8 . Fasıl 2 - 4 Peygamber Efendimizin Harb ÂletleriKılıçlarıŞöyle malûm olsun ki, Resûlüllah Efendimiz hazretlerinin dokuz kılıcı vardı. Bu kılıçlarının isimleri şudur: 1. Me’bûr: (Mânası, hurma budayan, ıslah eden ve akrep gibi sokan demektir). Peygamber Efendimizin ilk malik olduğu kılıç bu idi. Medine’ye hicret ettiği zaman beraberinde getirdiği kılıç bu idi, demişlerdir. 2. Azb: (Keskin, ısırıcı, şiddetle azarlayıcı, kılıç). Bedir gazâsına teşrif buyurduğu zaman Sa’d bin Ubâde göndermişti. 3. Zülfekâr: (Omurgalı). Önceleri Asi bin Münebbih adlı kâfirin kılıcı idi. Bedir gazâsında kâfir öldürülüp kılıcı Resûlüllah Efendimiz hazretlerine ulaştı. Bu kılıç bütün cenklerde Resûlüllah Efendimiz hazretlerinden ayrılmamıştır. Başlığı, dipliği, halkaları, tokaları ve sağı solu gümüştendi. 4. Bettâr: (Çok keskin). 5. Kulaî: Kula’ bir yerin adıdır. Bu kılıç oradan geldiği için oraya izafetle bu isim verilmiştir. 6. Muhzim: (Kesici). 7. Rüsûb: (Tortu, kabın dibinde kalan su). 8. Kazîb: (Çok keskin). 9. Hatif: (Ölüm, öldürücü). ZırhlarıPeygamber Efendimizin zırhları yedi tane idi ve adları şunlardı: 1. Zatü’l-Fuzûl: (Fazlalıklı olan). Bu, uzun bir cebe (zincirden veya halkadan örme zırh) idi. Bedir gazâsında Sa’d bin Ubâde göndermişti. Bu zırhtır ki, Ebû’ş-Şahm adlı Yahudi’ye rehin koyup bir miktar ödünç arpa aldılar ve bir yıl kadar borçlu kaldılar. 2. Zatü’l-Havâşi: (Saçaklı). 3. Zâtü’l-Vişâh: (Muskalı). Vişâh diye kadınların kıymetli taşlarla süslü olarak enlice dokunmuş, boyundan koltuk altına doğru bağlanan kuşağına denir. Bu zırhta da böyle bir kuşak olduğu için bu isim verilmiştir. 4. Suğdiyye. 5. Fıdda: (Gümüş). 6. Betrâ’: (Kuyruğu kesik, güdük, kısa boylu). 7. Hırnık: (Tavşan yavrusu). Rivâyet olunur ki, Suğdiyye dedikleri zırh, Hazret-i Dâvud aleyhisselâmın Câlut’u katlettiği zaman kendisinin mübarek sırtında bulunuyordu. Resûlüllah Efendimiz hazretleri onu Benî Kaynuka taifesinden almıştı. Fıdda denilen zırhı da yine onlardan almışlardı. Uhud gazâsında Fahr-i Kâinat Efendimiz hazretleri iki zırh giymişti. Birisi Zâtü’lFuzûl, diğeri Fıdda idi. Hayber gazâsında da iki zırh giymişlerdi. Bunların da birisi Zâtü’l-Fuzûl, diğeri Suğdiyye idi. YaylarıPeygamber Efendimiz hazretlerinin mübarek yayları altı kabza (tane) idi. Bunların isimleri şöyledir: 1. Zevrâ’: (Eğri, uzak demektir. Eğriliğinden dolayı Dicle nehrine de aynı isim verilir.) Yayların aşağıda gelen üç tanesi Benî Kaynuka ganimetlerinden idi: 2. Revhâ’: (Rahatlık mânasına geldiği gibi zevalden akşama kadar yürümek mânasına da gelir). 3. Safrâ’: (Sarı). Bakır, pirinç, tunç ve altın gibi madenlere de sarılığından ötürü bu isim verilir. 4. Şevhâ: (Yay yapmakta kullanılan sert bir ağacın adı). 5. Ketûm: (Kapalı). Uhud gününde kırıldı ve onu Katâde aldı. 6. Sedâd: (İstikamet, doğruluk üzre giden). TirkeşleriBir tane tirkeşleri (ok kabı) vardı ki, bağı kayıştandı. Üç tane halkası gümüştendi. KalkanlarıPeygamber Efendimizin üç tane de kalkanı vardı. Birisine Zelûk, birine Katak derlerdi. Birisini de arınağan olarak getirmişlerdi. Bunun üzerinde bir tavşancıl şekli vardı. Bazılarına göre koç sûreti vardı. Fahr-i Âlem Efendimiz hazretleri mübarek elini o sûretin üzerine koydu ve sûret mahvoldu, ondan eser kalmadı, demişlerdir. Resûlüllah Efendimizin dört gönderi (uzun mızrağı) vardı. Birine Mesvâ ve diğerine Mesnâ derlerdi. Diğer ikisinin adları malûm olmamıştır. Peygamber Efendimizin iki tane de harbesi vardı. Birisi büyük harbe (mızrak) idi, adına Beyzâ’ derlerdi. Biri de küçük harbe idi, ona Anze derlerdi. Sahrada namaz kıldığı zaman onu önüne dikerlerdi. İki miğferi vardı. Birine Sübûğ, öbürüne Mevşih derlerdi. Bu zikrolunanlar harb ve kıtâl âletleri idi. Bunlardan başka bazı lüzumlu eşyasından bir kustat’ı vardı. Kustat diye bir nevi çadıra derler ki, o diyarda kullanılır. Bir de mihcen’leri vardı. Mihcen dedikleri eğri başlı bir çomaktır. Deveye bindikleri zaman önlerine asarlardı. Bir asâları, bir serdesteleri ve birkaç kadehleri vardı. Kadehden murad su ve şerbet içtikleri kablardır. Birine Reyyân, birine Muğiys derlerdi. Birinin de üç yerinden gümüş zincircikler bağlanmıştı. Biri ağaçtan, biri de sırçadandı. Bir çanakları vardı, taştan yontulmuştu; Mihdab derlerdi. Bir bakır tasları ve bir su kabları vardı ki, ona Sâdıre derlerdi. Bir kabları daha vardı, tunçtandı; içinde yıkanırlardı. Yağ koyacak bir kabları vardı ki, Arap tâifesi ona müdhen derler. İçine bir parça zeytinyağı yahut gülyağı veya bu türlü bir yağ koyar ve kendilerine sürerlerdi. Bir zarf içinde aynaları, makasları ve misvâkleri vardı. Bir de taraklan bulunurdu ki, deniz kaplumbağasının kabuğundan yapılmıştı. Bir sürmedanları vardı, uykuya varacakları zaman mübarek gözlerinin her birine üçer kere sürme çekerlerdi. Demirden bir yüzükleri vardı ki, gümüşle kaplanmıştı. İki ölçekleri vardı ki, o diyarda birine sâ’ ve birine müd derler. Bir sedirleri vardı ki, ayakları sâc denilen ağaçtan yapılmıştı. Ayrıca taşı da gümüşten olan gümüş bir yüzükleri vardı. Üstüne “Muhammed resûlüllah” yazısı kazılmıştı. Rivâyet ederler ki, yüzüğü önceleri sağ eline takarlardı. Sonradan sol ellerine takmağa başladılar. Bir kadifeleri vardı. Kadife havlı bir bezdir. Onu üst giyeceği ederlerdi, ibrişimden olan kadife değildir. Deriden bir döşekleri vardı. Yün yerine içine lif doldurulmuştu. iç edikleri (evde giyilen terlikleri) vardı; Mukavkıs’ın gönderdiği hediyelerdendi. Üç cübbeleri vardı; biri yeşil sündüsten idi. Onu cenkte giyerlerdi. Bir beyaz, bir de siyah sarıkları ve bir ridalan vardı. O’na, bütün soyuna ve arkadaşlarına salât ve selâm olsun. |