Üçüncü Bölüm. 3-Mecâz-ı Mürsel (Metonymie)Bir sözün, arada gerçek mânâsını düşünmeğe bir engel bulunmak şartıyla, benzerlik dışında tam bir ilgi yüzünden, kendi mâ- 168 naşı dışında kullanılmasına mürsel mecaz derler. İşte bu ilgi yüzündendir ki, lafza ait gerçek mânâdan önce mecaz mânâsı hâtıra gelir: Zîrâ o bağ, hiçbir itibârîliğe yer verecek vaziyette değildir. sâbittir; mânâda fiilen veya kuvve hâlinde mevcûttur. Tasavvurun meydâna gelebilmesi için-ister fiil, ister kuvve hâlinde olsun-bu bağın vücûduna lüzum vardır. Mürsel mecazı meydâna getiren ilgilerin sayısı, çeşitli dillerde değişiklik gösterir: Arapçada otuza yaklaşmakta, fransızcada on, on beş civarında dolaşmakta, türkçede-en mühimleri-onu bulmaktadır. Bunları, şöyle sıralayabiliriz: Cüz'iyet-külliyet, sebebiyet, hulul, umûm-husûs masdariyet, mazhariyet, kevniyet, ıtlak, evveliyet, âliyet, hazf, isnâd. . . Bu ilgilerin, ilk sekizi ile meydâna gelen mecazlar «lafzî», son üçüyle meydâna gelenler de «aklî»dir. Şimdi herbiri üzerinde ayrı ayrı duralım: 1. Cüz'iyet-Külliyet ilgisi: Bu, iki suretle olur: a) Küllü söyleyip cüz'ü kasdetmek. «İnsan» küldür; baş, göz, ağız, el, ayak, yüz. . . gibi azalar da bu küllün cüz'leridir. Bunun gibi «Türkiye» kül, Türkiye'yi meydâna getiren şehir, kasaba ve köyler onun cüz'leridir. Bu örneği çeşitli şeylerin bütünlüğünü meydâna getiren en küçük parçalarına kadar teşmil edebiliriz. «Adana» cüz', «Çukurova» küldür. «Pınarbaşı» cüz', «Uzunyayla» küldür. Adana'da bulunan bir insan, «Çukurova»daydım, «Pınarbaşı»nda bulunan bir insan «Uzunyayla»daydım derse küllü söyleyip, cüz'ü kasdetmek suretiyle mürsel mecâz yapmış olur. Başka bir örnek verelim: «Sizin sınıftan Palandöken dağları görünür» dersek-Cevdet Paşa'dan beri gelen bir an'aneye göre-yine bu çeşit bir mürsel mecaz meydâna getirmiş oluruz: Çünkü Palandökenler, sınıfın her yerinden değil, pencerelerinden görünür. «Edebiyet Fakültesi, herkese açıktır» cümlesi de böyledir: Açık olan, Fakülte'nin her yeri değil, cümle kapısıdır. (Ayrıca burada sebep-netice ilgisiyle de mürsel mecaz vardır. ) Size telefon ediyordum; makina bozuldu cümlesi başka örneği taşıyor: Bozulan ses almayı sağlayan bütün cihaz değil, makinanın bir kısmıdır. Bu suretle kül söylenip cüz' kasdedilmis oluyor. Eskikitaplarda bu tarz; «zikr-i küll irâde-i cüz'» diye ifâde edilirdi. 169 b) Cüz’ü söyleyip küllü kasdetmek. Yakınlardan birini kaybetmiş bir insana başın sağ olsun deriz. Maksadımız; yalnız, başının değil, o zatın kendisinin sağlığını dilemektedir. Böylelikle cüz’ söyleyerek kül kasdedilmiş olur. Başka bir önek düşünelim: Ay kelimesi, istiare yoluyla << güzel yüz>> manasına gelir: Onu da mürsel mecaz yoluyla << güzel yüzün sahibi>> kullanmak mümkindir. Hem-rahım idim bu yolda ey mâh! Hem-râhı koyup gider mi hem-râh? Üçüncü bir örneğe dönelim: Allah taksiratını afvetsin, alnı secde-i Rahmâna varmadan göçtü, cümlesinde secde-i Rahmân terkibiyle <<namaz>>ı kasdederek mürsel mecâz yapmış oluruz. Eşik veya dam sözüyle <<ev>>i, başak sözüyle << buğday>>ı, yelken kelimesiyle << gemi>>yi kasdetmemizde böyledir. Aynı şekilde on yedinci bahârı sözünü <<on yedinci, yaşı>> yerine kullanabiliriz. Bu tarz; eski kitaplarda >> zikr-i cüz’, irâde-i küll>> diye ifâde edilirdi. Burada Recâi-zâde Mahmûd Ekrem Bey’in Ta’lîm-i edebiyât’ında <<kül-cüz’>> ilgisine bağlı mürsel mecâz için verdiği örneğin <<umûm-husûs>> ilgisinde zikredilmesi lüzûmuna işâret edelim. 2. Sebebiyet ilgisi: Bu ilgi ile de, iki sûretle mürsel mecâz meydâna gelir: Sebebi söyleyip müsebibi kasdetmek sûretiyle: Ahmed Râsim Bey, Hüziyen Rahmi Bey, yazılarıyla geçinmişlerdi cümlesinde, bu iki muharririn yazıları yüzünden kazandıkları para ile geçindiklerini; Zeki Fâik, fırçası sâyesinde kendini Akademi’ye kabûl ettirmiştir cümlesinde, sözü geçen ressamın, fırçasındaki mahâreti yüzünden akademi hocalığını elde ettiğini; bu dükkân çok kazanıyor cümlesinde, dükkândaki malın fazla kazanç sağladığını kasdetmemiz gibi. Bunu eski kitaplarda <<zikr-i sebeb, irâde-i müsebbib>> derlerdi. Müsebbibi söyleyip sebebi kasdetme sûretiyle: Rahmet yağdı sözü ile, rahmete sebeb olan <<adam öldürme>> nin; odanız fazla dumanlı cümlesiyle de orada fazla sigara içildiğinin kasdedilmesi gibi. 170 Başka örneklere bakalım: Bu köyde Ahmed Ağa’nın ömrü boyunca câmiye uğramadığını söylerdi. Dürdâne Hanım, bu sömestrede iki defa sınıfta bulunmuş. Hayâtını yollarda tüketti cümlelerinde; <<câmiye uğramadığı>>, <<namaz kılmadığı>>; <<sınıfta bulunmuş>>, <<derste bulunmuş>>; <<yollarda tüketti>>, <<yolculukta tüketti>> yerinde kullanılmıştır. Böylece de müsebbip söylenip ona bağlı sebep kasdedilmek sûretiyle mürsel mecâz yapılmış oluyor. Bu ise, eski kitaplarda <<zikr-i müsebbib irâde-i sebeb>> diye adlandırıldı. 3. Hülûl ilgisi: Bu ilgi de iki sûretle mürsel mecâz teşkîline imkân hazırlar: Hâli söyleyip mahalli kasdetmek sûretiyle: Dersten çıktım; bir kahve içecek kadar vakti çok görme.-Yemekten çıktım; biraz dolaşmalıyım.-İşten çıktım; dolmuş beklemeğe başladım cümlelerindeki dersselimesi, <<sınıf>>; yemek kelimesi <<lokanta>>; iş kelimesi <<atölye>> veyâ <<fabrika>> meâli şöyledir: Yüzleri ağaran kimselere gelince, onlar Allah’ın rahmeti içindedirler. Burada rahmetle onun yeri olan <<cennet>> murâd edilmiştir. Böylece hâl söylenip onun yeri kestedilerek mürsel mecâz yapılmış oluyor. Buna es kiler, <<zikr-i hâl, irâde-i mahal>> derlerdi. Mahalli söyleyip hâli kasdetmek sûretiyle: Kadeh kelimesiyle <<şarâb>>ı, Bayburt’la <<o kasaba ahâlisini>>ni, Vatican’la <<papa>>yı, Backingham’la <<İngiltere kraliçesi>>ni, Çankaya ile <<Türkiye Cumhur Başkanı>>nı kasdetmek, bu çeşit mürsel mecâz için örnek teşkil eder. Bu, bir yere âit ismi yönü zikredilir. Her ne sûretle olursa olsun, tutulan yol, eski kitaplarda <<zikr-i mahal, irâde-i hâl>> diye anılırdı. 4. Umûm-Husûs ilgisi: Umûmî söyleyip husûsu kasdetmek sûretiyle: Atını şiddetle döğen bir arabacıya, hayvana yazıktır, vurma! derseniz, hayvan sözü ile <<at>>ı kasdetmiş olursunuz. Berbere, fazla koku sürme!. . . deyip de <<kolonya>>yı, demir sözüyle <<silâh>>ı kasdetmemiz de aynı şekildedir. Fâtih Sultân Mehmed Otlukbe 171 li’nde Uzun Hasan’ı yendi cümlesinde Fâtih de Uzun Hasan da başında bulundukları ordu yerinde kullanılmıştır. Bunlar umûmu söyleyip husûsu kasdetme yoluyla yapılan mürsel mecâz için örnektir. Eski kitaplarda bu tarz, <<zikr-i âm, irade-i hâs>> diye ifâde edilirdi. Husûsu söyleyip umûmu kasdetmek sûretiyle: Bu akşam çorbayı bizde içelim cümlesinde <<çorba>>; ekmeğimi yer yemez gelirim cümlesinde <<ekmek>>; lokmayı berâber edelim cümlesinde <<lokma>> kelimeleriyle yemek’in kasdedilmesi, bu çeşit mürsel mecâza örnek olur. Yahut, dünkü maçta, Edebiyat Fakültesi talebisi, Ziraat Fakültesi talebesini yendi dersek talebenin bütünün söylememize rağmen, maça katılan kısmını kasdetmiş oluruz. Bunlar aynı yolla yapılan mürsel mecâz örnekleridir. Cinsi söyleyip nev’i kasdetme de buraya girer. Gül mevsiminin <<çiçek mevsimi>>, tavukların <<küme hayvanları>> yerinde kullanılması gibi. Eski kitaplarda bu yolla mürsel mecâz yapma; <<zikr-i hâs; irâde-i âm>> adıyla anılırdı. 5. Masdariyet ilgisi: Gerçek mânânın mecâzî mânâya <<südur>> yeri olması, bu ilgiyi meydâna getirir. Birçok kitaplarda bu husûs, mazhariyetle karıştırılmıştır. Hacı İbrâhim Efendi, masdariyeti îzâh ederken, birçok adam onun eline bakıyor cümlesini örnek veriyor. Burada el, <<ni’met, atâ, ihsan>> yerinde kullanılmıştır; çünkü bunlar, <<el>>den sudûr eder. Eli var tâbirinin <<dahli var, iştirâki var>> yerinde kullanılması da böyledir. Nitekim, bu işte onun eli var deriz. 6. Mazhariyet ilgisi: Gerçek mânânın mecâzî mânâya <<zuhur>> yeri olması, bu ilgiyi meydâna getirir; yine el kelimesinin <<güç, kudret, kuvvet>> yerinde kullanılması gibi. Nitekim bu dîvânın şerhi, ancak Haydar’ın elinden gelir deriz; böylece de, bu iş için gerekecek kuvvet ve kudret eserinin onun elinden zuhûr edeceğini kasdetmiş oluruz. 7. Lâzimiyet-melzûmiyet ilgili: Bu ilgilinin iki yolu vardır: Lâzım söyleyip melzûmu kasdetmek, Melzûmu söyleyip lâzımı kasdetmek. 172 Önce ilkini izâh edelim: Bir fukara bir zengine beni sevindir dese, lâzımı söyleyip <<melzûmu>> kasdetmiş olur. Zirâ bu söz, mecaz yoluyla, <<sadaka isteme>>nin yerini tutacaktır. Fukarânın sevindirilmesi de, kendisine sadaka verilmesine bağlıdır. Diğer yandan Hoca sınıfa girdi cümlesiyle <<ders vermeğe başladı>> fikrini kasdetmek de, <<melzûmu>> söyleyip lâzım kasdetmek yoluyla mürsel mecâz vardır. 8. Kevniyet ilgisi: Bir şey’i eski hâlinin adıyla anmak, bu ilgiyi meydâna getirir. Ahmed Bîcan iyi bir çocuktur cümlesiyle kırk yaşına yaklaşmış olur. Halbuki, o, eskiden çocuktu; şimdi yetişkin bir insandır. 9. Evveliyet ilgisi: Bir şeyi sonradan alacağı hâlin adıyla anmak, bu ilgiyi meydâna getirir. Arınesine nâz etmek için ağlayan beş yaşındaki bir kız çocuğuna, sus! çok ayıb! Koskocaman gelinlik kız ağlar mı? Dersek, bu ilgiyle mürsel mecâz yapmış oluruz. Zirâ muhâtabımız, ancak 12-13 yıl sonra gelinlik kız olabilecektir. 10. Âliyet ilgisi: Bu, hakîkî mânânın mecâzî mânâya âlet olması ilgisidir. Göz kelimesiyle <<bakış>>ı, dil kelimesiyle <<lugat>>ı, kalem kelimesiyle <<yazı>>yı, fırça kelimesiyle <<resm>>i kasdetmek gibi. Not.-Şahsa âit bir vasfın, o şahıs tarafından kullanılan âlete verilmesi fransız müellifleri tarafından âliyet ilgisi taşıyan mürsel mecâz sayılmış; bu san’atdan métonyme de I’instrument diye söz edilmiştir. <<Kabiliyetli bir muharrir>> yerine bir büyük kalem, <<şaheserler veren ressam>> yerine bilen bir fırça denilmesi gibi. Türkçede bu mecâzı <<hazf ilgisi>>ne bağlayabiliriz. 11. Hazf ilgisi: Hazf; çıkarma, kaldırma, yok etme demektir. Hazfa uğramış sözlere de, mahzûf(élliptique) söz adı verilir. Bu, maksada tahsîs edilmiş sözün kaldırılmasından doğan bir mecâz yoludur. Bu yıl, burada çok arbede oldu mu? Fakülte’den sor! 173 Bu örnekte Fakülte sözü ile, Fakülte’de bulunanlar kasdedilmiştir. Fakat ifâdede <<bulunanlar>> sözü yer almıyor; hazfedilmiştir. Çayı getir sözü ile içinde çay bulunan bardağın; ateşi götür sözü ile içinde ateş bulunan mangalın, çiçeğe su koy sözüyle içinde çiçek bulunan saksının; yemeği kaldır sözüyle, içinde yemek bulunan tepsinin kasdedilmesi ve semâveri yak sözü ile semâver içinde bulunan <<kömür>>ün, tarlayı biç sözüyle tarlada bulunan yoncanın meclis toplandı sözüyle <<âzâ>>ların kasdedilmesi, hülûl yerine hazf ilgisiyle kurulan mürsel mecâzlardır. 12. İsnâd ilgisi: Bir fiili, fâilinden başkasına isnat etmektir. Beşinci Sultan Murad bir tek mimâri eseri yapmıştır cümlesinde görüldüğü gibi. Mimâri eserini yapan amele olduğu hâlde; fiil, yaptırana isnâd olunmuştur. |