Birinci Altbölüm 1-Lâfzın Mânâya DelâletiYukarıdaki ifâdeden de anlaşılacağı üzere lâfızla mânâ arasındaki münâsebetlerin vuzûh derecesi, beyânın mevzûunu teşkil eder. Lâfız ile mânâ arasındaki münasebet ise, “delâlet” adını alır. Delâlet,-Delâlet, bir şeyin zihinde hasıl ettiği sûrettir; çeşitli yolları vardır. Bunları iki başlık altında toplayacağız : 1. Lâfızla alâkalı olmayan delâlet : Buna gayr-ı lafzî delâlet denir iki sûretle kendini gösterir : Vaz’î Aklî Birincisi : Eşyanın icat gayesine delâleti, bu çerçeveye girer. Paratonerin “yıldırım”dan, şemsiyenin “yağmur, kar veyâ güneş”ten korunmaya delâleti gibi. İkincisi : Bu hususta da eserin müessire delâletinden söz edilebilir : Kâinat’ın, onun yaratıcısına delâleti gibi. Lafza ait delâlet : Buna lafzî delâlet denir. Üç sûretle olur : Lâfzın vaz’î delâleti (Mutâbakat = uygunluk), Tazmîni delâleti, İltizâmi delâleti Birincisi : Lâfzın, kendi mevzûu olan mânânın tamâmına delâletidir. Masa, insan, kalem, ev, çiçek, ağaç lâfızlarıyla medûlleri arasındaki mutâkabat gibi. İkincisi : Lâfzın, kendine mevzû olan mânânın cüz’üne delâleti de buraya girer : Ev kelimesinin “çatı”, çeşme kelimesinin “musluk”, Kur’ân kelimesinin “âyet” ağız kelimesinin “diş” mânâsında kullanılması gibi. 126 İkinci Altbölüm 1-HakikatBir Lâfzın, tahsis edildiği mevzua delalettir. Söz söylemenin kalem kelimesi ile ''yazı'' yazmağa mahsus alet''i, çiçek kelimesi ile ''nebatın renkli, kokulu, süslü, olan marüf kısmını elbise kelimesi ile ''pamuklu, yünlü, ipekli, kumaşlardan yapılan giyinmeğe mahsus eşyayı, kar kelimesi ile ''kış mevsiminde gökten yağan beyaz maddeyi'' servi kelimesi ile ''malum ağacı'', ay kelimesi ile ''dünyanın peyki olan yıldızı'' kasdetmesi, delalet bakımından hakikattir. Zira lâfızla mana arasında bu yönden mutabakat vardır. Eğer çiçek zarif bir kızı, kar bir çarşafın beyazlığını, serv uzun bir boyu;arslan şeci bir adamı, ay güzel bir yüzü anlatmak için kullanılsaydı;tahsis olunduğu ma-na dışndaki bir sahaya kayacak; delalet de bu suretde meydana gelecekti. Bu hali, yalnız kelimelerde değil, tepkilerde de görmek mümkündür:Kapısı açık tabirinin ''misafir perverliğe '', eli açık tabirinin cömertlike'', alnı ak tabiri-nin ''halsiyetli oluşa'' delaleti böyledir. Demek ki, ikinci ci ve üçüncü paragraflarda yer alan örnekler, delalet bakımın-dan ''hakikat'in'' dışında kalıyorlar. Çünki lâfızlar, kendilerine tahsis olunan mana-nın dışında kullanılmışlardır. Hakikatin delalet bakımından sınıflandırılması: Hakikat, iki esasa göre sınıflandırılır: 1. Lafzı kullananların meramına göre; 2. Mananın azlık çokluğuna göre. Birinci esasa girenler: Burda dört çeşit hakikatten söz edilir: a) Lugavi hakikat: Lâfzın, kendisine mahsus manaya delaletidir. Eskiden bu hal, mavaz'ı lehinde kullanılması, diye ifade edilirdi. Çiçek, ev, yol, halı, el lâfızlarının kendilerine tahsis edilmiş manalara delaletigibi. Yeni şartlar bazı lâfızlara yeni manalar kazandırmıştır. bu hal sonunda ya eski mana büs- bütün unutulmuş, ya iki mana birlikte yaşamıştır. Yeni mana ya bütün kavmin müşterek dehasının mahsulü olur ya da belirli zümrelere ait bulunur. b) Örfi hakikat (örfi-i am) : Lugavi hakikatin, bütün bir kavim içinde kazandığı yeni mana örfi hakikat adını alır. Buna eski kitaplarda örfi-i am denirdi. Bu terkibi, topluma has örfi hakikat kelimeleriyle karşılamak bir dereceye kadar kolaylık sağlar. Rüzgar kelimesinin ''dalgalanmış hava''ya, misafir kelime-sinin ''mihman''a, merkep kelimesinin dört ayaklı bilinen hayvana delaleti böyledir. c) Has örfi hakikat : Örf, lâfızlara bir kısımzümreler arasında bilinen yeni manalar da kazandırmıştır; bu manalar daha geniş sahalarda yaygın olan eski manalarda birlikte yaşar. Bunlarda hakikattir ancak örfi-i has diye adlandırılırlardı. Kadim, lugavi hakikatte ''eski''nin karşılığıdır. Fakat felsefe ona vücuduna başlangıç olmayan manasını kazandırmıştır. Fiil, iş demektir, gramerler eylem ve zamana delalet eden kelime manasını kazandırmıştır. Hadis, lugavi hakikat olarak ''yeni'' manasına gelir; selsefe bu lafzı ''yokluk ile mesbuk olan''a tahsis etmiştir. Ayrıca temenni dilek demek olduğu halde gramerde bir siganın (=kipin) adıdır. Bu kelimelere ait ikinci ma-naların hepsi ''örfi-i has'' olan hakikat'e örnektir. c) Şer'i hakikat : Bir Lâfzın şeriatte kazandığı manaya delaleti şer'i hakikattir. Mesela salat kelimesi ''du'a'' manasına geldiği halde; şeriat ehli bu mana yerine ''namaz'' manasını getirmişlerdir. İkinci esasa girenler : Lâfız ya yanlız bir manaya ya da birden ziyade manaya delalet eder. Buda hakikatin bir başka yönden sınıflandırılmasına yol açmıştır. Burada dört çeşit hakikatten söz etmek müm-kündür. a) Müfred delalet : Bir Lâfzın, yanlız kendisine mevzu olan manaya delaletidir. Gömlek, ayna, ot, su, saç, masa, akıl kelimelerinin delaletleri gibi. b) Müşterek lâfız : Bir Lâfzın-hakikat olmak üzere-birden ziyade manaya delaletinde iki suret göze çarpar ya bu delalette müsavilik üzere bulunan kelimeye müşterek lâfız denir. Mesela Arapça ayn keli-mesi ''göz''e, ''pınar''a ve ''altın''a müsavi surette delalet etmektedir. Binaenaleyh bu kelime birmüşterek lâfızdır. c) Menkul : Birden ziyade manası bulunan bir kelime önce bu manalardan birine delalet ederken sonra bir ihtiyaç yüzünden başka bir manaya nakledilir. Bu yüzden ilk mana ya büsbütün ortadan kalkarya da kalkmaz. Bunlardan önceki manaları terkedilenlere menkul adı verilir. Nakili muayyen olmayan menkuller örfi mnkul diye adlandırılır ki yukarıda örfi hakikat bahsinde anlatıldı. Nakili belirli bir meslek zümresi olan menkullere de ıstılahi menkul adı verilir. Has örfi hakikat bahsi de bu hususla alakalıdır. ç) Mürtecel : Bir münasebete dayanmaksızın mana değişmelerine uğrayan lâfızlar mürtecel adını alırlar. Bu husus için çocuklara verilen adlar örnek sayılmıştır. Üçüncü Altbölüm 2-Mecaz (=Trope)1-Tanıtılması Lâfzın manaya delalet yollarından ikincisi mecazdır. Kelime Arapça (yeri tecavüz) manasına gelen ''caz'' fiilinden türetilmiş mekan ismidir. Bir söze ait asli manada kendini gösteren tecavüz bu kelimenin terim olarak kullanılmasına yol açmıştır. Lâfzın kendisine tahsis olunan mana dışındaki bir tasavvura delaleti iki suretle vuku bulu-nur. Ya arada gerçek manasında kabulüne engel bir unsur yer alır ya da buna rastlanmaz. Hüseyin'in otomobili uçuyorcümlesinde otomobil kelimesi ''uçuyor'' sözünün Hatice arınesinin yüzüne pençe attı cümlesinde Hatice kelimesi ''pençe attı'' lâfızlarının gerçek manada alınmasına engeldir. İşte Lâfzın gerçek manaya delaletine engel olanbu unsur, karine-i mani'aadını alır. ''Eli uzun'' sözünün ''hırsız'', ''kulağı delik'' sözünün ''bütün haberleri işitir'', alnı açık sözünün ''utanç verici hallerden uzak'' manalarına gelmesi, gerçek mananın düşünülmesine bir engel olmaksızın vuku bulmuştur. Arada bir karine-i mani'a bulunmak şartı ile, bir sözün, gerçek manası dışında kalan bir manaya delaletine ''mecaz'' adı verilir. Nasıl meaniyi iyi bilmek, lafzı ta'kide düşmeyi önlerse, mecazları iyi bilmek de manevi takide düşmeyi önler. I-Bölünmesi Nasıl hakikat; lugavi, örfi-i am, örfi-i has, şer'i olmak üzere bir takım çeşitlere ayrılmışsa, aynı bölünmeye mecaz da tabi tutulmuştur. Bunların birbiriyle münasebeti tekabül suretiyle kedini gösterir. Şöyle ki: 1. Lugavi mecaz : Lugavi mecaz, lugavi hakikatin mukabilidir. Kelimenin, kendisine mevzu olan manada kul-lanılması nasıl lafzı hakikatse; engel bir karineden dolayı bu mananın dışına çıkması da lugavi mecazdır. Toprak kelimesinin kendisine mahsus olan manaya delaleti, lugavi hakikat, ''mezar'' manasında kullanılması lugavi mecazdır. Keza gül lafzı, ''maruf çiçeğe'' delalet ederse lugavi hakikat; ''yanağa'' delalet ederse, lugavi mecaz olur. Bu hali, çeşitli lafılara teşmil mümkindir. 2. Örfi mecaz : a) Örfi-i am olan mecaz : Tütün lafzı, lugatte yanan bir şeyden çıkan ''duman'' manasına gelirken, bilahere insanlar tarafından sigara yapılmak, lüleye veya pipoya doldurulmak suretiyle içilen, nikotinli nebat yaprağına ad olmuştur. Bu manada örfi-i am olan bir hakikat vardır. Fakat ''derin bir hasret'' ifade etmek üzere, birşeyden gözümde tütüyor diye söz edersek, örfi-i am olan bir mecaz yapmış oluruz. b) Örfi-i has olan mecaz : Hesap, ölçü ile alakalı bir mana ismidir. Sonra, onu muayyen bir zümreye mensup insanlar bir ilme tahsis etmişerdir; Lâfzın bu manası, örfi-i has olan bir hakikattir. Lafzı ilk manasıyla alıp ondan muhasebe, muhasebat gibi manalar kasdedersek örfi-i has olan mecaz yapmış oluruz. 3. Şer'i mecaz : Salat kelimesi, yukarıdada söylendiği gibi şer'i hakikat olarak ''namaz''a delalet etmektedir. Şeri'at mensuplarının aynı lafzı ''du'a'' manasında kullanması, şer'i mecaz olur. 4. Akli mecaz : Mecaz sözü ileumumiyetlelugavi mecaz kasdolunur. Bu itibarla akli mecaz, onun tam mukabilidir. Bahis fiile isnad olunacak mülabisle alakalıdır. Akli mecazın çeşitli tarifleri yapılmıştır; bunlar arasında en yaygın olan şöyledir:Mani karineyi taşıyan bir ifadede, bir fiili, söz söyleyene göre, hakkı olan mülabisinden başka bir mülabise isnad etmektir. Akli mecazı meydana getiren alaka, zaman mekan ve sebebin fiile münasebette faille iştiraleridir. İsnat; haber veya ika yoluyla olur. Örnekleri bunlar etrafında sıralayalım. a) Zamana isnat : Ağustos, buğdayı sararttı cümlesinde akli mecaz vardır; mümine göre hakikatte buğdayı sarartan Allah'tır. Fakat mülabeset Ağustos'a isnad ediliyor, Yahut: İlkbaharın inbatı beni hayrete düşürdü = ifade bu haliyle yine akli bir mecaz taşıyor. Hakikatte bu nâibn maksat, ilkbaharda vuku bulan inbat, beni hayrete düşürdü= demektir. Onun gündüzleri, oruçludur. Oruçlu olan, zaman değil, doğruda doğruya şahsın kendisidir. Dördüncü örnek : Ramazan, beni bayılttı. Burada da ''bayıltma'' zamana isnad ediliyor. Hakikatte bayıltan, Ramazanda duyulan açlık ve susuzluktur. Mü'min kimseye göre de Allah'tır. Binaenaleyh yine akli mecaz karşısındayız. b) Mekana isnat : Nehirler aktı,-Tarla biçildi,-Mangal yandı cümlelerinde akli mecaz vardır. Bunları sıra ile ele alırsak; akanın nehirler değil içlerindeki su; biçilenin tarla değil içindeki ot; yananın mangal değil, ihtiva ettiği odun veya kömür olduğu anlaşılır. c) Sebebe isnat : Bu çeşmeyi Sultan Ahmet yaptı cümlesi ise, karşımıza başka bir akli mecaz çıkarıyor : Çeşmeyi yapan Sultan Ahmet değildir; o, yapılmasına sebep olmuştur. Diğer bir örnek : O gün hesab ayağa kalkacak. Burada da başka bir sebep örneği karşısındayız: Maksat insanların hesab için ayağa kalkacaklarını ifade etmektir. Üçüncü örnek : Vakta ki Arz ağırlıklarını fırlatır. (Zilzal suresi, ayet: 2) Burada Arzın, definelerini, hazine-lerini ihrac edeceği ifade olunuyor. Halbuki bunu yapacak olan Allah'tır. Binaenaleyh, lafz-ı celilde akli mecaz vardır. Bunların dışında başka yollarla kurulan akli mecazlar da dikkati çeker. Bir ikisine göz ata-lım: Fail veya Mef'ûlün-bih, masdarla tavsif edilir: (adalet adam) . Bu terkip, adil adam karşılığın-dadır; bu adam, adaletin kendisidir yerinde kullanılmıştır. Bir şeyi mucit, muhdis veya sahi-binin vasfıyla tavsif etmek de buraya girer:(=hakim kitap), (=hakim uslüp) gibi. Akli mecaz taraflarına göre, dörde ayrılır: 1) Hem müsnet hem müsnedün-ileyh ahkikat olur ; 2) Hem müsnet hem müsnedün-ileyh mecaz olur ; 3) Müsnet hakikat, müsnedün-ileyh mecaz olur. 4) Müsnet mecaz müsnedün-ileyh mecaz olur. Kur'an-ı Kerim'de akli mecaza örnek olacak pek çok ayet vardır. Bunlardan bir kaçına göz atalım: (Enfal suresi, Ayet :2) . Bu lafz-ı celilin meali şöyledir : Mü'minler onlardır ki, Allah'ın ayetleri okunduğu zaman imanları kat kat artar. Burdaki akli mecaz izah edilirken El-Mu'avvel fi tercemeti't Tehlis ve'l-Mutavvel'deki zamirinin ya raci olduğu bildiriliyor bu da imanın artmasına zahiri sebeptir. Sözü geçen kitaptaki tabiri ile, zamirin ayata isnadı mecaz olduğunu beyandır. Zira ziyade-i iman fi'l-i ilahı olup ayat-ı ziyadeye sebebdir. (Müzemmil suresi, Ayet : 17) . Bu lafz-ı celilin meali şöyledir:. . . Çocukları saçları ağarmış ihtiyarlara çevirecek günden kendinizi nasıl koruyabilirsiniz? Çocukların saçlarını ağartmak ilahi bir fiil olduğu halde, bunun zamana isnadı suretiyle akli mecaz yapılmıştır. (Taha suresi, Ayet : 117). Bu ayeti kerimenin meali şöyledir : (Biz de dedik ki, Ey Adem!) Bu, sana ve zevcene düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın ki, bedbah olursun. Cennetten çıkarma Allah'a mahsus bir fiil olduğu halde, sebebe yani İblis'e isnad edilmek suretiyle yine akli mecaz yapılmıştır. Buraya kadar süren izahatin akli mecaz hakkında bir fikir vemiş olacağı zarınındayız. Dördüncü Altbölüm 3-KinayeLâfzın manaya delalet yollarında biri dde kinayedir. Gerçek manasının anlaşılmasına engelbir karine bulunmadığı halde ; bir lâfızla, o mananın levazımından birini kastetmek kinaye adını alır. Bu suretle gerçek manayı anlayabilme imkanları büsbütün yok olmamak şartı ile, lâfız o mananın dışında, kullanılmış olur. Ahmed Efendi'nin alnı açıktır cümlesiyle, o şahsa ait alnın bir görünüşü ifadeye bir mani yoktur;fakat örf, tabire hususi bir mana vermiştir. O da Ahmet Efendi'nin utanılacak hiç bir hali olmamasıdır. Bir zenciden söz ederken, bir işten yüzü kara çıktı diyebiliriz ''kara'' olmak onun cildine ait bir vasıftır;fakat bu sözle ''utanıla-cak bir hal''i kasdetmemizde kinaye vardır. Kinayede kasd olunan mana, mani değil fakat muayyen bir karine ile hasıl olur. Küçük bir dikkat Galat Galat; arada, mecaz ve kinaye gibi bir ilgi bulunmaksızın, Lâfzın kendine mevzu olan mana dışında kullanmasıdır. Bu fesahat hatalarındandır. |