Geri

   

 

 

İleri

 

8 - 3

3. Nevi: İlâhî devalarla Tabiî ilâçların birlikte kullanımı

Peygamber Efendimizin ilâhî devalarla tabiî devâlardan mürekkep olan ilâç kullanınası beyanındadır.

Hazret-i Âişe-i Sıddıka (radıyallahü anh) buyurmuştur ki: "Fahr-i Âlem hazretleri hastalar için:

"Bismillâhi türbetü arzinâ ve rîkatü ba'zinâ yeşfî sakîmenâ — Allah'ın adiyle arzımızın toprağı, kimimizin tükrüğü hastamıza şifa verir," diye buyurdu."

Bir rivâyette rukye'de:

"Türbetü arzinâ ve rîkatü ba'zinâ yeşfî sakîmenâ biizni rabbinâ — Arzımızın toprağı ve kimimizin tükrüğü, Allah'ın izniyle hastamıza şifa verir." derdi, demişlerdir.

Bunları İmâm-ı Buhârî rivâyet etmiştir. İmâm Müslim'in rivâyetinde ise şöyledir: "Her ne zaman bir kimse hasta olsa veya cisminde bir çıbanı yahut yarası olsa mübarek parınağını toprağa basardı ve Buhârî'nin buyurduğu rukyeyi okurdu," demiştir.

"Türbetü arzinâ — Arzımızın toprağı," başındaki mahfuzun haberidir: "Hâzihi türbetü arzinâ — Arzımızın bu toprağı," demektir," "Yeşfî — Şifa verir," kelimesi iki şekilde zabtolunmuştur. Biri binâ-i meçhul şeklindedir ki, "Sakîmenâ — Hastamız" kelimesi merfu olup onun yerine geçen faili olur. Biri de binâ-i malûm olduğu şeklindedir ki, "Sakîmenâ" kelimesi mansûb olup mef'ulü olur.

İmâm Nevevî der ki: "Hadisin mânası, ınübarek şehadet parınağiyle ağzinin bârından aldı da toprağa basıp bir miktar toprak yapıştı. Ondan sonra hastanın ağrıyan yerine yahut yaralı yerine sürdü. Sürerken mezkûr rukyeyi okudu,' demektir."

Burada tesir ve kuvvet, Allah'ın ismiyle Resulullah hazretlerinin mübarek elindedir. Yoksa mücerret o miktar tükrükle o denli topraktan tesir oldu demek değildir. Parınağı toprağa değdirmekten murat, belki onda da neticede tesir ve kuvvet olmasından yahut alışılmış sebeplere mübaşeret ederek kudret eserlerini gizlemek hikmetinden dolayıdır, İmâm Kurtubî böylece buyurmuştur.

Kadı Beydâvî "Tıp kitapları şehadet eder ki, nazc (olgunluk, kıvam) vermede, yâni ahlatı (insan vücundaki dört usareyi) pişirmede ve mizacı tadil etmede tükrüğün dahli vardır. Vatan toprağinin da mizacın korunınasında ve zararın def edilmesinde tesiri vardır. Hatta zikretmişlerdir ki, bir kimse yolculuğa çıksa kendi diyarının suyundan götürmesi kabil değilse toprağından bir miktar alıp beraber götürsün. Muhalif sulara yetiştiği zaman su kabinin içine biraz o topraktan koysun ve o suyun mazarratından emin olsun. Rukyelerde ve afsunlarda öyle şaşılacak eserler vardır ki, akıllar nihayetine yetişemez," demiştir.

19 . Akrep Sokmasına Karşı Peygamberimizin İlâcı:

İbn-i Ebû Şeybe Müsned'inde Abdullah bin Mes'ud hazretlerinden rivâyet eder ki: "Bir gün Fahr-i Kâinat hazretleri namaz kılmakla meşgûldü. Secdeye vardığı gibi mübarek parınağını akrep soktu. Hemen Resulullah hazretleri yerinden geri dönüp:

"Leanallahu'l-akrebe mâ tedau nebiyyen ve lâ ğayrehu — Ne peygamber ne de başkasını bırakan akrebe Allah lânet etsin," diye akrebe lânet etti.

Ondan sonra bir çanak tuzlu su istedi. Mübarek parınağını tuzlu suyun içine soktu; "Kul hüvallahu ehad" ve "Muavvezeteyn" sûrelerini okudu. Nihayet acısı dindi," diye buyurmuştur.

Ihlas sûresinin faziletine nihayet yoktur. Muavvezeteyn'de de icmâlen ve tafsilen bütün kötü şeylerden istiâze (Allah'a sığinına talebi) vardır. Onun için kâinatın hocası Efendimiz hazretleri, Ukbe bin Âmir hazretlerine her namazın arkasından Muavvezeteyn okumasını vasiyet etmişti.

İmâm Tirmizî şöylece rivâyet etmiştir: "Her namazdan öbür namaza varıncaya kadar şerri def için Muavvezeteyn okumakta büyük sır vardır. Hiç bunlara benzer bir ta'vîz (sığinina duası) olmaz," diye buyurmuştur.

Tuzlu su kullanılması tıbb-ı tabiî (tabiî ilâç)dir. Zira tuzda kuvve-i cazibe-i muhallile (ayırarak kendine çekme kuvveti) vardır, zehirli şeyleri cezb ve tahlil eder. Onun için tuzlu suyu kullanmışlardı, dediler.

20 . Peygamberimizin Nemleye (Karıncalanınaya) İlâcı:

Nemle, bazı sivilcelerdir ki, insanın yanında çıkar ve müptela olan kimse orasında karınca gezdiğini ve ısırdığını sanır. Rivâyet olunur ki, Şifâ binti Abdullah adlı hatun, cahiliyet zamanında nemle üzerine rukye (afsun) okurdu. Sonradan Habîb-i Ekrem hazretlerine muhaceret ettiğinde:

— Ben cahiliyette nemleye rukye okurdum. Dilerim ki, o rukyeyi sana arzedeyim, dedi.

Ondan sonra başlayıp:

"Bismillâhi dallet hattâ teûde min efvâhiha ve lâ teğurre ehaden Allahümme ekşifi'l-be'se rabbe'n-nâsi — Allah'ın adiyle kaybolsunlar, yuvalarına dönsünler, kimseye zarar vermesinler. Allah'ım, ey insanların Rabbi, zararı ve sıkıntıyı gider," diye okudu.

Resulullah Efendimiz hazretleri:

— Bu rukyeyi bir ağacın (tahtanın) üstüne yedi kere okusunlar. Ondan sonra temiz bir yerden bir taş bulup keskin sirke ile taşı ve ağacı birbirine sürtsünler. Aralarında hâsıl olanı nemlenin (karıncalanan yerin) üstüne sürsünler, diye buyurdu.

21 . Ateş Yakmasına Karşı Peygamberimizin İlâcı:

İmâm Nesâî Muhammed bin Hâtib'deh rivâyet eder ki: "Bir kere ocakta kaynayan kaba yapıştım, suyundan bir miktar elime döküldü. Elimin arkası yandı. Bunun üzerine anam, beni alıp Fahr-i Kâinat hazretlerine götürdü. Fahr-i Âlem hazretleri:

"Ezhibi'l-be'se rabbe'n-nâsi — Ey insanların Rabbi, zarar ve sıkıntıyı gider," buyurdu. Ve zannederim ki: "Ve şifâ ver, şifâ verici sensin," deyip elimin üzerine tükürdü," demiştir.

22 . Peygamberimizin Perhiz İlâcı:

Malûm olsun ki, perhiz iki kısımdır:

1 . Hastalık getiren şeylerden sakinınak.

2 . Hastalığı arttıran şeylerden sakinınak.

Birincisi sağlam kimselerin perhizleridir, ikincisi hastaların perhizidir. Asıl perhizin delili teyemmüm âyetidir. Nitekim bu Bölüm'ün başlarında işaret olunmuştur. Zira Hak teâlâ hazretleri, su kullanınaktan zarar görmesi mümkün olan hastaların teyemmüm etmelerini buyurmuştur. O halde insan mizacına zarar verecek olan her nesneden perhiz etmek lâzımdır. Bazı büyük tabibler: "Tıbbın (deva ve tedavinin) başı perhizdir" demişlerdir. Yâni hepsinin başı perhizdir. Mizacı sağlam olan kimsenin perhiz etmesi hastaları taklit etmesi gibidir. Perhizin en fazla faydası nekahet halinde, yâni hastalıktan yeni kalkmış olan kimseleredir. Perhizin bunlara çok faydası vardır. Zira bunlar, çeşitli yiyecekden yeyip de karıştırırlarsa hastalıkları nüksedebilir. Hastalıkta üzülmek hastalığın başlangıcından daha zordur. Hastalıktan yeni kalkanların meyvelerden sakinınası gerektir. Zira meyveler hızlı hal değiştiren şeylerdir, yâni seri olarak başka hale dönerler. Onların tabiatleri zaaf üzredir. Ummü Münzir binti Kays'dan (radıyallahü anh) nakledilmiştir ki: "Fahr-i Kâinat Efendimiz bir gün Hazret-i Ali ile bana geldiler. Hazret-i Ali'nin gözleri ağrıyordu. Evde meyve vardı. Peygamber Efendimiz, meyveden kendisi yer, Hazret-i Ali'yi men ederdi. Ben de bir miktar arpa ile pazı pişirmiştim. Ortaya getirdim. Peygamber Efendimiz:

— Ya Ali, bundan ye! Bu sana daha faydalıdır, diye buyurdu," demiştir.

Arpa, nekahet halinde olanlara gıdaların en faydalısıdır. Zira arpanın suyunda besleyicilik, yumuşatıcılık ve açıcılık vardır. Tabiatı takviye eder. Hâsılı perhiz, devaların en büyüğüdür. Herkesin hâline uygun perhizden hâli olmaması gerektir. Ama İbn-i Kayyum'un buyurduğu üzre şunu da bilmek gerektir ki, hastaların ve nekahet halinde bulunanların gönülleri perhiz edilmesi gerekli olan şeylerden herhangi birini çok kuvvetle arzu etse kendine ondan az bir miktar vermek gerekir. O kadar ki, onu hazmetmekten tabiatı âciz olmasın. Böyle olunca zarar etmez. Belki bazen faydalı bile olur. Zira tabiat meyil ve muhabbetle telakki eder ve ıslah eder. Hatta demişlerdir ki, bu türlü gıdayı tam iştahla az bir miktar yemek, tabiatın çirkin görüp def ettiği devayı kullanınaktan daha faydalıdır. Onun içindi ki, daha önce zikri geçen Suheyb hususunda Fahr-i Kâinat hazretleri, yemeğe dâvet edip o da hurmadan yemeğe başlayınca men buyurmadı. Üstelik Suheyb'in gözü ağrıyordu. Zira gerçek iştahla yenen birkaç tane hurmanın zarar etmeyeceği Peygamberimizin malûmları idi.

23 . Sudan Perhiz Etme:

Hastaların sudan perhizi hususunda Katâde bin Nuınân'dan rivâyet edilmiştir ki, Fahr-i Kâinat Efendimiz hazretleri:

"Allah, kulunu sevdiği vakit onu dünyadan sakınır, nitekim sizin hastanızı sudan sakındığınız gibi," diye buyurmuşlar.

Ama bu şerefli söz, su içmenin kendisine zarar verdiği hasta içindir. Meselâ vücudunda su toplayan hastalar gibi. Bunlara su içmek zararın kendisidir; asla faydası yoktur. Diğer hastalarda harareti def edecek miktarı caizdir. Mizacı sağlam ve sıhhatli olan kimselerin de az su içmesi güzeldir, iyidir.

"Eğer insanoğulları su içmeyi az etselerdi, bedenleri sıhhat ve istikamet üzre olurdu," buyrulmuştur.

Taberanî'nin naklinde Ebû Saîd'den merfuan gelmiştir ki:

"Bir kimse, bir şey yemeden, aç karnına su içerse onun kuvveti eksilir," buyrulmuştur.

Ama bu hadîsin rivâyetçilerinden bazısı için "Zayıftır" denilmiştir.

24 . Güneşte Kızmış Sudan Sakinına Hususunda Peygamberimizin Emri:

Güneşte durmuş sudan sakinına hususunda Darekutnî Ömer bin Hattâb (radıyallahü anh) hazretlerinden rivâyet etmiştir ki:

"Mâ-i müşemmes ile yıkanınayın. Zira o, baras illetini verir," buyurmuşlar.

Mâ-i müşemmes, güneşin harareti ile ısınmış olan sudur. Bu hadîs-i şerif gereğince baras illetini getirmesi korkusuyla güneşte ısınmış su kullanılması bazıları katında mekruhtur. Ama keraheti için birkaç şart zikretmişlerdir. Biri şudur ki, ağzı kapalı kaplarda olmalı, taşta ve ağaçta olmamalı. Altın ve gümüşü de istisna etmişlerdir. Hâsılı bunlarda olursa mekruh olmaz. Bakırda, kalayda ve diğerlerinde mekruhtur, dediler. Cüveynî'nin kavlinde hepsi birdir. Havuzlarda ve gölcüklerde olsa mekruh olmaz. Kullanılmasinin bedende olması gerektir. Elbise ve çamaşır yıkasalar mekruh olmaz. Sıcaklığı halinde kullanılması gerektir ki, mekruh olsun. Soğuduktan sonra keraheti zail olur. Kimi kitapta zail olmaz denilmiştir.

Tehztb sahibi, "Mekruh olması için su kabinin ağzinin kapalı olması, suyun hapsedilmiş bulunınası gerektir," demiştir. Mekruh olduğunu söyleyen âlimler, tenzihi kerahetle mekruhtur, demişlerdir. Hanefî âlimlerinden bir kimsenin kerahetine kail olduğu malûm değildir.

İmâm Nevevî Ravza'da mutlak olarak kerahetin yokluğunu ihtiyar etmiştir.

25 . Cimrinin Yemeğinden Perhiz:

Cimrilerin yemeğini yemekten perhiz etmek hususunda Abdullah bin Ömer'den (radıyallahü anh) rivâyet edilmiştir ki, Fahr-i Kâinat Efendimiz hazretleri:

"Cimrinin yemeği marazdır (hastalıktır) ve cömertlerin yemeği şifadır," diye buyurmuştur.

Tunusî, İmâm-ı Mâlik'den böyle rivâyet etmiştir.

26 . Tembellik ve Uyuşukluk Hastalığından Sakinina:

Malûm olsun ki, kesel denilen tembellik ve uyuşukluk da hastalıklardan biridir. Belki bu, diğer bazı hastalıkların da zuhuruna sebeptir.

Keselden sakininak hususunda İmâm-ı Ebû Dâvud, Mürâsiî'inde, Yunus'dan, o da Rabiatü'bni Abdurrahman'dan nakleder ki: "Bir gün beni güneşte yanım üzeri yatarken gördü de bundan nehyedip:

— Bana haber vasıl olmuştur ki, Resulullah Efendimiz hazretleri: "Güneş kesel verir ve gizli hastalığı tahrik ve izhar eder," demiştir, dedi."

27 . Basur Hastalığından Sakinina:

Bâsur hastalığından sakinina hususunda Hasan'dan rivâyet edilmiştir ki, kâinatın hocası Peygamber Efendimiz kendisini hâcetin giderilmesi lâzım olduğu halde cimâ etmekten nehyedip "Bu halde cima etmek bâsur hastalığını getirir," demiştir.

28 . Sineğin Kanadındaki Zehirden Sakinina:

Yiyecek ve içecek içine sinek düştüğü zaman batmaz, üzerinde durursa kaşığın ucu veya başka bir şeyle batırıp ondan sonra çıkarıp yabana atmak gerek.

Ebû Hüreyre'nin rivâyetinde gelmiştir ki, Fahr-i Kâinat Efendimiz hazretleri:

"Birinizin kâsesine sinek düştüğü zaman onun tamamını hatırın. Çünkü gerçekten onun bir kanadı şifa, öbür kanadı hastalıktır," buyrulmuş.

Tahâvî'nin rivâyetinde: "Çünkü gerçekten önceki zehir ve sonraki şifadır," diye gelmiştir.

Murat, "Zehirli kanadını önce sokar, öbürünü sonra sokar," demektir. Yemeğe düştüğü zaman bir kanadı dışarıda kalmış olursa onu da batırmak gerek. Şifa'nın onda olması mümkündür.

İbn-i Hacer: "Şifanın hangi kanadında olduğuna dair biz bir yol bulamadık. Fakat bazı âlimler zanla sağ kanadındadır, diye zikretmişlerdir," dedi.

Ebû Ya'lâ, İbn-i Ömer hazretlerinden merfuan rivâyet etmiştir ki: "Sineğin ömrü kırk gecedir," diye buyurmuşlar.

Sineğin cümlesi cehenneme girse gerektir, ancak arı girmez, demişler. Câhiz: "Sineğin cehenneme girmesi kendisine azâb olunınası için değildir, belki cehennem ehline azâb etmek içindir," demiştir.

Sineğin acayip hallerinden biri şudur ki, ak elbise üzerine otursa pisliği siyah görünür, siyah elbise üzerine otursa ak görünür.

Rivâyet olunur ki, halifelerden biri İmâm-ı Şafiî'ye sual edip:

Sinek ne iş için yaratılmıştır? dedi.

İmâm:

Mezellet-i mülûk (hükümdarların zilletini, kendini kudret sahibi sananların aczini göstermek) için, diye cevap buyurdu.

Halife bu soruyu sorduğunda, bir sinekten taciz olup incindiği için sormuştu. Şafiî hazretleri der ki: "Sual sırasında hazır bir cevabım yoktu. Hemen o meydana gelen görünüşten çıkarıp cevap verdim." Yâni "Halifenin bir sinek elinden âciz olup onu def etmeye kadir olamadığını gördüm. Orada açıkça meydana çıktı ki, Hak teâlâ hazretleri, padişahlara kendi acizliklerini bildirip zayıf bir yaratık elinde mezelletlerini müşahede ettirmek için onu yarattı. Bunun üzerine ben de böyle cevap verdim," dedi.

29 . Geceleyin Kap Kaçağın Örtülmesi Hakkında Peygamberimizin Emri:

Geceleyin çanakları, su kaplarını açık bırakmamak hususunda Câbir (radıyallahü anh), Resulullah Efendimiz hazretlerinden rivâyet etmiştir ki:

"Kabı kaçağı ve kırbayı geceleyin açık bırakmayın, ağızlarını örtüp bağlayın. Zira yılda bir gece vardır ki, onda vebâ iner. Her açık kaba uğrasa ve her ağzı bağsız su kabına rast gelse içine girer," diye buyurmuşlardır.

Müneccimler, "Aralık ayinin otuzuncu gecesi açık kab bırakmayın," diye takvimlerinde yazarlar. Bu sözler sebepsiz değildir. Ama hadîs-i şeriften anlaşılan şudur ki, hangi gece olduğu malûm değildir. Onun için her gece kabı kaçağı açık bırakmamak, her birini nasıl mümkünse o yolla kapatmak ve korumak gerekir, diye buyrulmuştur. Bu hadîs-i şerifi İmâm Müslim Salih'inde rivâyet etmiştir.

30 . Çocuğu Ahmak Kadına Emzirmekten Sakinınak:

Çocukları ahmak kadınlara emzirmekten yasaklanınak hususunda İmâm Ebû Dâvud, Mürâsil'de sahih isnatla Ziyâd Es-Sehmî'den rivâyet etmiştir ki:

"Bir kadında hamakat varsa ona çocuk emzirtmekten Resulullah Efendimiz nehyetti. Zira süt, çocuğu sütannesine benzetir," buyurmuşlar.

İbn-i Hubeyb'in rivâyetinde de merfuan gelmiştir ki:

"Gerçekten Peygamber Efendimiz, zina edici kadma çocuk emzirtmekten nehyetti," demişlerdir.

31 . Soğuktan Sakininak:

Soğuktan sakinınak hakkında Ebû Nuaym ve Müstağferî Tıbb-ı Nebevî'de ve Dârekutnî İlel (illetler, hastalıklar) adlı kitabında Enes'den merfuan rivâyet etmiştir ki:

"Bütün hastalıkların kökü soğuktur," buyurmuşlar.

Ebû Nuaym, Abdullah bin Abbâs (radıyallahü anh) hazretlerinden mezkûr hadîsin bir eşini rivâyet etmiştir. Ama bazı rivâyette:

"Bütün hastalıkların kökü çok yemektir," diye gelmiştir.

Berd, soğuk demektir, berede ise mideyi dopdolu edecek kadar yemektir. Buna tuhme de derler. Yazılışta aynı olan "berd" kelimesi "re harfinin hareke almasiyle "berede" haline gelir ve bu mâna değişikliğine uğrar.

Bazıları, bu ikinci rivâyet doğruya daha yakındır, dediler. Darekutnî, Tashîf (yanılıp yanlış yazmalara ait) kitabında lügat ehlinden nakleder ki, muhaddisler bu kelimeyi "re" harfinin sükûnu ile "berd" şeklinde naklettiler. Ama doğrusu "re" harfinin fethi ile "berede" şeklindedir, demişler. Fakat lügat ehlinin sözü ile muhaddislerin sözünün yanlışını çıkarınanın mânası yoktur. Üstelik onların rivâyeti gerçeğe uygundur. Zira hastalıkların çoğu soğuktan olur. Bu cihetten çoğu, küll (bütün) yerine geçirip "Bütün hastalıklardır" diye buyurmuşlardır. Yahut hakikati üzre öyledir. Şu cihetten ki, o beldelerin halkı sıcaktan zarar görmeyip hakikatte bütün hastalıkları soğuktan olur. Ama "Her hastalık çok yemekten olur" demenin sebebi ve izahı asla açık değildir.