Geri

   

 

 

İleri

 

ÜÇÜNCÜ KİTAP

C. BEDİ’

Umûmî Bilgiler

Belâgati meydâna getiren ilimlerden biri de bedi’dir. Kelime, bed’ kökünden gelmiştir. El-bedi’ “yaratan” demektir. Ci’te biemrin bedi cümlesi bundan önce örneği bulunmayan bir şey’i yaratı manâsınadır1 Bedi’ kelimesine “icâd eden” ma’nâsı da verilmiştir. Bu söz, yalnız müteaddî değil lâzım çatılı olarak da karşımıza çıkar2.

Ebde’a “ihtirâ etti” mâ’nâsınadır; mecâzen “hüccetin zayıf olması”na delâlet eder3. Bu kelime şâir hakkında kullanıldığı takdirde “olmayan bir şey’i getirir” ma’nâsını ifade eder. Lugat kitapları, “bir işte ilk olma” ma’nâsı üzerine isrâr etmişlerdir. Getirilen tanıklar (şevâhid) arasında Kur’an’dan âyetler de vardır:Kul mâ kuntü bid’an min er-rusuli (de ki, gönderilenleri ilki değilim) . Fîruzâbâdi, “bir şey’in son haddi”ne de bedi’ denildiğini kaydetmiştir4. Allah’a, bedi’ü’s-semâvâtı ve’l-ardiverilmesi, onun, “her şeyden önce ilk yaratıcı” olmasındandır. Bedi’ kelimesinin lûgat kitaplarındaki diğer mânâları da, “muhdes” ve “acîb”dir ki, bunlardan ikincisi, yaratılanın “hayret” uyandıracak bir mâhiyet taşımasıyla ilgilidir. Herhâlde, bedi’, tâze ve lâtif şeylerin vasfıdır.

Belâgat ıstılahı olarak bedi’, hâlin muktezâsına uyan, delâlette vuzûhu hâiz kelâmın güzelleştirme yollarına âit bilgiler mecmûası diye tarif edilebilr. Buradaki güzelleştirme yolları, mevzû

181

 ile ilgili kitaplardavücûh-ı tahsîn terkibiyle ifâde edilmiştir. Vücûh-ı tahsîne âit bilgi küllî kaidelerden çıkartılacak cüz’lere âit bir bilgi değildir; tasavvurî idrâktır. Bedi’ ilmi ile, ancak araza âit güzelliklerin mefhumları, kısımları ve hazırlanmaları bilinir. Sözü gecen ilim, bu husûsiyetleri ile de, terkiplerin ifâde ile ilgili hassalarına tahsis edilen me’âniden ve delâletle ilgili hassalarına tahsîs edilen beyândan ayrılır5.

Bu ilimden bahsederken, sözün araza âit güzellik ile süslenmesi üzerinde başkaları da dyrmuştur6. Taşköprüzâde, asıl zâtî hüsnün lazım olduğunu, bunun içinde me’âni ve beyânın yeteceğini bildirdikten sonra; buna rağmen ulemâ tarafından “araz”ın da “şânına”ri’âyet” edilmiş olduğunu ileri sürer.

Belâgat kitaplarında “vücûh-ı tahsîn” diye adlandırılan hassa; “söz” e, dinleyici veya okuyucu yönünden iki mühim vasıf kazandırır; Kulağa hoş gelmek, rûha “safâ” vermek. Bunların her ikisi de sözün düzeni, unsurları arasındaki bağlılık ve akışla yakından ilgilidir.

1Murtezâ ez Zebîdî, a, e. ; V, s. 270

2El-Cevheri, Sıhah, C. III, s. 1183

3Zemahşerî, Esâsü’l-beiâra, Kahire, 1960, s. 36

4 Kâmüsû’l-muhit, Mustafa el-Bâdîel-HalebîMatbaası, ikinci baskı, 1371-1952Cüz’ III.

5El-mu’avvel fi-tercemeti’t-ı Talhis ve’l-Mutavvel, s. 152

6Taşköpri-zade, Mevzu’atül-‘ulum s. 231

Bedi’ kelimesi, yukarıda izâh edilen ismin ilmi olduğu kadar, bu ilmin şümûlüne giren san’atların da vasfıdır.

Araplar arasında ilk def’a bu ilmin İbn al-Mu’tez tarafından tedvîn edildiği biliniyor. Araplar, türlü edebi san’atları ihtivâ eden şiirlere “bedîiye” demişlerdir.

Tanzimata gelinceye kadar Osmanlı şiirinde de, bilhassa, lafza âit san’atlar da, Arapları aşma gayretleriyle olacak, her çeşit imkan yoklanmıştır.

Bediî san’atlar, mânâ ve lâfızla ilgili oluşlarına göre ikiye ayrılır. Maamâfih bunların hepsi arasında bir sınır yoktur; zîrâ bâzıları mânâ san’atı oldukları kadar lâfza âit güzellikleri de taşırlar. Buna karşılık bazı lâfız san’atlarında da mânevî güzellikler göze çarpar. Bir san’at esâs da hangi dala gidiyorsa, onu orada mütâlaa etmek lâzımdır.

Bu san’atları daha umûmî başlıklar altında toplayanlar vardır. Onlar da şu sırayı ta’kîb eder: Cem’iyyet, tensik, ircâ, tezkâr; tec’ahül-i ‘arif, mubâlâgat, istidrâk, telvihât, ta’lil …

Cinâs, reddü’l-acz ale’s-sadr, seci, müvâzene, lüzûm-ı mâ-lâ yelzem, iştikak, tarsi … ise lâfız san’atlarından sayılmıştır.

182

Bedîî san’atların mülhâkatı arasında mütâlaa edilen başka hünerlerle de karşılaşılır: Mülemma, lûgaz, târih.

Vezin değişikliği, metinin tamâmen noktasız, bir noktalı bir noktasız, tamâmen muttasıl veya tamamen munfasıl harflerden meydâna gelmesi bedi içine giren muahhar san’atlardan sayılmış, bunlara mütelev’in, mevsûl, mukatta, hazf, mühmel, mu’cem, rektâ, hayfâ, tashîf gibi çeşitli adlar verilmiştir. Bu hünerlerin, artık “latife” ye vesile olmaktan başka değeri yoktur.

Bedîin çerçevesine giren edebiyat san’atları, iki kısımda toplanır: Manâ ile ilgili san’atlar, lâfızla ilgili san’atlar. Bunlarda, kendi içlerinde, gösterdikleri değişikliklere göre ayrı adla alınırlar.