldir ve mezkûr Muâz'ı İmâm-ı Buhârî, tabiîndendir, diye zikretmiştir. Fakat Muâz'a "Ebû Zühre" demiştir. Bazıları, sahâbedendir, dediler. Ama bu söz yanlıştır, demişlerdir.

Bazı âlimler hadîsi zayıf senetle İbn-i Abbâs hazretleri'nden rivâyet etmişlerdir ki: "Fahr-i Âlem hazretleri, iftar zamanında: "Allahümme leke sumtü ve alâ rızkıke eftartü fetekabbel minni inneke ente's-semîu'l-alîmu — Allahım, senin için oruç tuttum ve senin rızkınla iftar ettim. Benden kabul eyle. Elbette sen işitici ve bilicisin," derdi," diye buyurmuşlar.

İbn-i Ömer hazretleri'nden de rivâyet edilmiştir ki: "Peygamber Efendimiz hazretleri, iftar ettiği zaman:

"Zehebe'z-zamâu v'ebtelleti'l-uruku ve sebete'l-ecru inşaallahu — Allah'ın izniyle susuzluk gitti, damarlar ıslandı ve sevap gerçekleşti," diye buyururlardı," demiştir.

Zerrin'in rivâyetinde o hadîste "Elhamdülillâhi" sözü de geçmiştir. İbn-i Sünni, Muâz bin Zühre'den: "Elhamdü lillâhi'llezî eânenî fesumtü ve rezakanî fe-eftartü Hamd, bana yardımiyle oruç tuttuğum ve bana verdiği rızıkla oruç açtığım Allah'a mahsustur," diye rivâyet etmiştir.

Zikrolunan güzel sözlerin her biri Fahr-i Âlem hazretleri'nden rivâyet olunmuştur. Herhangisi iftar sırasında söylenirse sünnet üzre iftar olunmuş olur.

8  . Fasıl

Peygamberimizin Visal Orucu

Buhari ve Müslim'in rivâyetlerinde Abdullah bin Ömer'den (radıyallahü anh) rivâyet edilmiştir ki: "Peygamber Efendimiz hazretleri, ashâbını visal orucundan nehyetti. Onlar da:

— Yâ Resûlâllah! Fakat sen visal orucu tutuyorsun? dediler.

Peygamber Efendimiz:

Ben sizin gibi değilim. Ben yedirilir ve içirilirim, diye buyurdu," demiştir.

Visal orucunun mânâsı, iki gün veya daha fazla oruçlu olup arada hiçbir şey yememek ve içmemektir. Mezkûr mânâ, hadîs-i şeriflerde müteaddit lâfızlarla naklolunmuştur.

Yine Buhârî'nin naklinde gelmiştir ki: Resûlüllah Efendimiz hazretleri visal orucu tuttular. Ondan sonra visal orucu halka güç geldi. Fahr-i Kâinat hazretleri, onları visal orucundan nehyetti. Onlar da:

— Ya Resûlâllah! Sen visal ediyorsun? dediler.

Peygamber Efendimiz:

Ben sizin gibi değilim. Elbette ben, gözetilir, yedirilir ve içirilirim, diye buyurdu.

Bir de Enes'den rivâyet edilmiştir ki: Resûlüllah Efendimiz hazretleri, bir Ramazan sonunda visal orucu tuttu. Müslümanlardan bazı kimseler de visal orucu tuttular. Bu haber Hazret'e yetişti. Bunun üzerine:

Eğer Ramazan ayı bize uzatılsa ve biz de visal orucu ile günleri birbirine kavuştursaydık müteammikler (aşırı gidenler) aşırılıklarını terkederlerdi, diye buyurdu.

Sonra:

Elbette siz benim gibi değilsiniz. Şüphesiz ben gözetilirim, Rabbim bana yedirir ve içirir, diye buyurdu.

Müteammiklerden murad, bir işte şiddet ve ifrat gösterip sözde veya fiilde hadden aşırı gidenlerdir.

Bir rivâyette de:

Elbette ben rızıklandırılırım, Rabbim beni yedirir ve içirir, diye gelmiştir.

Yine Buhârî ve Müslim'in rivâyetlerinde Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) dedi ki: "Resûlüllah Efendimiz, ashâbını esirgediğinden onları visal orucundan men etti. Onlar da:

— Ya Resûlâllah! Sen visal orucu tutuyorsun? dediler.

Peygamber Efendimiz de:

Ben sizin gibi değilim, elbette. Şüphesiz Rabbim beni yedirir ve içirir," buyurdu," demiştir.

Hepsinin özü, "Ben sizin gibi değilim. Rabbim beni yedirir ve içirir," demeğe yöneliktir.

Şeyhülislâm İbn-i Hacer der ki: "Rabbim beni yedirir ve içirir," demenin mânâsı hakkında âlimler ihtilâf etmişlerdir. Bazılan hakikati üzre hamledip 'Resûlüllah hazretleri'ne orucunun kerameti olarak geceleri Allah tarafından yiyecek ve içecek gelirdi,' dediler. Ama buna itiraz edip: 'Eğer böyle olsaydı visal orucu olmazdı. "Gözetilirim" dediği gündüz olmasına delâlet eder. Eğer hakikatine hamledilirse oruç bulunınaz,' dediler. Bu itiraza cevap verip: 'Rivâyetlerin üstün tutulanı "Ebîtu — Gecelerim" lâfziyle gelen rivâyettir. Bu lâfz gece olmaya delâlet eder. "Ezallü — Devamlı yedirilir, içirilirim" lâfzı sahih olduğu takdirde mutlak olarak "gün" kasdedilmiştir. Bazen "Zaile" denip "Kâne — Oldu" demek murad olunur. Yoksa gündüz olması murad edilmiş değildir. Nitekim:

"Ve izâ büşşire ahadühüm bil-ünsâ zaile vechuhu müsvedden — Ve onlardan biri dişi ile muştulandığı zaman yüzü kararmış oldu," (Nahl sûresi: 16/58) kavl-i şerifinde murad, mutlak olarak "Kevn — Oluş" mânâsınadır, gündüze mahsusluğu yoktur,' dediler. Yemeyi ve içmeyi mecaza hamletmek "ezıllu" lâfzmı mecaza hamletmekten evlâ değildir. Gündüze delâlet ettiğini kabul etsek bile bu takdirde yine zarar etmez. Çünkü Fahr-i Kâinat hazretleri'ne keramet olmak üzere getirdikleri yemek cennet yemeğinden ve içkisindendi. Onda mükelleflerin hükümleri geçerli değildir. Nitekim şerefli sadrı altın leğen içinde yıkanmıştı. Halbuki dünya altinindan olan kapların kullanılması haramdır, dediler.

Âlimlerin çoğunluğu dediler ki: Hakikati murad edilmiş değildir. Belki kut (azık, gıda) ve kuvvet murad edilmiştir ki, yiyecek ve içeceğin lâzımıdır. "Ben yedirilir ve içirilirim" demek, "Bana yiyip içen kimselerin kutunu ve kuvvetini veren, yemek yerini tutan şeylerin feyzi verilir. Türlü tâat ve ibadete güç kazandırır, bana zaaf getirmez," demektir. Yahut "Fahr-i Âlem hazretleri'nde Hak teâlâ hazretleri bir tokluk yaratır ki, yemek ve içmekten müstağni olurdu," demektir.

Önceki mânâ ile bunun farkı şudur ki, onda açlık ve susuzluk bâki iken kuvvet yaratılmasıdır. Bunda açlık ve susuzluk olmayıp kuvvet yaratılmasıdır. Ama birinci mânâyı üstün tutmuşlardır. Zira visal orucundan maksat açlık ve susuzluk çekmektir ki, gerçekte bu hususî ibadetin ruhu odur. O olmayınca maksat ortadan kalkar."

İmâm Kurtubî der ki: "ikinci mânâ Fahr-i Kâinat hazretleri'nin haline münasip değildir. Zira ekseri zamanda açlık üzere idi. Hattâ mübarek karnına taş bağlardı." Bazıları da şöyle tabir ettiler ki, murad, "Marifetullah (Allah'ı tanıma), Allah'a yakarış lezzeti, ilâhî muhabbet ve şevk, bana ruh gıdası olur. Beni yeme ve içmeden müstağni kılar," demektir, dediler. Bu söz, sadece birinci cevabın aynıdır. Aykırılığı ancak ibadettir. Zira öyle diyenin de aslında muradı budur.

Peygamber Efendimiz, yedirme ve içirmeyi Rab ismiyle zikretti: "Rabbim beni yedirir ve içirir," dedi, Allah lâfziyle zikir buyurmadı. Zira Rububiyetle tecelli Ulûhiyetle tecelliden kula daha yakındır. Çünkü o, Âzamet tecellisidir, ona beşer tâkat getiremez. Rububiyet tecellisi rahmet ve şefkat tecellisidir.

Âlimler: "Visal orucu câiz midir, haram mıdır, yoksa mekruh mudur?" diye ihtilâf etmişlerdir. Bir tâife: "Kadir olana câizdir," dediler. Zira Abdullah bin Zübeyr, sahâbe ve tabiînden bazı kimseler daha visal orucu tutarlardı. Nehiy buyrulması Âişe'nin hadîsinde vâki olduğu üzre ümmetine merhamet ve şefkat ettiğindendi. Onun için nehiy ettikten sonra bazı ashâbiyle beraber visal orucu tutardı. Kadir olana mâni yoktur, dediler.

İmâm-ı Âzam, Mâlik ve İmâmların ekserinin mezhebinde câiz değildir, visal etmemek gerektir. İmâm Şafiî ve ashâbı kerahetine kesin hüküm vermişlerdir. Ama bunlardan kimisi tenzihi kerahet olduğuna, kimisi de tahrimî kerahet olduğuna hükmettiler. Onlar katında en doğru kavil tahrimî kerahet olmasıdır.

İbn-i Vehb, Ahmed bin Hanbel ve İshak seher vaktine değin visali câiz görmüşlerdir. Zira Buhârî katında Ebû Saîd'in (radıyallahü anh) rivâyetiyle gelmiştir ki: "Orucu birbirine bitiştirmeyiniz. Eğer bitiştirmeyi isterseniz seher vaktine değin bitiştiriniz," buyrulmuş.

Bundan açıkça seher vaktine değin orucu bozmamanın câiz olduğu anlaşılır. Bunda bir şey yoktur. Zira oruçlu olan kimseye lâzım olan, oruçlu olarak iki günü birbirine ulaştırmamaktır. Bir gün oruçlu olup geceleyin yemek yemiş, nihayet akşam yiyeceği yemeği sabaha karşı yemiş olur. Yatsı namazını gecenin sonuna tehir etmek de buna benzerdir, dediler. Ama açık olan şudur ki, böyle eden kimse kendine güç getirmemelidir. Akşamdan yemek ihtiyacinin sıkıştırması olursa acele iftar etmek gerektir. Aksi halde ibadet kısmından olmaz, demişlerdir. Câiz görmeyenler: "Bu, Peygamber Efendimize mahsus olan şeylerdendir. Zira, 'Ben skin gibi değilim,' buyurmuştur," dediler.

Sahihayn'da Ömer bin Hattab (radıyallahü anh) dan rivâyet edilmiştir ki: "Peygamber Efendimiz hazretleri: Gece başladığı ve güneş batmış olduğu andan itibaren oruçlunun orucu bozulmuştur, buyurdu," demiştir.

Bu hadîs-i şerif gereğince Fahr-i Kâinat hazretleri, iftar vaktinin girmesiyle oruçluyu hükmen orucunu bozmuş kıldı. Bu mânâ, şeriat bakımından muvasalatı (birbirine ulaşmayı) muhalleştirir.

Âlimlerin çoğunluğunun visalin haram olduğuna dair delilleri, "La tevâsalû — Visal etmeyiniz," yâni "Orucu birbirine birleştirmeyiniz!" kutlu sözünde olan umumî nehiydir. Hazret-i Âişe'nin kavlinde olan "Rahmeten lehüm — Onlara merhamet olmak üzere," sözü hakkında cevap verip dediler ki: "Bu söz, haram kılinınak üzere yasaklanınasına aykırı değildir. Bu belki de haram kılininasinin sebebinin merhamet ve şefkat olduğunu ifade eder."

Geceleyin orucun câiz olmadığına şu da delâlet eder ki, Fahr-i Kâinat hazretleri:

"Gece şu taraftan yönelip geldiği ve gündüz de şu taraftan sırtını dönüp gittiği zaman oruçlunun orucu bozulur," buyurmuştur.

Böylece geceyi iftardan başka bir şeye mahal tutınamıştır. O halde geceleyin oruç tutmak gecenin konulmasına aykırı olmuş olur, dediler.

9 . Fasıl

Peygamberimizin Sahuru

Sahur, seherde yenilen yemektir. İmâm Nesâi'nin naklinde Ebû Hüreyre, Resûlüllah Efendimizin ashâbinin kimisinden rivâyet eder ki: "Fahr-i cihan Efendimiz hazretleri'nin şerefli huzuruna girdim. Sahur yiyordu.

— Sahur bir berekettir ki, Allah onu size vermiştir. O halde siz onu terketmeyin, dedi," demiştir.

Ebû Dâvud ve Nesâî'nin rivâyetlerinde Arbâz bin Sâriye (radıyallahü anh): "Resûlüllah Efendimiz hazretleri, beni sahura dâvet edip:

O mübarek yemeğe tez gel, dedi," demiştir.

Nesâî'nin naklinde Enes bin Mâlik'den rivâyet edilmiştir ki: "Seher vaktinde Resûlüllah Efendimiz hazretleri:

— Yâ Enes! Ben oruçlu olmak istiyorum, bana yiyecek bir şey getir! dedi.

Ben de önüne hurma ve su getirdim. Bilâl'in ezan okumasından sonra idi. Ondan sonra Peygamber Efendimiz:

— Ya Enes! Bir kimse getir, benimle beraber yesin, dedi.

Ben de Zeyd bin Sâbit'i dâvet ettim. Zeyd geldi:

— Ben sevik içmek isterim, oruçlu olmak da isterim, dedi.

Resûlüllah Efendimiz hazretleri:

— Ben de oruçlu olmak istiyorum, dedi.

Bunun üzerine Zeyd ile sahur yediler. Sonra kalktı, iki rek'at namaz kıldı. Daha sonra sabah namazına çıktı," demiştir.

Malûm olsun ki, Hazret-i Bilâl (radıyallahü anh) ezanı çok erken okurdu. O zaman sahur yemek câizdir. Nitekim daha önce işaret olunmuştur.

10 . Fasıl

Peygamberimizin Yolculukta Orucu Ve İftarı

İmâm Müslim, Câbir'den rivâyet eder ki: "Resûlüllah Efendimiz hazretleri, Ramazan ayında Mekke'nin fethi için sefer etti. Kürâü'l-Gamîm denilen yere gelinceye kadar oruçlu idi. Halk da oruçlu idiler. Bir kadehle su istedi, getirdiler. Alıp kaldırdı, hattâ halk baktılar. Ondan sonra içti. Bundan sonra:

Yâ Resûlâllah! Bazı kimseler oruç tuttu, dediler.

Peygamber Efendimiz:

— Onlar âsilerdir, onlar âsilerdir! diye buyurdu."

Bir rivâyette şöyledir ki: "Halka oruç meşakkat verdi. Siz ne edeceksiniz, onu bekliyorlar," dediler, ikindiden sonra idi. Kadehle su isteyip aldı ve içti, demişlerdir.

Buharî ve Müslim'in rivâyetlerinde İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) dedi ki: "Fahr-i Kâinat hazretleri'yle Ramazan'da yolculuk ettim. Asafan'a gelinceye kadar oruçlu oldu. Sonra su isteyip gündüzün aldı, halka karşı durarak görmeleri için içti. Ondan sonra tâ Mekke'ye gelinceye kadar iftâr etti (oruç tutınadı)."

İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) hazretleri der ki: "Resûlüllah Efendimiz hazretleri yolculukta oruçlu olmuş ve iftar etmiştir. Yâni oruç tuttuğu da olurdu, tutınadığı da... "Dileyen oruç tutsun, dileyen iftar etsin," derdi."

İmâm-ı Âzam, İmâm-ı Mâlik ve Şafiî ile âlimlerin çoğunluğunun mezheplerinde şöyledir ki: Yolcu olan kimselerden oruçtan zarar görmeyecek olanın tutınası daha üstündür. Zira Hak teâlâ hazretleri: "Ve en tesûmû hayrun leküm — Oruç tutarsanız, sizin için daha hayırlıdır," (Bakara sûresi: 2/184) demiştir.

Resûlüllah Efendimiz hazretleri'nin: "Leyse mine'l-birri's-siyâmü fî's-seferi — Yolculukta oruç tutmak fazilet ve takvâdan değildir," buyurması meşakkat haline göredir. Eğer zarar görürse iftar etmesi daha üstündür. Zarardan murad, mizaç tahammül etmeyip meşakkat çekmektir.

Saîd bin Müseyyeb, Evzâî, Ahmed, İshak ve daha başkaları: "Mutlak olarak, iftar efdaldir; yâni meşakkat ve zarar şartı olsun olmasın yolculukta oruç tutınamak oruç tutmaktan daha üstündür," dediler. Bu kavli Şafiî'den de bazı ashâbı nakletmişlerdir.

Bazı zâhir ehlinden rivâyet edilmiştir ki: "Yolculukta Ramazan orucu sahih olmaz. Tutulduğu takdirde mün'akid (oruç olarak gerçekleşmiş) olmaz, kazâsı vacib olur." Onlar âyet ve hadîslerin zâhirlerine nazar etmişlerdir. Ama cumhûr âlimlerin ve fetva ehlinin sözü şunun üstünedir ki: "Caizdir ve mün'akiddir. Hadisler, oruçtan zarar gören kimselere göredir."