Geri

   

 

 

İleri

 

Dördüncü Bölüm

Birinci Altbölüm

4-Kinâye (=Allusion)

Kinâye; lûgat kitaplarına göre, <<sarâhatten kaçmak, tasrîhi bırakmak, gizlemek> mânâlarına gelir. Edebiyâtta, gerçek mânâyı düşünmeye engel olacak bir karîne bulunmamak şartıyla, bir sözü gerçek mânâsına da gelebilmek üzre, onun dışında kullanmak sanatıdır. Bu hâl, Tercemeti’t-Telhîs ve’l Mutavvel’de gerçek mânânın kasdi <<câ’iz>> fakat <<vâcip değildir>> sözleriyle ifâde edilmiştir. Halk ifâdelerinde bu san’atın zengin örnekleri vardır. Meselâ gözü açık sözü; bir kimsenin hem güzünün kapalı olmadığına, hem de <<dikkatli, fırsatları kollayıp bunlardan faydalanmasını bilir, zararın geleceği yeri sezer, etrâfın şartlarına göre hemen davranışını ayarlar>> vasıfta olduğunu anlatır. İşte bu tâbirle tırnak işaretleri içinde alınan mânâların kasdedilmesinde kinâye vardır. Aynı şekilde falanın eli uzundur cümlesi, hem hakikaten, o şahsa âit elin, yapı bakımından <<uzun>> oluşuna, hem de o şahsın hırsızlığına delâlet edebilir. Bu sözün, ikinci mânâ kasdedilerek kullanılması da kinâyedir. Dünyâya Hâtemi Tay gibi eli açık adam gelmemiştir cümlesi ile <<Hâtemi Tay>>in <<cömertlik>>teki eşsizliğini kasdetmemiz, yine kinâyedir. İçinizden, en yürekli olan gelsin

174

cümlesinden <<yürekli>> sözünü <<cesâret sâhibi>> mânâsında kullanmamız, başka bir kinâye örneğidir, Hüseyin Ağa, bu köyde dişli adamdır cümlesi ile o şahsın <<nüfûz sâhibi>> olduğunu kasdetmemizde yine kinâye vardır.

Bu san’atı, mânâsı dinleyicinin veyâ okuyucunun zihninde teşekkül edecek bir <<tezâd>> sayanlar da olmuştur. Onlara göre kinâye ile tezâd arasındaki ilgi, teşbîh ile istiâre arasındaki ilginin aynısıdır.

1.-Kinâyenin Öğeleri ( = Erkânı) :

(Bu husûsta uygun yeni terimler konulmadığı için eskilerini kullanacağız.

Meknî-i bih,

Meknî-i anh.

Kinâyenin lafzı, <<meknî-i bih>>i; mânâsı da <<meknî-i anh>>ı teşkîl eder. Alnı açık tâbirinin lafzı, meknî-i bih, <<utanılacak hallerden uzak>> mânâsı da meknî-i anh’tır.

2.-Kinâyenin Çeşitleri:

Kinâye, iki esâsa göre sınıflandırılır:

Mânâya göre kinâye çeşitleri

Kasda göre kinâye çeşitleri.

Birincisi:

Kinâye, mânânın ilgisi, çıkışı, kullanılışı yönlerinden altıya ayrılır:

Oğücü kinâyeler:

Bunlarda mânâ öğmeye yönelmiştir: Ahmed, bu işten yüzü ak olarak çıktı cümlesinde yüzü ak tâbirinin, <<utandırıcı bir vaziyete düşmeden>> mânâsına gelmesi gibi.

Kalabalığı hafifletici, çirkini güzel gösterici kinâyeler:

<<Ayak yolu, kadem-hâne>> sözlerinin, vücûda âit fenâ ifrâzâtın def’edileceği yer mânâsında kullanılması gibi.

Ayıplayıcı kinâyeler:

Hacı Ali Efendi’nin el yumruktur cümlesindeki <<eli yumruk>> sözünün <<cimri>> mânâsına gelmesi gibi.

175

Çok vâsıtalı kinâyeler:

Bu çeşit kinâyelere <<telvih>> de denir; mânâ dolaşık yollardan elde edilir. Bu karlı günde Selâhaddin Olcay, arabasının kapağını akşama kadar açık tuttu cümlesinin; <<Selâhaddin Olcay, her isteyeni arabasına aldı>>, onun arabasına <<çok yolcu bindi>>, binâenaleyh <<bu zât, iyiliği seven bir insan>> mânâlarına gelmesi <<telvih>> yoluyladır.

Az vâsıtalı kinâyeler:

Bir yandan gizliliği fazla, diğer yandan vâsıtası az olan bu çeşit kinâyelere <<remiz>> denir. Pâk-dâmen sözünün kibirli, tuttuğunu koparır sözünün her teşebbüsünde başarı sağlar mânâlarına gelmesi gibi.

Az vâsıtalı gizlilikten uzak kinâyeler:

Bir kinâyede unsurlar arasında az vâsıta bulunur, gizlilik de olmazsa, ona <<Orhan Okay’ın çok namaz kılan bir şahıs oluşuna; mertlik, Bayburt’ta kalmıştır cümlesinin, <<bayburtlular’ın son derece meret>> oluşlarına delâleti gibi.

İkincisi:

Kinâye, asdedilen mânâya göre de dörde ayrılır.

Müfred kinâyeler:

Bir kinâyede yalnız zât olan mevsûf ( = nitelenen) kasdedilirse, buna <<müfred kinâye>> denir. Haset yeri sözü ile <<kalb>>in kasdedilmesi gibi, Zîrâ burada mekn-i anha âit tek mânâ kasdedilmiştir.

Mürekkeb kinâyeler:

Bir çeşit kinâyeler, meknî-i anha tahsîs edilen birçok mânâyı birden taşırlar. Bir mevsûf ( = nitelenen) tasavvurunda birçok mânâyı taşıyan sıfatlar bulunur. Çölde yürür, dört ayaklı, hörgüçlü, yük taşır, hamur yer deyip de <<deve>>yi kasdetmemiz gibi.

Açık = Vâzıh kinâyeler:

Meknî-i anh sayılan sıfata intikalin kolay olduğu kinâyetlere

176

<<vâzıh>> veya <<karîb = yakın kinâye>> denir. Ali’nin gömleğinin yaka ölçüsü büyüktür sözü ile, şahsın <<kalın enseli>> olduğuna intikal etmemiz gibi.

Gizli ( = hafî ) kinâyeler:

Meknî-i anha, dinleyen veya okuyanının güç intikal edebildiği kinâyelere <<gizli = hafî>> veya <<uzak = ba’îd kinâye>> adı verilir. Hekim-başı âilesinin kapısı açıktır sözünden, o âilenin ziyâretçilerinin çokluğuna, buradan da âile reîsinin ikrâmı seven bir zât olduğuna intikâlimiz gibi.

Niteleyenin ( = sıfatın ) niteleme ( = mevsûfa ) isnâd edildiği kinâyeler:

Bunisbet olumlu ( = îcâbî ) veya olumsuz ( = selbî ) hâlde bulunabilir. Turgut’a hatâsını söyleyince yüzü kıpkırmızı oldu cümlesinde <<yüzü kızarma>>nın <<utanma>>ya delâleti gibi.

3-Kinâyenin Ehemmiyeti:

Bir şeyi açık söylemenin uygun düşmeyeceği yerde baş vurulacak ifâde yolu kinâyedir. Hicap, zerâfet, edep, dinleyen veya okuyan üzerinde uyanması istenmeyen te’sîr; kinâyeden faydalanmaya yol açar. Bir takım yollara kazanılmış servet sözü, <<hîleler, nüfûz sû-i istimâli, ihtikâr ve hırsızlıklarla kazanılmış servet>> sözüne nisbetle edebe daha uygundur.

Âmiyâne kinâyelerden, avâma has söz atma yollarından, argo tâbirlerinden sakınmanın lüzûmu da hâtırdan çıkarılmamalıdır.