İkinci Kısım 9 - 4 Peygamberimizden Rivâyet Edilen Nâfileler ve Onların HükümleriBu Kısım'da iki Bab vardır. 1 . BAB Vakitlere Yakın Olan NâfilelerBurada da iki Fasıl vardır. 1. Fasıl Beş Vakit Namazın ve Cumanın SünnetleriBurada da birkaç başlık vardır: 1 . Müşterek Rivâyetleri Kaplayan Hadîsler: İmâm-ı Buhârî'nin rivâyetinde Nâfi'den, İbn-i Ömer'den gelmiştir ki: "Gerçekten Peygamber Efendimiz hazretleri, öğleden önce iki rek'at, öğleden sonra iki rek'at, akşam namazından sonra evinde iki rek'at kılardı. Yatsıdan sonra da iki rek'at kılardı. Cuma namazından sonra tâ namazdan çıkıncaya kadar bir şey kılmazdı, gelip evinde iki rek'at kılardı," demiştir. Müminlerin Anası Hafsa'dan da rivâyet etmiştir ki: "Müezzin sabah ezanını okuduktan sonra sustuğu zaman ve kendine sabah zâhir olduğu sırada, sabah namazını kılmadan önce, iki rek'at hafif namaz kılardı," denmiştir. Müslim'in naklinde Hazret-i Âişe'den rivâyet edilmiştir ki: "Peygamber Efendimiz, öğle namazından önce evinde dört rek'at kılardı. Ondan sonra mescide çıkıp halkla öğlenin farzını kılardı. Ondan sonra yine evine girip iki rek'at kılardı. Fecir doğduğu zaman da iki rek'at kılardı," demiştir. Bu takdirde revâtib (farzlara ilişkin) sünnetleri on iki rek'at olur. Yine ondan rivâyet edilmiştir ki: "Fahr-i Kâinat hazretleri, dört rek'ati öğleden evvel ve iki rek'ati sabahtan evvel daima kılardı, terketmezdi," demiştir. Bir rivâyette: "Sabahtan önce iki rek'at ve ikindiden önce iki rek'at kılmaya her zaman devam ederdi; gizlide ve alenîde, seferde ve hazerde onları terketmezdi," diye gelmiştir. 2. Sabahın Sünneti: Buharî, Müslim, Ebû Dâvud ve Tirmizî'nin rivâyetlerinde Hazret-i Âişe (radıyallahü anh): "Peygamber Efendimiz'in sabah sünnetine müdavemeti diğer nafilelerden daha kuvvetliydi. Buna gösterdiği dikkat ve ihtİmâmı onların hiç birine göstermezdi," buyurmuştur. Müslim'in rivâyetinde: "O iki rek'at sabah sünneti bana dünyanın tamamından daha sevgilidir," diye gelmiştir. Şeyhayn'ın ve başkalarının naklinde, "Sabahın sünnetini fecir ağardıktan sonra kılardı. Aynı zamanda namazı uzatmayıp hafiflik üzre kılardı," diye gelmiştir. Hafif olarak kılmasinin hikmeti hususunda bazıları, "Sabah namazına ilk vaktinde yetişmeğe evdiğinden dolayı böyle ederdi," dediler. Kurtubî buna hükmetmiştir. Bazıları dediler ki: "Gündüz namazına hafif iki rek'atle başlardı. Nitekim gece namazına da öyle ederdi. Sebebi, farzlara ve fazilet bakımından farzlara benzer olana, neş'e ve rağbetle başlamak, tam istek ve istidatla girmekti." Bazı âlimler katında sabah namazinin sünnetinde kıraeti uzatmak gerektir. Şa'bî'den de bu söz nakledilmiştir. Bazıları, "Kıraetin uzatılması, gece okuyacaklarından bazı şeyleri kaçırmış olduğu zamandadır," dediler. İbn-i Ebî Şeybe, sahih senetle Hasan-ı Basrî'den nakletmiştir ki, Peygamber Efendimiz hazretleri, sabah namazinin sünnetinde çoklukla birinci rek'atte Bakara sûresinden "Kulû amennâ billahi ve mâ ünzile ileynâ— Deyin: Biz Allah'a ve bize indirdiklerine inanırız," (Bakara: 2/136) âyetini okurdu. İkinci rek'atte "Kul yâ ehle'l-kitâbi teâlev ilâ kelimetin sevâm beynenâ ve beyneküm — De ki: Ey Kitap Ehli! Bizimle sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin!" (Âl-i lmran sûresi: 3/64) âyetini "Ve eşhedü biennâ müslimûne — Ve şahit olun, biz müslümanlarız." (âyetin sonu)na varıncaya kadar okurdu, demiştir. Müslim, Nesâî ve Ebû Dâvud da İbn-i Abbâs hazretleri'nden böyle rivâyet etmişlerdir. Ebû Hüreyre'den bir rivâyette "Kulû amennâ billâhi..." âyetini okurdu. Yahut "Rabbena amenna bimâ enzelte v'etteba'ne'r-resûle — Ey Rabbimiz, senin indirdiğine inandık ve resûle uyduk," (Âl-i lmran sûresi: 3/53) âyetini yahut "İnnâ erselnâke bil-hakki beşîren ve nezîren ve lâ tes'elü an ashâbi'l-cahîmi — Biz seni gerçekle muştulayıcı ve korkutucu olarak gönderdik. Sen cehennem ehlinden sorumlu değilsin," (Bakara sûresi: 2/119) âyetini okurdu. Ebû Dâvud, "Şek, rivâyet edenindir," demiştir. Müslim ve başkalarının naklinde yine Ebû Hüreyre (radıyallahü anh): "Peygamber Efendimiz hazretleri sabah sünnetinde 'Kul ya eyyühe'l-kâfirûne' ve 'Kul hüvallahü ahad' sûrelerini okurdu," demiştir. İbn-i Mâce'nin naklinde de Âişe'den (radıyallahü anh) rivâyet edilmiştir ki: "Resûlüllah Efendimiz hazretleri fecirden önce iki rek'at namaz kılardı ve "Sabah namazinin rek'atinde okumak için 'Kul yâ eyyühe'lkâfirûne* ve 'Kul hüvalalhü ahad' ne güzel iki sûredir," derdi," demiştir. Hâsılı bu sûrelerin sabah namazinin sünnetinde okunınası müstehap olur demektir. İbn-i Sirîn yolundan İbn-i Ebî Şeybe'nin rivâyetinde de "Bu sûreleri okurdu," diye Hazret-i Âişe'den nakledilmiştir. Tirmizî ve Nesâî, İbn-i Ömer hazretleri'nden naklederler ki: "Bir ay baktım, Fahr-i Kâinat hazretleri hep bu sûreleri okurdu," demiştir. Bazıları, bu rivâyetten sabah namazinin sünnetinde cehren (yüksek sesle) okumanın câiz olduğunu istidlâl etmişlerdir. Ama bunda ona ait hüccet yoktur. Sûrenin bir kısmını işitmek suretiyle bilmiş olmaları mümkündür. Zira İbn-i Sirîn'in rivâyetinde "O iki rek' atte kıraeti gizli ederdi," diye vâki olmuştur. Bu takdirde cehretmediği zahir olur. Peygamber Efendimiz hazretleri'nin güzel âdetleri şu idi ki, sabah namazinin sünnetini kıldıktan sonra sağ yanının üstüne biraz yatardı, demişlerdir. Ama bu hususta çok söz etmişlerdir. Fakat sıhhat tarafı galiptir. Bazı selef, "Evde müstehaptır, mescidde değildir," dediler. İbn-i Ömer hazretleri'nden de böyle nakledilmiştir. Bazı meşayih, "Resûlüllah Efendimizin mescidde yattığı asla naklolunınadı," demişlerdir. Tirmizî'nin rivâyetinde Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) âlemlerin hocası Efendimiz hazretleri'nden rivâyet eder ki: "Her kim sabah namazinin sünnetini kılmamışsa güneş doğduktan sonra onu kılsın," diye buyrulmuştur. Bu da gösterir ki, sabah namazinin sünneti çok kuvvetli sünnettir. Zira önce kılmmayıp sonraya kalınca mutlak nâfile olur. Sabahın farzından sonra gün doğmadan nâfile kılmak mekruhtur. 3 . Öğlenin Sünneti: Sahihayn'da gelmiştir ki, İbn-i Ömer (radıyallahü anh): "Fahr-i Kâinat hazretleri'yle iki rek'at öğleden önce ve iki rek'at öğleden sonra kıldım," demiştir. Hazret-i Aişe'den de rivâyet edilmiştir ki: "Peygamber Efendimiz, öğleden önce dört rek'ati ve sabahtan önce iki rek'ati terketmezdi," demiştir. Bu muhalefetin aslı şudur: Evde kıldığı zaman dört rek'at kılmış, mescidde kıldığı zaman iki kılmış olabilir. Yahut şöyle denilebilir ki, iki kıldığı da olmuş, dört kıldığı da olmuştur. Her biri gördüğünü rivâyet etmiştir. Zira hadîslerin ikisi de sahihtir. Dil uzatmaya mecal yoktur," dediler. Ebû Cafer Taberî'den rivâyet edilmiştir ki: "Resûlüllah hazretleri, ekseri zaman dört kılardı, iki kıldığı az vâki olurdu," demiştir. Ama itikat, fukahanın sözünedir. Fıkıh kitaplarında belirtilmiştir ki, öğleden önce dört rek'at sünnet kılınır. Zira Resûlüllah Efendimiz hazretleri: "Öğleden önce dört rek'ati terkeden bir kimseye benim şefaatim yetişmez," buyurmuştur. Bazıları da: "O dört rek'at öğlenin sünneti değildi, başka namazdı. Fahr-i Âlem hazretleri, onu zevalden sonra kılardı," demişlerdir. Ama bu söz çok uzak ve olmayacak bir nesnedir. Sevbân'dan rivâyet edilmiştir ki: "Fahr-i Kâinat hazretleri, gündüz yarısından sonra namaz kılmayı severdi. Hazret-i Aişe: — Ya Resûlâllah! Senin bu saatte namaz kılmayı sevdiğini görüyorum, dedi. Peygamber Efendimiz de: — Bu saatte gök kapıları açılır. Hak teâlâ hazretleri, mahlûkuna rahmet nazariyle bakar. Bu öyle bir namazdır ki, Âdem, Nûh, İbrahim, Mûsâ ve İsa ona devam eder ve onu muhafaza ederlerdi, diye buyurdu." Tirmizî'nin naklinde İbn-i Sâib dedi ki: "Fahr-i Kâinat hazretleri, zevalden sonra öğlenin farzından önce dört rek'at namaz kılardı ve: — Bu saat öyle bir saattir ki, göklerin kapıları açılır. Ben, bu saatte benden göklere güzel bir işin çıkmasını severim, diye buyururdu." Bunlardan başka nakiller de gelmiştir. Hazret-i Âişe'nin "Fahr-i Âlem hazretleri terketmezdi" dediği o dört rek'at, Allah bilir ki, bu namazdır, dediler. 4 . İkindinin Sünneti: Ebû Dâvud'un naklinde Hazret-i Ali'den rivâyet edilmiştir ki: "Resûlüllah Efendimiz, ikindi namazından önce iki rek'at kılardı," demiştir. Tirmizî'nin rivâyetinde yine O'ndan rivâyet edilmiştir ki: "Peygamber Efendimiz, ikindiden önce dört rek'at kılardı. Onların arasını, mukarreb meleklere, mümin ve müslümanlardan onlara tâbi olanlara selâm ile ayırırdı," demiştir. Zikrolunan rivâyetlerin birinde iki rek'at, öbüründe dört rek'at kılardı denilmiştir. Aslı şudur ki, bazen öyle ve bazen böyle ederlerdi, ikindiden önce kılınan dört rek'at namaz müstehaplardandır, müekked sünnetlerden değildir. Bir rivâyette merfuan gelmiştir ki: "ikindiden önce dört rek'at kılan kimseye Allah rahmet etsin," diye dua etmişlerdir. ikindiden önce nafile kılmak müstehaptır, sonunda mekruhtur. Bazı rivâyetlerde "ikindiden sonra iki rek'at kılardı," diye gelmiştir. Ama Ebû Dâvud'un rivâyeti üzre Âişe (radıyallahü anh): "Fahr-i Kâinat hazretleri, ikindiden sonra iki rek'at namaz kılardı ve başkasını ondan nehyederdi. Kendisi visal orucu tutar, başkasını visal orucundan nehyederdi," demiştir. İbn-i Abbâs hazretleri'nden rivâyet edilmiştir ki: "Peygamber Efendimizin ikindiden sonra kılmış olduğu o iki rek'atın aslı şu idi: Fahr-i Âlem hazretleri'ne bir yerden mal gelmişti. Onu ashâbına paylaştırmakla meşgul olduğundan öğlenin sonunda kılınan iki rek'at sünneti kalmıştı, ikindiden sonra onu kazâ etti. Sonradan bir daha kıldığı vâki olmadı," demiştir. Şafiî âlimlerinden İbn-i Kayyum der ki: "Nehyedilen vakitlerde revâtib sünnetlerini kazâ etmek, Fahr-i Kâinat hazretleri'ne ve ümmetine şâmildir. Ama o ikindiden sonra kıldığı iki rek'at ki, vardır, nehyedilen vakitte ona müdavemet Peygamber Efendimize hastır." Bunun delili Hazret-i Âişe'den rivâyet olunan hadîstir ki: "Fahr-i Kâinat hazretleri, ikindiden sonra iki rek'at namaz kılardı ve başkasını ondan nehyederdi. Yine kendisi visal orucu tutar ve başkasını visal orucundan nehyederdi," demiştir. 5 . Akşamın Sünneti: İmâm Tirmizî, İbn-i Mes'ud hazretleri'nden rivâyet eder ki: "Peygamber Efendimiz hazretleri'nin akşam ve sabah namazlarının sünnetlerinde Kâfinin ve Ihlâs sûrelerini okuduğunu çok işittim. Ne kadar işittiğimin sayısını tayin edemem," diye buyurmuşlar. İbn-i Abbâs (radıyallahü anh): "Peygamber Efendimiz, akşam namazinin sünnetinde kıraeti, mescid halkı dağılıp gidinceye kadar uzatırdı," demiştir. Buharî ve Müslim'in rivâyetlerinde geldiğine göre sahâbe-i kirâm akşamın farzından önce Resûlüllah hazretleri daha mescide çıkmadan iki rek'at namaz kılarlardı. Enes (radıyallahü anh)'den rivâyet edilmiştir ki: "Böyle ettiğimizi Fahr-i Kâinat hazretleri gördü, fakat bize emretmediği gibi bizi nehiy de etmedi," demiştir. Yâni "Bu kıldığınızı kılın," demedi, "Kılmayın" da demedi, demektir. Ukbe'den de rivâyet edilmiştir ki: "Resûlüllah Efendimizin zamanında biz onu kılardık," demiştir. Bu rivâyetlerin zahiri şudur ki, gün battıktan sonra akşamın farzından önce iki rek'ati ashab kılarlarmış. Fahr-i Âlem hazretleri, onu yasaklamayıp onun üzerine ashabını muhayyer kılmış. Böyle etmesi, onun müstehaplığına delâlet eder, dediler. O Hazret'in kendisinin kılmaması müstehap olmasına mâni değildir. Belki revatip sünnetlerinden olmadığına delâlet eder, dediler. Revâtib diye, o mukarrer olan müekked sünnetlere derler ki, Peygamber Efendimiz hazretleri onlara müdavemet ederdi. Onların hepsi on iki rek'attir. İkisi sabah namazından önce, dördü öğleden önce, ikisi öğleden sonra, ikisi akşamdan sonra ve ikisi yatsıdan sonra kılınır. O akşamdan önce kılınan iki rek'at, İmâm-ı Ahmed, İshak ve hadîs ehli katında müstehaptır. İmâm-ı Âzam hazretleri katında akşamdan önce namaz yoktur. Sadece vakti eriştiğinde akşamın farzinin eda olunınası gerektir. İbn-i Ömer hazretleri'nden rivâyet edilmiştir ki: "Ben, Fahr-i Kâinat hazretleri'nin zamanında akşamın farzından önce iki rek'at kıldıklarını görmedim," demiştir. Dört halifeden ve bir sahâbe topluluğundan (Allah onların hepsinden razı olsun) rivâyet edilmiştir ki: "O namazı kılmazlardı," demişlerdir. Bu hususta Şafiîler ve başkaları niza edip bazıları isbatma ve bazıları da nefyine çalışmışlardır. Bir rivâyet daha gelmiştir ki, Resûlüllah Efendimiz hazretleri, "Akşam namazından önce iki rek'ati dileyen kılsın," dedi, demişlerdir. "Muhayyer bırakmasinin sebebi, halkın onu sünnet ittihaz etmelerinden korkmasıydı," demişlerdir. Ebû Dâvud'dan böyle nakledilmiştir. Sünnet ittihaz etmek demenin mânâsı, şeriat ve tarikatçe lüzumlu olma demektir, dediler. Bu tefsirden muradın, mertebesinin revâtipten daha aşağı olduğuna işaret etmek olduğu zannolunur, demişlerdir. Ebû Dâvud'un naklinde gelmiştir ki, akşamdan sonra kılınan iki rek'at için Resûlüllah hazretleri: "Bu, ev namazıdır," buyurmuşlar. Bu hadîs-i şerif gereğince onu evde kılmak daha üstündür. Bu namazın fazileti hususunda Resûlüllah Efendimiz hazretleri'nden rivâyet edilmiştir ki: "Bir kimse, akşam namazından sonra bir şey konuşmadan iki rek'at namaz kılarsa onun namazı llliyyin makamına yükseltilir," buyurmuşlar. Hâsılı namazinin kabul olunacağından kinayedir. En iyisini Allah bilir. 6 . Yatsı Namazinin Sünneti: Hazret-i Aişe'den rivâyet edilmiştir ki: "Resûlüllah Efendimiz, yatsı namazını kıldıktan sonra evime girdiği zaman dört veya altı rek'at namaz kılardı," demiştir. Ebû Dâvud böyle nakletmiştir. Ama İmâm Müslim'in naklinde: "Halkla beraber yatsı namazını kıldıktan sonra evime girdiğinde iki rek'at kılardı," diye gelmiştir. 7 . Cuma Namazinin Sünneti: Buharî'nin naklinde Abdullah bin Ömer hazretleri'nden rivâyet edilmiştir ki: "Elbette Resûlüllah Efendimiz hazretleri, öğleden önce iki rek'at, öğleden sonra iki rek'at, akşamdan sonra evinde iki rek'at, yatsıdan sonra iki rek'at kılardı. Cumadan sonra namazdan dönünceye kadar bir şey kılmaz, sonra iki rek'at kılardı," demiştir. Bu hadîste cumadan önce sünnet kıldığını zikretmemiştir. Bazı âlimler dediler ki: "Zikretmemesinin sebebi şudur ki, öğle ile cuma birdir. Tâ aksine delil getirilinceye kadar böyledir. Zira cumanın öğle bedeli olduğunu demeye işarettir." Bazıları da: "Cumanın sünnetini Resûlüllah hazretleri evinde kılardı. Onun için öğleden sonra cumayı zikretti," dediler. Yâni mademki cuma ile öğle birdi, öğleyi zikretmekle iktifa etmedi de niçin ayrıca cumayı zikretti demek hatıra gelir. Bu düşünceyi savmak için zikredilenlerden bazısı: "Cumayı zikretmesi, sonunda kılınan iki rek'ati Resûlüllah hazretleri'nin evde kıldığını beyan içindi," dedi. Gerçi önceki sünnet hususunda mezkûr hadiste cuma'dan söz edilmemiştir. Ama sonunda kılınan sünnet için zikrolunup "Bu sünneti evde kılardı," denilmiştir. Sözün kısası, öğle ile cuma birdir. Eğer mezkûr sünnetin evde kılındığını beyan etmeyi murad edinmese hiç cumadan söz etmezdi. Öğle'nin zikri ile iktifa ederdi, demek olur. Ayrıca cumadan sonraki iki rek'ati mescidde kılmamasinin hikmeti şu idi: Cuma, öğle bedelidir, iki rek'at üzere cumada iktisar (kısaltına) vâki olmuştur. Sonunda iki rek'at sünnet kılmırsa halk onun farzdan hazfedilen iki rek'at namaz olduğunu zannedebilirdi. Bu korkuyla mescidde kılmayıp evde kılarlardı. Bu takdirde lâyık olan, cuma namazinin hemen arkasından iki rek'atin kılmmamasıdır, dediler. Ebû Dâvud'un rivâyetinde Nâfi'den rivâyet edilmiştir ki: "İbn-i Ömer hazretleri, cumadan önce namazı uzatırdı. Sonunda evine varıp iki rek'at namaz kılardı ve: — Fahr-i Âlem hazretleri böyle ederdi, diye söylerdi," demiştir. İmâm Nevevî, bu rivâyetten cumadan önce sünnetin var olduğuna delil çıkarmıştır. Buna kail olmayanlar, bazı itirazlar ileri sürmüşlerdir. Bazıları, "Cumadan önce sünnet yoktur," diye inkârda mübalâğa etmişlerdir. Halbuki sübûtu hakkında başka bazı hadîsler de gelmiştir. İnkâr ehli, o hadîslere zayıftır demişlerdir. İbn-i Irakî'den rivâyet edilmiştir ki: "Hanefîlerden ve Mâlikîlerden fukahanın sözünde cumadan önce sünnetin müstehap olduğunu görmedim," demiş. Ama bu söz abes nesnedir. Hanefî kitaplarında dört rek'at cumadan önce ve dört rek'at cumadan sonra sünnet bulunduğu yazılı ve meşhurdur. Hadîs-i şeriflerden de Bezzâr'ın rivâyetiyle Ebû Hüreyre'den rivâyet edilmiştir ki: "Cumadan önce ve cumadan sonra dörder rek'at kılardı," demiştir. Hâsılı dört rek'at olduğu bununla ve başka delillerle sâbittir. Yine cumadan önce iki rek'atin meşru olduğu, İbn-i Hibbân'ın tashih ettiği hadîsle sâbittir ki, Abdullah bin Zübeyr'den merfuan gelmiştir. Bu takdirde cumadan önce de iki rek'at sünnet sâbit olur. Cumadan sonra da dört rek'at ve iki rek'at kılmağa delâlet eden sahih hadîsler gelmiştir. 2 . Fasıl Bayram Namazı1 . Rek'atlerinin Sayısı: İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) hazretleri'nden rivâyet edilmiştir ki: "Gerçekten Resûlüllah hazretleri bir bayram günü çıktı, iki rek'at namaz kıldı. O iki rek'atin başlangıcında namaz kılmadığı gibi sonrasında da kılmadı. Sonra kadınlara geldi. Bilâl da onun yanında idi. Kadınlara sadaka vermelerini buyurdu. Onlar da başladılar, kulaklarından küpelerini ve boyunlarından gerdanlıklarını çıkarıp sadaka verdiler," demiştir. Bir rivâyette: "Gerçekten Resûlüllah hazretleri, bir kurban bayramı yahut Ramazan bayramı günü..." diye vâki olmuştur. Yâni rivâyetçi, hangi bayram olduğunda şek etmiştir. Bir rivâyette: "Gerçekten Resûlüllah hazretleri, bir Ramazan bayramı günü..." diye gelmiştir. Bu rivâyette Ramazan bayramı olduğu tayin edilmiştir. Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî rivâyet etmişlerdir. 2 . Tekbirlerin Sayısı: Ebû Davud'un naklinde Âişe (radıyallahü anh)den rivâyet edilmiştir ki: "Resûlüllah Efendimiz hazretleri, Ramazan ve Kurban bayramları namazlarında birinci rek'atte yedi tekbir, ikincide beş tekbir ederdi," demiştir. Bir rivâyette: "İbram ve rükû tekbirlerinden başka..." ziyadesi gelmiştir. İbram tekbiri dediği iftitah tekbiridir. Tirmizî ve Dârimî'nin rivâyetlerinde Kesîr bin Abdullah babasından, o da dedesinden rivâyet eder ki: "Resûlüllah Efendimiz hazretleri, her iki bayram namazında, birinci rek'atte kıraetten önce yedi tekbir ve ikinci rek'atte yine ktraetten önce beş tekbir ederdi," demiştir. Ama İmâm-ı Azam hazretleri'nin mezhebinde bayram namazinin sıfatı şudur: İlk rek'ate iftitah tekbiri edip senâ (Sübhâneke) okuduktan sonra üç tekbir daha edip ondan sonra Fâtiha ve bir sûre okumak gerektir. Ondan sonra tekbir edip rükûa varınak gerektir. İkinci rek'atte kıraete başlayıp tamamladığı gibi üç tekbir edip dördüncü tekbirde rükûa varınak gerektir. Mezkûr sıfat, İbn-i Mes'ud (radıyallahü anh) hazretleri'nin kavlidir. Hanefî âlimleri bununla amel etmişlerdir. İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) hazretleri'nin kavlinde birinci rek'atte iftitah tekbiri edip ondan sonra beş tekbir daha etmek gerektir. İkinci rek'atte beş tekbir edip ondan sonra kıraet etmek gerektir. Bir rivâyette, "Dört tekbir etmeli" demiştir. Hidâye Sahibi: "Umumun amelinin galip olarak İbn-i Abbâsın kavliyle olması şunun içindir ki, Abbâsî Halifeleri, dedelerinin kavliyle amel buyurmuşlardı. Ama mezhep, İbn-i Mes'ud'un kavli üzeredir. Zira tekbir ve el kaldırma, sözü geçene aykırıdır. O halde daha az olanı almak daha uygundur," diye buyurmuş. Bayram tekbirlerinde el bağlamak ve salıvermek hususunda halk, çok yanlışlıklar ederler. O halde malûm olsun ki, iftitah tekbiri ettiğinde el bağlayıp Sübhâneke okumak gerektir. Ondan sonra üç tekbir daha edip onların ikisinde elleri salıverip üçüncüde bağlamak gerektir, ikinci rek'atte kıraet tamamlandıktan sonra üç tekbir edip her birinde ellerini salıverip dördüncü tekbirde rükûa varınak gerektir. 3 . Vakti ve Mekânı: Buharî ve Müslim'in rivâyetlerinde Ebû Saîdi'l-Hudrî (radıyallahü anh): "Resûlüllah Efendimiz hazretleri, Ramazan ve Kurban bayramlarında musallaya çıkardı. Hiçbir şeye girişmeden namaza başlardı," demiştir. Bu hadîs-i şerifte bayram namazı için musallaya çıkmanın müstehap olduğuna delâlet vardır. Mescidde kılmaktan daha üstün olduğuna bu hadîs işaret eder. Zira Resûlüllah Efendimiz hazretleri, bayram namazları için musallaya çıkmaya her zaman devam ederlerdi. Çoğu beldelerde halk bunun üzerine hareket eder. Ama Mekke halkı, tâ ilk zamanlardan beri Mescid-i Haram'da kılagelmişlerdir. Hanefî âlimleri de: "Namazgâhlara çıkmak sünnettir. Mescidlerde yeteri kadar genişlik olsa bile çıkmak müstehaptır," demişlerdir. İmâm-ı Şafiî'den iki rivâyet vardır: 1 . Musallaya çıkmak daha üstündür. 2 . Mescid genişse mescidde kılmak daha üstündür. İbn-i Kayyum der ki: "Resûlüllah Efendimiz hazretleri'nin bayram namazını mescidde kılması sadece bir kere vâki oldu. Onda da yağmur yağmıştı. Onun için mescidde kıldı." Ebû Dâvud'un rivâyetinde Ebû Hüreyre'den gelen söz şudur: "Bir Ramazan bayramı günü bize yağmur isabet etti. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz hazretleri bizimle mescidde namaz kıldı," demiştir. 4 . Ezan ve Kameti: Câbir bin Semüre'den rivâyet edilmiştir ki: "Ben, Peygamber Efendimiz hazretleri'yle iki bayram namazını bir kere, iki kere değil, nice kere kıldım. Ezan ve kamet yoktu," demiştir. Ebû Dâvud'un rivâyetinde İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) hazretleri de: "Bayram namazını ezansız ve kametsiz kıldı," diye buyurmuştur. 5 . Kıraeti: İmâm-ı Müslim, İmâm-ı Mâlik ve başkaları, Ebî Vâkid'den rivâyet ederler ki: "Peygamber Efendimiz hazretleri, Ramazan ve Kurban bayramlarının namazlarında Kaf ve Kamer sûrelerini okurdu," demiştir. Yine Nuınan bin Beşîr'den rivâyet etmişlerdir ki: "Peygamber Efendimiz hazretleri, iki bayramda ve cuma günlerinde A'lâ ve Gâşiye sûrelerini okurdu. Bazen bayramla cumanın birleştiği olur, yine bu sûreleri okurdu," demiştir. 6 . Peygamberimizin Hutbesi: Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Nesâî, İbn-i Ömer hazretleri'nden rivâyet ederler ki: "Resûlüllah Efendimiz hazretleri, Ebû Bekir ve Ömer bayram namazlarını hutbeden önce kılarlardı," demiştir. Câbir'den de böyle rivâyet edilmiştir, ifadesi şudur: "Gerçekten Resûlüllah hazretleri Ramazan bayramı günü çıktı, hutbeden önce namaza başladı," demiştir. Yâni namazı hutbeden evvel kıldı demektir. İbn-i Ömer'in rivâyetiyle farkı yoktur. Ama o rivâyette bayramların ikisinde de böyle ederdi denilmiştir. Bunda ise yalnız Ramazan bayramı zikredilmiştir. Bir rivâyette şöyledir: "Fahr-i Âlem hazretleri'yle bayram namazında hazır bulundum. O Hazret, hutbeden önce ezansız ve kametsiz namaza başladı. Namazı bitirdiği zaman Bilâl'e dayanıp ayakta durarak halka Hak teâlâ hazretleri'nin takvasını buyurdu, tâate kandırdı, insanlara va'z ve nasihat etti. Ondan sonra geçti, kadınların durduğu yere vardı. Onlara da va'z ve nasihat eyledi. Ondan sonra: — "Sadaka verin! Zira sizin çoğunuz cehennem odunudur," diye buyurdu. Bunun üzerine yanaklarının rengi değişmiş bir kadın, yerinden kalkıp: — Niçin, ya Resûlâllah? dedi. Âlemlerin hocası Resûlüllah hazretleri: — "Çünkü şikâyeti çok edersiniz ve varınıza küfran-ı nimet üzre olursunuz," buyurdu. Yâni "Eksiklerinizi şikâyetle büyütür, varlığınızı (sahip olduğunuz nimetleri, mal ve servetinizi) gizleyerek inkâr edersiniz," demektir. Ondan sonra kadınlar, başladı, küpelerinden ve yüzüklerinden ne varsa çıkarıp Hazret-i Bilâl'in kaftanına attılar," demiştir. İmâm-ı Buhârî ve Müslim, böylece rivâyet etmişlerdir. İbn-i Huzeyme: "Resûlüllah Efendimiz, bayram gününde ayak üzeri durup hutbe verirdi," demiştir. Bu söz şunu gösterir ki, Peygamber Efendimizin zamanında musallada minber yokmuş. Buharî'nin naklinde Ebû Saîd'den rivâyet edilmiştir ki: "Peygamber Efendimiz hazretleri, önce bayram namazını kılardı. Ondan sonra yerinden döner, ayak üzeri halka karşı dururdu. Halk ise otururdu. Fahr-i Âlem hazretleri va'z ve nasihat ederdi. Her ne dilerse halka emrederdi. Yâni gerek din işlerinden ve gerek memleket ahvalinden ne lâzımsa buyururdu. Ondan sonra dönerdi. Fahr-i Kâinat hazretleri'nden sonra da âdet bu idi. Tâ şu zamana kadar ki, bir bayram günü Mervân'la musallaya çıktım. O zaman Mervân, Medine Beyi idi. Musallaya geldiğimiz vakit bir minber gördüm. Onu Kesir bin Salt binâ etmişti. Mervân, hemen minbere çıkmak istedi. Ben: — Vallahi değiştirdiniz, yâni bayram namazinin üslûbunu tağyir ettiniz, dedim," diye buyurmuştur. Bu rivâyetten hâsıl olanın biri şudur: Ebû Saîd hazretleri, bayram hutbesini namazdan önce okumaktan Mervân'ı men etti. Biri de şudur: Fahr-i Kâinat hazretleri'nin zamanında musallada minberin olmadığı anlaşıldı. İmâm Müslim'den de bu rivâyetin benzeri gelmiştir. Ama İmâm Mâlik: "Musallada minber üzerinde ilk hutbe okuyan Hazret-i Osman bin Affan'dı," demiştir. Fakat Sahihayn'da gelen daha doğrudur. Şeyhülislâm İbn-i Hacer iki rivâyetin arasını birleştirmek hususunda: "Hazret-i Osman'ın (radıyallahü anh) bir zaman musallaya minber koyup sonra kaldırmış olması mümkündür. Mervân bundan haberdar olmayıp kendi zamanında yeniden koymuş olabilir," demiştir. 7 . Peygamberimizin Ramazan Bayramında Musallaya Çıkmadan Yemek Yemesi: İmâm-ı Buhârî'nin rivâyetinde Enes bin Mâlik (radıyallahü anh): "Resûlüllah Efendimiz, Ramazan bayramı günü, birkaç kuru hurma yemedikçe kuşluk yemeği (kahvaltı) yemezdi," diye buyurmuştur. Hâkim'in naklinde yine Enes hazretleri'nden rivâyet edilmiştir ki: "Peygamber Efendimiz, Ramazan bayramı sabahı, üç tane yahut beş tane yahut yedi tane, ya daha az ya daha çok kuru hurma yemeden dışarı çıkmazdı," demiştir. Rivâyetlerin her ikisinde de murad, "O Hazret, Ramazan bayramında birkaç tane hurma yemeden sabah dışarı çıkmazdı," demektir. Ama ikinci rivâyette "Uç, beş, yedi tane, ya daha az ya daha çok yerdi," denilmiştir. Maksat, "Az yerdi ve tek yerdi, çift yemezdi," demektir. Mühelleb: "Namazdan önce yemesinin hikmeti şu idi ki, tâ namaz kılinincaya kadar oruçlu olmanın gerektiğini sanınasınlar. Sanki bu ihtimali def etmek için yerdi," dedi. Bazıları: "Yemenin gerekliliği, orucun gerekliliğinin arkasından vâki olduğu vakit (yâni Ramazan bayramı gününde oruçlu olmamak emredildiği için) Fahr-i Âlem hazretleri, Hak teâlâ hazretleri'nin emrine uymak maksadiyle yemekte acele etti. Eğer sırf emre uyma gayesi olmayıp başka bir mânâ kasdedilmiş olsaydı azla yetinmezdi, belki doyuncaya kadar yerdi," dediler. İbn-i Ebî Cemre, bu mânâya işaret etmiştir. Bazı kimseler dedi ki: "Ramazanda şeytan mahpustur. Bayram namazından sonra salıverilir. Onun vesvesesinden selâmet umuduyla yemede acele etmeyi müstehap tuttu." Hurma yemenin müstehap olmasinin hikmeti şudur ki: Oruç, gözü ve görüşü zayıflatır. Hurma tatlı olduğundan görüşü kuvvetlendirir. Ayrıca tatlı imana uygun düşer. Rüyada da tatlı görülse imanla tabir olunur. Bir faydası da şudur ki: İnsana kalb rikkati verir. Bunun için tabiînden bazıları, bal ve ona benzer ne varsa onlardan mutlak olarak tatlı nesne ile oruç açmayı müstehap görmüşlerdir. Tirmizî ve Hâkim'in rivâyetlerinde Büreyde'nin hadîsinde gelmiştir ki: "Peygamber Efendimiz hazretleri'nin güzel âdetleri şu idi ki, Ramazan bayramında yemek yemedikçe bayram namazına çıkmazdı, Kurban bayramında namaz kılmadıkça yemek yemezdi," demiştir. Bezzâr katında Câbir bin Semûre'den de bunun benzeri gelmiştir. Taberanî ve Dârekutnî de İbn-i Abbâs hazretleri'nden rivâyet etmişlerdir ki: "Ramazan bayramında fitre sadakasını çıkarınadan ve bir şey yemeden bayram namazına çıkmak Fahr-i Kâinat hazretleri'nin sünnetidir," demiştir. Ama bu isnatların her biri üzerinde bazı sözler vardır. Fukahanın çoğu, onların delâlet ettikleriyle amel etmişlerdir. İmâm Şafiî, Zührî'den rivâyet eder ki: "Peygamber Efendimiz hazretleri, bayramda ve cenazede asla hayvana binmedi," demiştir. Kasdedilen, "Musallaya yaya giderdi ve cenazede de yaya yürürdü," demektir. Tirmizî'nin naklinde Hazret-i Ali (kerremallahü veçhe): "Bayram namazına yaya çıkmak sünnettendir," diye buyurmuştur. İbn-i Mâce de Sa'de'l-Karaz'ın hadîsinden rivâyet eder ki: "Gerçekten Resûlüllah hazretleri, bayram namazına yaya çıkardı," demiştir. Ama mezkûr rivâyetlerin üçünde de zayıflık vardır. Tirmizî, Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh) rivâyet eder ki: "Peygamber Efendimiz, bayram namazı için musallaya bir yoldan gitse, dönüşünde başka bir yoldan gelirdi," demiştir. Böyle etmelerinden şerefli muradlannın ne olduğu hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. İbn-i Hacer der ki: "Bu hususta yirmiden fazla görüş ileri sürülmüştür. Ben bunları kısaltıp zayıflarını çıkardım. Bu cümleden biri, iki yolun ona şehadet etmeleridir. Biri de iki yolda oturan insanlar ve cinlerin şehadet etmeleridir. Biri ise Fahr-i Âlem hazretleri'nin geçişiyle hasıl olan meziyet artıklığında iki yolun birbirine eşit olmasıdır. Bu maksatla iki yoldan gidip gelirdi. Yahut Fahr-i Kâinat hazretleri'yle bereket bulmada iki yolun beraber olması yahut uğradığı yollardan misk kokusunun koklanınası için böyle ederdi. Zira bu koku ile tanınmıştı. Her nereye uğrasa orada misk kokusu gibi güzel kokuları kalırdı. Bir görüş de şudur ki, "Fahr-i Kâinat hazretleri'nin musallaya giderken yolu sağ yanında idi. Eğer o yoldan gelse dönüşte sol yanından dönmesi lâzım gelirdi. Onun için başka yoldan gelirdi," dediler. Ama bu söz delile muhtaçtır. Bazıları da: "İslâm şeriatinin hükümlerini açıklamak için böyle ederdi," dediler. Bazıları: "Zikrullahı açıklamak için böyle ederdi," dediler. Bazıları ise: "Münafıkları yahut Yahudi tâifesini incitmek için böyle ederdi," demişlerdir. Bazıları: "Münafıkların ve Yahudilerin mekrinden sakinınak için böyle ederdi," dediler. Bir söz de şudur ki: "Yol ehlinin onun geçişiyle sevinmeleri, bazı mes'eleleri danışmada, öğrenmede, kendisine uymada ve başka hususlarda ondan faydalanınaları için böyle ederdi," dediler. Bazıları da: "Kendilerinin ölmüşlerden ve yaşayanlardan yakınlarını ziyaret için böyle ederdi," dediler. Bazıları da: "Yolunu değiştirmekle hâlin değişmesine tefe'ül (uğur sayma) için böyle ederdi. Yâni Hak teâlâ hazretleri'nin mağfiret ve rızasına tahavvül için fal tutar (uğur sayar)dı," dediler. Bazıları da: "Halkın kalabalık ve sıkışıklığını hafifletmek için böyle ederdi," dediler. Şeyh Ebû Hâmid bunu tercih etmiştir. Bazıları: "Gittiği yol ıraktı, geldiği yol yakındı. Maksadı, musallaya giderken çok adımlayıp çok ecir kazanınaktı. Geldiği zaman da menziline tez gelmek isterdi," dediler. İmâm Râfiî bu görüşü seçkin ve üstün tutmuştur. Ama buna da itiraz edip: "Evvelâ bu, delile muhtaçtır. Sonra adımlamakta giderken ecir hasıl olduğu gibi gelirken de hasıl olur. Nitekim Tirmizî ve başkaları katında gelen Ubey bin Kâ'bın hadîsiyle bu sâbit olmuştur," dediler. Bazıları da: "Melekler yollarda dururlardı. Kâinatın hocası Efendimiz hazretleri, iki bölük meleğin kendisine şahit olması için böyle ederdi," dediler." İbn-i Ebî Cemre de dedi ki: "Fahr-i Kâinat hazretleri'nin böyle etmesi, Hazret-i Yâkub aleyhisselâm'ın, oğullarına: "Lâ tedhulû min bâbin vahidin vedhulû min ebvâbin müteferrikatin — Hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin (ki, nazar değmesin)," (Yûsuf sûresi: 12/67) dediği mânâ içindir." Yâni nazar değmesinden sakınırdı demeğe işarettir. İşin hakikatini Allah daha iyi bilir. Resûlüllah Efendimiz hazretleri'nin güzel âdetleri şu idi ki, kızları, perde ehli hatunları ve âdet görenleri bayram yerine çıkarırdı. Adet görenler, musallanın bir yanında dururlar, sonra müslümanlarla beraber duaya katılırlardı. Bir kere bir hatun: — Ya Resûlâllah! Cilbâbı (feracesi, örtüsü) olmayanımız musallaya nasıl çıksın? dedi. Fahr-i Kâinat hazretleri: — Kızkardeşi, kendi cilbâblarından birini ona âriyet versin, diye buyurdu. Cilbâb, kadınların büründükleri nesnedir. Hadîs-i şerifi İmâm-ı Buhârî, Müslim ve Tirmizî rivâyet etmişlerdir. Yukarıdaki söz Tirmizî'nindir. Bazı âlimler: "Bunda kadınların, gerek genç ve gerekse yaşlı olsunlar, bayram namazında hazır olmalarının müstehap bulunduğuna işaret vardır," demişlerdir. İmâm Şafiî Ümm (Ana) diye isimlendirilen kitapta der ki: "Ben, ihtiyar kadınların ve gösterişli olmayanların namazda bulunınalarını ve bayram namazında hazır olmalarını çok severim." İmâm-ı Âzam hazretleri'nin mezhebinde genç kadınların cemaatte hazır bulunınaları mekruhtur. Zira fitne olması korkusu vardır. Ama ihtiyar kadınların sabah, akşam ve yatsı namazlarına çıkması câizdir. İmâmeyn katında ihtiyar kadınların bütün vakitlerde çıkması câizdir. Zira onlara rağbet azdır, fitne ihtimali olmaz, demişlerdir. İmâm-ı Âzam buyurmuştur ki: "Kadınların cemaata aşırı arzu göstermesi fitneye sebep olur. Ama sabah, akşam ve yatsı vakitlerinde câiz görmemin sebebi şudur ki, fâsıklar sabahta ve yatsıda uyurlar, akşam zamanında ise yemekle meşgul olurlar. Bayram namazında ise sahra geniştir. Onlar bir tarafta durup halkla karışmamaları mümkündür. Öğle, ikindi ve cuma namazlarına çıkmalarını câiz görmememin sebebi şudur ki, fâsıklar o zamanlarda yayılıp gezerler." Fakat günümüzde fâsıkların akşam ve yatsı namazları vakitlerinde de yayıldıkları çoktur. En iyisini Allah bilir. Bundan sonra malûm olsun ki, müminlerin üç bayramı vardır: Birisi her haftada bir kere gelir, ikisi yılda birer kere gelirler. Haftada bir gelen Cuma günüdür. Bu bayram, her haftada kılınan farz namazların tekmili (tamamlanınası) üzerine düzenlenmiştir. Diğer iki bayramdan Ramazan Bayramı, islâm'ın rükünlerinden üçüncü rükün olan Ramazan orucunun tekmili üzerine düzenlenmiştir. Zira müslümanlar, üzerlerine farz olan orucu tamamlayıp Hak teâlâ hazretleri'nden mağfirete ve cehennem ateşinden azadlığa müstahak olunca Hak teâlâ hazretleri o oruçların hemen arkasından onlara bir bayram meşru eyledi ki, onda toplanıp Hak teâlâ hazretleri'nin şükrü, zikri ve tekbiri ile meşgul olsunlar. Ayrıca bayram namazını ve fitre sadakasını meşru kıldı. Velhasıl bu şerefli bayram, oruçluların ecir ve sevaplarını toplayıp Hak teâlâ hazretlerinin mağfiretiyle dönüp gelecekleri bir gündür. Biri de Kurban Bayramı'dır ki, İslâm'ın rükünlerinden dördüncü rükün olan Haccın tekmili üzerine düzenlenmiştir. Haccın tamamlanınası Arefe günündedir. Müslümanların haclarını tamamladıkları o günde Hak teâlâ hazretleri onların günahlarını bağışlar. Haccın rükünlerinin en büyüğü Arefe'de vukûftur. Arefe günü, islâm ehlinin cehennem ateşinden azadlığı günüdür. Hak teâlâ hazretleri o gün hepsini bağışlar ve azad eder. Gerek vukûf etmiş olsunlar gerek olmasınlar... Bunun içindir ki, ertesi gün bütün beldelerin ve ülkelerin, halkı bayram edip nisaba kudreti yetişenlerin hepsine kurban boğazlamak vâcip olmuştur. O günde ettikleri tâat ve yakınlık hizmetleri, Hak teâlâ hazretleri'nin bağışlama nimeti karşılığında şükürdür. Bu bayramda toplanmış olan namaz ve kurban boğazlama, Ramazan Bayramı'nda vâki olan namaz ve sadakadan daha üstündür. Onun için Hak teâlâ hazretleri, Fahr-i Kâinat hazretleri'ne Kevser vermesi karşılığında şükür için: "Fesalli li-rabbike v'enhar — O halde Rabbine namaz kıl ve kurban kes," (Kevser sûresi: 108/2) diye buyurup namazla nahr'ı emretmiştir. Nahr'ın mânâsı, boğazlamaktır. Kâinatın hocası Efendimiz hazretleri iki koç kurban etmiştir. Onların ikisi de emlâh ve akren idiler. Emlâh ona derler ki, tüyü ak olur ve siyahlık karışır. Akren diye de boynuzlu koyuna derler. Bu sıfatta iki koç kurban ettiği Buhârî'nin rivâyetinde gelmiştir. Enes (radıyallahü anh)den rivâyet edilmiştir ki: "Peygamber Efendimiz hazretleri'nin mübarek ayağını kurbanın yüzüne koyup 'Bismillâh vallahü ekber' diyerek kendi mübarek eliyle bıçak çalıp boğazladığını gördüm," demiştir. Müslim'in naklinde Hazret-i Aişe'den rivâyet edilmiştir ki: "Peygamber Efendimiz hazretleri, siyah üzerine basan ve siyah üzerine yatan, yâni ayakları, göğsü ve karnı siyah olan bir koç getirmelerini emretti. Buyurduğu gibi bir koç getirdiler. Fahr-i Âlem hazretleri: — Yâ Âişe, bıçak var mı? Taşa sürerek bileyle ve keskinleştir, dedi. Ben de buyurduğu gibi ettim. Ondan sonra bıçağı aldı, koçu tutup bir yanının üstüne yatırdı. Ondan sonra boğazladı. Ancak: "Bismillâhi Allahümme tekabbel min Muhammedin ve âli Muhammedin ve min ümmeti Muhammedin — Allah'ın adiyle. Allahım, Muhammed'den, Muhammed'in soyundan ve Muhammed'in ümmetinden yana bunu kabul eyle," dedikten sonra boğazladı," demiştir. İmâm-ı Ahmed ve Tirmizî'nin rivâyetlerinde de: "Kendi mübarek eliyle boğazladı. "Bismillâhi vallahü ekber. Allahümme hâzihi annî ve an lem yadha an ümmeti — Allah'ın ismiyle. Allah en büyüktür. Allahım, bu benden ve ümmetimden kurban kesmeyenlerden yanadır," dedi," demişlerdir. Bu zikrolunan üç bayram, İslâm ehlinin dünyada olan bayramlarıdır. Âhirette hoşnudluk bahçesinde olan bayramları, Hak teâlâ hazretleri'nin yüzünü müşahede ettikleri gündür ki, cennet ehline ondan daha büyük devlet, ondan daha şerefli izzet ve ondan daha lezzetli nimet yoktur. Allahım, onu bize ve bütün iman ehline fazlın ve ihsanınla müyesser eyle... |