Üçüncü Kısım 9 - 6 Peygamberimizin Yolculukta Kıldığı Namaz1 . Fasıl Namazı Kısaltına ve Kısaltınanın Hükümleri1 . Peygamberimiz Ne Kadar Menzilde Namazı Kısaltırdı?Buharî ve Müslim'in rivâyetlerinde Enes bin Mâlik (radıyallahü anh): "Peygamber Efendimiz hazretleri'yle Medine'de öğle namazını dört rek'at kıldım. Fahr-i Âlem hazretleri, Mekke'ye gitmek niyetiyle yola çıktı. Zül-Huleyfe dedikleri yerde ikindi namazını iki rek'at kıldı," demiştir. Zâhir ehli, bu hadîsten, yolculuğun ırağında ve yakininda namazı kısaltınanın câiz olduğunu istidlal etmişlerdir. Zira Medine ile Zül-Huleyfe denilen yerin arası altı mildir. Bazıları yedi mil demişlerdir. Çoğunluğun mezhebinde iki konaklık yer olmadıkça namazı kısaltmak câiz değildir. İmâm-ı Âzam'ın mezhebinde deve ayağiyle üç günlük yol olmadıkça namazı kısaltmak câiz değildir. Bundan murad, devenin üç gün aralıksız hiç durmadan gitmesi değildir. Belki yolculuk ehlinin âdeti üzre arada yemek yemek, bir miktar istirahat etmek ve başka gerekli işler için durmak, oturmak ve yatmak hep hesaba dahildir. Zira bunlar olmaksızın yolculuk olması mümkün değildir. Geceler istirahat zamanından olduğundan bazı kitaplarda zikri terkolunmuştur. Enes bin Mâlik'in (radıyallahü anh) rivâyetinde zâhir ehlinin mezhebine asla delâlet yoktur. Zira Zül-Huleyfe Resûlüllah Efendimiz hazretleri'nin yolculuğunun nihayeti değildir ki, onu delil getirsinler. Belki yolculuğa çıktı, muradı Mekke'ye varınaktı. Zül-Huleyfe'ye vardığı zaman ikindi namazı yetişti, orada namazı kısalttı. Misafirin ise yolculuk niyetiyle çıkıp gittiği yerin evlerinden ayrıldığı gibi namazı kısaltınası câiz olur. Hadîsler ve Kur'anın zâhiri buna delâlette birbirine destek olmuşlardır. O halde onlar, niçin bunu delil tutarlar? İmâm Nevevî dedi ki: "Mil, altı bin zirâ yerdir. Zirâ ise yirmi dört parınaktır." Ama parınakları açık tutınayıp birbirinin yanına getirmek gerek. Atâ'dan rivâyet edilmiştir ki: "İbn-i Ömer ve İbn-i Abbâs (Allah onlardan razı olsun) dört bürîd (her bürîd on iki mildir) menzilde namazı kısaltıp dört rek'at olanları iki rek'at kılarlardı." demiştir. İmâm-ı Buhârî de böyle zikretmiştir. Bazıları İbn-i Huzeyme'nin Sahih'inden İbni Abbâs (radıyallahü anh)dan merfuan böyle rivâyet etmişlerdir. İmâm-ı Azam katında fersaha itibar yoktur. İmâm-ı Buhârî'nin naklinde Aişe (radıyallahü anh)den rivâyet edilmiştir ki: "Namaz önce ikişer rek'at farz olmuştu. Peygamber Efendimiz hicret ettiği vakit dört rek'at fan olundu," demiştir. Mânâsı, "Hâlâ dört kılınanlar o zaman dört oldu," demektir. Ama İmâm Müslim'in rivâyetinde İbn-i Abbâs (radıyallahü anh): "Namaz, hazarda dört rek'at ve seferde iki rek'at farz oldu," demiştir. İmâm Müslim, iki rivâyetin arasını birleştirmek hususunda çok uzun sözler etmiştir. Velhasıl dört rek'at kılınan namazlar, sabit ve mukarrer olduktan sonra: "Feleyse aleyküm cünâhun en taksurû mine'ssalâti— Yeryüzünde yolculuğa çıktığınız zaman namazı kısaltınanızda sizin için günah yoktur," (Nisâ sûresi: 4/101) âyet-i kerîmesi nâzil olduğu zaman seferde hafifletildi. 2 . İmâmetle Namazı Kısaltına:Buharî ve Müslim, Enes bin Mâlik (radıyallahü anh) hazretleri'nden rivâyet ederler ki: "Peygamber Efendimiz hazretleri'yle beraber Medine'den Mekke'ye yolculuğa çıktık. Tâ Medine'ye geri dönünceye kadar Resûlüllah Efendimiz namazı ikişer rek'at olarak kıldı," dedi. Enes bin Mâlik hazretleri'ne: — Hiç Mekke'de ikamet ettiniz mi? dediler. — Orada on gece ikamet ettik, dedi. İbn-i Abbâs hazretleri'nden de rivâyet edilmiştir ki: "On dokuz gece ikamet eyledi. Bu esnada hep namazı kısaltırdı," demiştir. Ondan sonra: — Bunun üzerine biz yolcu olduğumuz zaman kısaltırdık, eğer daha fazla kalırsak tamamlardık, dedi. Buharî böyle rivâyet etmiştir. Bunun mânâsı Ebû Dâvud'un naklinde gelen hadîsten anlaşılır ki: "Peygamber Efendimiz hazretleri Mekke'de on yedi gece ikamet etti. Hep namazı kısaltırdı. İbn-i Abbâs dedi ki: — Eğer daha çok dursaydı tam kılardı," demiştir. Yine Ebû Dâvud'un rivâyetinde İmrân bin Husayn (radıyallahü anh): "Mekke'nin fethinde Resûlüllah Efendimiz hazretleri'yle beraber gazâ etmiştim. Peygamber Efendimiz Mekke'de on sekiz gece ikamet etti. Sadece iki rek'at kılardı. Yâni dört rek'at olan farzları ikişer rek'atten fazla kılmazdı," demiştir. Yine ondan bir rivâyette, "On beş gün ikamet etti," diye gelmiştir. Velhasıl ikamet günlerinin sayısı hakkında değişik rivâyetler gelmiştir. On dokuz günle on yedi gün rivâyetlerini bağdaştırmak şöylece mümkündür ki, kimisi giriş ve çıkış günlerini beraber hesap edip kimisi de onları hesap dışında bıraktılar, dediler. On beş gün olması rivâyetini Nevevî zayıf görmüştür. Ama onda zaaf yoktur. Zira onu rivâyet edenler, sözüne güvenilir kimselerdir. Onu rivâyet eden sadece İbn-i İshak değildir. İmâm Nesâî de on beş gün olmak üzere rivâyet etmiştir. Sahih olduğu sabit olunca şuna hamletmek gerektir ki, rivâyet eden, rivâyetin aslını on yedi gün zanneder de giriş ve çıkış günlerini düşüp on beş gün der. İbn-i Abbâs'ın hadîsiyle Enes bin Mâlik'in hadîsleri arasında çelişki yoktur. Zira İbn-i Abbâs'ın hadîsi Mekke'nin fethindeydi. Enes'in hadîsi ise Vedâ Haccı'ndaydı, demişlerdir. Malûm olsun ki, İmâm-ı Âzamın mezhebinde misafir olan bir kimse bir şehirde veya bir köyde buçuk ay (on beş gün) ikamete niyet etse dört rek'at olan farzları yine tam olarak kılması gerektir. Ayın yarısından eksik ikamete niyet eylese namazları kısaltınası gerektir. Yarım ay ikameti Mekke ile Minâ'da eylese, yâni ikisinde yarım ay durmaya niyet eylese yine namazı kısaltınası gerektir. Bir kimse bir şehre girse ve ikamete niyet etmese bugün çıkıp yarın çıkmak azmi üzre olsa bu tereddütle nice yıllar kalsa yine namazını kısaltınası gerektir. Bir asker, dârü'l-harbe (harp ülkesine) girse orada yarım ay veya daha fazla ikamete niyet etse yine namazını kısaltınası gerektir. Zira dârü'l-harb ikamet yeri değildir. Ama dârü'l-harb'e emanla giren bir kimse, orada bir şehirde veya bir köyde ikamete niyet ederse câizdir. İkameti sahih olur. En iyisini Allah bilir. 2 . Fasıl Peygamberimizin Namazları Birleştirmesi1 . Peygamberimizin İki Namazı Birleştirmesi:Enes bin Mâlik'in (radıyallahü anh) hadîsinde şöyledir ki: "Peygamber Efendimiz hazretleri, güneş meyletmeden, yâni zevâle varınadan bir yerden göçse öğle namazını ikindi vaktine değin tehir ederdi. Ondan sonra inerdi, ikisini birden kılardı. Eğer daha göçmeden gün meyletmiş olsa öğleyi kılardı, ondan sonra binerdi," demiştir. Bir rivâyette şöyledir ki: "Yolculukta iki namazı birleştirmeyi dilediği zaman öğleyi ikindinin ilk vakti girinceye kadar tehir ederdi," demiştir. Bir rivâyette de şöyledir ki: "Peygamber Efendimiz, acele gidecek olduğu zaman öğleyi ikindinin ilk vaktine değin tehir eder, sonra onları birleştirerek kılardı. Akşam namazını da tehir ederdi. Hatta onu yatsı namazı ile beraber kılardı," demiştir. Buharî, Müslim ve Ebû Dâvud böyle rivâyet etmişlerdir. Buhârî'nin bir rivâyetinde: "Yolculukta akşamla yatsıyı birleştirirdi," diye gelmiştir. Bunlardan başka da rivâyetler gelmiştir. Fakat Hanefî âlimleri katında mezkûr rivâyetlerle amel yoktur. Onların mezhebinde yolculukta namazların arasını birleştirmek yoktur. Ancak Arafat'ta zevalden sonra öğleyle ikindiyi birleştirip Müzdelife'de yatsı vaktinde akşamla yatsıyı birleştirmek vardır. En iyisini Allah bilir. 2 . Peygamberimizin Müzdelife'de Namazları Birleştirmesi:Buharî'nin rivâyetinde İbn-i Ömer (radıyallahü anh): "Peygamber Efendimiz, Müzdelife'de akşam ve yatsı namazlarını birleştirerek kıldı," demiştir. Müslim, Mâlik ve Ebû Dâvud da böyle rivâyet etmişlerdir. Buhârî'nin bir rivâyetinde de şöyledir: "Her birini ayrı bir kametle kıldı ve arasında nafile namaz kılmadı," demiştir. Müslim'in rivâyetinde: "Akşamla yatsıyı birleştirdi, akşamı üç rek'at ve yatsıyı iki rek'at olarak kıldı," demiştir. İmâm-ı Buhârî'nin naklinde Ebû Eyyûb Ensarî (radıyallahü anh): "Peygamber Efendimiz, vedâ haccında Müzdelife'de akşamla yatsıyı birleştirdi," demiştir. İmâm Nesâî'nin naklinde İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) hazretleri: "Peygamber Efendimiz, akşamla yatsıyı bir kametle kıldı," diye buyurmuştur. Ca'fer bin Muhammed, babasından rivâyet edip: "Peygamber Efendimiz hazretleri, öğleyle ikindiyi bir ezan ve iki kametle kıldı. Onlar arasında nâfile namaz kalmadı," demiştir. İmâm-ı Azam hazretleri'nin kavli bu rivâyete uygundur: "Öğle ile ikindinin bir ezan ve iki kametle kılininası, ikisinin arasında öğlenin sünnetinden başka nafile kılininaması gerek," diye buyurmuştur. 3 . Fasıl Peygamberimizin Yolculukta Nâfile Kılmasıİmâm-ı Tirmizî'nin rivâyetinde İbn-i Ömer (radıyallahü anh): "Peygamber Efendimiz hazretleriyle, Ebû Bekir, Ömer ve Osman'la yolculuklar ettim. Öğle ve ikindiyi ikişer rek'at kılarlardı. Bunların her birinden önce ve sonra namaz kılininazdı. Eğer kılınmış olsaydı ben o iki rek'at kılınan farzları dörde tamamlardım," demiştir. Bir rivâyette: "Peygamber Efendimiz'e yoldaş oldum. Ben, O'nun, yolculukta farzlardan önce ve sonra revâtib sünnetlerini kıldığını görmedim," demiştir. Bu mânâ, başka bir rivâyette: "Yolculukta iki rek'atin üzerine bir şey eklemezdi," buyurmasından da anlaşılmıştır. İbn-i Dakîku'l-îyd dedi ki: "Bu sözden muradın, farzın rek'atlerini ziyade etmezdi demek olması ve tam kılmayı nefyetmekten kinaye olması, yâni bundan maksadın namazı kısaltarak kılmaya devam ettiklerini bildirmek olması muhtemeldir. Fazla olarak nâfile kılmazlardı demek olması da muhtemeldir. Bundan daha umumî ve şumüllü bir mânâ olması da mümkündür." Müslim'in rivâyetinde bazı seleften rivâyet edilmiştir ki: "Mekke yolunda İbn-i Ömer hazretleri'ne yoldaş oldum. Bize öğle namazını iki rek'at kıldırdı. Ondan sonra menziline oturdu. Biz de beraber oturduk. Namaz kılınan yere nazar etti. Halkın ayak üzeri durduklarını gördü: — Bunlar ne ediyorlar? diye sordu. — Sünnet kılıyorlar, diye cevap verdiler. — Eğer ben sünnet kılacak olsam farzı tam olarak kılardım, dedi." Bu ifadenin zahirinden anlaşılan şudur ki: "Eğer ben yolculukta sünnet kılsaydım, farzı tamam kılardım," demektir. Zira Tirmizî katında: "Eğer farz namazdan önce veya ondan sonra namaz kılsaydım farzı tam kılardım," diye vâki olmuştur. Bunların sonucu: "Eğer yolculukta namazı çoğaltmak câiz olsaydı farzı tam kılmak gerekti. Zira o, hepsinden evlâdır," demektir. İmâm Nevevî der ki: "Bazıları, İbn-i Ömer hazretleri'nin bu kavli hususunda cevap verip: 'Fariza, kuvvetli vâciptir. Eğer tam olarak kılmak meşru olsaydı tamamlanınası kuvvetli vâcip olurdu. Ama nâfile, namaz kılanın ihtiyârına bırakılmıştır. Yumuşaklık yolu şudur ki, kısaltına meşru olana hasredilmeli, ondan başkasında namaz kılan muhayyer bırakılmalıdır,' dediler." Ama bu söze itiraz edip: "Mezkûr ibareden İbn-i Ömer hazretleri'nin muradı şudur ki: 'Eğer ben farzı tamamlamakla revâtip sünnetlerini kılmak arasında muhayyer olsaydım, bana fanı tamamlamak öbüründen daha iyi ve daha sevgili gelirdi,' demektir. Fakat namazı kısaltmaktan hafifletilmesini anladı. Onun için revâtib sünnetlerini kılmazdı, farzı da itınam etmezdi," dediler. Şafiî âlimleri bu hususta daha başka bazı rivâyetler irad edip mezheplerine ilişkin bazı sözler söylemişlerdir. Asıl maksat, Hanefî âlimlerinin kavillerini bilmektir. O halde malûm olsun ki, yolculukta sünnet kılmak bunlar arasında ihtilâflıdır. Bazıları "Ruhsat verme bakımından terki daha üstündür," dediler. Bazıları, "Yakınlık hâsıl etme bakımından kılininası daha üstündür," dediler. Hindivânî: "Bir menzile inmiş olma halinde kılinınası daha üstündür. Seyir halinde ise terki daha üstündür," dedi. Bazıları: "Hassaten sabah ve akşam sünnetleri kılınıp diğerlerinin terkolunınası gerektir," dediler. Muhit'te böyle zikrolunmuştur. 4 . Fasıl Peygamberimizin Yolculukta Binek Üstünde Nâfile Kılmasıİbn-i Ömer (radıyallahü anh): "Peygamber Efendimiz hazretleri, devesi hangi tarafa dönerse dönsün onun üstünde nafilesini kılardı," demiştir. Bir rivâyette, "Mekke'den Medine'ye yönelip giderken Medine yönüne doğru kılardı. "Feeynemâ tüvellû fesemme vechullahi — Yüzünüzü nereye dönerseniz dönün, Allah'ın yüzü oradadır," (Bakara sûresi: 2/115) âyeti orada nâzil oldu," demiştir. Bir rivâyette de: "Resûlüllah Efendimiz hazretleri'ni, Hayber'e yüzünü dönınüş giderken gördüm. Merkep üzerinde nâfile kılıyordu," demiştir. Bir rivâyette, "Vitir kılıyordu," diye vâki olmuştur. İmâm Müslim böyle rivâyet etmiştir. Velhasıl büyük memleketlerin fukahası bu hadîslerden, davar üzerinde nafile kılınanın câiz olduğuna dair delil çıkarmışlardır. Davar her ne yöne dönerse dönsün... Ancak İmâm-ı Ahmed ve Ebû Sevr: "Müstehap olan şudur ki, namaza başladığı zaman kıbleye yönelip tekbir etmeli, ondan sonra hayvan hangi tarafa giderse gitsin kılarak gitmeli," dediler. Bu görüş hakkında delilleri şudur ki, Ebû Dâvud'un rivâyetinde Enes bin Mâlik (radıyallahü anh): "Peygamber Efendimiz hazretleri, yolculukta nâfile kılmak dilediği zaman devesiyle kıbleye yönelirdi, sonra bineği ne yana dönerse dönsün namaza devam ederdi," demiştir. Âlimlerin cumhurunun mezhepleri şudur ki, davar üzerinde nafile kılmak câizdir. Yolculuk gerek uzun gerekse kısa olsun... Ancak İmâm Mâlik: "Câiz olması için yolculuğun uzun olması gerektir. Zira mezkûr hadîsler, Peygamber Efendimiz hazretleri'nin yolculuklarında varid olmuştur. Kısa yolculuğa gidip böyle kıldığı naklolunınadı," demiştir. Cumhurun hücceti mutlak (uzun-kısa kaydı olmayan) haberlerdir ki, bu mânâda gelmişlerdir. Zikrolunan haberlerde uzun ve kısa kayıtları yoktur. Sadece Fahr-i Âlem hazretleri böyle eyledi demişlerdir. İmâm-ı Azam'ın mezhebinde yolcuya namazı kısaltınanın meşru olduğu her yerde binek üzerinde nâfile kılmak câizdir. Kıbleye yönelmek şart değildir. Namaz da imâ yoliyle kılınır. Meselâ yolcu, atma binip giderken nâfile namaza niyet edip tekbir eder. Ondan sonra lâzım olanları kıraet eder, rükûa varır. Secdeye varınası, rükûa varınasından daha fazlaca eğilmek suretiyle olur. Tamamladığı zaman selâm verir. Revâtib sünnetleri, yâni müekked olanlar da nâfilelerdendir. Onların da böyle kılinınası câizdir. Ebû Hanîfe hazretleri'nden bir rivâyet vardır ki, "Sabah sünnetini inip kılmalı. Zira onun müekkedliği diğerlerinden daha fazladır," demiştir. Ama vitir kılınacak olsa inmek gerektir. İmâmeyn: "Onda da inmek lâzım değildir," demişlerdir. Velhasıl yolculukta bir kişinin asla özrü yokken imâ ile davar üstünde nâfile kılması, bizim İmâmlarımız katında ve sair âlimlerin mezheplerinde câizdir. Özrü olduğu takdirde farzları da davar üzerinde mezkûr üslûp üzre kılmak câizdir. Kadihân der ki: "Özürle davar üzerinde kılan kimse, eğer davarı durdurmaya kâdir değilse câizdir. Bu takdirde davarın yürümekte olması zarar etmez. Kılmak gerektir. Eğer durdurmaya kâdirse giderken kılmak câiz değildir." Kınye'de zikredilmiştir ki: "Bir kimse davarın üstüne binse ve davarın sahibi onu seyrettirse, yâni davarı sahibi kullansa, her yana süren o olsa, üstündeki tasarruf etmese, o kimsenin davarın üstünde farz kılması câiz değildir, nâfile kılması da câiz değildir." Farz kılan kimse için özür şunlardır: İndiği takdirde kendi nefsine yahut davarına yırtıcı canavardan veya haramiden zarar gelir diye korksa yahut her yer çamur olsa, namaz kılacak kuru yer bulamasa yahut ihtiyar veya zayıf halli bir kimse olsa yahut davarı serkeş olup indiği takdirde yalnız binmeğe kâdir olmasa... bu zikrolunanlardan birisi ârız olsa, davar üstünde farz kılmak da câizdir. Hanefî kitaplarında böyle yazılıdır. En iyisini Allah bilir. Tirmizî'nin naklinde şu da gelmiştir ki, Ya'lâ bin Mürre, babasından ve dedesinden rivâyet edip dedi: "Sahâbe-i kirâm, bir kere Fahr-i Kâinat hazretleri'yle gidiyorlardı. Dar bir yere geldiler, namaz vakti yetişti. O sırada yağmur yağdı ve yer ıslanıp kuru yer kalmadı. Hemen Fahr-i Kâinat hazretleri, davar üzerinde iken ezan okudu, ashâbiyle namaz kıldı. Namazı imâ ederek kıldı. Sücûdunda rükûundan artık eğilirdi, demişlerdir." |