2 . Fasıl 7 - 3 Peygamberimize Salât ve Selâm Etmenin HükmüAllahü teâlâ hazretleri buyurdu ki: "innallahe ve melâiketehu yusallûne ale'n-nebiyyi yâ eyyühellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellımû teslîmen — Elbette Allah ve melekleri Peygamber'e yardım ederler. Ey iman edenler, siz de ona yardım edin ve tam teslim olarak selâmet bulun, İslâm olun." (Ahzâb sûresi: 33/56) Ebû'l-Âliye, "O Hazret'e Hak teâlâ hazretlerinin salât etmesinin mânası, melekleri içinde O'na senâ etmesidir," dedi. İbn-i Hacer: "Bu söz, bütün sözlerin en üstün olanıdır," dedi. Bu takdirde Hak teâlâ hazretlerinin O'na salât etmesinden murad senâ ve tazim etmesi olur. Meleklerin ve başkalarının O'na salât etmes'nin mânası, Hak teâlâ hazretlerinden O'na senâ ve tazim olunınasını taleb olur. Gerçekte murad, fazlalığın talebi olur, yoksa salâtın aslı olmaz. Yâni meleklerin ve müminlerin salâtından maksat, Allah'ın salâtımn daha fazla olmasını istemektir, yoksa Allah'ın O'na salât ettiği zaten zikrolunınaktadır. Bu sebeple istenen, salâtın kendisi olmayıp fazla olmasıdır. İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) hazretlerinden rivâyet edilmiştir ki: "Meleklerden salât, bereketle duadır," buyurmuş. Bu da fazlalığın istenmesi demektir. Dahhâk bin Müzâhim, "Allah'ın salâtı rahmettir" demiş. Ondan bir rivâyette de "Mağfirettir" diye naklolunmuş, "Meleklerin salâtı duadır," demiştir. Müberrid: "Allah'dan salât rahmettir. Meleklerden salât, salâtm istenmesine sebep olan rikkattir," demiş. Ama buna itiraz edip dediler ki: "Salât ile rahmetin birbirinden başka olduğuna: "Ulâike aleyhim salavâtun min rabbihim ve rahmetün — İşte Rablerinden salavât (yardımlar) ve rahmet onlaradır," (Bakara sûresi: 2/157) âyet-i kerîmesi delâlet eder. Zira rahmeti salâvata atfetmek onların başka başka şeyler olmasını gerektirir. Yine bunun gibi büyük sahabe de "Sallû aleyhi ve sellimû teslîmen" (Bakara: 2/56) kavl-i şerifinde de birbirinden başkalık (yâni salât ile selâmın birbirinden ayrı şeyler olduğunu) anlayıp hatta salâtm ne olduğundan sual ettiler. Halbuki rahmetin zikri selâmın öğretilmesinde geçmişti. Eğer rahmet mânasına olsaydı Fahr-i Kâinat Efendimiz hazretleri "Selâm'da mânasını öğrenmiştiniz," buyururdu. Böyle demedi, dediler. Ama böyle diyenler, Resulullah Efendimizden salât'ın tefsirini nakletmediler. Bazıları dediler ki: "Hak teâlâ hazretlerinin mahlûkatma salâtı iki kısımdır. Birincisi hususîdir, bu senâ ve tazim mânasınadır ki, peygamberlerine mahsustur. Biri de umumîdir, o rahmet mânasınadır ki, "Vesiat rahmeti külli şey'in — Rahmetim her şeyi yaplamıştır," (Araf sûresi: 7/156) hasebince diğer insanlara göredir." Kadı İyâz da Ebû Bekir El-Kuşeyrî'den şöyle nakleder ki: "Resûlüllah hazretlerine salât, Hak teâlâ tarafından şereflendirme ve ziyade yüceltmedir. Geri kalanına salât, rahmettir," demiş. Hâsılı, Resûlüllah Efendimiz ile diğer müminler arasında fark bununla zahir olur. Zira, Hak teâlâ hazretleri, bir yerde: "İnnallahe ve melâiketehu yusallûne ale'n-nebiyyi — Allah ve melekleri peygamber üzerine salât (yardım) ederler," (Ahzâb sûresi: 33/56) buyurdu. Bir yerde de: "Hüvellezî yusallî aleyküm ve melâiketehu — Sizin üzerinize salât (yardım) eden O'dur ve O'nun melekleridir," (Ahzâb sûresi: 33/43) buyurdu. Malumdur ki, Efendimiz hazretlerine lâyık olan mertebe, başkasına lâyık olandan daha yüksektir. İcmâ da bunun üzerinde toplanmıştır. Bu âyet-i kerîmede Muhammed Mustafa Efendimizin şerefli şânına öyle büyüklük verme vardır ki, başka âyetlerde yoktur, dediler. İmâm Halimi Şa'bu'l lmân'da der ki: "Fahr-i Kâinat Efendimiz hazretlerine salâtm mânası tazimdir. "Allahümme salli alâ Muhammed" demek, "Muhammed'i büyült, yücelt" demektir. Murat, dünyada büyültme, zikrini yüceltme, dinini galip ve şeriatını bâki kılmaktır. Âhirette tazim ise sevaplarını çok, şefaatini kabul, Makam-ı Mahmud ile faziletini zahir kılmaktır. Bu takdirde Sallû aleyhi — O'na salât edin" demek, "Ud'û rabbeküm bi's-salâtı aleyhi — O'nun üzerine Rabbinizden salât isteyin" demek olur. Müminlerin salât eylemesi, onun için Hak teâlâ hazretlerinden salât istemek olur. Âl ve ashâbını, zevcelerini ve zürriyetlerini kendine atfetmek bu mânaya zarar etmez. Zira onlar için tazim dilemek men edilmiş bir şey değildir. Zira her kişinin lâyık olduğuna göre tazimi vardır." Ancak Ebû'l-Aliyye'den daha önce zikredilmiş olan mâna, bundan daha parlaktır. Zira o takdirde "Salât" kelimesinin Hak teâlâ hazretlerine, meleklere ve salâtla emredilmiş olan müminlere nisbet edilerek kullanılması aynı mânaya olur. Bu mânayı teyid edicidir ki, peygamberlerden başkası için rahmet okunınasinin, acımanın caiz olduğunda ihtilaf yoktur. Peygamberlerden başkasına salâtm caiz olduğunda ise ihtilaf etmişlerdir. Eğer "Allahümme salli alâ Muhammedin" demek "Muhammed'e rahmet eyle" yahut "Terahham alâ Muhammedin — Muhammed'e merhamet eyle" mânasına olsaydı peygamberlerden başkası için demek de caiz olurdu. Bereket mânasına da olsa yine böyle olurdu. Şu da hatıra gelir ki, salât, eğer rahmet ve bereket mânalarına olsaydı "Teşehhütte salât etmek vaciptir" diyenler katında "Esselâmü aleyke eyyühe'n-nebiyyü ve rahmetullahi ve berekâtuhu — Selâm senin üzerine olsun ey peygamber, Allah'ın rahmeti ve bereketleri de..." demekle sâkıt olurdu. Zira salâttan murat bu mânalar olunca bu kelimeler yeterdi, salât kelimesine ihtiyaç kalmazdı, dediler. Ama buna cevap yermek kabildir. Zira zikri taabbüd yoliyle olunca salavatm getirilmesi lâzımdır. Ona delâlet eden şeyle iktifa etmek caiz değildir. Eğer sual olunup: — Fahr-i Kâinat Efendimiz hazretlerine salât etmeğe emir ne vakit gelmiştir? denilirse cevap, Ebû Zer-i Hervî'nin dediği üzre: — Hicretin ikinci yılında vâki olmuştur. Bazıları, "Mirac gecesinde buyruldu," dediler. Bazı rivâyette Şaban ayı Resûl-i Kibriyâ hazretlerine salât vermek zamanıdır. Zira "Innallahe ve melâiketehu yusallûne alâ'n-nebiyyi — Allah ve melekleri, peygambere salât ederler," (Ahzâb sûresi: 33/56) âyet-i kerîmesi o ayda nüzul etti, demişler. İmâm-ı Halimî buyurmuştur ki: "Sevilenlerin en güzeli ve peygamberlerin en muhteremi Efendimiz hazretlerine salât etmekten maksat Hak teâlâ hazretlerinin emrine uygun hareket edip O'na yakınlık hâsıl etmektir. Aynı zamanda Resûlüllah Efendimiz hazretlerinin üzerimizdeki hakkını kazâ etmektir." İbn-i Abdüsselâm da ona uyup Şeceretü'l-Maârif adlı kitabında dedi ki: "Bizim Resûlüllah Efendimiz hazretlerine salât etmemiz, O'na şefaat etmek değildir. Zira bizim benzerimiz kimselerden O'nun benzerine şefaat olmaz. Fakat Hak teâlâ hazretleri, iyilikte bulunan kimseye mükâfatla karşılık vermeyi bize emretmiştir. Buna muktedir olamayınca dua ile mükâfat ederiz. Hak teâlâ hazretleri, bizim Fahr-i Kâinat hazretlerine mükâfattan aczimizi bildi de bizi salâta irşad eyledi." İbnü'l-Arabî (Allah sırrını takdis etsin) de buyurmuştur ki: "Salât'ın faydası yine bize rücu eder. Zira Efendimiz hazretlerine salât etmek, itikat sevincine, niyet halisliğine ve muhabbet izharına delâlet eder; o bizimle Allah arasında vasıta olan büyük elçiye ihtirama delâlet eder." Resûlüllah Efendimiz hazretlerine salât ve selâm etmenin hükmü hakkında âlimler ihtilaf edip birkaç kavi (görüş) buyurmuşlardır: 1 . Bunlardan biri şudur: "Fahr-i Kâinat hazretlerine salât etmek vaciptir. Fakat bunun yeterlilik derecesinin en azı bir kere salât etmektir," dediler. 2 . "Çok etmek vaciptir" dediler. Fakat bunu sayı ile sınırlandırmadılar. Bu kavi, Malikî İmâmlarından Ebû Bekir bin Bükeyr'indir. Kâdî Iyâd nakletmiştir. 3 . "Zikrolunduğu her defada salât etmek vaciptir," dediler. Bu kavi, Tahâvî'nin, Hanefî âlimlerinden bir topluluğun, Halimî'nin ve Şafiî âlimlerinden bir topluluğundur. Malikilerden İbn-i Arabî: "Her zikrolundukça salât etmek ihtiyata daha uygundur," dedi. Zemahşerî de böyle demiştir. Zira Tirmizî'nin naklinde Ebû Hüreyre'den rivâyet edilmiştir ki: "Her kimin yanında adım anılır da bana salât etmezse zelil olsun" diye beddua etmişlerdir. Sahih hadîstir. İmâm-ı Taberanî'nin naklinde Câbir'den rivâyet edilmiştir ki: "Ben onun yanında anılıp da bana salât etmeyen kimse şaki demektir," buyrulmuştur. İbn-i Hibbanın rivâyetinde Ebû Hüreyre'den rivâyet edilmiştir ki: "Her kimin yanında ben anılırım da bana salât etmezse o kimse öldüğü zaman cehenneme girsin ve Allah ondan uzaklaşsın," diye buyurmuşlar. Zelil olmak, Allah'dan uzak kalmak ve şaki olmakla beddua edilmesi terk üzere olana acı karşılık verilmesini gerektirir. Bu, vacip olmasinin alâmetlerindendir. Mâna cihetinden de salât ile emrolunınasının faydası, O'nun ihsanına mükâfattır. İhsanı ise devamlı ve sonsuzdur; O halde anıldıkça salât etmek gerek, dediler. Ayrıca: "Lâ tec'alû duâe'r-resûli beyneküm keduâi ba'ziküm ba'zen — Peygamberi çağırmayı, aranızdan birinin diğerini çağırması gibi tutınayınız," (Nur sûresi: 24/63) âyet-i kerimesini delil getirip "Eğer zikrolundukça salât olunınazsa insanlardan herhangi biri gibi tutulur," dediler. Ama "her zikrolundukça salât etmek vacip değildir" demiş olan kimseler bunlara cevap verip: — Bu sizin dediğiniz öyle bir sözdür ki, sahâbeden ve tabiînden bir kişinin söylediği bilininiyor. Sonradan ortaya çıkmış bir sözdür, uydurmadır. Eğer umumiyet üzre olsaydı müezzin ezanda Peygamber Efendimizin şerefli ismini zikrettiği zaman da salât vermek lâzım olurdu, Kur'an okuyan kimse şerefli isminin zikredildiği âyete geldiğinde salât vermek vacip olurdu, her müslümana şehadet kelimesini zikrettiği gibi salât vermek gerekli olurdu. Bunlar zahmet ve meşakkattir. İslâm dininde ise zahmet ve meşakkat yoktur. Yine böyle olsaydı Hak teâlâ hazretleri her zikrolunduğunda senâ vacip olmaya daha lâyıktı. Buna ise kimse zahip olmamıştır, dediler. Hanefî âlimlerinden İmâm Kudûrî ve diğerleri buyurmuşlardır ki: "Her zikrolundukça vaciptir demek, bu sözü söyleyenden daha önceliği olan icmaa aykırıdır. Zira sahâbe-i kirâmın hiç birinden, Resûlüllah Efendimiz hazretlerine hitap edip "Ya Resûlüllah!" dediklerinde "Sallallahu aleyke" demiş oldukları, işitilmiş ve kaydedilmiş değildir. Eğer böyle olsaydı ondan başka ibadete vakit bulunınazdı." Bunlar, zikrolunan hadîs-i şerifleri, onun talebinde kuvvetlendirme ve mübalağaya, terketmeyi itiyat haline getirenler hakkında olmaya hamlettiler. Ve nihayet "Resûlüllah Efendimizin bir mecliste zikrinin tekerrür etmesiyle salâtın tekerrür etmesinin gerekliliğine dair hadîslerde delâlet yoktur," dediler. En iyisini Allah bilir. 4 . "Bir toplantıda zikri tekerrür eder olsa dahi sadece bir kere salât vaciptir," dediler. Bu kavli Zemahşerî hikâye etmiştir. 5 . "Her duada vaciptir" demişler. Bunu da Zemahşerî hikâye etmiştir. 6 "Salât etmek müstehap olan şeylerdendir," demişler. 7 . "Tevhîd kelimesi gibi ömürde bir kere salât vermek vaciptir," dediler. Bu kavi, Hanefî âlimlerinden Ebû Bekir Râzî'nindir. 8 . "Namaz içinde vaciptir, yeri belirli değildir," dediler. Bu söz, Ebû Ca'fer El-Bâkır'den nakledilmiştir. 9 . "Teşehhütte vaciptir," dediler. Şa'bî, Ishak, İbn-i Râheveyh buna zahip olmuşlardır. 10 . "Son ka'dede teşehhüdü tamamladıktan sonra ve selâmdan önce okumak vaciptir," dediler. |