7 - 4Bu söz, İmâm-ı Şafiî'nin ve ona tâbi olanlarındır. Fakat "Vaciptir" dedikleri için âlimlerden çok kimse Şafiî'ye itiraz edip "Vücubuna delâlet eden bir şey yoktur" demişlerdir. Hanefi İmâmları katında sünnettir. Namazda okunan salât: "Allahümme salli alâ Muhammedin ve ala âli Muhammedin..." ilh. meşhurdur. Bazıları, "Ve erham Muhammeden — Ve Muhammed'e rahmet eyle" demek mekruhtur, dediler. Ama doğrusu şudur ki, keraheti yoktur* . İmâm-ı Zeylaî böyle demiştir. Şafiîler, kendilerine gelen itirazın cevabında çok ıstıraba düşmüşlerdir. Nihayet vücuba kuvvetli delil bulmaktan âcizdirler. Salâtın Sıfatı:Peygamber Efendimiz hazretleri üzerine salât vermenin sıfatı nasıldır? Şimdi onu beyan edelim. Abdurrahman bin Ebi Leylâ'dan rivâyet edilmiştir ki, şöyle anlattı: "Bir gün Kâ'b bin Ucre benimle konuşurken: — Sana bir hediye vereyim, dinle ve belle, dedi. Sonra anlatmaya devam etti: — Bir gün Fahr-i Kâinat Efendimiz üzerimize geldi de "Ya Resûlüllah! Sana selâm vermenin nasıl olduğunu biliriz, ama salât nasıl olsa gerektir?" dedik. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: "Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ salleyte alâ İbrahime, inneke hamîdün mecîdün. Allahümme bârik alâ Muhammedin kemâ bârekte alâ âli ibrahime, inneke hamîdün mecîdün — Allahım, Muhammed'e ve Muhammed'in soyuna yardım eyle, ibrahim'e yardım ettiğin gibi. Gerçekten çok övülen ve çok büyük olan sensin. Allahım, Muhammed'e ve Muhammed'in soyuna çok hayırlar, kutluluk ve mutluluklar ver, ibrahim'in soyu üzerine çok hayırlar, kutluluk ve mutluluk verdiğin gibi. Elbette çok övülen ve çok büyük olan sensin," dedikten sonra "Böyle deyiniz," diye buyurdu. Hadîs İmâmlarından Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvud ve Nesâî (Allah onlara rahmet etsin) böylece rivâyet etmişlerdir. Son derece kuvvetli bir rivâyettir. İbn-i Ebi Hâtem şu sözle rivâyet eder ki: "İnnellahe ve melâiketehu yusallûne ale'n-nebiyyi — Allah ve melekleri peygamber üzerine salât ederler," (Ahzâb sûresi: 33/56) âyeti indiği zaman: — Ya Resûlüllah! Sana nasıl salât getirelim? dediler. Resûlüllah Efendimiz hazretleri: — "Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ salleyte alâ İbrahime inneke hamîdün mecîdün ve bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ bârekte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahime inneke hamîdün mecîdün," deyiniz, diye buyurdu. İbn-i Ebi Leylâ'dan rivâyet edilmiştir ki: "Salâtın sonunda 'Ve aleynâ maahüm — Onlarla beraber bizim üzerimize de...' demeli," demiştir. Yâni Fahr-i Kâinat Efendimize ve soyuna duadan sonra kişinin kendine de dua etmesi demek olur. İmâm-ı Ahmed'in rivâyetinde Ebû Hamîd-i Saidî'den rivâyet edilmiş olan şudur ki: — Ya Resûlallah! Nasıl salât verelim? dediler. Resûlüllah Efendimiz: — Şöyle deyiniz, diye buyurdu: "Allahümme salli alâ Muhammedin ve ezvâcihi ve zürriyetihi kemâ salleyte alâ İbrahime ve bârik alâ Muhammedin ve ezvâcihi ve zürriyeiihi kemâ bârekte alâ âli ibrahime inneke hamîdün mecîdün." Ebû Mes'ud Ensarî'den (radıyallahü anh) rivâyet edilmiştir ki: Bir gün Sa'd bin Ubâde'nin meclisinde oturuyorduk. Fahr-i Âlem Efendimiz geldi. Beşîr bin Sa'd dedi ki: — Ya Resûlallah! Hak teâlâ hazretleri, sana salât vermeyi bize emretti... Fahr-i Âlem hazretleri hiç bir şey söylemeyip bir zaman sustu. Hatta kalbimize geldi ki: "Keşke Beşîr bu sözü söylememiş olsaydı," dedik. Ondan sonra kâinatın hocası Efendimiz hazretleri: — Şöyle deyiniz, diye buyurdu: "Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ salleyte alâ İbrahime ve bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ bârekte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahime fî'l-âlemiyne inneke hamîdün mecîdün." İmâm-ı Mâlik, Müslim ve diğerleri böyle rivâyet etmişlerdir. Eğer sual olunup: — "Kemâ salleyte alâ İbrahime — İbrahim'in üzerine salât ettiğin gibi" denilmesinin sebebi nedir? Benzetme, kendisine benzetilen şeyin benzeyen şeyden daha kuvvetli olduğu yerde olur. Halbuki burada iş, bunun aksinedir. Açıktır ki, Fahr-i Kâinat hazretlerinin ibrahim'den ve ibrahim'in soyundan daha üstün olduğunda şüphe yoktur, denilirse âlimler buna birkaç şekilde cevap vermişlerdir. Bu cevapların en kuvvetlilerinden biri şudur: "Benzetme salâtın kendisindedir, yoksa değerinde ve miktarında değildir," dediler. Bu benzetme, "İnnâ evhaynâ ileyke kemâ evhaynâ ilâ Nûhin — Biz, Nuh'a vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik," (Nisâ sûresi: 4/163) âyet-i kerîmesinde olan benzetme gibidir. Kasdedilen vahiydir." Şuna da benzer ki, bir kimse sana: "Filana ihsan ettiğin gibi oğluna da ihsan et" dediği zaman "Ona nasıl ihsan ettinse buna da ihsan eyle" demektir, yoksa "Ona ne kadar ihsan ettinse buna da o kadar ihsan eyle" demek değildir. Hak teâlâ hazretlerinin: "Ve ahsin kemâ ahsenallahu ileyke — Allah sana nasıl iyilik ettiyse sen de öyle iyilik et," (Kasas sûresi: 28/77) buyurması da bu kabildendir, dediler. İmâm-ı Kurtubî, bu kavli diğer cevaplardan üstün tutmuştur. Bazıları bu kavli İmâm-ı Şafiî'ye nisbet etmişlerdir. Bir cevap da kendisine benzetilenin benzeyenden daha kuvvetli ve üstün olmasını evvelâ men edip her zaman böyle olmasını kabul etmemektir. Zira bazen olur ki, benzetme, kendi dengine ve bazen de kendinden aşağısına olur. Nitekim Hak teâlâ hazretleri: "Meseli nûrihi kemişkâti — O'nun nuru bir lambaya benzer," (Nur sûresi: 24/35) buyurmuştur. O'nun (Allah'ın) nuru nerede, lamba nerede? Fakat kendisine benzetilenden kastedilen dinleyiciye açık ve parlak bir nesne olduğu için nurunu lambaya benzetmek güzel oldu. Salât hususunda da Hazret-i İbrahim'e ve soyuna tazim açık ve parlak bir şey olduğu için benzetme güzel oldu, dediler. Bu kavli şu da teyid eder ki, yukarıda geçen salâtın sonunda "Fî'l-âlemîne — Bütün âlemlerde," buyrulmuştur. Mânası: "Âlemlerde ibrahim'e ve ibrahim soyuna salâtı izhar ettiğin gibi" demek olur. Onun için "Fî'l-âlemîne" sözü ibrahim'in zikrinde vâki oldu "Âl-i Muhammed"in zikrinde vâki olmadı, dediler. Bu tafsil, Taybî'nin "Zikri geçen benzetme, eksiği tam olana katmak kısmından değildir, belki meşhuru meşhur olmayana katmak kısmmdandır," dediği mânadadır, İmâm Nevevî, Şafiî'ye nisbet edilen cevapla mecmuu mecmua teşbih etme cevaplarını beğenmiştir. "Cevapların en güzeli onlardan biridir," demiştir. İbn-i Kayyum, cevapların çoğunu tezyif ettikten sonra dedi ki: "Mecmuu teşbih cevabı güzel bir cevaptır. Ondan daha güzeli şudur ki, Resulullah Efendimiz hazretleri, İbrahim'in soyundandır. İbn-i Abbâs'dan sâbit olmuştur ki: "İnnallahe'stafa Âdeme ve Nûhan ve âle İbrâhîme ve âle İmrâne fî'l-âlemîne — Allah, Âdem'i, Nuh'u, Ibrâhim soyunu ve İmrân soyunu süzüp arıtarak âlemlere üstün kıldı," (Al-i Imrân sûresi: 3/33) âyet-i kerîmesinin tefsirinde "Fahr-i Kâinat Efendimiz hazretleri, Al-i İbrahim'dendir," demiştir. Bu takdirce sanki bize emretti ki: "Muhammed'e ve hususiyle Muhammed'in soyuna o kadar salât ediniz ki, miktarı, kendine, İbrahim'e ve umumî olarak Ibrâhim soyuna olan salât kadar olsun. Lâyık olan miktarı kendi soyuna sarf olunup geri kalanının mecınuu kendine kalsın. Bu mecınuun, kendinden başka bütün İbrahim soyunun hisselerinden fazla olduğu kesindir. Bu takdir üzre benzetmenin faydası açıkça ortaya çıkıp salavâtın sözleri içinde bu sözün üstünlüğü açık seçik belli olur." Halimî der ki: "Bu benzetmenin sebebi şudur ki, melekler, İbrahim aleyhisselâmın evinde: 'Rahmetullahi ve berekâtuhu aleyküm ehle'l-beyti innehu hamîdün mecîdün — Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizde, ey ev halkı! Elbette O, en çok övülmeye ve sevilmeye lâyık olandır, çok büyüktür,' (Hûd sûresi: 11/73) demişlerdir. Bundan anlaşılır ki, Muhammed ve Muhammed'in soyu, İbrahim'in ehl-i beytindendir. Sanki böyle salât eden kimse, 'Ya Rab, meleklerin dualarını o zamanda mevcut olan İbrahim soyu hakkında kabul ettiğin gibi Muhammed ve Muhammed'in soyu hakkında da kabul eyle,' demiş olur. Onun için salâtm sonunu âyet-i kerîmenin sonu ile bitirip 'İnneke hamîdün mecîdün — El-bette sen, övülmeye ve sevilmeye en çok lâyık olansın, çok büyüksün,' buyurmuştur." Eğer sual olunup, "Al-i Muhammed'den (Muhammed'in soyundan) murat kimlerdir?" denilirse bunun cevabı şudur: Alimlerin çoğunun seçkin tutup Şafiî'nin kesinleştirdiği üzre kendilerine sadaka haram kılınanlardır. Bu kavli kuvvetlendiricidir ki, Fahr-i Kâinat Efendimiz hazretleri, Hazret-i Hasan'a: — "İnnâ âle Muhammedün lâ tahillu lenâ es-sadakatu — Biz Muhammed soyuyuz, bize sadaka helâl olmaz," buyurmuştur. Bazıları, "Âl'den murat, zevceleriyle zürriyetidir," dediler. Bazıları da, "Bütün icabet ümmeti (Peygamberimizin dâvetini kabul ederek müslüman olanların hepsi) dir," dediler. Ebû Tayyibü't-Taberî, bazı Şafîilerden böyle hikâye etmiştir. İmâm-ı Nevevî, Müslim şerhinde bu kavli tercih etmiştir. Kadı Hüseyin, "İcabet ümmetinin en takî olanlarıdır," demiştir. Itlak edenin (herhangi bir zümre belirtmeksizin söyleyenin) sözü de bu mânaya mahmuldür. Bu kavli teyid eder ki, Deylemi ve diğerlerinin Enes'den rivâyet ettikleri üzre Fahr-i Âlem Efendimiz hazretlerinden sual edip: — Âl-i Muhammed kimlerdir? dediler. Peygamber Efendimiz hazretleri, cevap olarak: — "Külli takiyyün min ümmeti Muhammedin — Muhammed ümmetinden takvâ sahibi olan her kişi," buyurdu. Deylemî, naklinde, böyle buyurduktan sonra: "İn evliyâuhu ille'l-müttekune — O'nun velileri (dostları) ancak müttakilerdir," (Enfâl sûresi: 8/34) âyetini kıraet etti, dediler. Ama bunların isnadında zayıflık vardır. Fakat Sahihayn'da bunlara şahit vardır ki: "Filânın soyu benim dostlarım değillerdir, ancak benim dostum, Allah'la müminlerin iyi ve temiz olanlarıdır" buyurdukları rivâyet olunmuştur. Âl (soy) kelimesinden müminlerin müttakileri murat olduğu takdirde evliya mânasına olacağı açıktır. O halde Sahihayn'de vâki olan mezkûr hadîs, Deylemî'nin rivâyetinin sıhhatine de şahit olur. İbn-i Mes'ud'dan rivâyet edilmiştir ki, Fahr-i Âlem Efendimiz hazretleri şöyle buyurdu: "Sizden biriniz namazda teşehhütte bulunduğu zaman şöyle desin: — Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin v'erham Muhammeden ve âle Muhammedin kemâ salleyte ve bârekte ve terahhamte alâ İbrâhime ve alâ âli İbrahîme inneke hamîdün mecîdün. — Allahım, Muhammed'e ve Muhammedin soyuna salât (yardım) eyle, Muhammed'e ve Muhammed'in soyuna rahmet eyle, tıpkı ibrahim'e ve ibrahim'in soyuna salât, rahmet ve bereket ihsan ettiğin gibi. Elbette sen, en çok övülen ve sevilen, en büyük olansın." Hâkim böyle rivâyet etmiştir. Bazıları bu hadîsten âlemlerin hocası Efendimiz hazretlerine rahmet dilemenin caiz olduğunun delilini çıkarmışlardır. Hadiste geçen "terahhüm'un mânası, O'na rahmetle dua etmektir. Arabi kıssası da bu delil çıkarınayı takviye eder: Bir gün bir Arabi geldi de Fahr-i Kâinat Efendimiz hazretlerinin huzurunda: — "Allahümme'rhamnî ve Muhammeden ve lâ terham maanâ ahaden — Allahım, bana ve Muhammed'e rahmet eyle, bizimle beraber başka kimseye rahmet etme," dedi. Resûlüllah Efendimiz hazretleri: — "Lekad tehaccerte vâsian — Allah'ın genişlettiğini sen çok daralttın," diye buyurdu. Yâni "Hak teâlâ hazretlerinin geniş rahmetini daralttın. Hâsılı, dua edersen bütün müminlere dua eyle. Hak teâlâ hazretlerinin rahmeti yetişmez mi sandın?" demektir. Ama Kâdî Iyâd, Malikîlerin çoğunluğundan Peygamber Efendimize rahmetle dua etmenin cevazinin men'ini rivâyet etmiştir. Muhammed bin Ebû Zeyd caiz görmüştür. Daha fazla tafsili inşallah ileride gelecektir. Abdullah bin Mes'ud'dan rivâyet edilmiştir ki: "Resûlüllah Efendimize salât ettiğiniz zaman salâtmızı güzel edin. Zira ne biliyorsunuz, salâtınızın Fahr-i Kâinat hazretlerine arz olunınası mümkündür," dedi. Ashâb: — Ya Abdullah! O halde bize öğret, dediler. Bunun üzerine başladı: "Allâhümmec'al salâvâtike ve berekâtike ve rahmeteke alâ seyyidi'l-mürselîne ve imâmi'l-müttakîne ve hâtemi'n-nebiyyine Muhammedin abdike ve resûlike imâmi'l-hayri ve resuli'r-rahmeti. Allahümmeb'ashu makamen mahmûden yağbituhu fîhi'l-evvelûne ve'l-âhirûne. Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kema salleyte alâ ibrâhime inneke hamîdün mecîdün ve bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ bârekte alâ İbrâhîme ve alâ âli Ibrâhîme inneke hamîdün mecîdün. — Allahım, yardımlarını, bereketlerini ve rahmetini, resullerin efendisi, müttakilerin İmâmı, nebilerin hâtemi, senin kulun ve resûlün, iyiliğin İmâmı ve rahmet Peygamberi olan Muhammed üzerine eyle. Allahım, O'nu, önce gelenlerin ve sonra geleceklerin gıpta ettikleri Mahmud Makamı'na gönder. Allah'ım, ibrahim'e ve ibrahim'in soyuna yardım ettiğin gibi Muhammed'e ve Muhammedin soyuna da yardım eyle. Övülmeye ve sevilmeye lâyık olan ancak sensin, sen çok büyüksün. İbrahim'i ve ibrahim'in soyunu kutlu kıldığın gibi Muhammedi ve Muhammed'in soyunu da kutlu, başarılı ve bereketli kıl. Elbette övülmeye ve sevilmeye lâyık olan ancak sensin ve sen çok büyüksün," dedi. Bu hadîs mevkuftur. İbn-i Mâce rivâyet etmiştir. Ruveyfi' bin Sâbitü'l-Ensârî, Resûlüllah Efendimiz hazretlerinden rivâyet etmiştir ki: "Her kim Muhammed üzerine salât eder ve 'Allahım, O'nu, indindeki yakınlık makamına indir,' derse kıyamet günü ona şefaatim vacip olur" buyurmuştur. Tâvus'dan rivâyet edilmiştir ki: "Ben, İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) hazretlerinden işittim, şöyle salât ederdi," demiştir: "Allahım, Muhammed'in büyük şefaatini kabul et, O'nun derecesini yükseklere çıkar, İbrahim'e ve Musa'ya verdiğin gibi O'na da başlangıca ve sona dair istediğini ver." İsmail El-Kadî rivâyet etmiştir. İbn-i Kesir, "İsnadı güzel, kuvvetli ve sahihtir," demiştir. Salavâtın Yerleri:Salavâtın meşru olduğu yerler şunlardır ki, zikrolunur. Bu cümleden biri, teşehhüdün sonudur. Bu, Hanefîler katında sünnet ve Şafiîler katında vaciptir. Nitekim işaret olunmuştu. Biri de cuma hutbesidir. Diğer hutbeler de böyledir. Biri de müezzine icabetten sonradır. Zira İmâm-ı Ahmed'in rivâyetinde Abdullah bin Amr bin Âs'dan rivâyet edilmiştir ki, Peygamber Efendimiz hazretleri: "Müezzini işittiğiniz zaman o ne derse siz de öyle deyin. Ondan sonra bana salât edin. Zira bir kimse bana bir salât eylese Hak teâlâ hazretleri ona on salât eyler. Ondan sonra Hak teâlâ hazretlerinden benim için Vesile'yi isteyin. Vesile cennette bir menzildir ki, Hak teâlâ hazretlerinin kullarından kimseye lâyık olmaz, ancak bir kula lâyık olur. Ben, o kulun ben olduğumu umarım. Bir kimse Hak teâlâ hazretlerinden benim için Vesile'yi istese benim şefaatim ona vacip olur," diye buyurmuştur. O makamın Fahr-i Kâinat Efendimiz hazretlerine müyesser olması kesin iken "Umarım ki, böyle olur" diye buyurması edeb ve ümmetine öğretmek bakımındandt. Tâ ki, Hak teâlâ hazretlerinin korkusunu anıp işlerini O'na ısmarlasınlar ve tâlip olan kimseler, korku ile umma arasında olsunlar... Makasıd-ı Hasene Sahibi, "Ezandan sonra okunacak dua şudur. Bundan fazlasını görmedik," demiştir: "Allahümme rabbe hâzihi'd-dâveti't-tammeti ve's-salâti'l-kaimeti âti Muhammedeni'l-vesîlete ve'l-fazîlete veb'ashu makamen mahmudeni'llezî vaadtehu. — Allahım, bu tam dâvetin ve kılınan namazın Rabbi, Muhammed'e vesileyi ve fazileti ver O'nu kendisine vaad ettiğin Mahmud Makamı'na ilet." İmâm-ı Ahmed ve Buhârî'nin nakillerinde Câbir (radıyallahü anh*), Resûlüllah Efendimizden rivâyet etmiştir ki: "Bir kimse ezanı işittiği zaman böyle dese benim şefaatim ona vacip olur," diye buyurmuşlar. Hadîs-i şerifin başlangıcı: "Men kale hine yesmeu'n-nidâe allahümme rabbe hâzihi'd-da'veti... — Bir kimse ezanı işittiği sırada 'Allahım, bu davetin Rabbi...' derse," (yâni böyle başlayan ezan duasını okursa) diye vâki olmuştur. Bu ibarenin zahirinden anlaşılan şudur ki, hemen işittiği anda böyle demeli. Ama Abdullah bin Amrın hadîsi açıkça belirtir ki, murad, ezan tamamlandıktan sonra demektir. Bir yeri de duadır. Duanın başında, ortasında ve sonunda Fahr-i Âlem Efendimize salât etmek gerektir. Câbir'in rivâyetinde böyle gelmiştir. Biri de Kunut'un sonudur. Zira İmâm-ı Ahmed, sünen ehli, İbn-i Cerîr, İbn-i Hibban ve Hâkim'in rivâyetlerinde Hasan bin Ali'den (radıyallahü anh) rivâyet edilmiştir ki: "Dedem bana Vitir'de okuyacak bazı kelimeler öğretti," demiştir. Tafsili inşallah gelecektir. Biri de iki bayramın tekbirleri esnasmdadır, dediler. Ama zevâid tekbirleri arasında, Hanefi âlimleri katında, sükût etmek gerektir. Orada salât veya başka bir şeyin okunınasına yer yoktur. Bir yer mescide girecek zaman, bir yer de mescidden çıkacak zamandır. Fâtımatü'z-Zehrâ'nın (radıyallahü anh) rivâyetinde gelmiştir ki: "Fahr-i Kâinat Efendimiz mescide girdiği zaman kendine salât eder, ondan sonra: "Allahümme'ğfirlî zünûbî v'eftahlî ebvâbe rahmetike — Allahım, günahlarımı bağışla ve bana rahmetinin kapılarını aç," derdi." Salâtın yerlerinden biri de cenaze namazıdır. Biri de telbiye esnasıdır. Yâni hacıların "Lebbeyk" dedikleri zamanda Peygamber Efendimiz üzerine salât eylemek gerektir, dediler. İmâm-ı Şafiî ve Dârekutnî, Kasım bin Muhammed bin Ebû Bekir Sıddîk'den rivâyet ettiler ki: "Bir kimse telbiyeyi bitirdiği zaman Peygamber Efendimiz hazretlerine salât etmesini her zaman emrederdi," demişler. Biri de Safâ ve Merve yanlarıdır. Kadı İsmail, Ömer bin Hattâb (radıyallahü anh) hazretlerinden rivâyet eder ki: "Ayak bastığınız zaman Beyt'i (Kâbe'yi) yedi kere tavâf edin ve makam yanında iki rek'at namaz kılın. Sonra Safâ'ya gidip Beyt'in itibarı için ayakta durarak yedi kere yüksek sesle tekbir getirin. Tekbirleri Peygamberin hamd ve senası arasında getirin. Sonra kendin için isteyeceğini iste ve Merve'de de böyle yap," diye buyurmuşlar. Bundan da anlaşıldığına göre Safâ ve Merve üzerinde de salât etmek gerekmiş. İbn-i Kesir, mezkûr rivâyet için, isnadı hasen, kuvvetli ve güzeldir, demiştir. Biri de toplanına ve ayrılma zamanlarıdır. Tirmizî'nin rivâyetinde Ebû Hüreyre'den rivâyet edilmiştir ki, Resulullah Efendimiz hazretleri: "Bir topluluk bir mecliste oturdukları zaman Allah'ı anınaz ve peygamberine salât etmezlerse onların işi Allah'a kalmıştır; dilerse onlara azâb eder, dilerse kendilerini bağışlar," buyurmuşlar. Bundan anlaşılmış oldu ki, müslümanlar birbirleriyle bir araya geldiklerinde ve birbirlerinden ayrıldıklarında Hak teâlâ hazretlerini zikretmeseler ve Fahr-i Âlem hazretlerine salât etmeseler üzerlerinde taksir ve noksan olurmuş. Biri de sabah ve akşam zamanlarıdır. Taberânî'nin naklinde Ebû Derdâ'dan (radıyallahü anh) merfuan rivâyet olunmuştur ki: "Bir kimse sabaha ve akşama yetiştiği zamanda bana on kere salât etse kıyamet günü şefaatime müstahak olur," buyrulmuştur. Biri de abdest alındığı zamandır, İbn-i Mâce'nin naklinde Sehl bin Sa'd'dan rivâyet edilmiştir ki, Fahr-i Kâinat Efendimiz hazretleri: — "Lâ vuzûe limen lem yusalli aleyye — Bana salât etmeyen kimsenin abdesti yoktur," buyurmuşlar. Biri de kulak çınladığı zamandır. Ebû Râfi'den merfuan rivâyet olunmuştur ki: "Sizin birinizin kulağı çınlasa beni zikretsin ve bana salât etsin. Beni hayırla yad edeni Allah zikretsin," buyurmuşlar. Biri de kişinin bir nesneyi unuttuğu zamandır. Ebû Musa Müdeynî zayıf senetle Enes'den merfuan rivâyet etmiştir ki, Peygamber Efendimiz: "Bir şeyi unuttuğunuz zaman beni hatırlayın ve bana salât edin. Allah dilerse onu hatırlatır," diye buyurmuştur. Biri de Resulullah Efendimiz hazretlerinin şerefli kabrini ziyaret zamanıdır. îbni Asâkir'in rivâyetinde: —"Men sallâ aleyye inde kabrî semi'tuhu — Kabrim katında bana salât edenin salâtını işitirim," buyrulmuştur. Ayrıca cuma günü ve cuma gecesi salâtı çok getirmek hususunda şerefli emirleri gelmiştir. Evs bin Evs Sekafî (radıyallahü anh), Resulullah Efendimiz hazretlerinden rivâyet etmiştir ki: "Cuma günü sizin en üstün günlerinizdendir. Âdem aleyhisselâm o günde yaratıldı, o günde kabzolundu. Sûrun üflenmesi ve ansızın helâk oluş o günde olur. O halde o günde bana salâtı çok edin. Zira salâtınız bana arz olunur," buyurmuşlardır. Hazır olanlar dediler ki: — Ya Resulallah! Sen çürüdükten sonra bizim salâtımız sana nasıl arz olunur? Bunun üzerine Resulullah Efendimiz: — "İnnallahe harreme ale'l-arzı en te'kule ecsâde'l-enbiyâi — Elbette Allah, peygamberlerinin bedenlerini yemeği arza haram etmiştir," diye buyurdu. İmâm-ı Ahmed, Ebû Dâvud ve Nesâî böylece rivâyet etmiştir. İbn-i Huzeyme, îbni Hibbân ve Dâre Kutni, "Hadîs sahihtir" diye buyurdular. Resûlüllah Efendimiz hazretlerine salât etmenin fazileti hakkında kuvvetli hadîsler gelmiştir. Bu cümleden biri, İmâm Müslim'in Ebû Hüreyre'den rivâyet ettiği hadîs-i şeriftir ki, Resulullah hazretleri: — "Men sallâ aleyye vâhideten sallallahü aleyhi aşren — Bir kimse bana bir salât (yardım) ederse Allah ona on salât (yardım) eder," buyurmuştur. İmâm Taberânî'nin naklinde Ömer bin Hattâb (radıyallahü anh) buyurmuştur ki: "Bir gün Resulullah Efendimiz bir hacet için dışarı çıkmıştı. Kendisiyle beraber gidecek kimse bulamadı. Ben durumu anlayınca temizlenmesi için bir matara alıp arkasından gittim. Gidip Resulullah hazretlerine yetiştiğimde onu secde üzerinde buldum. Geri çekildim. Hatta Fahr-i Âlem hazretleri mübarek başını secdeden kaldırdı ve: — Ya Ömer! Beni scedede görünce korktun mu, geri çekildin? buyurdu. Ondan sonra dedi ki: — Gerçekten Cebrâil aleyhisselâm bana geldi ve: "Men salli aleyke min ümmetike vâhidetün sallallahü aleyhi aşre salavâtu ve refeahu aşre derecâtu — Ümmetinden bir kimse sana bir salât (yardım) eylese Hak teâlâ hazretleri ona on salât eder ve onu on derece yükseltir." İmâm-ı Ahmed ve diğerlerinin naklinde Ebû Talha'dan rivâyet edilmiştir ki, bir gün Resulullah Efendimiz hazretleri geldi, yüzünde sevinç eseri görülüyordu. Ashâb: — Ya Resulallah! Mübarek yüzünüzde sevinç görüyoruz, dediler. Resulullah Efendimiz cevap olarak buyurdu ki: — Gerçekten bana melek geldi ve dedi ki: Rabbin senden razı oldu ve buyurdu ki: "Ümmetinden bir kimse sana bir salât ederse ben ona on salât ederim ve ümmetinden bir kimse sana bir selâm ederse ben ona on selâm ederim." Yine İmâm-ı Ahmed ve İbn-i Mâce'nin nakillerinde Âmir bin Rabia'dan rivâyet edilmiştir ki: "Bir kimse bana salât etse bana salât etmek üzere olduğu için melekler de ona salât ederler. O halde bir kul dilerse az etsin, dilerse çok etsin," diye buyurmuşlar. Bundan da murat, "Meleklerin salât etmesinden hoşlanan kimse, bana salâtı çok etsin," demektir. Yine İmâm-ı Ahmed'in naklinde Abdullah bin Amr'dan rivâyet edilmiştir ki: "Bir kimse Fahr-i Âlem hazretlerine bir salât etse Hak teâlâ hazretleri ve melekler ona yetmiş salât ederler," diye buyurmuştur. İmâm Nevevî: "Salâtı selâmdan ayırıp yalnız başına etmek kerihtir," demiştir. Zira emir ikisine beraber gelmiştir. Âyet-i kerîmede: "Sallü aleyhi ve sellimû teslîmen — Allah O'na salât (yardım) edin ve tam teslim olarak selâmet bulun," (Ahzâb sûresi: 33/56) buyrulmuştur," dedi. Ama bazıları buna itiraz edip: "Âlemlerin hocası Peygamber Efendimiz hazretleri, ashâbına selâmı salâttan önce öğretmiştir," dediler. Nitekim daha önce işaret olunmuştu. Fakat Fethü'l-Bâri sahibi der ki: "Mekruh olan, salâtın ayrılıp selâmın asla verilmemesidir. Ama salât verilip bir zaman da selâm verilirse emre uygun hareket etme bulunur." Gerçekten de daha faziletli olanı, ikisinin beraberliğiyle, meselâ; "Sallallahu aleyhi ve sellem" yahut "Allahümme salli ve sellim alâ Muhammedin" yahut "Es-salâtü ve's-selâmu aleyke yâ Resûlallah" demektir. Yalnız salât yahut yalnız selâm vermekte o kadar fazilet bulunınaz. Resulullah Efendimiz hazretlerinden başkasına salât getirmek hususunda da ihtilaf edilmiştir. Beyhakî'nin rivâyetinde: "Lâ tetrükenne fî't-teşehhüdi es-salâte aleyye ve alâ enbiyâillahe— Teşehhütte benim ve diğer peygamberlerin üzerine salât getirmeyi terketmeyiniz," diye gelmiştir. Kadı ismail'in rivâyetinde: "Sallû alâ enbiyâullahe — Allah'ın peygamberleri üzerine salât ediniz," diye gelmiştir. Bu hadîslerde diğer peygamberler üzerine salât etmek emir buyrulmuştur. Fakat senetlerinde zayıflık vardır. Taberânî'nin naklinde İbn-i Abbâs'dan (radıyallahü anh) merfiıan rivâyet olunmuştur ki, Peygamber Efendimiz hazretleri: "İzâ salleytüm aleyye fesallû alâ enbiyâillahi feinnallahe baasehum kemâ baasenî — Bana salât ettiğiniz zaman Allah'ın peygamberlerine de salât ediniz. Zira Allah beni gönderdiği gibi onları da göndermiştir," diye buyurdu. Yine İbn-i Abbâs hazretlerinden sahih senetle İbn-i Şeybe, salâtm o Fahr-i Cihân hazretlerine mahsus olduğunu ihraç etmiştir. Zira "Resulullah hazretlerinden başka bir kimseye bir kimseden salâtm lâyık olduğunu bilmiyorum," diye buyurmuştur. İmâm-ı Mâlik de buna kail oldu, demişlerdir. Sûfyan-ı Sevrî: "Peygamber olmayana salât etmek mekruhtur," demiştir. Bu takdirde peygamberlere salât caiz, diğerlerine mekruh olur. Mâliki mezhebinin meşayihinden bazılarından "Fahr-i Âlem hazretlerinden başkasına salât etmek caiz değildir" diye naklolunmuştur. Fakat İmâm-ı Mâlik'den bu kavi maruf değildir. Onun buyurduğu şudur: "Peygamberlerden başkasına salât vermeği ben kerih görürüm. Emredilmiş olduğumuzun sınırını aşmak bize yakışmaz." Ama Yahya bin Yahya, İmâm-ı Mâlik'e muhalefet edip: "Başkasına da salât etmekte beis yoktur. Zira salât, duadır. Duadan ise ancak nass yahut icmâ ile men olunur," demiştir. "Kimseye salât etmemek hakkında ne âyet ne de hadis var. Bu hususta ümmetin icmâı da yok. O halde men edilmiş değildir, caizdir," dedi. Çekişme ve ihtilaf, ancak peygamberlerden başkasinin onlardan ayrı olarak yalnız başına zikredilmesi zamanındadır. Meselâ bir kimseye: "Allahümme salli alâ filânun — Allahım, filan kimseye salât eyle," demesi halindedir. Ama peygamberlere tâbi olması yoliyle demek icmâ ile sahihtir. Meselâ: "Allahümme salli alâ Muhanımedin ve alâ âli Muhammedin — Allahım, Muhammed'in üzerine ve Muhammed'in soyu üzerine salât eyle," demek caizdir ve güzeldir. Yalnız âli (soyu) için salât edip: "Allahümme salli alâ âli Muhammedin — Allahım, Muhammed'in soyu üzerine salât eyle," deseler bunda ihtilaf vardır. Bazıları, caizdir, dediler. Hüccetleri Kur'an-ı azimde geçen şu âyetlerdir: 1 — "Hüvellezî yusalli aleyküm ve melâiketuhu li-yuhriceküm mine'z-zulümâti ile'n-nûri — O Allah'dır ki, sizi karanlıklardan nura çıkarınak için üzerinize salât (yardım) eder ve melekleri de eder." (Ahzâb sûresi: 33/43) 2 — "Ulâike aleyhim salavâtun min rabbihim ve rahmetün — İşte Rablerinden salavât (yardımlar) ve rahmet onlaradır." (Bakara sûresi: 2/157) 3 — "Huz min evâlihim sadakaten tutahhiruhum ve tüzekkîhim bihâ ve salli aleyhim — Onların mallarından bir miktar sadaka al ki, onunla onları temizleyesin, arıtasın ve onlara salât (yardım) et." (Tevbe sûresi: 9/103) Bu âyet-i kerimeler delâlet eder ki, peygamberlerden başkasına salâtı ayırarak ve yalnız başına etmek caizmiş. Zira zikrolunan âyet-i kerîmelerde salâtlar yalnız ümmete nisbet edilmiştir, dediler. Şunu da delil getirdiler ki, Abdullah bin Ebi Evfâ dedi: "Kâinatın hocası Efendimiz hazretlerinin âdeti şu idi ki, bir kavm gelip zekâtları getirseler, 'Allahümme salli aleyhim — Allahım, onlara yardım eyle,' diye buyururdu. Babam da gelip zekâtını getirdiğinde, 'Allahümme salli alâ âli Ebi Evfâ — Allahım, Ebi Evfâ'nın soyuna yardım eyle' diye buyurdu." Buhârî ve Müslim böyle rivâyet etmişlerdir. Âlimlerin çoğunluğunun mezhebi, peygamberlerden başkasına ayrı ve yalnız olarak salât olunınaması şeklindedir. Zira salât, zikirleri katında peygamberlere şiar kılınmıştır. O halde başkalarını onlara katmak caiz değildir. Meselâ, "Ebû Bekir sallallahu aleyhi ve sellem" demek yahut "Ömer sallallahu aleyhi ve sellem" demek caiz değildir. Gerçi mâna bakımından doğrudur, ama dememek gerektir. Nitekim "Muhammed azze ve celle" denilmez. Zira "Azze ve celle", Allah'ın zikrine şiar kılınmıştır. Kitap ve sünnette geçenleri duaya hamletmişlerdir. Bazıları da: "Peygamberlerden başkasına salâtın ayrı ve yalnız olarak söylenmemesi, hevâ ehlinin yolu olduğu içindir. Zira onlar, itikat ettikleri kimseye salât ederler. Onlara uymak caiz değildir," dediler. Men edenlerden bazıları "Haramdır" dediler, bazıları da "Tenzihi kerahetle mekruhtur" dediler. Bir kısmı da "Evlâ olana aykırıdır" dediler. İmâm Nevevî der ki: "Ekseriyetin zahip oldukları doğnı kavi, tenzihi kerahet olmasıdır. Zira o, bid'at ehlinin yoludur. Biz onların yolundan nehy olunmuşuzdur." |