Geri

   

 

 

İleri

 

VI. Müsnedün -ileyhin Gösterdiği Hâller

Müsnedünleyh aşağıdaki hâllerden biriyle karşımıza çıkar:

1) Kelâmın başında zikrolunur.

2) Yeri değiştirilir.

3) Kaldırılır.

4) Belirtili veya belirtisiz hâle konur.

5) Nitelenir.

6) Çeşitli yollarla te'kîdedilir.

Görünüşteki yerine aykırı olarak zikredilir.

1. Kelâmın Başında Zikr Olunması

İster isim cümlelerinde, ister fiil cümlelerinde olsun, müsnedü-nileyhin türkçe'deki yeri, kelâmın başıdır. Bu yer, ancak husûsî bir maksatla değiştirilebilir.

Başta zikri, şu sebeplerden ileri gelir:

a) Söz dizimine göre, yerinin ehemmiyetinden:

Bu hâl şîve gereğidir: Çünki müsnedün-ileyh, hüküm yeridir.

Örnek:

(Her devlet) kendi usûl-i mevzûasma mugayir her türlü kütüb vesâ'ir matbû'âtm mülkünde tedavülünü men eder.

Şinâsî

b) Haberin dinleyici zihnine yerleşmesi için:

Örnek: (Sühen-şinâsân-ı Ocak), mu'tâcl üzre du'â-yı bekâ-yı Devlet'i feth-i zebâ-ı mifâh idüp emr ü fermânlan üzre cümlemiz gideriz uğur-ı Hümûyûnda bezl-i nakdîne-i can ederiz diyerek. . .

Âsim

c) Çabuk sevinç verme maksadıyla:

Uğurlu sayılacak bir hâl veya hâdiseyi bildirirken müsnedüni-leyh başa getirilir. Örnek:

(Ferda ) senin, senin bu teceddüd, bu inkılâb. . .

Tevfîk Fikret

ç) Bunun aksi de vâkidir: Örnek:

(Nâ mübarek kademi) Nîl ü Fırat'ı kurıdur.

d) Taaccüb kasdıyla:

Örnek:

(Selimoğlu) tiyatroya mı gitmiş? O, cennetten başka bir yere gitmez!. .

e) Dinleyenin anlayışsızlığı hâlinde:

Âmirinin dâireye dönmesini bekleyen bir adama, geldi demek kâfi iken, (Müdîr Bey), geldi denmesi gibi.

f) Yüceltme kaydıyla:

Örnek: Tayy-ı mekân sırrına eren. Hacı Bayrâm-ı Velîdir denilecek yerde (Hacı Bayrâm-ı Velî) tayy-ı mekân sırrına ermiştir denilmesi gibi. .

g) Kötüleme kasdıyla:

Örnek: (Ali), yalan söylüyor.

h) Haz duyma yüzünden:

Örnek: (Sevdiğim eseriniz), masanın üzerinde duruyor.

ı) Haberin fiile tahsisi hâlinde:

(Bu hâl, işe başkasının da katıldığını söyleyenlere karşı baş vurulacak bir red yoludur. )

Örnek: Benim kendisine re'y vereceğim zât, Osman Bey değildi, Murat Bey'di yerine, (Ben), Osman Bey'e değil Murat Bey'e re'y verdim denilmesi gibi.

Teberrük kasdıyla:

 Örnek:

(Hak Te'âlâ) azamet âleminin pâdişahi

j) Sözü uzatmak için:

Bilhassa meddahlar hikâye söylerken bu yolu tercih ederler. Söz gelimi, dinleyicinin özneye intikâli için bir karine varken, (Kiziroğlu Hasan Bey), kıratına atladı denilmesi gibi.

k) Her ve nice bir çeşidinden eskilerin «edât-ı suver» dedikleri lâfızları tâkîbettiği takdirde:

Her ferd cihanda birdir amma

2. Müsnedün -ileyhin Yer Değiştirmesi

Bâzı nüktelerden dolayı müsnedün-ileyh yer değiştirir Bunlardan bir kaçına göz atalım:

a) Kısaltma (kasır) maksadıyla:

Bizde Alain'i yalnız Mehmet Kaplan okumuştur cümlesi yerine, Mehmet Kaplan'dır Alain'i okuyan dememiz gibi.

b) İsnadın imkân veya imkânsızlığı hakkındaki lâfız medlulünü şiddetlendirmek maksadıyla:

Örnek:

Olamaz peymâne-i Cem bir taraf mey bir taraf

Ziya Paşa

İsbat maksadıyla:

Örnek:

Âsaf'ın. mikdârını bilmez Süleyman olmayan

Bilmez insan kadrini âlemde inşân olmayan

Ziya Paşa

ç) Şaşkınlık ve tereddüdü ifâde maksadıyla:

Örnek:

Ne ta'lîdir bu ey (mihr-i sabâhat)

Ziya Paşa

Teessür fazlalığından:

Örnek:

Ey akl büyükdür (ıstırabın)

Ey ruh, sahilidir (cevâbın) .

Abdülhak Hâmid

e) Bir maddeyi îzah maksadıyla:

Örnek:

Hem kadeh hem bade hem bir şuh sakidir gönül

 İsnada ait hükmü te'mîn için:

Örnek:

Revâk-ı arşa çıkar halka halka şu'le-i dil

Ziya Paşa

g) İsnâddan sonra durumu açıklamak maksadıyla:

Örnek:

Rızk-ı maksûme kanâ'atdir (me'âli hikmetin)

Gah hırs-ı nev-şikâr ile şikâr elden gider

Ziya Paşa

 Vasfı takviye maksadıyla:

Örnek:

Sığsın mı hayâle (bu hakikat) ?

Abdülhak Hâmid

ı) Neticeyi sebebe yakınlaştırmak maksadıyla:Örnek:

Ey tıfl-ı ferîh korkarım (ben) . HüsnUn uçacak diye elimden,

Abdülhak Hâmid

3. Müsnedün -ileyhin Kaldırılması

Bâzı hâllerde özne veya nâib öznenin zikrine lüzum kalmadan cümle kurulur. Bu, fesahat kitabların da müsnedün-ileyhin hazfı diye bir bahsin yer almasına yol açmıştır.

Aşağıdaki hâllerde özne veya nâib özne ifâdeden çıkartılır:

1° Söylenmese bile, zihnin kolaylıkla intikal edebileceği müs-nedünileyhler (özneler ve nâib özneler) zikredilmez.

—Baban evde mi? suâlini

—Evde kelimesiyle karşılamak gibi. Zîrâ cevaptaki özne, suâlin içinde mevcuttur.

2° İntikal karinesi apaçık olan müsnedün-ileyhlerin zikrine lüzum yoktur, esasen icaz bunu gerektirir. Haydi vakit, yemek vaktidir, diyecek yerde, Haydi yemek vaktidir cümlesiyle yetiniriz.

3° Ta'zim (yüceltme) de, bu hazf (kaldırma) için bir sebeptir: Yeri, göğü yarattı, bize türlü nimetler ihsan etti cümlesinin müsnedün-ileyhi de bu maksatla hazf edilmiştir; zikredilmeyen lâfız Al-lah'tır.

4° Zikri nefret, dehşet uyandıracak, müsnedün-ileyhler hazf olunabilir. Meselâ aşağıdaki mısrâda ifâde dışında bırakılan müsnedün-ileyh, Timur'dur:

Kellelerden tepeler kurdu Sivas şehrinde

5° Müsnede ait kavramın müsnedün-ileyhe tahsisi hâlinde de, son öğe (rükn) ifâdeden çıkartılır. Burada iki hâl göze çarpar:

a) Tahsisin hakîkî olması: Gaffârü'z-zünûb, settârü'l-uyûb ancak Allah'a mahsus hâldir: bu itibarla ifâdede Allah Lâfzının hazfı caizdir.

b) Tahsisin itibarî olması: Bu, söz sahibinin iddiasından doğar. Güzel telaffuz türklere has bir meziyyettir, cümlesi karşısında hayır, İstanbullulara has bir meziyyettir. İddiasında bulunmak gibi. Burada, müsnedün-ileyh olan güzel telaffuz söylenmemiştir.

6° Dinleyeni üzeceği düşünüldüğü takdirde müsnedün-ileyh kaldırılır Çocuğu ölmüş bir kadının yanında, müteveffanın adını ahmaksızm ona ait bir işten söz etmek gibi.

7° înkâr imkânını kaybetmemek için de hazf yoluna baş vurulur Bir adamdan-ismini zikretmeksizin-yalancıdır diye söz etmek gibi.

75

8-Merhamet, öğme, yerme, bu hazfın muhtelif sebeplerindendir: Çok zavallı kimsedir, ne iyi çocuktur, ne fenâ kadındır.

9-Zamanı kaybetmemek ihtiyâtı da, müsnedün-ileyhin terkine yol açar: Şu gelen terröristtir kaç? yerine, maksadı hemen ifade etmek için terröristtir, kaç! Denilmesi gibi.

10-Müsnedün-ileyhin adını, dinleyenlerden gizlemek için de bu yola baş vurulur: Bir toplulukta, içeri giren uşağın ev sahibine, bilinmeyen bir şahıstan ağladı diye söz etmesi kabilinden.

4. Müsnedün -ileyhin Belirtili (=Ma’rife) Olması

Müsnedün-ileyhin belirtili olması, kendisine tahsis edilen lâfız veya lâfızların, aynı nev’e giren varlık veya keyfiyetlerden yalnız birine delalet etmesidir. Bu, altı yolla olur:

1) Has isim, lakap veya künye, yahut unvan grubunun,

2) Şahıs zamirlerinin,

3) İşaret sıfatı ile teşkil olunan terkiblerle işaret zamirlerinin,

4) Sıla kipindeki lâfızlarla teşkil olunan grupların,

5) Mahdudluk ifade eden lâfızların,

6) İsim tamlamalarının müsnedün-ileyh görevinde bulunmasıyla.

1-Has isim, lakap, künye veya unvan grubunun müsnedün-ileyh (özne) görevinde bulunması:

a) Müsnedün-ileyh bütün zati hususuiyetleriyle dinleyenin zihninde belirli hale konmak istendiği takdirde:

Örnek: (Doğrubasmaz Salim Hoca’nın kızı Şerife’yi bütün mahallede aramayan) yoktur.

b) Has isim veya lakaplarla müsnedün-ileyh yüceltilmek istendiği takdirde:

Örnek: (Hekimbaşı-zade Hayrullah Efendi) hakikaten hayırhah bir zat idi. Yahut: Rıfkı Melûl Bey, rıfk ile melâli nefsinde toplamıştır.

c) Has isim veya lakaplarla müsnedün-ileyh (özne) anlatılmak istendiği takdirde:

Örnek: Kara Halil’in hiçbir hadiseden yüzü ak çıkmadı.

Ç) Kinaye maksadıyla. Örnek: Matbahta (Elieğri Zeynep) varmış.

2-Şahıs zamirlerinin özne görevinde bulunması

a) Söyleme (=tekellüm) yerinde:

Örnek: (Ben), bu kitabı kendim okuyayım diye yazdım.

Abdülhak Hamid

Diğer örnek:

Namık gibi sad pâre dil-i kesret-i aşkız

Her zerremizi vahdete mir’ât ederiz (biz)

Namık Kemâl

b) Hitâp yerinde:

Örnek (teklik için) :

(Sen) cism idin fenâ-yâb, ol rûh-ı câvidâni,

Düşdün yine (sen) ammâ, bâkidir iştihârın,

Abdülhak Hâmid

Diğer örnek (çokluk için) :

-Şair diyorsunuz bana (siz), pek garibdir,

Yandıkça ben içimdeki söz’ü güdâzdan

Abdülhak Hâmid

c) Gaybet yerinde:

Örnek (teklik için) :

(O, ) kendi kendine görmez, fakat işâret eder,

(O, ) kendi kendine gelmez velik kudretden.

Abdülhak Hâmid

Not:-(“ol” şekli arkaiktir. )

Diğer örnek (çokluk için) :

(Onlar) niçin semâda, niçin ben çukurdayım?

Tevfik Fikret

3-İşaret sıfatlarıyla kurulan terkipler ve işaret zamirlerinin müsnedün-ileyh (özne) görevinde bulunması

-Yakın kasdolunurken:

Teklik için bu, çokluk için bunlar söz kullanılır. İlki, hem sıfat hem zamir; ikincisi, mutlak suretle zamir olur.

-Orta mesafe kasdolunurken:

Teklik için şu, çokluk için şunlar sözü kullanılır. Birincisi, hem sıfat hem zamir; ikincisi, mutlak surette zamir olur.

-Uzak kasdolunurken:

Teklik için o, çokluk için onlar sözü kullanılır. İlki, hem sıfat hem zamir; ikincisi mutlak surette zamir olur.

İşaretin kullanıldığı yerler:

a) Ayırtıcı vasıfların ehemmiyetini belirtmek için;

Bu yerde mu’tekif olmuş (o çehre-i haşmet),

Bu yerde muğterib olmuş (o neyyir-i şevket)

Abdülhak Hâmid

b) Tâzim ve kendisine hitâbedileni ikâz için:

Sakın terk-i edebden kûy-i mahbûb-ı hudâdır (bu)

Nazar-gâh-ı ilâhidir makâm-ı Mustafâ’dır (bu)

Habib-i Kibriyâ’nın hâb-gâhıdır faziletde

Tefevvuk-kerde-i arş-ı cenâb-ı Kibriyâ’dır (bu)

Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-ı adem zâ’il

Amâdan açdı mevcudat çeşmin tûtiyâdır (bu)

Felekde mâh-ı nev Bâbü’s-selâm’ın sine-çâkidir

Bunun kandilidir hûr matla-ı nûr-ı ziyâdır (bu)

Mürâ’ât-ı edeb şartıyla bir Nâbi (bu dergâh) a

Mütâf-ı kudsiyândır bûse-gâh-ı enbiyâdır (bu)

Nâbî

c) Mubâlağa için:

Bir sadme-i inkılâbdır (bu)

Abdülhak Hâmid

ç) Öznenin ehemmiyetini belirtmek için:

(Bu taş) cebinime benzer ki aynı makberdir:

Dışı sükût ile zâhir, derûnu mahşerdir

Abdülhak Hâmid

 d) Küçümseme halinde:

Örnek: (Şu adam) da çok konuşuyor.

e) Yüceltme halinde:

Örnek: O, Türkiye’yi kurtaran kahramandır.

f) Tahsis için:

Örnek: (O), benimdir, (o) benim milettimdir ancak!

4-Sıla ile belirtili hale konmuş sözlerin müsnedün-ileyh görevinde bulunması

Sıla sıgası (kip), fransızcadaki “pronom relatif” ile ondan önce gelen kelimeye ait ortak mnayı taşır. Vaktiyle Farsçadan alınan ki bağlacını kullanmak, sûretiyle teşkil edilmiştir: Bu bağlaçtan evvel başka bir kelime bulunacağı tabiidir: Ol ki, ol şey ki, şol bir şey ki, öyle bir kimse ki, şol bir kimse ki, ol bir kimse ki, o zât ki, insân ki, ol kim, onlar ki. . . hep eski tarza göre sıla sigasına uyan kelime gruplarıdır.

Türk selikasına göre sıla sigası, fiil gök veya gövdelerine dik (âhenge göre vokalin inceliği-kalınlığı, düzlüğü, yuvarlaklığı değişir) eki ve gerektiği takdirde buna da iyelik (=mülkiyet=possessif) zamiri eki ilavesiyle teşkil olunur. Tanıdık, tanıdığımız, sevdiğimiz, bildikleri gibi. Görülüyor ki, bunlar günümüzde sıfat fiil (=participe) diye adlandırılankelime kategorisine girmektedir.

Müsnedün-ileyhin, sıla ile belirtili (=ma’rife) hale getirilmesi şu hallerde kendini gösterir:

a) Müsnedün-ileyh diğer husûsiyetleri bilinmediği takdirde,

b) Açık söylemenin, zerâfetle bağdaşmadığı hâllerde,

c) Nitelemeye kuvvet verilmek istendiği zaman,

d) Haberin dayandığı esâs, imâ yoluyla anlatılmak istendiği takdirde,

e) Müsnedün-ileyhin şânı yüceltilecek yerlerde,

f) Bir kusûrundan veya dikkat eksikliğinden dolayı muhâtabı uyaracak yerlerde.

Şimdi bunları ayrı ayrı gözden geçirelim:

 

a) Müsnedün-ileyh diğer husûsiyetleri bilinmediği takdirde:

Örnek: Atatürk Üniversitesi’nde (imtihan verenler), Bakanlık tarafından takdir görüyormuş.

b) Açık söylenmesi, zerâfetle bağdaşmadığı takdirde:

Örnek: Pantolonunu (kokutan şey), hekim tarafından laboratuvara gönderilmiş.

c) Nitelemeye kuvvet verilmek istendiği takdirde:

Örnek: Cihanda kendini her ferdden alçak görür (ol kim)

Utanmaz kendi nefsinden de âr eyler melâmetden

Namık Kemal

d) Haberin dayandığı esas imâ yoluyla anlatılmak istendiği zaman:

Örnek: Ağlamayan çocuğa süt verilmez.

e) Müsnedün-ileyhin şânını yüceltmek maksadıyla:

Örnek: Kâmildir (o insan ki) yaşar hatıralarla

Yahyâ Kemâl Beyatlı

f) Bir kusûrundan veya dikkat eksikliğinden dolayı muhâtabı uyaracak yerlerde:

Örnek:

Ben (anladığım çerh) ise bu çerh-i çep-endâz

Yahşi görünür sûreti ammâ ki yamandır

Ziya Paşa

5-Mâhutlukla belirtili hâle konmuş sözlerin müsnedün-ileyh görevinde bulunması

Mâhutluk, ya dinleyenin zihninde yer alır, ya dış âlemde göze çarpar. Arapça’da ilki için zihni, ikincisi için harici ahit lâmı kullanılır. Türkçe, bu vazifeyi, mâhut kelimesi veya öze dönüşlü şahıs zamirleri ya da ilgi zamirlerinden biri ile karşılaşır: Kendi, kendileri, kendisi, sizinki, benimki gibi.

Ayrıca kelime kategorisi içinde belirtisiz olan bir takım sözler, bâzı husûsiyetleri yüzünden konuşanlar arasında mârûf sayılırlar. Bunlar müsnedün-ileyh oldukları takdirde belirtilidirler. Nitekim hoca kelimesi, bir cins ismidir; binânaleyh belirtisiz (nekre) dir. İki asistandan biri, kendi aralarında mâruf olan şahsı kasdederek Hoca, kitâbını bitirmiş derse, burada özne belirtili olur. Fakülte kelimesi böyledir: Fakülte tâtil edildi cümlesinde, söz söyleyenle hitâbedilen arasında mâruf bir ilim müessesesi kasdedilmiştir; burada da, nâib özne belirtilir.

Müsnedün-ileyhin mâhûtlukla belirtili hale konması, aşağıdaki yerlerde kendini gösterir:

a) Dış alemde mâhût bir şeye işaret edileceği zaman:

Örnek: Seninki, onunkinden güzel olmuş.

b) Hakikatin kendisine işaret olunacağı zaman:

Örnek: Ekmek, çaydan faydalıdır.

c) İtiğrâkin anlatılacağı zaman:

İstiğrâk, gerçek ve örfi olmak üzere iki kısımdır. İlki, kelimenin lugat mânâsı bakımından içine giren bütün fertlere, ikincisi şümullü bir lâfızla beyan edilip de ancak, örf sebebiyle bilinen fertlere delâlet eder.

Gerçek istiğrâka örnek: Güzel, çirkin (her şey) Allah tarafından yaratılmıştır. Yahut, (Herkes) kendi kısmeti kadar yer.

Örfi istigrâka örnek: (bütün talebeler), Nihâd Çetin Bey’i öğüyor. Burada dünyada ne kadar talebe varsa hepsi değil, ancak Nihâd Çetin Bey’den ders okuyanlar, şümûl sâhâsını genişletirsek, onu tanıyanlar kasdolunmuştur.

6-İzâfet yoluyla belirtili hale konmuş sözlerin müsnedün-ileyh vazifesinde bulunması:

Müsnedün-ileyhin belirtili hale konması için en kestirme yol, izâfettir; izâfetin bu vazifeyle kullanılacağı yerler, teşhis, tahsis, mânâyı tamamlama, öğme, yerme, saygıdır.

a) Teşhise örnek: Ali Bey’in kızı yazmış.

b) Tahsise örnek: Birinin kâtibi satın almış.

c) Mânâyı tamamlamağa örnek: Beyânının büyüsü, sihr-i helâldir.

d) Öğmeye örnek: Gürün’ün elması, çok lezzetlidir.

e) Yermeye örnek: Bu şehrin havası çok bozuktur.

f) Saygıya örnek: Ordunun haşmeti, düşmanları titretiyor.

5. Müsnedün -ileyhin belirtisiz (=nekre) oluşu

Müsnedün-ileyhin, belirtisiz kelimelerden meydana geldiği de görülür. Bu haldeki müsnedün-ileyh, şu yerlerden birinde kullanılır: Yüceltme, öğünme, fetmettirme, azaltmayı ifade etme, çoğaltmayı ifade etme, yerme. Ancak bütün bunların anlaşılması, ifadede hususi bir karinenin mevcudiyetine bağlıdır.

1-Yüceltme için kullanmaya örnek:

Bir şûlesi var ki şem’-i cânın

Fânûsuna sığmaz âsmânın

Şeyh Gâlib

2-Tefhim yerinde kullanmaya örnek:

Bir şi’r mestedince şarâb-ı ezel gibi,

Her mısrâ’ıyla vehm olunur en güzel gibi

3-Öğünme yerinde kullanışına örnek: Bir bahçem var ki, İrem bağı yanında sıfır kalır.

 

4-Azaltma yerinde kullanılışına örnek:

Bir söz bu tamâm kılmağa ta’rif bu hâli

Tekrâr ederim söylediğim sözleri nâçâr

Abdülhak Hâmid

5-Çoğaltmayı ifadede kullanılmasına örnek: Behçet Efendi, hikâye bilir(Burada hikâye, “çok hikâye” yerindedir. )

6-Yerme maksadıyla kullanılışına örnek: Onlarda bir yüz var ki, bu kadar kötü nâibn sonra dostluk edebiliyorlar.

6. Müsnedün -ileyhin nitelenmesi (=tasnifi)

Müsnedün-ileyh, aşağıda belirtilen sebeplerden biriyle nitelenir:

1-İhtimali kaldırmak için:

Örnekler: Ham meyve, yeşil çay, kara kız, öksüz çocuk, bulanık su, penbe konak.

2-Öğme maksadıyla:

Örnekler: Yiğit adam, güzel çocuk, sadık dost, büyük kişi, zarif kadın.

3-Yerme maksadıyla:

Örnekler: Hırsız kedi, kerih ses, hilekâr adam, uyuz köpek, yalancı kasap, kötü kâtip.

4-Acıma ifadesinde:

Örnekler: Zavallı kız, biçâre kadın, mâsûm genç, bedbaht ana, garip kişi, yetim yavru, onmadık çocuk.

5-Nitelenenin mânâsındaki vasfı pekiştirmek:

Örnekler: Ötücü kuş, dondurucu kış, doyurucu yemek, ısıtıcı çorba, ağartıcı sabun, dünki gün.

Not: müsnedün-ileyhi niteleme maksadıyla teşkil olunan kelime gruplarını, Farsçaya uyarak ki bağlacından sonra getirmek mümkindir.

Örnek: Mümeyyiz ki bir hâkimdir; müddei sıfatında görünür ise garaz-ı hâlisden veya temyiz-i nâkısdan âri değildir.

Şinâsi

7. Müsnedün -ileyhin pekiştirilmesi (=te’kîdi)

Bazan söz, müsnedün-ileyhin pekiştirilmesini (=te’kidini) gerektirir. Bu işin sebebi, dinleyicinin yanlış anlaması ihtimalini önlemektir; böylece de mana kuvvetlendirilmiş olur. Çeşitli sûretleri aşağıda anlatılmıştır:

1-Müsnedün-ileyhin delâlet ettiği mânâ üzerinde dinleyicinin veya okuyucunun dikkatini toplama maksadıyla o mânâya ait lafzı tekrâr suretiyle. Örnekler: Çocuk ağlıyor, çocuk! –Soğuk su akıyor, soğuk su. –Güller açmış, güller! –Sekreter yazmış, sekreter! –Müdir suçludur, Müdir! –Tansiyonum yükseldi, tansiyonum! –Elektrik kesildi, elektrik! –Nâzik Elif Hanım gelmiz, Nâzik Elif Hanım!

2-Yanlış anlaşılmayı önleyebilmek için, müsnedünileyden sonra, yalnız onu düşündürecek başka bir lâfız kullanmak sûretiyle. Bunu şöyle izâh edelim: Erzurum Emniyet Müdiri anarşistleri yakaladı desek, bu işi polisler marifetiyle de yaptırdığı hatıra gelebilir: Dinleyicinin zihninden bu ihtimâli kaldırmak için söz, bizzât lafzıyla pekiştirilir: Anarşistleri bizzat Erzurum Emniyet Müdüri yakaladı deriz. Diğer örnekler: Bunu, bizzat Hayâli Ali anlatmıştı. –Soruşturmayı bizzat Dekan Bey üzerine almış. –Maliye Bakanını istikbâle bizzat Rektör Bey gitmiş. –Sizi Ömer Okumuş aradı; Hasan Okumuş değil. –Aferini Kâzım Dağlı hakketti; Hüseyin Dere değil –Sabah namazını –karda olsun, kışta olsun –Süleyman Bey câmide kılarmış, Mehmed Bey değil.

Bu işte kendi özdönüşlü zamiri ile onun iyelik eki almış şekillerinden de faydalanmak mümkindir: Ali Altan, rektör adayı olmak için ismini kendi yazdırmış. Bu sûretle mecâzi mânâ ile anlaşılmak ihtimali kalkmış olur.

3-Müsnedün-ileyh, izâh yoluyla da pekiştirilir: Bu, kendisine ait bir lâfız yanında medlülünün bir husûsiyetini bildirmek sûretiyle olur. O sâyede Lâfzın mânâ şümûlü de daraltılır. Örnekler: Haşim Ağa’nın oğlu koşuyordu cümlesi, hangi oğlu? Sorusuna yol açacağı için Haşim Ağa’nın oğlu Mustafa koşuyordu deriz. –Keza Meltem gelmiş cümlesi, hangi Meltem, sorusuna yol açabileceği için Şaban Bey’in kızı Meltem gelmiş deriz. Kemâl Yavuz’un kardeşi Orhan, Yahyâ Kemâl’in kardeşi Reşâd Bey, komşumuz Hatice Hanım. . . hep bu kabildendir.

4. Müsnedün-ileyh, tefsir yoluyla da pekiştirilir: Bu, müsnedün-ileyhle onun izâhını sağlayacak lâfız veya lâfızlar arasına yâni kelimesini getirmek suretiyle olur. Örnekler Yeni doçent adayımız yani İbrahim Düzen okumuş. –Bana bunu bir gramer alimi yani Tahsin Banguoğlu söyledi. –Mâhir Canova yani Türkiye’nin büyük aktörü oynamış.

8. Müsnedün -ileyhin bağlı hâl alması (=atfı)

Mânânın tafsili sırasında sözün kısaltılması ve bir düzen altına sokulması maksadıyla müsnedün-ileyhlerin bağlı hâle getirilmesine baş vurulur. Bu, ya bağlaçlarla (=atıf harfleri) ya da bağlaçsız yapılır. Yerleri şöyledir:

1-Yalnız sözün kısaltılıp ifadenin düzene sokulacağı takdirde:

a) Bağlaçlılara örnekler: “Ahmed geldi ve Mehmed geldi ve Ali geldi ve Hasan geldi"”denilecek yerde, ifâde Ahmed, Mehmed, Ali ve Hasan geldi şekline sokulur. Yahut hem Hasan, hem Ali geldi. –Hüseyin de, Kemâl de bilmiyor. –Hem Kâmil hem Câhid beni görmeli. –Ne Receb ne Ali bilir denir.

b) Bağlaçsızlara örnek: Fikret, Hâlid, Kadir, Zekeriya, Muhsin, Kemâl, Cüneyd, Fuâd bu kitabı okusunlar

2-Dinleyenin yanılması önlenmek istendiği takdirde:

Örnek: Sizi arayan Firdevs Hanımdır, Behice Hanım değil.

3-Müsnedün-ileyh medlûlünün hüviyeti hakkında tereddüde düşüldüğü takdirde Örnekler: Bunu Sâim Sakaoğlu veya Muhan Bali söyledi. –Genel sekreter yâhut Fakülte sekreteri yazmış. –Ali Râsih Efendi ya da Osmân Hazmi Efendi okutmuş.

4-Hüküm, diğer tarafa yöneltilmek istendiği takdirde:

Örnekler: Abdülhak Hamid yazmadı belki Ekrem Bey yazdı. –Güzin Hanım söylemedi, belki Zeyneb Hanım söyledi. –Bıyıkoğlu vermedi belki Ertuğrul verdi.

9. Müsnedün -ileyhin görünüş gereğince aykırı kullanılması

Müsnedün-ileyh bazan görünüş gereğince aykırı olarak kullanılır. Bu, aşağıdaki yerlerde göze çarpar:

Birincisi: Açık söylenecek yerde gizlenmesi. O da müsnedün-ileyhe ait manayı karşılayacak lâfız veya lâfızlar kümesi yerine, zamir kullanmak suretiyle olur. Bu işte, dinleyicinin merakını artırarak onda –sözün gerisi için-bekleme şevki uyandırmak esastır. Böylece söz, dinleyicinin zihninde daha fazla yer eder.

Söz gelimi, İran Şâhı, Afganistân’ı sevmezdi, fakat O’nun tâcını tahtını bırakıp memleketinden uzaklaşması, Afganistân için de iyi olmadı diyecek yerde; O Afgânistan’ı sevmezdi, fakat onun tâcını tahtını bırakıp memleketinden uzaklaşması, Afganistân için de iyi olmadı dememiz gibi.

İkincisi: Zamir halinde söylenecek yerde açık söylenmesi. Bu kullanılış tarzı, müsnedün-ileyhin ayırt edebilmesindeki mükemmeliyet ve bediî değeriyle ilgilidir.

Örnek:

Sarmış yine afâkını bir dûd-ı mu’arınid

Bir zulmet-i beyzâ ki pey-â-pey mütezâid.

Tevfik Fikret

Tabiî bir ibârede, ikinci mısradaki zulmet-i beyzâ’nın yerini zamire bırakması gerekirdi: Fakat şâir bir yandan onun medlûlüne fazla temyiz edilebilme imkanı kazandırmak, diğer yandan vezin ve âhenk yoluyla onu husûsi telkin gücüne kavuşturmak, fazla olarak ve bilhassa sıla kipindeki (=sigasındaki) bir tavsif grubuna ait mânâ san’atı imkânlarıyla ifadeyi zenginleştirmek için bu yolu seçmiştir. . .

Üçüncüsü: Alay maksadıyla da halin gerektirmediği yerde kullanılması. Sağır bir adama şimdi dinleyeceğin eser, Tambûri Cemil Bey’in saz semâisidir yâhut topal bir kimseye, bu yarışı ancak sen kazanırdın demek gibi.

Dördüncüsü: Zeki olmayanlar tarafından yanlış anlaşımayı önlemek maksadıyla: Bu şişedeki su, Sarıkamış ormanlarından getirilmiştir; her hastaya şifâ verir cümlesi, merâmı ifade etmeye yeter iken, zekâsına güvenilemeyen şahıs karşısında, bu şişedeki su, Sarıkamış ormanlarından getirilmiştir ki, o su, her hastaya şifâ verir denmesi kabilinden.

Beşincisi: İltifat yerinde. İltifat, konuşmada muhâtabın değiştirilmesi veya bir şey anlatılırken hitâba sâlih olmayanlara hitâbedilmesidir. İleride bir edebi san’at olarak da sözü edilecektir. Yukarıya iki mısrâını aldığımız Sis manzûmesinde şâir, İstanbul’un sis içindeki panaromasını çizerken, birden bire şehre hitâba başlar.

Altıncı: Dinleyenin içine korku düşürmek istendiği zaman. Timürleng, Hülâgü veya Neron nev’inden bir adam, emrinin mutlaka yerine getirilmesini istediği takdirde, bunun böyle olmasını ben istiyorum diyecek yerde, bunun böyle olmasını (Timürleng veya Hülâgû veya Neron gibi birisi) istiyor derse.

Yedinci: Bencillikten sakınıp kendini üçüncü şahıs yerine koyma halinde.

Nedîmâ bendeniz var bir dahi sultânımız vardır

Nedîm

Sekizinci: Saygı gereği, ikinci şahıs yerine üçüncü şahsı kullanmak sûretiyle. Buyurduğunuz gibi denilecek yerde zat-ı âlileri tarafından buyurulduğu yâhut zât-ı devletleri tarafından, fermân olunduğu, yada zât-ı sâmileri tarafından emredildiği vech ile denilmesi gibi.

Dokuzuncu: Müsnedün-ileyh ikinci veya üçüncü tekil şahıs olduğu halde, nezâket veya saygı gereği bunlara ait çoğul şahsın kullanılması. Sen yazdın yerine siz yazdınız; Vâli Nâmık Paşa buyurdular denilmesi gibi.

Onuncusu: Zuhûlen taklibde. Suyu bardağa koy yerine bardağı suya koy denilmesi gibi.

Onbirincisi: Suâle istenilenin dışında cevâp verilmesi halinde. Bir adam, diğer bir şahsa ait kitapların manevi değeri hakkında hayrete düşürerek, bu kitaplar, bu kitaplar nedir? Dese, muhatabının bu kitaplar, kağıttır şeklinde cevap vermesi suretiyle.