Geri

   

 

 

İleri

 

2 . BAB

9 - 5   Peygamberimizin Sebeplere İlişkin Nâfileleri

1  . Fasıl

Küsûf (Güneş Tutulması) Namazı

Küsûf, lügatte rengin değişip siyahlığa dönınesidir. "Güneş küsûfa uğradı" derler. Mânâsı, "Güneşin ziyâsı gitti, rengi karardı, güneş tutuldu," demektir.

İmâm Ebû Dâvud ve Nesâî'nin rivâyetlerinde Kabîza bin Muhârrik (radıyallahü anh) buyurmuştur ki: "Fahr-i Kâinat Efendimiz hazretleri zamanında güneş tutuldu. Bunun üzerine Resûlüllah Efendimiz acele ile korkarak dışarı çıktı, iki rek'at namaz kıldı. İkisinde de kıyamı uzattı. Ondan sonra güneş yine nurlanmış olduğu halde dönüp gitti. Ve buyurdu ki:

— Bu alâmetler, sadece Hak teâlâ hazretleri'nin bunlarla kullarını korkutınasinin alâmetleridir. Ne zaman bunları görürseniz namaz kılın."

Hanefî âlimleri katında küsûf namazinin tarzı şudur: Cuma İmâmı yahut sultan tarafından küsûf namazı kılmağa memur edilen kimse, gün tutulduğu zaman halka İmâmet edip nâfile suretinde iki rek'at namaz kılıverir. Yâni ezan okunınaz, kamet olunınaz, kıraette cehr etmezler ve hutbe okumazlar, her rek'atte bir kere rükû ederler. Şâfiî, "Her rek'atte iki kere rükû edilmeli," demiştir. Ayrıca İmâm olan kimsenin rek'atlerin ikisinde de kıraeti uzatması ve namazı kıldıktan sonra tâ güneş açılıncaya kadar dua etmesi gerekir. Eğer İmâm yahut sultanın memuru hazır olmazsa her kişi kendi başına kılar. Nitekim ay tutulduğunda, kuvvetli yel estiğinde, korkulu zulmet olduğunda ve düşmandan çok fazla korkulduğunda her kişinin kendi başına kılması gerektir.

Asıl itimat ve itikad, zikrolunan kavilleredir. Buna muhalefet eden âlimler, cehrin ve rükûun tekerrürünün cevâzında, hutbede ve başka hususlarda değişik rivâyetlerle sözü uzatmışlardır. Mezhebe aykırı olduğu için bunların zikrinden vazgeçilmesi daha uygun görüldü.

2 . Fasıl

Istiska (Yağmur Dileme) Namazı

Istiska'nın mânâsı, ihtiyaç zamanında Hak teâlâ hazretleri'nden su istemektir.

İmâm Ebû Hanîfe'nin kavlinde istiska'da cemaatle kılininası sünnet olan namaz yoktur. Eğer her kişi kendi başına kılarsa câizdir.

Istiska, sadece dua ile istiğfardır. Zira Hak teâlâ hazretleri: "Isteğfirû rabbeküm innehu kâne ğaffâren yürsile's-semâe aleyküm midrâren — O çok bağışlayıcı Rabbinizden mağfiret isteyin ki, üzerinize gökten bol yağmur göndersin," (Nûh sûresi: 71/10-ı1) buyurmuştur.

Âyet-i kerîmede Hak teâlâ hazretleri, istiğfarı (günahlarını bilip onlardan pişmanlık duyarak bağışlanınasını istemeyi), yağmurun gönderilmesine sebep kılmıştır. Mezkûr namaz değildir. Ayrıca Fahr-i Âlem hazretleri, istiska etmiştir. Yâni yağmur duasında bulunınuştur. Ondan namaz rivâyet edilmiş değildir. İmâm-ı Âzam hazretleri'nin kavli budur.

İmâmeyn'in kavillerinde İmâmla iki rek'at namaz kılmak meşrudur. Zira İbn-i Abbâs'ın (radıyallahü anh) rivâyetinde, "Resûlüllah Efendimiz hazretleri, istiska'da (yağmur duasında) bayram namazı gibi iki rek'at namaz kılmıştır," dediler. İmâm-ı Âzam hazretleri, cevap verip:

— Bir kere öyle eyledi. Sonra terkedip bir daha etmedi. Bu takdirde sünnet olmaz, dediler.

Hanefî kitaplarında yazılı olan budur. Sair âlimler (Allah onlara rahmet etsin) İmâmeyn'in kavilleri üzerinde ittifak edip bazı hadîs-i şeriflere tutunınuşlardır. Ve buyurmuşlardır ki, istiska üç nevi üzredir:

Birinci Nevi: iki rek'at namazla, hutbeyle ve daha önce oruç tutınaya, sadaka vermeye, tevbe etmeye ve hayrata yönelip şer ve fesattan yüz çevirmekle olur.

İbn-i Abbâs'dan rivâyet edilmiştir ki: "Resûlüllah Efendimiz hazretleri, huşû, huzû ve tazarru ile istiska namazına çıktı. Musallaya gelip minbere çıktı. Sizin bu hutbeniz gibi hutbe okumadı. Fakat aralıksız dua, tazarru ve tekbir ederdi. Ondan sonra iki rek'at namaz kıldı. Nitekim bayramda kılardı," diye buyurdu.

Tirmizî ve başkaları böyle nakletmişlerdir. Abdullah bin Zeyde'l-Mâzenî'nin rivâyetinde şöyledir ki: "Resûlüllah Efendimiz hazretleri istiska için musallaya çıktı. Ashâbla iki rek'at namaz kıldı. Kıraette cehr etti. Kıbleye dönerek dua etti. İki mübarek elini duaya kaldırdı. Kıbleye yöneldiği zaman ridasını kalb etti," dedi. Ridayı kalb etmenin tarzı şudur: Eğer dört köşe ise yukarısını aşağı ve aşağısını yukarı getirmek gerek. Eğer müdevverse, yâni cübbe ise, sağ yanını sol tarafa ve sol yanını sağ tarafa getirmek gerek.

İmâm Ebû Dâvud ve İbn-i Hibbân'ın nakillerinde Hazret-i Âişe'den (radıyallahü anh) rivâyet edilmiştir ki: "Halk, Resûlüllah Efendimiz hazretleri'ne gelip:

— Ya Resûlâllah, yağmur yağmaz oldu! diye şikâyet ettiler.

Bunun üzerine Fahr-i Kâinat hazretleri emretti, musallaya bir minber koydular. Peygamber Efendimiz:

Filân gün çıkınız, diye bir gün tayin etti.

O gün olduğu gibi güneş doğarken kendi musallaya çıktı, minberin üstüne oturdu. Sonra tekbir edip Hak teâlâ hazretleri'ne hamd etti. Ondan sonra halka hitap edip:

Siz, diyarınızın kıtlığından ve zamanında yağmur yağmayıp geciktiğinden şikâyet ettiniz. Hak teâlâ hazretleri size emretti ki: Dua ediniz. Ve vaad buyurdu ki: Sizin duanızı kabul edecek, dedi.

Ondan sonra başladı şu duayı etmeye:

"Elhamdü lillâhi rabbi'l-âlemîne'r-rahmani'r-rahîmi mâliki yevmi'd-dîni ellezî lâ ilâhe illâ hüve yef'alü mâ yürîdü. Allahümme ente Allahü lâ ilâhe illâ ente'lganiyyü ve nahnü'l-fukarâu enzil aleynâ'l-ğayse vec'al mâ enzelte ileynâ kuten ve belâğen ilâ hini."

Türkçesi:

"Övgü ve sevgi, âlemlerin Rabbi, Rahmân ve Rahim, din gününün sahibi olan Allah'a mahsustur. O'ndan başka dilediğini işleyen ilâh yoktur. Allah'ım, sen kendisinden başka ilâh bulunınayan Allah'sın. Sen zenginsin, bizlerse fakirleriz. Allah'ım, üstümüze bol yağmurlar indir ve bize indirdiğinden sırasında yetecek kadar yiyecek ve rızık halket."

Ondan sonra mübarek ellerini yukarı kaldırdı, hatta koltuklarının beyazı göründü. Sonra halka arkasını çevirdi ve mübarek ridasını kalb etti. Mübarek elleri henüz yukarıda idi. Oııdan sonra halka yüzünü döndü. Minberden inip iki rek'at namaz kıldı. Hemen Hak teâlâ hazretleri bir bulut peyda eyledi. Gök gürültüsü ve şimşek parıldayıp Allah'ın izniyle yağmur yağdı. Fahr-i Kâinat hazretleri, musalladan mescidine gelmeden seller akmağa başladı. Fahr-i Kâinat hazretleri, halkın örtü altına yetişmek için koşuştuklarını gördü de öyle güldü ki, nevâcizi (azı dişlerinin sonundaki dişleri) göründü. Ondan sonra:

"Eşhedü ennallâhe alâ külli şey'in kadîrün ve ennî abdühu ve resûlühu — Şehadet ederim ki, Allah her şeye kâdirdir ve ben elbette O'nun kulu ve Peygamberiyim," dedi.

Nevâciz, nihayette biten dişlerdir ki, bülûğdan sonra biter. Yâni yirmi yaş dişleri diye tabir edilen dişlerdir.

Bazı âlimler: "Istiska namazinin vakti hususunda ihtilâf vardır," dediler. Üstün tutulan görüş şudur ki, belli bir vakti yoktur. Çoklukla bayram namazinin hükümlerine benzer, demişlerdir. İbn-i Kudâme, kerâhet vaktinde kılmmaması hususunda icmâ nakletmiştir.

O Hazret'in istiska namazına çıkması, Hicret'in altıncı yılı Ramazanında vâki olmuştu. İbn-i Hibbân'dan böyle nakledilmiştir.

İmâm Vâkıdî, Fahr-i Âlem hazretleri'nin mübarek ridasinin ve mübarek izârmın boy ve eninin miktarı hakkında buyurmuştur ki: "Ridasinin boyu altı zirâ ve eni üç zirâ idi. izârmın boyu dört zirâ iki karış, eni iki zirâ bir karıştı. Bunları cuma günlerinde ve bayramlarda giyerdi."

İkinci Nevi: Cuma Hutbesinde Yağmur Duası Etmesi.

İmâm-ı Müslim'in rivâyetinde Enes bin Mâlik (radıyallahü anh)den rivâyet edilmiştir ki: "Bir cuma günü Fahr-i Âlem hazretleri minber üzerinde hutbede iken bir şahıs gelip kuraklıktan şikâyet etti:

— Ya Resûlâllah! Dua eyle, Hak teâlâ hazretleri inâyet edip yağmur versin, dedi.

Fahr-i Âlem hazretleri, mübarek ellerini kaldırıp:

— "Allahümme ağsinâ, Allahümme ağsinâ — Allahım, bize yağmur ver; Allahım, bize yağmur ver!" buyurdu.

Vallahi, gökyüzünde asla bulut yokken bir parça bulut peyda olup göğün ortasına geldi. Ondan sonra yayıldı, yağmur başladı. Tam bir hafta yağdı. Ertesi cuma yine bir kimse gelip Fahr-i Âlem hazretleri hutbede iken:

— Ya Resûlallah! Dua eyle, Hak teâlâ hazretleri bu yağmuru dindirsin. Davarlarımız helâk oldu, dedi.

Yine Fahr-i Âlem hazretleri:

— Ya Rab! Etrafımıza yağdır, üzerimize yağdırma. Dağlara, tepelere, derelerin içine ve ağaçların bittiği yerlere yağdır, diye dua etti. Hemen yağmur dindi. Dışarı çıkıp güneşte gezdik."

Zikredilen kıssa Peygamber Efendimizin Mu'cizeleri'nde ayrıntılariyle geçmiştir. Yağmur isteme hususunda Fahr-i Âlem hazretleri'nin âcilen duası makbul ve müstecap olup Hak teâlâ hazretleri'nin yeterli yağmurlar ihsan etmesi nice defa olmuştur. Bu cümleden biri de Tebük gazâsından döndüğü zaman Benî Fezâre kavminden birkaç kişi Fahr-i Âlem hazretleri'ne gelip müslüman olduklarında memleketlerinin hallerinden sual edip onlar da kıtlıktan ve kuraklıktan şikâyet ettiklerinde dua edip Hak teâlâ hazretleri bol yağmurlar ihsan etmişti.

Bu kıssanın bir miktarı, Peygamber Efendimiz'e gelen peygamber heyetlerinin hallerinin zikredildiği yerde geçmiştir. Fahr-i Kâinat hazretleri mübarek elini kaldırıp onlar için dua ettiği zaman ashabtan Ebû Lübâbe bin Münzir adlı bir kimse, ayak üzeri kalkıp üç kere:

Ya Resûlâllah! Hurmalarımız sergidedir. Ne olur, yağmur isteme. Bize zarar verir, dedi.

Fahr-i Âlem hazretleri:

Ya Rab! Sen bize yağmur ver. Öyle olsun ki, hatta Ebû Lübâbe çıplak olarak izâriyle sergisinin deliğini tıkasın, diye dua etti.

O hurma serdikleri serginin bir yanında su akacak bir yeri vardır. Yağmur yağdığı zaman eğlenmeyip oradan akar gider. Ama yağmur çok yağınca oradan hurmayı da beraber alıp götürür. Fahr-i Kâinat hazretleri'nin buyurduğu bu mânâyı ifade eder.

Rivâyet eden yemin ederek dedi ki: Gökyüzünde azdan çoktan bulut yokken gözümüzün önünde Sel' dağinin ardından kalkan gibi bir bulut parçası çıktı, gökyüzünün ortasına varınca yayıldı. Halk durup nazar ederlerdi. Vallahi bir hafta güneş yüzünü kimse görmedi, aralıksız yağdı. Ebû Lübâbe, izâriyle sergisinin deliğini tıkamağa başladı. Yağmur isteyen o kimse:

Ya Resûlâllah! Mallarımız helâk oldu, yollar kesildi, dedi.

Bunun üzerine Fahr-i Kâinat hazretleri, minbere çıktı, mübarek ellerini yükseğe kaldırıp:

Ya Rab! Etrafımıza yağdır, üzerimize yağdırma. Dağlara, tepelere, derelerin içine ve ağaçların bittiği yerlere yağdır, diye dua etti.

Bunun benzeri bir rivâyet de Enes bin Mâlik (radıyallahü anh)den gelmiştir. Yine hadîs âlimlerinden Buhârî ve başkaları rivâyet etmişlerdir ki: "Resûlüllah Efendimiz hazretleri, Kureyş tâifesine beddua edip Hak teâlâ hazretleri üzerlerine kıtlık ve kuraklık musallat etmişti. Hatta leş ve kemik yemişlerdi. Sonunda gelip yalvardılar, yine dua etti. Hak teâlâ hazretleri yağmurlar verdi. Öyle oldu ki, çokluğundan şikâyet ettiler. Yine dua etti, Hak teâlâ hazretleri savuşturdu. Bu yağmur istemelerde Resûlüllah Efendimiz namaz kılmayıp sadece dua etmiştir.

Bir kere de Medine'de Mescid-i Şerif yakininda Ahcâr-ı Zeyt diye bilinen yerde yağmur duası etmiştir. Ebû'l-Lâhm dedikleri kimsenin mevlâsı olan Umeyr adlı sahâbîden Ebû Dâvud ve Tirmizî rivâyet etmişlerdir ki: "Peygamber Efendimiz hazretleri'ni gördüm, ellerini kaldırıp mübarek yüzüne karşı tutmuştu. Başından yukarı tecâvüz ettirmemişti. Öylece yağmur duası ederdi," demiştir.

Bir de bazı gazvelerinde yağmur duası etmiştir. Rivâyet olunur ki, bir kere müşrikler bir yerde önden gidip suyu almışlardı. Müslümanlar susuz kalıp Peygamber Efendimiz hazretleri'ne şikâyet ettiler. Münâfıklar:

— Eğer bu peygamber olsaydı Hazret-i Mûsâ'nın kendi kavmine yağmur duası ettiği gibi bu da ümmetine yağmur duası ederdi, dediler.

Bu haber âlemlerin hocası Efendimiz hazretleri'ne ulaşınca:

— Böyle mi dediler? O halde Hak teâlâ hazretleri yakında size su ihsan eder, dedi.

Ondan sonra mübarek ellerini açıp dua buyurdu ve daha ellerini yüzüne sürmeden bulutlar peyda olup yağmurlar yağdı, derelerden seller aktı. Halk diledikleri kadar içti ve suya kandılar.

Sâlim bin Abdullah babasından merfuan rivâyet etmiştir ki, Resûlüllah Efendimiz hazretleri, yağmur duası ettiği zaman şöyle dua ederdi:

"Allahümme'skınâ'l-ğayse ve lâ tec'alnâ mine'l-kamtine. Allahümme inne bi'l-ibâdi ve'l-bilâdi ve'l-behâyimi ve'l-halki mine'l-le'vâi ve'l-cehdi ve'd-danki mâ lâ neşkûhu illâ ileyke. Allahümme enbit lenâ'z-zer'a ve'dri lenâ'd-dar'a ve'skmâ min berekâti's-semâi ve enbit lenâ min berekâti'l-arzi. Allahümme'rfa' annâ'l-cehde ve'l-cûe ve'l-urâ ve'kşif annâ mine'l-belâi mâ lâ yekşifuhu gayrüke. Allahümme innâ nestağfirüke inneke künte ğaffâren feersili's-semâe aleynâ midrâren."

Türkçesi:

"Allahım, bizi yağmurla suvar ve bizi umudunu kesmişlerden eyleme. Allahım, kullarda, beldelerde, hayvanlarda ve diğer yaratıklarda öyle bir güçlük, öyle bir geçim darlığı ve öyle bir meşakkat var ki, senden başkasına şikâyet edemeyiz. Allahım, bizim için ekinleri bitir, bizim için memeleri sütle doldur, bizi göklerin bereketlerinden suvar ve bize yeryüzünün bereketlerinden bitkiler bitir. Allahım, bizden geçim darlığını, sıkıntı ve güçlüğü, açlığı, çıplaklığı kaldır, senden başkasına açmadığımız belâları üstümüzden sav. Allahım, biz, senin bağışlamanı dileriz. Elbette sen çok bağışlayıcısın. O halde bize gökten yağmur gönder."

İmâm-ı Şafiî böylece rivâyet etmiştir.

* * *

Ebû Cevzâ'dan rivâyet edilmiştir ki, bir zaman Medine halkına ziyade kuraklık yetişti. Toplanıp Âişe (radıyallahü anh)ye geldiler, kuraklıktan şikâyet ettiler. Hazret-i Âişe:

— Gidin, Fahr-i Âlem hazretleri'nin şerefli kabrinden göğe karşı bir delik açın. Onunla gök arasında dam hâil olmasın, diye buyurdu.

Gittiler, öyle ettiler. Hak teâlâ hazretleri yağmurlar verdi. Yerden otlar bitti, develer öyle semirdi ki, hatta kimisi çatladı. Arap tâifesi o yıla "Amu'l-Fatk — Ucuzluk ve bolluk yılı" diye isim verdiler. Bu kıssa, meşhur ve çok iyi bilinen bir kıssadır.

İbn-i Ebî Şeybe'nin rivâyetinde sahih isnatla gelmiştir ki, Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) zamanında bir kuraklık olmuştu. Bir kişi, Resûlüllah Efendimiz hazretleri'nin şerefli kabrine gelip:

— Ya Resûlâllah! Ümmetin için istiska eyle (yağmur iste), dedi. O gece mezkûr kişinin rüyasında:

— Hazret-i Ömer'e git, buyurdular.

Abdürrezzak'ın rivâyetinde gelmiştir ki, Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) musallaya yağmur duasına çıktı. Hazret-i Abbâs'a:

Kalk, sen istiska (yağmur taleb) eyle, dedi.

Zübeyr bin Bekkâr'dan rivâyet edilmiştir ki, Hazret-i Ömer, Hazret-i Abbâs'a istiska ettirdiği zaman Hazret-i Abbâs şöyle demişti:

"Allahümme innî lem yünzel belâün illâ bi-zenbin ve lem yükşef illâ bi-tevbetin ve kad teveccehe bi-yel-kavmü ileyke. Li-mekâni min nebiyyike ve hâzihi eydinâ ileyke bi'z-zünûbi ve nevâsinâ ileyke bi't-tevbeti feskma'l-ğayse."

Türkçesi:

"Allahım, ben çok iyi biliyorum ki, belâlar ancak günahlar yüzünden iner ve yine ancak tevbe ile kaldırılırlar. Peygamberine olan yakınlığımdan dolayı müslümanlar benimle sana yöneldiler. Günahlarımızı itiraf ederek işte ellerimizi sana açıyoruz. Alınlarımızı tevbe ile senin huzuruna koyuyoruz. Bizi yağmurla sula."

Hemen yağmurlar boşanıp Allah'ın fazliyle bolluk hasıl oldu. Halk muradlarınca geçimlerini sağladılar.

Yine bir rivâyette gelmiştir ki, bir zaman kuraklık oldu. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) halka:

— Gerçekten Resûlüllah Efendimiz hazretleri, Abbâs hazretleri'ne bir oğlun babasına hürmet ettiği gibi hürmet ederdi. O halde siz de Peygamberimizin amcası Abbâs hakkında Resûlüllah Efendimiz hazretleri'ne iktida edin. Abbâs'ı Hak teâlâ hazretleri'ne vesile ittihaz edin, diye buyurdu.

Hâsılı Abbâs (radıyallahü anh) dua etti, Hak teâlâ hazretleri yağmur ihsan etti, demişlerdir.