10 . Fasıl 6 - 4 Peygamberimiz Hakkında Gelen Âyetlerden Şüphelerin GiderilmesiAllahü teâlâ buyurdu ki: "Ve vecedeke dâllen fehedâ — Seni yolunu şaşırmış bulup doğru yola iletmedi mi?" (Duhâ sûresi: 93/7) Malûm olsun ki, Fahr-i Kâinat Efendimiz hazretlerine asla sapıklık erişmediğinde âlimler ittifak etmişlerdir. Ama peygamberlikten önce peygamberler üzerine dalâletin vâki olması aklen caiz olur mu? diye çeşitli mezhepler arasmda ihtilaf olmuştur. Mutezile katında aklen caiz değildir. Zira onda nefret ettirme vardır. Yâni halka nefret verir ve onları nebinin dâvetinden kaçırır, dediler. Ama Ehl-i Sünnet katında aklen caizdir ve bir kimsenin önce dalâlette olup sonra Hak teâlâ hazretlerinin dilemesiyle nübüvvetle şereflendirilmesi muhtemeldir. Bu mâna mücerret akıl hükmüncedir. Yoksa işitme yoliyle kuvvetli delil gelmiştir ki, ondan aslâ dalâlet vâki olmamıştır. Nitekim Hak teâlâ hazretleri: "Mâ dalle sâhibüküm ve ğavâ — Arkadaşınız sapmadı ve azgın da olmadı," (Necın sûresi: 53/2) buyurup "Dalâl ve ğavâyet (sapıklık ve azgınlık) ondan sâdır olmadı," dedi. İmâm Fahreddin Râzî böyle demiştir. İmâm Ebû'l-Fazl Yahsubî,' Şifâ'da der ki: "Doğrusu, peygamberlerin, peygamberlikten önce Allah'ı ve sıfatını bilmezlikten ve bunlardan bir şey üzerinde şek sahibi olmaktan masum olduklarıdır. Peygamberlerden gelen haberler ve eserler birleşmişlerdir ki, onlar bu nakiseden beridirler. Ta doğdukları günden başlayarak tevhid ve iman üzeredirler. Belki marifetullah (Allah'ı tanıma bilgisi) nurları onlardan doğarak etrafı aydınlatır. Haber ehli olanlardan hiç kimse, Hak teâlâ hazretlerinin küfür ve şirk ile tanınmış olanlardan birini peygamber etmiş olduğunu nakletmemiştir. Asla bu haber nakledilmiş değildir. Bu hususun dayanağı nakildir." Sözün kısası, bu takdirde hakikatiyle ortaya çıktı ki, Fahr-i Âlem Efendimiz hazretleri, Hak teâlâ hazretlerinin zâtından ve sıfatından hiç birinde cehil (bilmezlik) üzere olmamıştır. Bunların bilinmesine aykırı olan bir hâl üzere de bulunınamıştır. Peygamberlikten sonra aklen ve icmaen böyledir. Peygamberlikten önce de sem'an ve naklen (işitme ve nakledilme yoliyle) böyle idi. Nübüvvet ve risalet gelmeden önce de ondan asla yalan sâdır olmadı. Sonra da böyle idi. Ne bilerek ve ne de bilmeyerek sözünde durmama sâdır olmamıştır. Sâdır olması, akıl, şeriat, görüş ve kesin delil bakımlarından muhaldir. İcmâ ile büyük günahlardan masumdur. Tahkik ile küçük günahlardan da beri idi. Ümmetine meşru kılınan şeylerde o Hazret üzerine asla yanılma, aldanına, gaflet ve unutına cereyan etmemiştir. Hoşnutluk ve kızgınlık halinde, belki bütün hallerinde masumdu. Fahr-i Kâinat hazretleri üzerine vacip, caiz veya muhal olanların cahili olup onun ahkâminin suretlerini bilmeyen kimse, Allah saklasın, kötü âkibet üzre helâk olup yeri cehennem olur. Bazı din İmâmları peygamberlerin küçük günahlardan masum olduklarını şundan çıkardılar ki, onlardan ne sâdır olduysa ümmetlerinin ona uyması doğrudur. Bu takdirde küçük günahları işlemekte peygamberlerine tâbi olmuş olurlar. O halde caiz değildir, dediler. İmâm Ebû Hanife, Mâlik ve Şafiî'nin arkadaşları ve fukahanın çoğu bunun üzerine derler ki: "Hâsılı, eğer peygamberler için küçük günahlar tecviz olunsa onların işlediklerine uymak mümkün olmazdı. Zira hangi işi helâldir, hangisi haramdır, hangisi tâat, hangisi masiyettir, bilinmezdi, Resûller ve nebiler göndermekten maksat ise hidayettir. O halde dalâleti gerektirici olan şeyin onlardan çıkması caiz değildir." Velhasıl "Ve vecedeke dâllen fehedâ — Seni yolunu şaşırmış bulup doğru yola iletmedi mi?" (Duhâ sûresi: 93/7) âyet-i kerîmesinde dalâl (yolunu şaşırma) dan murad nedir? Âyet-i kerîmenin tefsiri nasıldır? diye pek çok görüşler ileri sürülerek ihtilaf olunmuştur. Bir söz şudur ki: "Ve vecedeke dâllen an meâliml'n-nübüvve — Seni Peygamberliğin işaretlerinden uzak bulmadı mı?" demektir. İbn-i Abbâs'dan, Hasan'dan, Dahhâk'den ve Şehr bin Havşeb'den böyle rivâyet olundu. "Mâ künte tedrî mâ'l-kitâbu ve le'l-imânu — Sen kitap nedir ve iman nedir bimlezdin." (Şûrâ sûresi: 42/52) âyet-i kerîmesi zikredilen mânayı teyid edicidir. Çünkü mânası: "Ya Muhammed! Sen, vahiy gelmeden önce Kur'an okumayı bilmezdin, halkı imana nasıl dâvet edeceğini bilmezdin," demektir. Peygamberliğin alâmetleri bunlardan ibarettir. O halde "Bunları bilmezken Hak teâlâ hazretleri sana hidayet edip bildirdi," demek olur. Yoksa azgınlık ve isyan mânasında dalâlet olmaz. İkinci söz şudur ki, dalâl'den murad yolunu yanılmaktır. İmâm Fahr-i Râzî'nin zikrettiği üzre Fahr-i Kâinat hazretlerinden merfuan rivâyet olunmuştur ki: "Ben küçük bir çocuk iken dedem Abdülmuttalib'den ayrılıp yolumu şaşırdım. Öyle acıktım ki, açlık beni helâk edeyazdı. Ondan sonra yine Hak teâlâ hazretleri hidayet eyledi, yolu buldum," diye buyurmuştur. O halde Hak teâlâ hazretleri, seni yolunu şaşırmış, doğru yoldan sapmış bulup hidâyet etti, demekten murad bu kıssa olur. Üçüncü söz şudur ki, Araplar, "Dallü'l-mâu fî'l-leben — Su, sütün altına gitti," derler. Yâni sütün içine su koysalar da altına gitse "Dallü'l-mâu" derler. Bundan da murad, "Mekke şehrinde kâfirler sana galip olmuşlardı. Hak teâlâ hazretleri seni kuvvetlendirdi, nihayet dinini izhar ettin," demek olur. Dördüncü söz şudur ki, bir sahrada yalnız bir tane ağaç bitmiş olsa Arap tâifesi ona "Dâll" ismi verirler. Ayet-i kerîmenin de mânası şöyle olur: Sanki Hak teâlâ hazretleri buyurur ki, "Mekke diyarı o zaman öyle bir yabana benzerdi ki, orada ağaç bitmez, senden başka iman ve marifetullah meyvesi taşıyan ağaç yoktu. O halde Mekke sahrasında sen biricik ağaçsın," demektir, dediler. Beşinci söz şudur: Bazen olur, efendiye hitap olunur, kavmi murad edilir. Mânası: "Ve vecedeke kavmüke dâllen fehedâ — Kavmini sapıklık içinde bulup da doğru yola iletmedi mi?" demektir, dediler. Altıncı söz şudur: "Dâllen" demek "Muhibben li-marifetî — Beni tanıma bilgisini seven" demektir. Bu söz Atâ'dan rivâyet edilmiştir. Hak teâlâ hazretlerinin, "İnneke lefî dalâlike'l-kadîmi — Elbette sen, eski şaşkınlığın (muhabbetin) içindesin," (Yusuf sûresi: 12/95) buyurmasında dalâl'den murat muhabbet'tir. Zira bu sözü, Yusuf aleyhisselâmın kardeşleri, Hazret-î Yakub'a söylemişlerdi. Hak teâlâ hazretleri, onlardan hikâye ederek buyurmuştur ki, eğer muratlan "Dinde dalâlet" olsaydı Yakub peygambere böyle demeleriyle kâfir olurlardı. "Dalâlike'l-kadîmi" demeleri, "Muhabbetike'l-kadîmeti" demekti. Yâni Yakub aleyhisselâm'a Hazret-i Yusuf'a karşı "Eski şaşkınlığın içindesin" derken "Eski muhabbetin içindesin" demek istiyorlardı. Yedinci söz şudur: "Seni unutmuş bulup hatırlatmadı mı?" demektir. Yâni mirac gecesinde kendisini heybet kaplayıp söylemesi lâzım olanları unuttu, hatırına getiremedi. Hak teâlâ hazretleri, senâ keyfiyetini hidayet edip bildirdi. Sonunda "Lâ uhsî senâen aleyke ente kemâ esneyte alâ nefsike — Senin kendini övdüğün gibi ben senin hakkında övgüler sayıp dökemem" dedi. Murat budur, dediler. |