Geri

   

 

 

İleri

 

Sekizinci Altbölüüm

XI. Kelamın Birleştirilme ve Bağlanma Tarzları

Zihinde yer alan tasavvurlar ya sözle ya da yazı ile ifâde olunur. Bunlardan ilki hitâbet, ikincisi de kitâbet adını alır. Bu iki anlatma yolu; bir takım cümle ve tamamlayıcılarının sıralanmasından meydana gelir; ancak bu sıralanışta bir düzene riâyet edilmiş olması şarttır. İşte bu düzen, kelâmın birleştirilme ve bağlanmasıyla ilgilidir; hâlin ve yerin gereğine göre bu düzenleme ve sıralamaya sebk usûlü adı verilmiştir. Sebk, kendisine ayrılan bahiste anlatıldığı gibi, üslûp karşılığıdır.

1-Sebk usûlü

Sözün ihtiva ettiği cümlelerle tamâmlayıcısını hâl ve yere uygun olarak birleştirme, sebk ü inşa diye adlandırılmıştır. Üç çeşit sebk vardır : Mevsûl sebk (bağlanmışlara âit sebk), mefsûl sebk (ayırtılmışlara âit sebk), mürekkep sebk (birleşik sebk) .

Mevsûl sebk (bağlanmışlar sebki) :

Bu, cümleleri bir bağlaçla birbirine bağlama sûretiyle olur. Ancak böyle bir bağlamanın yapılabilmesi için bazı şartlar gerekir : Her şeyden önce, bağlanacak cümleler arasında özne berâberliği bulunmalıdır. İkincisi, cümlelerin ilki haber cümlesi ise diğerleri de haber, ilki inşâ cümlesiyse diğerleri de inşâ cümlesi olmalıdır. Fazla olarak bunlar arasındaki aklî, hayalî, hissî veyâ vehmi bir birleştirme yönü bulunmalıdır.

Örnek :

Ahmet Hamdi, şâirimizin (tıknefesliği) hakkında Fâzıl Ahmed’in ileri sürdüğü tıbbî olmaktan ziyâde edebî teşhise itirâz ediyor ve şöyle diyor :

Hasan Âli Yücel

Bu üslûpla söylenen veya yazılan ibârelerdebağlaç yerine bağ fiil (gerundium) da kullanılabilir :

Hüsniye Hanım, televizyonu (açıp) dîvâna uzandı.

Bu maksadı sıralı cümlelerle sağlamak, söze tam bir istiklâl kazandırır :

Örnek :

Ali Bey, kapıdan içeri girdi, masalara göz gezdirdi, geri döndü.

-Mesfûl sebk (ayrılmışlar sebki) :

Bu tarz ifadelerde, cümlelerin bir araya getirilmesi için, aralarında haber veyâ inşâ birliği bulunması, birleştirme yönü olması aranmaz.

Örnek :

Dışarıda şiddetli bir rüzgâr var. Hava kapalı. Sık sık şimşek çaıyor. Ali, altına binip köye gitmişti; bâri yolda yağmurdan ıslanmasa. . .

-Mürekkep sebk (birleştirilmişler sebki) :

Uzunca ibârelerle bağlanmış cümlelerle ayırtılmış cümleler bir araya gelir. Meânî ile ilgili kitaplarda böyle ifade usûlü sebk-i mürekkeb diye adlandırılmıştır. Nutuklarda, ilmî eserlerde, gazete yazılarında umûmiyetle bu yola başvurulur.

Örnek :

Bir mühendisi, bir şâiri, bir doktoru,-hattâ ismini ömrünüzde işitmediğiniz herhangi bir mesleğe mensûb birini-hiç anlamadığınız bir işten dolayı beğenir gibi olursunuz, derhal bütün faziletler, sizindir. Hayırhahsınız, zekisiniz, sevimlisiniz; terbiyelisiniz; ilminize, irfanınıza hiç diyeceğim yok ! Ağzınızdan düşürüverdiğiniz küçük ve mürâi bir medhe mukâbil sırtınıza geçirilen mutantan altın hil’ati bir ân içinde kaybetmemek ve yağmur altında bir çıplak gülünçlüğüne düşmemek isterseniz sakın sözünüze en ufak bir kayd-ı ihtiyâtinin gölgesini düşürmeyiniz.

Ahmed Hâşim

2-Nisbî Umûr

-Eşitlik (=Müsevât), Sözü kısaltma (=îcâz), Söz katma (=itnâb)

Merâm, karşılığı olan kelimelerin azlığı-çokluğu bakımından üç şekilde ifade olunur :

1) Kelimeler, ya umûm halkın günlük hayatta kullandıkları ölçüde, 2) ya ondan az, 3) ya da çok olur. Birinci hâle eşitlik (=müsâvat), ikinci hâle sözü kısaltma (=îcâz), üçüncüsüne de uzatma (=itnâb) denir.

1-Eşitlik (=Müsavât)

Eşitlik (=Müsavât), bir ibârede kullanılan kelime ve kelime gruplarının maksadı ifadeye yetecek ölçüde bulunmasıdır. Eskiler, bu halin, sözün örfe uygun düşmesiyle sağlanacağı kanâatinde idiler. Maamâfih halk, konuşurken sözün, halin gereğine uygun düşüp düşmediğine dikkat etmez; bu yüzden öyle sözleri belig saymak imkansızdır fakat kelimelerin tabiî yürüyüşü içinde mânâ ortaya döküldüğü için, bu anlatma tarzını kusurlu saymak da yersizdir.

Bu yola sözlü ifadelerde, ilim îzâhlarında, bir hâlin naklinde baş vurulur. Eşitliğin (=müsâvâtın) en belirli vasfı sâdeliğidir.

Konuşmaya örnek :

Zihninden babamın, ninemin muhabbetini çıkardın; kardeşimin mezarı gönlümde idi, onu da unutturdun. Şimdi hayâli de kendi gibi kara topraklarda yatıyor. Mezârını görmeden hâtırıma gelmiyor. . .

Nâmık Kemâl, Vatan-yâhût-Silistre

İlim izahına örnek :

Ta’rif bir şey’i zihinde tasvîrden ibaret olmakla ana men’ ve mu’âzara ta’lluk etmez. Fakat şartlarını müstecmi’ değildir yâhud fesada müstelzimdir deyü nakz olunabilir.

Bu cihetle ta’rife i’tirâz eden müstedil ve ana cevap veren mânî olur. Nitekim bu ta’rif efrâdını câmil ve ağyârını mâni değildir yâhud devri yâ teslsülü müstelzimdir deyu nakz olunur. Sâhib-i ta’rif tarafından dahi men’ ile mukâbele idilür.

Şöyle ki (bu ta’rif sahih değildir zira efradını câmi’ değildir ve her tar’if ki efrâdını câmi’ olmaya) sahih değildir.

Ahmet Cevdet Paşa, ÂdAb-ı Sedâd

Yukarıdaki örnekte bazı kelimelerde fazlalık vardır; bu, anlatmaya açıklık kazandırmak için yapılmıştır.

Bir hâlin nakline örnek :

On beş, on altı yaşlarında idim. Babam bir şey almak için beni eve gönderdi. Öğle üstü idi. Yukarıya çıktım. Odada arınemi ağlar buldum. Gözleri kızarmış, şakaklarına limonla kahve bağlamış, son derece kederli duruyordu. Teyzem de yanında oturmuş, bileklerini oğuyordu. .

Ahmet Râsim, Fuhş-i atîk

Belâgatla ilgili kitaplar; eşitliği, umumiyetle ne kusur, ne de meziyet saymışlardır. Esâsen ona edebî bir değer vermemişlerdir. Hâlbuki böyle ifadeler, Avrupa’ya has edebiyat kitaplarında üslûba ait bir meziyet sayılır. Münakkâh cümle(=pharese detersive), üslûpta açıklığın (=vuzûhün=clarte) ilk yoludur. (Bakınız ; Üslûbun Meziyetleri : Münakkaniyet) .

2-Sözü Kısaltma (=İcâz)

Yere düşmekle cevher sâkıt olmaz kadr ü kıymetten

Sözlerindeki maksadı anlatmak için sahifelerce yazı yazmak mümkin iken, şair bu husustaki fikirlerini bir mısrâa sığdırmak sûretiyle sözü kısaltmıştır. Fakat bu iş, her zaman –eksiksiz, fazlasız merâmın ifadesine yetecek lâfız kullanılması sûretinde olmaz; bazan da lâfızların duygu, düşünce veyâ ifadeye yetmeyecek ölçüde azalttığı görülür. Buna göre sözü kısaltmanın (=îcâz) ın hem meziyet hem kusû olan çeşitleri vardır.

-Meziyet sayılan kısaltma :

Lafzı az, manası çok olacak sûrette merâmı ifâde etmek, üsluba ait bir meziyettir. Belâgat kitaplarında, bu hâl “makbûl îcâz” terimiyle adlandırılmıştır. Aynı husus için, “güzel îcâz “ kavramını karşılamak üzere “îcâz-hüsn” terkibini kullananlar da vardır.

Makbûl îcâz giderme (=hafz) yoluyla îcâz, kaplam (=tazammun) yoluyla îcâz olmak üzere ikiye ayrılır.

1Giderme (=hafz) yoluyla kısaltması (=îcâz) :

Bir ibâradeki kelimelerin bir yâhut birkaçını, ya da ihtivâ ettiği bazı cümleleri kaldırmak suretiyle yapılan söz kısaltması, bu çerçeveye girer. İlkine “kelime çıkartılmasıyla kısaltma”, ikincisine “cümle çıkartılmasıyla kısaltma” adını vereceğiz.

Giderme yoluyla îcâzın yapılabilmesi için, kelâmdaki kavramda çıkartılan unsûra delâlet edecek bir yön bulunması şarttır.

Kelime çıkartılmasıyla sözü kısaltma :

Bu, eski kitaplarda “îcâz bi’l-hafz” diye adlandırılmıştır. Beş yolu vardır :

Fiilin kaldırılması için :

Bu hâl, tümleçler (=mef’uller) yardımıyla sağlanır : Aç dışarı, çıplak içeri. Bu atalar sözünde “içeri”den sonraki “kaçar” kelimesi söylenmemiştir. Kar izi, tuz gözü deyiminde (=tâbirinde) ise “izi” ve “gözü” kelimelerinden sonra söylenmesi gereken “örter” fiili kaldırılmıştır. İp Allah sivri külah-Abla vakti yaba, yaba vakti aba-iki dirhem bir çekirdek-İki molla bir kişi, bir molla hatun kişi deyim ve ata sözlerinde de hâl aynıdır.

Tümlecin (=) mef’ûlün ) kaldırılması :

Fiilden tümlecin ( mef’ûlün ) mânâsını çıkartmak mümkün olduğu taktirde, tümleç (mef’ûl) sözün dışında bırakılır. Ali; pişirir, tabağına kor ve yer cümlesinin belirtili nesnesi (= sarih mef’-ûlün bihi) olan yemeğini sözü kaldırılmıştır.

Belirtenin (=muzâfınileyhin) kaldırılması :

Bir isim tamlamasında ikinci terimden birinci terimin mânâsına intikal mümkin olduğu taktirde bu yola baş vurulur : Ahâlî hep hastalandı cümlesinde, “şehrin ahalisi” terkîbi, bu yolla kısaltılmıştır.

Belirtilenin (=muzâfın) kaldırılması :

Birinci terimde ikincisini anlamak için karîne bulunduğu takdirde bu yola başvurulur : Şişeyi tamamen yere dökmüş cümlesindeki şişenin kolonyasını yerine “şişeyi” kelimesi kullanılmıştır.

Nitelenen veyâ belirtilenin (=mevsûfun) kaldırılması :

Bir kahvede bulunan çeşitli müşterilere satmak için bir tepsi kahve getiren çırağa, sâdeyi bana verdiyen bir kimse, ilk kelime ile “sâde kahveyi” kastettiği halde kahve kelimesini kaldırmış olur. Bu ifade, nitelenin kaldırılması için bir örnektir.

Eski kitaplarda özne (=fâil) ve sıfatın kaldırılmasından da söz edilmiştir ki, bu hususta gösterilen örneklerTürkçe’yeuygun düşmediği için, o bahse temas etmiyoruz.

Cümle ve cümleye ait unsurların çıkartılmasıyla sözün kısaltılması :

Belâgatla ilgili kitaplarda bu bahis, “îcâz” bi’l-cümel” diye anlatılmıştır. Bir ibâreden cümle altı yolla çıkartılabilir :

Şart cümlesinin kaldırılması yoluyla :

Şartlı cümlelerin ilk kısmı çıkartılmakla beraber, fikrin kalan kelimelerde muhâfazası suretiyle : Gözüme görünmedi, yoksa başına kazalar gelirdi cümlesinde, “yoksa” dan önce, şartı ifade etmesi gereken görünseydi kelimesi çıkartılmıştır.

Cezâ cümlesinin çıkartılması yoluyla :

Şartlı cümlelerde şart kipindeki fiilden sonra gelen cümleciğe cezâ cümlesi denir. Sağlık durumunun bozulması dolayısıyla, bir maksada erebilmek için mühim bir fırsatı kaçırmış kimse, keşke o gün hasta olmasaydım der; böylece bu cümleciği takip edecek olan o işte muvaffak olurdumlâfızlarını ifadeden çıkartmış olur. Ettiklerini bir de baban duysaydı. . kelimelerinden sonra gelecek olan, vaziyetin fena olurdu kısmı çıkartılmıştır.

Sebebin çıkartılması yoluyla :

Yemek pişiren ateş bulundurur cümlesinde “pişirmek isteyen”, yerini pişirene bırakmıştır. Aynı şekilde su içen matra taşır cümlesinde de içen kelimesi, “içmek isteyen” yerindedir.

Ç) Müsebbibin çıkartılması yoluyla :

Bu husus için, çeşitli kitaplarda tekrarlanan bir örnek vardır ; biz de onu verelim : “Bir hakim, bir mahkûma sen buna iki lira vereceksin dese, o mahkum da müddeinin hâkime bir münâsebet ve karâbeti olduğunu bilse de cevaben, akrabanızın olduğundan mı dese akrabalık hükme sebep olarak müsebbibin mahfûz olmasına bâdi olduğu gibi. ”

Mukadder sualin çıkartılması yoluyla :

Buna “beyânî istînaf “ denirdi. İsmin, sıfatın iade edilmesi ve edilmemesi yollarıyla olur :

İsmin iâdesiyle : Ali Bey, büyük elçi olmuş; doğrusu Ali Bedy’e lâyıktır.

Sıfatın iâdesiyle : Hüseyin Bey, senatör olacakmış; hani senin eski dostun Hüseyin Bey.

İâde edilmemesi : Böyle aç yatmak uygun düşer miydi ? sözüne iştihası olsaydı tarzında karşılık vermek gibi.

Yer ve kârine gereği çıkartılmalar :

Kaplam (=tazammun) yoluyla sözü kısaltma (=icâz)

İfadeden kelime veyâ cümleye ait bir kısım çıkartılmaksızın da, söz kısaltılabilir. Bu, eski kitaplarımızda “icâz bi’t-tazammun” diye adlandırılırdı. Kaplam yoluyla söz kısaltmada iki hal göze çarpar : Ya lâfız, mânâya yetecek sayıda olur ve nâibn ihatâlı mânâlar çıkar ya da mânâ lâfızdan çok ziyade halde bulunur.

Birincisine “îcâz bi’t-takdîr”,

İkincisine“îcâz bi’l-kasr” denirdi. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz-Ateş, düştüğü yeri yakar-İstemeyene verilmez-Elçiye zevâl yoktur-Çiğnemeyince yutulmaz-At ayağı çevik olur-Derdini söylemeyen dermân bulmaz-Koyma su ile değirmen dönmez sözleri, birinciye örnektir.

Asıl müessir olanı ikincisidir. Az lâfızla çok mânâ ifade etmek sûretiyle sözün belâgati yükseltilir. Umumiyetle atasözleri, mensûr-manzum hikemî ifadeler, hattâ kanun maddeleri bu vasfı taşır.

Ata sözlerinden örnekler : Ağaç köküne muhtaç-Meyvesi çok ağacın başı yerdedir-Akacak kan, damarda durmaz-Dolu küpün sesi çıkmaz-Bekâra karı boşamak, kolaydır-Boş başağın başı dik olur-Mezar taşı ile öğünülmez-İşten artmaz, dişten artar-Az söyleyen anılır, çok söyleyen yanılır-Serçeden korkan darı ekmez-Komşu boncuğunu çalan, gece takınır-Ev alma komşu al-Ahmak misafir, ev sahibini ağırlar-Aç tavuk, düşünde darı görür-Sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yer-Yalancının mumu, yatsıya kadar yanar.

Mensûr hikemî ifadelere örnekler :

Bârika-i hakikat, müsâdeme-i efkardan doğar (Namık Kemal) .-Beni korkutan öldükten sonra cehenneme gitmek değil, hiçbir yere gitmemektir. ( Cenâb Şehabeddin)-Yaşlandıkça güzelleşmek, çınar ağacına mahsustur : Sakalını süsleyenlere bayılırım. (Cenâb Şehabeddin) Aç gözlüyü minnettar edemezsin : Doymaz ki. . (Cenâb Şehabeddin) Su dökme tehlikesi alelekser bardağı fazla doldurmak arzusundan ileri gelir. ( Cenâb Şehabeddin) Avam, koyun ruhu ile kaplan huyundan mürekkebdir ( Cenâb Şehabeddin) Kadı müşteri olunca, tabîdir ki adalet mezarda çıkar ( Cenâb Şehabeddin) Âşık sevdiğine bakar, fakat görmez-Herkese hak veren, haksız çıkmaz ( Cenâb Şehabeddin) Zerafet zekanın dellalıdır ( Cenâb Şehabeddin) Sofînin riyâsı dindarı kandırır, dinsizi değil ( Cenâb Şehabeddin) Avâm yukarı bakamaz, başı döner : Ona hoş görünmek isteyenlerin kâmati vasatın dûnunda olmalı ( Cenâb Şehabeddin)-Uzun söz, uzun ökçe gibi kadınlara yakışır ( Cenâb Şehabeddin)-Avâm, iyi anladığın değil, iyi işittiğine inanır: Ona bağırmalı ! ( Cenâb Şehabeddin)-Tebdil-i hissiyat ne kadar kolaysa, tebdil-i efkar o kadar zordur ( Cenâb Şehabeddin)-Kendine gülen adamın handesi daima zekidir ( Cenâb Şehabeddin) Hasûda gördüğün güzel rü’yadan bile bahsetme : Kıskanır ( Cenâb Şehabeddin)-Edebiyatta az liyâkat adem-i liyakâtten daha büyük bedbahlıktır ( Cenâb Şehabeddin)

Bu örneklerde görüldüğü gibi, hikemî muhtevâyı taşıyan cümlelere vecize (maxime) denir. Şimdi onun yerine “özdeyiş” terimi vaz olumuştur.

Manzûm örnekler :

Mâderin seyr eyleyüp al duhterin

Hıfzî

Beyâz akçe siyah eyyâm içündür

Hıfzî

Cümlenin maksûdu bir ammâ rivâyet muhtelif

Muhibbî

Âdet budur en sonra gelir bezme akâbir

Nevî

Bir bina tâ ki harâb olmaya ma’mur olmaz

Fehim-i Kâdim

Bakdın sana zamâne uymadı sen uy zamâneye

Kâni

İnsan odur ki, âyine-veş kalbi sâf ola

Bâki

Bin ma’rifet zamânede bir âferinedir

Nâbi

Tabibin olsa da kizbi marizin sıhhatin söyler

Râgıp Paşa

Mürüvvetmend olan nâ-kâmi-i düşmenle kâm almaz

Râgıp Paşa

Hüner oldur sana zehr olana sen tiryak ol

Sâbit

Düşmen-i nefs ile sulh etme sakın

İzzet Molla

Âkil düşer mi düştüğü zindâna bir daha

Ârif Hikmet

Uyduran masrafın îrâdına çekmez zahmet

İzzet Molla

Kâdi ola da’vâcı ve muhzîr ola Şâhid

Ol mahkemenin hükmüne derler mi adâlet

Ziya Paşa

Yere düşmekle cevher sâkıt olmaz kadr ü kıymetten

Nâmık Kemal

Âdem ol isterse hasm olsun bütün âlem sana

Muallim Nâci

Fart-ı hiddet cinnetin bir nev’idir

İsmail Sefâ

Doymaz beşer dedikleri kuş i’tilâlara

Tevfik Fikret

Şüphe bir nûra doğru koşmaktır !

Tevfik Fikret

Kâmildir o insan ki yaşar hatıralarda

Yahyâ Kemâl

Hukuk metinlerinden örnekler :

Aşağıda ki parçalar, Mecelle-i ahkâm-ı adliyye’nin “Kavâid-i külliye” kısmından alınmıştır:

Şekk ile yakîn zâ’il olmaz. (Madde, 4)

Beraât-i zimmet asıldır. ( Madde, 8 )

İctihâd ile ictihâd nakz olunmaz. ( Madde, 16 )

Zarûretler memnû’ olan şeyleri mubâh kılar. ( Madde, 21 )

Mani’ zail oldukda memnû’ avdet eder. ( Madde, 24 )

Zarâr-ı âmmı def’ için zarâr-ı hâs ihtiyar olunur. ( Madde, 26 )

Def’-i mefâsid selb-i menafi’den evlâdır. ( Madde, 30 )

Iztırar gayrın hakkını ihlâl etmez ( Madde, 33 )

İşlenmesi memnû olan şey’in istenmesi de memnû’ olur. ( Madde, 35 )

Örf ile ta’yîn nass ile ta’yîn gibidir. ( Madde, 45)

 Bir şey batıl oldukda onun zımmındaki şey dahî bâtıl olur. ( Madde, 52 )

12. Kelâmın i’mâli ihmâlinden evlâdır. ( Madde, 60 )

13. Beyine müdde’î için yemîn münkir üzerinedir. ( Madde, 76 )

14. Külfet ni’mete ve ni’met külfete göredir. ( Madde, 88 )

 15. Nâsın isti’mâli bir hüccettir ki, anında amel vâcip olur. ( Madde, 37 )

3-Söz Katma (=İtnâb)

Maksadı, alışılmış olan ibâreden fazla sözle ifâde etmeğe “itnâb” denildiğini bildirmiştir. Bu terimi, “söz katma “kelimeleriyle karşılamaya çalışacağız.

Söz katma, ya makbul sayılır ya da sayılmaz. Birincisi eski kitaplarımızda itnâb-ı makbûl, ikincisi de itnâb-ı mümel terimleriyle ifâde edilirdi.

1-Makbûl Sayılan Söz Katma

Makbûl sayılan söz katma;

ya bir unsur ile olur,

ya da birden çok unsur ile.

Söz karmanın bu çeşidi ile, şu üç hâlden biri yâhut hepsi sağlanır :

Mânânın pekiştirilmesi (=te’kidi)

Anlatılacak şeyin mübâlağalandırılması

Kastedilen hususun fazla tasîiri.

Bu haberi kulağımla işittim.

O hâdiseyi gözümle gördüm.-Bunu elimle yakaladım cümlelerinde, işittim, gördüm, yakaladım kelimeleri mânânın pekiştirilmesi, vak’anın i’zâmı, tasvîr gücünün arttırılması maksatlarıyla ifâdeye ilave edilmiştir.

Bir de şu örneğe bakalım :

Hâkim-Ne söylersin

Kıtmîr-Sen ne eylersin  

Hâkim-(ben) senin sûret-i ibtilâ ve ıztırâbına ağlarım!

Kıtmîr-(ben de) senin netice-i efkârına gülerim; ammâ yazık ki za’af ve inkisârın mâni oluyor.

Hâkim-Sebep  

Kıtmîr-Sebep şudur ki, âsâr-ı su’-i sani’alarını gâh hilkate ve gah tabî’ate isnâd ile kendülerini pâke çıkarmak ebnâ-yı cinsinize tabî’at-i sâniye olmuş, sen de vazife-i insâniyeti inkâr-ı Hâlik’le çürütmek istersin. (Bak) (ben) itlik âleminden memnUnum; hattâ tüyüme hatâ gelse feryâd eyleyişim o ‘ aleme mahebbet ve vikâyesine mecbûriyetimi isbât eder. Cem-i mahlukât, mâ-fevkinden mahcup bulunduklarından, insan gibi rütbe kavgaları yoktur, iştikâmız merâtib-i hilkâtten değildir; ancak sûretde tekrîm-i hikâtle mümtâz ve siyretdecehl ü gafletle idrâki bizden az olan adam kıyâfetli cânûverlerin dest-i ta’diyetlerindendir.

Edhem Pertev Paşa, Av’ana-nâme

Bir başka örnek :

(Ben) o perîşanlığa tahammül edemem.-(Ben) bu kitâbı kendim okuyayım diye yazdım.-(Benim) kaderim bu ekdârdandır.-(Biz) onu nasıl tasvir ve tescim edebiliriz ?. . .-(Benim), eğer var sa, mehâsinim dağların, bayırların, güzel yüzlerin, çiçeklerindir.

Abdülhak Hâmid, Mahber mukaddimesi

Burada parantez içine alınan kelimeler, ya mânâyı pekiştirmekte ya da duyguları mübâğalalıbir dille ortaya koymaktadır.

2. Birden çok unsur ile

Bunun çeşitli yolları vardır :

Özü söyledikten sonra açıklama yoluyla :

Bu tarz ifâdede, umûmiyetle, dinleyici veya okuyucunun zihnini, maksadı araştırmaya yöneltmek gâyesi gözletilir. Kitaplarda gördüğümüz bahis başlarıyla onu takibeden îzahlar böyledir. Buna vaktiyle tafsil ba’de’l-icmâl yâhût ‘izâh ba’de’l-ibhâm adı verilirdi.

Örnek :

. . . Şiir ? Lâkin azîzim, bu senin dediğin şey on beş yaşında pek iyidir. ( O zaman ağaçların arasından parça parça güneşler akan sık ormanlarda seyranlar düşünülür. Mehtâb gecelerinde sandalın kürekleri bırakılarak denizin zemzemeleriyle semânın çiçekleri arasında edebiyet kadar imtidâd edecek istiğraklar hulyâ olunur; daha bilir miyim ? Ben ö devri öyle acele ederek geçtim ki tamâmen tahattur edemiyorum. )

Hâlit Zîya Uşaklıgil Aşk-ı memnû

Yukarıda parentez içine alınmış cümlecikler, daha önceki cümlenin tafsîli mâhiyetindedir.

Bir de manzum örnek verelim :

Sen kim gelesin meclise bir yer mi bulunmaz

(Baş üzre yerin var)

Gül goncasisin gûşe-i destâr senindir

Nedim

2. Olumludan sonra olumsuzu, olumsuzdan sonra olumluyu söyleme yoluyla :

Bu yola; pekiştirme (=te’kid), te’essüf, tevbîh gibi nükteleri ifâde maksadıyla baş vurulur :

Örnek :

Hüseyin, bu arabanın insanı Aşkale’ye kadar olsun götüremeyeceğini biliyor muydu ? Biliyordu, biliyordu ama, maksadı, çocuklara eziyet vermekti.

3. Umûma delâlet eden lâfızdan sonra, husûsa âit lafzı söylemek yoluyla :

Bu sûretle husûsun üstün yönü daha iyi belirtilmiş olur.

Örnek :

Bir nîm-neş’e say bu cihanın bahârını

Bir sagâr-ı keşîdeye tut (lâle-zârını) / Nedîm

Birinci mısrada umûm olan “bahâr”, ikinci mısrâda husûs olan “Lâlezâr” söylenmiştir.

Tekrîr yoluyla :

a) Tekrîr, bir duyguyu, bir düşünceyi dinleyicinin veyâ okuyucunun zihnine iyice yerleştirmek maksadından doğar :

Müşfîk evlâdın bulur koynunda (her) gün, (her) zaman

(Başka) şefkat, (başka) kuvvet, (başka) ni’met, (başka) can

Tevfik Fikret

Şiddetli bir arzuyu ifâde eder :

Ey hak, yaşa ! Ey sevgili millet, yaşa. . . var ol !

Tevfik Fikret

Dikkati tek unsur üzerinde toplamak maksadından doğar :

Bu yağmur, bu yağmur kıldan ince,

Nefesdenyumuşak yağan bu yağmur

Necip Fâzıl Kısakürek

ç) Tekdir maksadından doğar :

Ah sersem, ah sersem ! O kîtabı sattın mı ?

Sakındırma gâyesine bağlı olur :

Sakın sakın, düşeceksin : Önün büyük uçurum . . .

Teessüre veyâ heyecâna bağlı olur :

Açıl ey çâh-ı belâ vü nikbet !

Açıl ey esfel-i fakr ü zillet !

Açıl ey câriha-i sehm ü sitem !

Açıl ey külbe-i ye’s ü mâtem !

Abdülhak Hâmid, Bir Sefîlenin Hasbihâli

f) Bir iş veyâ hâlin ihtimal dışında olduğunu anlatma maksadına bağlı olur :

Şöyle bir konuşmaya örnek verelim :

Ayşe çok güzeldir.

Güzellik nerede ? Ayşe nerede ?

Not.-Tekrîri, lafzî-mânevî, faydalı-faydasız olmak üzere sınıflandırırlardı. Yukarıdaki örneklerde lafzî tekrirler yer almıştır. Bir ibârede mânânın tekrarlanması da “mânev^İ tekrîr”i meydana getirir. Lüzumsuz tekrirler faydasız (=gayr-ı müfîd), onların dışında kalanlar da faydalı (=müfîd) sayılırdı.

5. Ara söz (=i’tirâz) veyâ ara cümle (=cümle-i mu’teriza) katma yoluyla :

Çıkarıldığı zaman cümlenin mânâsı bozulmamak üzere bir cümlenin içine kelime veya kelime gurubu ya da cümle katılabir; ilâve edilen unsur, kelime yahût kelime gurubu ise ara söz (İ’tiraz), cümle ise, ara cümlesi (cümle-i mu’teriza) adını alır. Bu sayede kelâm, nev’inden yeni bir nükte kazanmış olur.

Şartlı cümlelerde, şart ile cezâ arasına girer :

Yarın yağmur yağmazsa-inşaallah yağmaz-, Hasankale’sine giderim.

Haber cümlelerinde mübtedâ ile haber arasında yer alır :

Ail de,-ki hekim çocuğudur-bu hastalıktan kurtulamamış.

Dilek (=inşâ) cümlelerinde özne (=müsnedün-ileyh) ile yüklem (=müsned) arasına girer.

Bu çiçek,-sizin nahçenizde de olmasını isterdim-ciğerlerimizi en nefis kokularla temizler.

Yüklem (=müned) ile tümleç (mef’ûllerden biri) arasına girer :

Şu çayı -bak kutusunda “tomurcuk” yazılı-mutlaka dene !

Not -Eskiler, ara sözü (=) i’tirazı) da faydalı, faydasız olmak üzere sınıflandırmışlardır. Yukarıdaki örnekler, birinci katagoriye girenlerdir.

Faydasızlar da ikiye ayrılır :

a) Kelâmına katılmalarıyla kelâmdan çıkarılmaları arasında fark görülmeyenler.

Kelâma katılmalarıyla mânâyı bozanlar.

Mânevi itnâb :

Bir ifâdede farklı lâfızlarla mânânın tekrarıdır :

(İtâ’at kıl) sözüme (olma ‘ asî) mısralarında görüldüğü gibi.

2-Makul Sayılmayan Söz Katma

Söze, lüzumsuz kelime veya cümle katmak, makbul sayılmayan bir anlatma tarzıdır. Yukarıda da bildirildiği gibi, buna eskiler “itnâb-ı mümel” adını vermişlerdir. Bâzı kitaplarda, aynı maksatla “itnâb-ı mühîl” teriminin de kullanıldığı görülüyor.

Bu, haşiv yoluyla meydana gelen tatvil veyâ iksar denilen bir üslûb zaâfıdır.

Tatvîl, “Tatvîl” kelimesinin lugat mânâsı, “uzatmak”tır. Edebiyatta hiçbir faydası olmaksızın, maksadın dışında söz söylemek yâhut söylenilensözün maksada aykırı bulunması tatvil sayılır. Bu, hazfı mümkün hattâ gerekli olan sözleri kullanmak sûretiyle kendisini gösterir. Ahmed geldi mi ? sorusuna, geldi, gelmedi, evet, hayır kelimelerinden biriyle cevap vermek mümkün iken, cümleye Ahmed kelimesini katmak tatvîl olur. “Tatvîl” yerine iksâr kelimesi de kullanılmıştır. Meşrûtiyetin ikinci def’a ilânından sonra, bilhassa bu ikinci terim rağbet görür. Böyle konuşan veyâ yazanlara “müksir” denilmiştir.

Diğer İki İlim

Belâgati meydâna getiren ilimler arasında beyân ve bedi’den de söz etmek lâzımdır. Bunları iki ayrı kitapta inceleyeceğimiz için, burada hazırlayıcı bilgi vermeği dahi, ileride tekrara yol açacak sayıyor, bahisleri ilgili kısımlara bırakıyoruz.