VIII. Cümlenin Tamamlayıcı Rukünleri (Ögeleri)Cümlenin tamamlayıcı rükünleri (ögeleri), dilbilgisi ile ilgili kitabımızda, “tümleçler” umûmi adı altında anlatılmıştı. Burada onlar, biraz husûsi olan terimlerle hatırlatılacaktır. Tümleçler, mef’ûllerle onun dışında kalan ögelerden meydana gelmektedir. 1. Mef’ullerMef’uller, doğrudan doğruya fiille ilgili kelime veya kelime gruplarıdır. Bu yüzden eski kitaplarda “müte’allikat-ı fiil” başlığı altında toplanmaktadır. Fiile ait mana nasıl müsnedün-ileyhlerle gerçekleşirse, mef’ullerle de tamamlanır. Mef’ullerin Sınıflandırılması:Mef’uller; sarih ve sarih olmayanlar (=gayr-ı sarih) diye ikiye ayrılır. Sarih Mef’uller: Sarih mef’uller, belirtili halde fiile bağlı bulunan kelime veya kelime gruplarıdır. Eğer bir fiilden önce şahıslar için kimi yâhut kimleri, şahıs dışında kalan varlıklarla keyfiyetler için neyi yahut neleri sorularına karşılık olabileccek kelime veya kelime grupları varsa, bunlar sarih mef’ûlleri teşkil eder. Görülüyor ki bunlar fiilin ism-i mef’ûlü (=participe’i) ile getirilecek sorulardır. Örnekler: Hasan, Tahsin Bey’i arıyordu cümlesinde aranan kim? Sorusuna karşılık olacak Tahsin Bey, sarih mef’uldür. Dün, Alî’ye mektup yazdım cümlesinde yazılan ne? Sorusuna da mektup karşılık oluyor. Şu halde mektup da, sarih mef’ul mevki’indedir. Sıkı Yönetim, Ahmed’le Hasan’ı gözaltına almış cümlesinde göz altına alınanlar kimler? Sorusuna Ahmet’le Hasan bağlaç grubu karşılık olacak: Bu grup, sarih mef’uldür. Kağıtla kalemi getir cümlesinde ise, bu görev kağıtla kalem bağlaç grubundadır. Şu halde sarih mef’uller, dilbilgisi kitabında nesne diye tanıttığımız ögelerdir. Nesnelerin geçişli (=müteaddi=actif) fiilerden önce geleceğini hatırlatalım. Görülüyor ki, bunlar ya yalın hâlde (=mücerred=nominatif) ya da –i halinde (=accusatif=mef’ûl-i bih) bulunmaktadır: Birinci hale göre belirtisiz, ikinci hale göre belirtili nesnelerdir. Sarih olmayan mef’uller: Sarih olmayan mef’ûllerin çoğu, dilbilgisi kitabımızda dolaylı tümleçler umumi adı altında ele alınmıştır. Başlıcaları şunlardır: a) Mef’ûl-i fih: Locatif=(bulunma=-de) haliyle fiilin manasını tamamlayan kelime veya kelime grupları, bu çerçeveye girer. Tayin yolu, mef’ul şahıssa, fiilden önce kimde veya kimlerde, değilse ne de, nerelerde, nerede, nelerde sorularından birini getirmektir. O soruların karşılığı mef’ûl-i fih olur. O kitap, benim kütüphânemde var cümlesinin benim kütüphânemde kısmı, mef’ûl-i fihtir. b) Mef’ûl-i ileyh: Datif (=yönelme=-e haliyle fiilin manasını tamamlayan kelime veya kelime grupları da, bu çerçeveye girer. Tayin yolu; şahıssa, fiilden önce kime, kimlere; değilse neye, nerelere, nereye, nerelere sorularından uygun olanını getirmektir: Karşılık, mef’ûl-i ileyh olacaktır. c) Mef’ûl-i anh veya mef’ûl-i minh: Ablatif (=ayrılma=-den) haliyle manasını tamamlayan kelime veya kelime grupları ise, bu çerçeveye girer. Mef’ûl, şahsa delâlet ediyorsa fiilden önce, yerine göre kimden, kimlerden, etmiyorsa neden, nelerden, nereden, nerelerden suallerinden birini getirmek suretiyle bulunur. Lâle soğanlarını Mısır çarşısından aldım cümlesinde Mısırçarşısı’ndan kısmı, bu çeşit mef’ûldür. ç) Mef’ûl-i leyh: Sebep (=causalite) ifade ederek fiilin manasını tamamlayan mef’ûller, bu çerçeveye girer. Mef’ûl-i leyhler, ne için, niçin sorusuna karşılık olan cümle öğelerdir. Sizi görmek için geldim cümlesinde görmek için mef’ûl-i leyhtir. Not:-Bâzan mef’ûl-i aleyh ve mef’ûl minh de bu manada kullanılır. d) Mef’ûl-i aleyh: Mef’ûl-i aleyh, şart, yakınlaşma, isti’lâ, kast sebep gibi çeşitli manalarda kullanılır; üzre edatıyla fiil yanında yer alır. Bu kitabı iade etmek üzre size vermiştim cümlesinde iade etmek üzre kısmı mef’ûl-i aleyhtir. Bunlar, dilbilgisi kitabımızda zarf tümleci olarak ele alınmıştır. 2. Mef’uller dışında kalan tamamlayıcı erkân (ögeler)Burada üç çeşit ögeden söz edeceğiz ki, bunlar hâl, zarf ve temyizdir: Tamamını daha önceki kitabımızda zarf tümleçleri umumi başlığı altında izah etmiştik. Eski kitapqlar, mef’ûlleri müteallikât-ı fiil; hâl, zarf ve temyizi de, mütemmimât-ı cümel diye ele almışlardır. HâlÖznenin veya onunla ilgili lâfızların yahut mef’ûl-i bihin tamamlayıcısı, hal adını alır. Hâl alan lâfızlara da zi’l-hâl adı verilir. Çeşitli gramer kategorisine giren sözler, bu vazifede bulunabilir: a) Sıfat olabilir: Ahmet evinden aç çıktı cümlesinde “aç”; bu çocuk zeki görünüyor cümlesinde “zeki”; Hüsniye, süslü giyinmiş cümlesinde “süslü”; Hasan, iyi anlar cümlesinde “iyi”; Naci, yorgun döndü cümlesinde “yorgun” lâfızları, birer haldir. b) Tekrarlanan sıfatlarda, bu vazifede bulunabilir: Elif, nazlı nazlı, yürüyor cümlesinde “nazlı nazlı”; seher yeli, ılgıt ılgıt eser cümlesinde “ılgıt ılgıt”; gece menekşesi burcu burcu kokar cümlesinde “burcu burcu”; Ali, yorgun yorgun çarşıya gitt cümlesinde “yorgun yorgun”; size hasta hasta söz anlatmaya çalıştım cümlesinde “hasta hasta”; insan, meramını nazik nazik bildirmeli cümlesinde de “nazik nazik” sözleri birer hâldir. c) Bir sıfatla onun müterâdifinden veya mühmelâtından meydana gelebilir: Ali yorgun argın eve döndü cümlesinde “yorgun argın; Hüseyin, yaralı bereli şehre gitti cümlesinde “yaralı bereli”; Onu; üzülmüş kırılmış bir vaziyette gördüm cümlesinde “üzülmüş kırılmış” sözleri birer hâldir. ç) Tekrarlanan bir topluluk ismi olur: Elmalar, yığın yığın sıralandı cümlesinde “yığın yığın”; develer, katar katar ilerliyor cümlesinde “katar katar”; sürü sürü koyunlar geldi cümlesinde “sürü sürü”; bölük bölük ihtiyatlar gidecek cümlesinde “bölük bölük”; Yüzbaşı bölüğünü manga manga ayırdı cümlesinde “manga manga” birer haldir. d) Arapça fethalı isim ve sıfatlarla bazı tenvinli kelimeler de hal olur: Salimen Ankara’ya vâsıl oldum cümlesinde “sâlimen”, Ali tahriren cevap verecektir cümlesinde “tahriren”; Saim, mahfiyyen ifade etti cümlesinde “mahfiyyen” kelimeleri birer haldir. e) İltizâmi fiilin üçüncü teklik şahsını tekrar suretiyle teşkil olunan lâfızlar, bu vazifede bulunurlar: Ali, gülerek geldi cümlesinde “gülerek”; çocuk koşarak gitti cümlesinde “koşarak”; ihtiyar kadın söylenerek bulaşık yıkıyor cümlesinde “söylenerek” kelimeleri, haldir. f) İltizami fiilin üçüncü teklik şahsını tekrar suretiyle teşkil olunur: Kemâl, (okuya okuya) âlim oldu. –İstanbul’a (güle güle) git. –İhtiyar kadın (inleye inleye) ayağa kalktı. –Seni (bekleye bekleye) canım çıktı cümlelerinde parantez içine alınan kısımlar birer haldir. g) Bu fiiller, zıt manalı olabilir: Bunu, (yaza boza) öğreneceksin. –Çoban, (düşe kalka) bir değirmene vardı. –Ayşe, (güle ağlaya) nihayet ev sahibi oldu cümlesindeki parantez içine alının kısımlar gibi. h) Bazen, değişik manalı iltizami fiilerin tekrarı da kafi gelir: Zümrüd-i ankâ, (susaya acıka) yer yüzüne çıktı cümlesindeki “susaya acıka” lâfızları gibi. ı) Üleştirme(=tevzii) sayı sıfatlarının tekrarı suretiyle: Öğrenciler (ikişer ikişer) sınıfa girecekler cümlesindeki “ikişer ikişer” lâfızları gibi. i) Görülen geçmiş zamandan (=şuhûdi mâziden) teşkil olunan sıla sigasından sonra “halde” veya “takdirde” Lâfzını getirmek suretiyle: Vazifeni (yapmadığın halde) karşıma çıkıyorsun cümlesinde parantez içine alınan kısım gibi. (Doğru söylemediğin takdirde) dayak yiyeceksin cümlesinde parantez içinde gösterilen diğer bir örnek karşımıza çıkmaktadır. j) Asıl masdarlara sızın lahikalarından birini ilave etmek suretiyle: Saim, mes’eleyi (anlamaksızın) ortaya çıktı. –İhsan, neticeyi (düşünmeksizin) söz söyler. –(Namaz kılmaksızın) din işlerine karışıyor. –Doktor ameliyata (lüzum görmeksizin) tedavi etti cümlelerinde parantez içine alınan kısımlar gibi. k)-p ile biten gerundiumlarda: Ali, (koşup) seni yakaladı. –Hasta gözünü (yumup) son nefesi verdi. –Kağıdı (alıp) söyleyeceklerimi yaz! Örneklerinde parantez içine alınan kısımlar gibi. l) Bir kelimeden sonra, iken,-ken getirmek suretiyle. Hasan (gelir iken), Hüseyin trene binip bir hayli yol almış olacak. –Ben, bu dersleri (anlatırken), siz sınıfta yoktunuz. –Şehre (giderken) şu telgrafı çektiniz. –Bahçeden (geçerken), izinsiz bir iki çiçeğinizi de kopardım cümlelerinde parantez içine alının kısımlar gibi. ZarfFiilin, sıfatın veya kendi nev’inden bir kelime yahut kelime grubunun manasını tamamlayan yada sınırlandıran kelime yahut kelime gruplarına zarf denildiğini; bunların cümle içinde zarf tümleci vazifesinde bulunduğunu dilbilgisi kitabımızda çeşitli örnekleriyle izah etmiştik. Halin özne (müsnedün-ileyh) veya onunla ilgili bir lâfız üzerindeki vazifesi, zarfta tamamen fiile intikal eder. Zarfların basit ve bileşik olmak üzere ikiye ayrıldığı; zamana, yere, hale, miktara, tasdik, inkar veya şüpheye, olumluluk, olumsuzluk ve soruya delalet eden kelime yahut kelime gruplarından meydana geldiği, meftûh okunan Arapça tenvinli kelimelerin de fiille ilgili olmak üzere bu vazifede bulunduğu sözü geçen kitapta mufassal bir surette izah edilmişti: Bu yüzden aynı bahislerin tekrarı cihetine gidilmeyecektir. Aşağıdaki örneklerde parantez içine alınmış sözler birer zarftır: Söz dizimi bakımından da –yukarıda bildirildiği gibi-aynı adı taşıyan tümleç vazifesinde bulunurlar: Hasankalesi yolu, (uzak) görünüyor. –Ali, İstanbul’dan (dün) geldi. –Hasan, (fazla) konuşuyor. –Müdir Bey, (muhakkak) gelir. –İlacı (nasıl) kullanacağım? –Ahmed, (böyle) söylüyor. –Tiyatroya (yarın akşam) gideceğim. –Hoca, vazıhan anlattı. Şakir, (oburca) kebap yiyor. –Bu zat, (mevleviler gibi) dönüyor. TemyizTemyiz; varlığa veya nisbete ait manadaki müphemliği, tefsir yoluyla kaldıran bir tamamlayıcıdır. Temyizin bulunmadığı yerde, mana, mutlak bir mahiyet taşır. Dilimizde hem Türkçe hem Arapça kaideye göre temyiz teşkil olunmuştur. İkinci yol bugün bırakılmak üzredir. a) Türkçe kaideye göre; Dört şekilde teşkil olunur: Birincisi. –İsimlerden ve isim hükmündeki sözlerden sonra –ce eki getirilmek sûrtiyle: Ahmed, Mehmed’den (bilgice) üstündür. –Kardeşim, benden (yaşça) büyüktür. –Kumru Hanım, Sâkine Hanım’dan (boyca) büyüktür. –Nezihe, (terbiyece) sınıfın en beğenilen talebesidir. –Bu söz, (manaca) müphemdir örneklerinde görüldüğü gibi. İkincisi. –İsimlerden veya isim hükmündeki kelimelerden sonra “cihetiyle” Lâfzını getirmek suretiyle. Kemâl, (bilgi cihetiyle) Orhan’a fâiktir. –Tâlî, (hekimlik cihetiyle) Ferdâ’nın dûnundadır. –Penisilin (te’sir cihetiyle) baktirimden üstündür örneklerinde görüldüğü gibi. Üçüncüsü. –İsimlerden veya isim hükmündeki kelimelerden –daha yeni olan-“bakımından” Lâfzını getirmek suretiyle. Bu çay, (rayiha bakımından) dünkinden üstündür. –Paşapınarı, (mesafe bakımından) Cennetçeşmesi’nden uzaktır. –Hereke, halısı, (nakış bakımından) dünyada ün salmıştır. –Muhacirin, Hazret-i Peygamber’e nisbet bakımından, (ki Resûl-i ekrem de onlardandır) ensârdan efdâldir. –Yüksek Muallim Mektebi, (kuruluş bakımından) eskidir örneklerinde görüldüğü gibi. Dördüncüsü. –İsimlerden veya isim hükmündeki kelimelerden sonra “nokta-i nazarından” terkibini getirmek sûretiyle. –Bu gül, koku (nokta-i nazarından) diğerlerinden üstündür. –O kitabı, üslûp (nokta-i nazarından) beğenmiştim örneklerinde görüldüğü gibi. Tenbih. –“ce” eki, kaldırıldığı zaman, yerine “cihetiyle” vyea “bakımından” kelimelerden biri getirilebilirse, ek, temyiz unsuru olabilir aksi halde nisbet ekidir. b) Arapça kaideye göre: Arapça kelimelerden temyiz teşkilinde tutulacak yol, onları meftûh ses veren tenvinli lâfız haline sokmaktır. Bu birkaç yolla olur. Birincisi. –İsim veya masdarların sonura, iki üstünlü bir elif ilave etmek suretiyle: Ali, kardeşinden (ahlâken) üstündür. –Bu mes’ele, (aklen) doğrudur. –Hasan, Murâda (ilmen) faiktir örneklerinde görüldüğü gibi. İkincisi. –Kısa elifle (elif-i maksûre ile) bağlı te (=tâ-yı merbûta) ile biten kelimeleri iki üstünle okumak suretiyle: Bu ifade, diğerlerinden (manen) te’sirlidir. –Bu cümle (kaideten) yanlıştır örneklerinde olduğu gibi. Üçüncüsü. –Uzun elifle (=elif-i memdûde) ile biten kelimelerde, bu eliften sonra kaldırılmış olan hemzeyi yeniden koymak ve üzerine iki üstün getirmek suretiyle: Bu ilaca, (istişfâen) diğerinden çok rağbet var örneğinde görüldüğü gibi. Diğer bir tamamlayıcıKelâmın diğer bir tamamlayıcısı bir sıfattır. Bu, kayıt vazifesinden uzaktır: Mânânın nitelenende (=mevsûfta) varlığına delalet eder Sade kahve, beyaz güvercin, küçük yuva, hasta ciğerler, yırtık kitap, ulu ağaç örneklerinde böyledir. Sıfat, nitelenenle (=mevsûfla) ilgisinin doğrudan doğruya veya dolaylı oluşuna göre ikiye ayrılır. Birinci kısma girenlerin mânâsı, doğrudan doğruya nitelenende gerçekleşir: İçli, şâir, zarif hanım, yeşil bahçe, topal bekçi örneklerinde olduğu gibi. İkinci kısma girenler, nitelenenle (=mevsûfla) ilgili bir şeye ait bulunurlar: Ucu açık bir kalem, gözü sürmeli bir gelin, lezzeti buruk çay, pabuçları delik bir çocuk, suyu tuzlu bir çeşme örneklerinde görüldüğü gibi. Zirâ “açık, sürmeli, muruk, delik, tuzlu” sıfatları doğrudan doğruya “kalem, gelin, çay, çocuk, çeşme” kelimelerine değil, onlarla ilgili bir unsura tahsis edilmiştir. Birinci kısma girenler gerçek sıfatları, ikinci kısma girenler mecazi sıfatları teşkil eder. Çünkü sonuncular akli mecâz çerçevesindedirler. 3. Mef’uller Üzerinde Belâgat Bakımından Bazı DikkatlerMüsnet ve müsnedün-ileyh için nasıl zikr edilip edilmeme, önce getirilip sona alınma bahis mevzuu ise mef’ûller için de aynı haller bahis mevzûudur. Sarih mef’ûlde:Sarih mef’ûl, kaldırılmasını gerektirecek bir hal bulunmadığı takdirde zikr olunur. Ancak hususi bir nükte, bu mef’ûlün kaldırılmasını gerektirir. Türk selikasında, bu, aşağıdaki şartlar altında vuku bulur: a) Anlaşılmasında açık karine bulunduğu takdirde, sarih mef’ûlün hazfı gerekir: Nitekim, mektûbu okudun mu? Sorusuna, mef’ûl-i bihi tekrara lüzum görmeden okudum diye karşılık veririz. Aynı hal, Ali’yi gördün mü? Sorusunda gördüm veya görmedim; dersi anlıyor musun? Sorusunda anlamıyorum; Adana’yı özlüyor musun? Sorusunda özlemiyorum cevaplarıyla karşımıza çıkar. Bu tasarruf, tekrardan doğacak abese düşmemek içindir. b) Eski kitaplara göre, sarih mef’ûlün terki sebeplerinden biri de, “ibhâmdan sonra beyân”dır. Siz, istediniz; Sekreter getirdi cümlesinde istenen şey getirmesini dir; ifadede kaldırılmış bulunuyor. Siz arzu ettiniz, o ütüledi örneğinde hazfolunan lâfız ütülemesinidir. O buyurdu, uşağı yaptı cümlesinde ise, yapmayı mef’ûlü zikredilmemiştir. Dilesem, giderim cümlesinde ilk fiilin başında yer alacak olan gitmeyi kelimesinin kaldırılması da aynı sebeptendir. İstemek, murâd etmek, aramak kabilinden fiilerin sarih mef’ûlü ibhamdan sonra beyan için kaldırılır. c) İnkar edebilme imkanının muhafazası maksadıyla da, sarih mef’ûl hazfolunur. O istemez, cümlesinde, müsnedün-ileyhle müsnet arasında yer alması gereken sarih mef’ûl söylenmemiştir; mesela falanın ilerlemesini olabilirdi. Avrupadan parasız çevirdiler cümlesinin sarih mef’ûlü falanıinkara mecal bırakmak maksadıyla hazfedilmiştir. Mevlâm, yerin dibine geçirsin; bedduası için de, falanı sarih mef’ûlü hazfedilmiştir. ç) Müstehcen bir söz suretiyle kelamda yer alacak olan sarih mef’ûlün kaldırılması da edeb icabıdır. Bundan sonra, sarih mef’üllerin yer değiştirmesi bahsine geçebiliriz: Türkçe söz diziminde sarih mef’ûl, sarih olmayanlara, onlar özneye (=faile), o da fiile tekaddüm eder. Bu yerler arasında bazı nükteler sebebiyle değişiklik yapmak mümkündür. Şöyle ki: a) Özne, husûsi bir bir ehemmiyeti haiz bir varlığa delalet ederse başa alınır: Sayın Cumhur Başkanı, Başbakan’ı kabul buyurdular örneğinde görüldüğü gibi. b) Ehemmiyet fiilde olduğu takdirde, mef’ûlden önce zikrolunur: Gönderdim istediğin parayı, yahut ben size göndermedin onu örneklerinde olduğu gibi. c) Sarih mef’ûl, nazım tekniği zarûretiyle yer değiştirir: Her gören ayb etdi âb-ı dîde-i giryânımı Eyledim tahkik görmüş kimse yok cânânımı Fuzûlî ç) Kasır maksadıyla mef’ûller yer değiştirir: Bunu siz söylediniz yerine siz bunu söylediniz denilmesi gibi. d) Sarih mef’ûlün, sarih olmayana has nisbeti taşıması da, takdim-te’hir sebebidir: Şerif’e yazısının beğenildiğini yazınız örneğinde, sarih olmayan mef’ûl, Sarih olanından önce gelmiştir. Sarih olmayan mef’ûllerde:Hususi haller dışında sarih olmayan mef’ûllerin zikri, cümlenin tabii seyrindendir. Ancak aşağıda bildirilen hallerde bunların da hafzına gidilir: a) Anlaşılmaları için açık karine bulunan gayr-ı sarih mef’ûller, hazfolunurlar. Evde ne yedin? Sorusuna, pilav diye karşılık verilmesi bu kabildendir. İfadede yalnız evde mef’ûlü değil, yedim fiili de kaldırılmıştır. b) İnkâra mecâl bulabilmek için: Suçlu, saklanıyormuş cümlesinde sarih olmayan bir mef’ûlle ortaya konacak olan saklanma yeri kaldırılmıştır: Meselâ Ahmed’in evinde denebilirdi. c) Müstehcen sayılacak bir lâfızla cümleye girmesi mümkin olan gayr-ı sarih mef’ûllerin çıkarılması da, edep icâbıdır. Aşağıda belirtilen şartlar altında bu çeşit mef’ûller, yer değiştirir: a) Söz söyleyen, dikkati sarih mef’ûl üzerine çekmek istediği takdirde sarih olmayanı başa getirir: Ankara’da, dedi-kodu var. Bu, “yalnız ve ancak dedikodu” demektir: Dizilişle kasır mânâsı hâsıl olmuştur. b) Takdim-te’hire, vezin ve kafiye zarûretleri de âmil olur: Bir yerde sâbit it kadem-i i’tibârumı Kim rehber-i şeri’at ola muktedâ mana Fuzûlî |