Geri

   

 

 

İleri

 

Üçüncü Altbölüm

III. Dilek İsnâdı (İnşâ isnâdı)

Kavramı hakkında doğru veyâ yanlış diye hüküm verilmesi mümkin olmayan kelâm, dilek isnâdı (= inşâ isnâdı) hâlinde bulunur; bu yüzden de, o çeşit kelime kümesinin dışa hiçbir nisbeti yoktur.

Kalemi getir.-İnâyet buyurun.-Hasan'ı arasınlar.-Hüseyin Ayan nerede?-Bârî, ağlamasa!-Kaplan Bey'i dinlemediniz mi? cümleleri birer dilek (= inşâ) isnâdı taşıyorlar.

Aşağıdaki mısra da aynı hâldedir:

Nesin sen, doğru söyle, cân mısın, cânân mısın kâfir?

Dilek isnâdı; ya bir isteğe delâlet eder, ya da etmez. Buna göre de, sınıflandırılır.

İstek Bildirenler

Bunlar, eski kitaplarda talebî inşâ diye adlandırılmışlardır. Beş ayrı çeşidi vardır. Başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz.

1. Soru (istifhâm) :

Dilek isnâdı, bir şeyi istemek, mânâsını taşıyıp da maksadın zihinde hâsıl olması arzusuna delâlet ederse, soru ( = istifhâm) adım alır. Bu tarz ifâde tasdîkî veyâ tasavvurî olur. Birincisine tasdîk sorusu, ikincisine tasavvur sorusu diyeceğiz.

Tasdîk sorusu:

Özneye veyâ nâib özneye ( = nâib-i fâile) isnâd edilecek hâlin sâbit olup olmadığını öğrenmek maksadıyla serdolunan sorular bu çeşittendir, Ahmed yazdı mı? sorusu, yazma işinin “Ahmed”de sâbit oluşunu, çiçek açılmadı mı? sorusu “açılma” işinin çiçekte sâbit olmayışını öğrenmek maksadıyla yöneltilmiştir. Esâsen bu soruların olumluluk ( = îcâb) veyâ olumsuzluk ( = selb) la ilgili bulunması, sûrî mantıktaki tasdîkat bahsi ile bağlarını ortaya koyar.

Tasavvur sorusu:

Soruluş sebebi özne veyâ nâib öznede bir şeyin sâbit oluş veyâ olmayışı dışında kalan sorular, bu çevreye girer. Kimi gördünüz?-Ne söylüyorsun. ? Kaç metre kumaş? Nasıl koku? gibi. Bu adlandırışın da, mantıktaki tasavvurât bahsi ile bir ilgisi vardır.

Soru bildiren lâfızlar:

Türkçe'de ne, kim, nasıl, hani, kanı, kaçan, hangi, kaç, kangı, mi, kanda, nice, kancaru... gibi lâfızlar soru bildirirler. Bunların bir kısmı dilimizde hâlâ yaşamaktadır; bir kısmı da terk olunmuştur.

Kullanılış yer ve tarzları hakkında bilgi vermeği lüzumsuz sayıyoruz.

2. Temennî (Dilek)

Temennî, bir şeyin hâsıl olması için duyulan hasreti ifâde eder. Husûlü kesin olmayan hâl üzerindeki arzû, umma (terecci) adını alır ki, istekle ilgili olmayan (fayr-ı talebî) inşâ cümlesindendir.

Bir söze temennî mânâsı katmak için belirli fiil zamanlarından önce bâzı edatlar getirmek lâzımdır. Bu zamânlar, iltizâmînin hikâye ve rivâyeti ile şartın hikâyesinden ibarettir. Maksadın husûlünü sağlayan edatlar da, kâşki (keşke), n'olaydı, bârî, tek lâfızlarıdır. Maamafih sözü geçen fiil sîgalarını bu edatlardan sıyrılmış olarak kullanmak da aynı netîceyi sağlar. Hattâ iltizâmî fiillerin rivâ-yetini, yalnız kullanmak gerektir. Ahmed'i bir defa göreydim.-Kâşki Ahmed’i göreydim.-Keşke Şerif burada olsaydı.-Tek Şerif parasız kalmasaydı.-N'olaydı, bunu söylemeyeydim.-Bu kitaptan İnci ve Zeynep Hanımlar'a da göndermeli imiş. (Bu son örnekte keşke veya kâşki kullanılmaz) .

Bir de manzum örnek verelim:

Min cân olaydı kâş men-i dil-şikestede

Tâ her biriyle bir kez olaydım fidâ sana

Bâzân soru da temennî yerinde kullanılabilir:

Meni cândan usandırdı cefâdan yâr (usanmaz mı)

3. Emir

Bir işin vukûunu istemek emirdir; ya muhâtaba, ya huzûrda bulunmayana yönelir: İlkine emr-i hâzır, ikincisine emr-i gâib denirdi. İlâcı getir.-Sekreter yazsın! gibi.

Bir işin olmasını ya büyük küçükten ister, ya küçük büyükten ister, ya da bu istek, ictimâî seviyeleri aynı kimselerin birinden diğerine yönelir. Asıl emir bunlardan ilkidir.

Emirlerin kullanıldıkları yer ve zamana göre çeşitli mânâları vardır. Bunlardan birkaçına göz atalım:

a) Duâ ve tazarrû:

Bir işin olmasını Allah'tan istemektir:

Yâ Rab hemîşe lutfunu it reh-nümâ bana

Gösterme ol tarîkı ki yetmez sana bana

b) Recâ:

Küçükten büyüğe yöneltilen istektir: Yüksek teveccühlerinizi lütfen esirgemeyiniz.

c) İstimâs:

Aynı seviyedeki insânlardan birinin diğerinden bir işi istemesidir: Yarın akşam Hemşîn Pastahânesi'ne gel!

ç) Teşvîk:

Bir işin yerine getirilmesi için arzûyu artırmaktır: Aman, bu konseri kaçırma!

d) İnkıyâd:

Rızâ ve itâate delâlet eden emirdir:

Dile öldür dilersen ko hükm hükmün re'y re'yindir

c) İbâhe:

Mübahlığa delâlet eden emirdir. Eski kitâplarda Sünbül-zâde Vehbî'nin şu mısraı örnek olarak gösterilir:

Aç Besmeleyle iç suyu Hân Ahmed'e eyle du'â

f) Tenbîh:

Öğüt mâhiyetindeki emirdir: Derslerine çalış!-Sır sakla!-Duâ et!-Babanı dinle! örneklerinde görüldüğü gibi.

h) Tehdîd:

Bir işin vukuunda, failinin zarar göreceğini ifâde eden emirdir: Hele vazoyu, kır, o zaman gününü görürsün.

ı) Tahyîr:

Yerine getirilecek işin seçilmesinde serbestliği ifâde eden emirdir: İster döğ, ister koğ; o adam, buradan gitmez!

i) Sakındırma (tahzîr) :

Bir işin vukuundan sakınmayı ifâde eden emirdir: Aman, pencereyi kapat! Çocuk hasta olacak!

j) Yer tarifi:

Aranılan bir yere varmak için tâkîbedilecek yolu bildiren emirdir: Edebiyat Fakültesi'nden çık, sağa dön, iki yüz metre yürü, işte orada İşletme Fakültesi'ni bulursun.

k) İmtinan

Başa kakmaya delâlet eden emirdir: Soframdaki leziz yemekleri ye, üstelik diş kirasını da al, sonra da bana saygısızlık göster! Bu Allah'dan reva mı?

ı) Ye's:

Bir ümidsizlik sonunda verilen emirdir:

Simden gerü sana bir sözüm yokdur

 Başın pınar ayakların göl olsun

m) Tesviye:

Birbirine zıt hallerin, söz söyleyence eşitliğini ifâde eden emirdir: İster çalış, ister çalışma! Sevinecek de sensin, ağlayacak da.

n) Kınama (levm) :

Memnuniyetsizliğe yol açan bir işin vukuu ile ilgili emirdir: Rakibin öldü; sen artık gül, sevin!

o) Temenni:

Arzuya delâlet eden emirdir.

Turnam, kalk havalan Tortum suyundan

ö) İstiğna:

Arzûsuzluğu veya nâzı ifâde eden emirdir. Bâzı kitâblarda şu örnekle karşılaşıyoruz:

Akıbet her neş'esinden bir humar eyler zuhur

Söyleyin sakiye çalsun başına peymâneyi

p) Kin bildirme:

Bir kısım emirler, bu mânâda da kullanılır:

İntikamımı almazsam, bana yazıklar olsun!

4. Nehiy (Yasaklama)

Bir işin olmamasını istemeğe nehiy derler. Yasaklama, bu kitapla ileri sürülen bir terim teklifi oluyor. Gelme, oturma, ağlamasın. . . sözleri bu türlü istek için birer örnektir.

Nehiy de, yer ve zamanına göre, çeşitli mânâlarda kullanılır. Bâzılarına göz atalım:

a) Dua makamında:

O günleri Allah göstermesin!

Beddua olarak:

Muradına ermesin!

c) Niyaz:

Lutfunuzu esirgemeyiniz!

ç) Üzüntü:

Zâlim, beni söyletme derûnumda neler var

d) Sakındırma :

Orta yerden gitme, araba çarpar!

e) Tehdîd:

Ağzını kapatmasın, sonra görür akıbetini.

f) Tahmin:

Şu gelen Naci olmasın?

g) Teşci:

Münafıkların sözüne aldırma.

ğ) İtirâzlı niyaz:

Ayağın sakınarak basma aman sultânım

Dökülen mey kınlan şîşe-i rindân olsun

5. Nida (Ünlem)

Nida, lûgatta çağırma mânâsına gelir. Terimde, hitâbedilenin yüz döndürmesini istemek maksadıyla ona yöneltilen sestir. Bu ses, gramer kategorisinde edat cinsine girer ve nida harfi adım alır. Dilimizde türkçe, Arapça, Farsça asıllı nida harfleri kullanılmıştır. A, ey, yâ, â bu cins harfler için örnektir.

Bunlar umumiyetle özel isimlerden (has isimlerden) Önce kullanılmazlar. Nitekim, Ey Doktor Tâli Ural Bey! demeyiz; ancak son heceyi vurgulu telaffuz etmek ve uzatmak suretiyle bu maksadı hâsıl edebiliriz; böylece de «ey»in kullanılmasına lüzum kalmamış olur

Nida harfleri, çok zaman sıfatların, onlarla kurulan tamlamaların, yahut cins isimlerinin başlarında yer alır:

Ey kimsesiz âvâre çocuklar! Hele sizler. . . Hele sizler. . .

Aşağıdaki örnekte de, bir mânâ isminin, başında görüyoruz:

Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar

Umumiyetle kalabalıklara hitâbederken bu nidaya baş vurulur: Ey Türk Milleti! Nidaların, kendilerine hitâbedilemeyecek varlıklara yöneltilmesine sık sık rastlanır; o zaman o varlıklarda şah-siyet itibâr olunur:

Yok, bulandırmasın alûde-i zulmet bu nazar

Rûh-ı ma'sûmunu (ey mâî deniz!)

Şayet şahıs isimlerinden önce bir nida harfi gelirse, umumiyetle o isme küçültücü bir mânâ katar: Ey Ali! Sen ne zaman uslanacaksın?

Yücelikleriyle temayüz eden varlıklar hakkında kullanırken ihtiram ifâde eder:

Ey, yaradılmışlarm sultânı sen!

Hey lafzı, bâzân kınama ve hakaret, bâzân yardım isteme mânâsında kullanılır: Hey dîvâne, o adama inanıyor musun? cümlesi birinci, hey, can kurtaran yok mu? cümlesi ikinci mânâ için örnek teşkil ediyor.

Behey, a lâfızlarında da umumiyetle küçümseme mânâsı vardır: Behey câhil, A sersem! gibi. Maâmâfih ikincisiyle şefkat de ifâde edilir: Uyu, a yavrum!

Farsça'dan türkçeye giren â, kelimelerin sonuna getirilir ve uzun telaffuz edilir:

Sâkıyâ meclise gel, cismine gelsün canım!

Şâirler, umumiyetlemaktabeyitlerindemahlaslarınabu harfi ilâveyi âdet edinmişlerdir:

Bize arz-ı cemâl etmez mi Belkîs-i emel âhir

(Fehîmâ) hâtem-i dağ-ı mahabbetle Süleymânuz

Arapçadan türkçeye yâ nida harfi girmiştir. Tazimi gerektiren Arapça isimlerin evvelinde kullanılır: Yâ Rabbe'I-âlemin!

Burada zaman zaman Arapça, Farsça kelime ve terkîblerin başına gelen eyâ Lâfzını da hatırlatmak lâzımdır. En ziyâde Farsça terkîblerin evvelinde göze çarpar:

Eyâ ehâli-i fazlın re'îs-i cumhuru

Maamâfih, hiçbir nida harfi kullanılmadığı hâlde, bir Lâfzın nida mânâsı taşıdığı da vâkîdir; ancak bu husus, ses üzerindeki vurgu ile belirtilir. Yavrum!, canım!, bîçare!, kız!

Not.-Bir zamanlar «ey» nida harfinin tekrarı gerektiği zaman, onun yerine vey kullanılmıştı.

Nidanın teessürî hallerle ilgisi, ayrıca edebî san'atlar arasında izah edilecektir.

II-İstek Bildirmeyenler

Eski kitaplarda inşânın bu çeşidi inşâ-yı gayr-ı talebi veya in-şâ-yı ikâî diye adlandırılmıştı. Hakikatte de, bir kısım lâfızların nefsinde mevcûd olmayan mânâ kullanılış yer ve zamanlarıyla vücûd bulur; ikinci tarzda adlandırılmaları bu yüzdendir. İstek bildirmeyen inşâ; ummak, şaşmak ve kendi görevleri dışında kullanılan haberlerden meydâna gelir.

6. Ummak (Terecci) :

Vukuu kesin olmayan memnun edici bir işin olmasını beklemek, bu çeşit inşâdandır. Böyle cümlelerde umulur ki, umarım ki, ola ki, me'mûl ki, ihtimâl ki, belki, şayet ki, inşâallah, Allah Kerim lâfızlarından birine rastlanır. Haddi zâtında umarım, umulur sözleri haberdir, fakat bu göreve getirildikleri zaman, inşâya aktarılmış olur. «Allah isterse» karşılığı olan inşâ Allah'ta da böyle bir mânâ nakli vardır.

Halbuki belki, şayet ki, ihtimâl ki, muhtemel ki lâfızları, doğrudan doğruya inşâ çerçevesindedirler.

Ummak (— terecci), umumiyetle gelecek zamanla ilgilidir; bâ-zan da, kesinliğinden şüphe edilen geçmiş hakkında kullanılır:

Umanm ki, yarın hava güneşli olur.-Belki bu mektubu Hasan Bey yazmıştır.

Ummak ( = terecci), korkulacak bir şey hakkında kullanılırsa, işfak adını alır: Trafik ışığına bak, belki araba çarpar.

7. Şaşmak (Taaccüb) :

Garîb bir şey karşısında inşânda hâsıl olan hâl, şaşmak (taac-cüb) adını alır. Türkçe'de bu husus, aslında soru edatı olan ne ile ifâde edilir. Bu edat, şaşılan şey veya şaşılacak hâle ait sözlerin evveline getirilir. Ne güzel çiçek!-Ne mavi semâ!-Ne çirkin kız! Ne bezgin adam!-Ne güzel konuşuyor gibi.

Yine soru edatı olan nice lafzı da, bu vazifede kullanılmıştır.

Arapça asıllı olan acâip sözünde de bu mânâ vardır: Acâip'zekâ!-Acâip hikâye!-Acâip memleket!

Farsça «ne güzel» mânâsına gelen zehî! kelimesi de, öğülecek haller için bu vazifede kullanılmıştır. Zehî gayret!-Zehî tasav-vur-ı bâtıl, zehî hayal-i muhal!

Buraya-eskimiş olan-habbezâ ile subhân Allah!-Maşa'Allah lâfızlarını da ilâve edelim.

8. Haberin dilek yerinde kullanılması:

Bâzı lâfızlar, haber şeklinde oldukları hâlde, dilek yerinde kullanılırdı. Bunlar da eski kitaplarda inşâ-yı ikâiden sayılmışlardır. Dilek görevli haberleri, dört kategoriye ayırmak âdettir; şöylece sıralanırlar:

a) Sözleşme kipi (akd sîgası) :

Bir işin yerine getirilmesinde iki tarafın rızâsını ifâde eder; henüz o iş yerine getirilmeden söylenir. Meselâ İstanbul'la Adana arasında geçen bir telefon konuşmasında, taraflardan ilki:

—Bütün pamuklarınızı dört milyon liraya aldım der. İkincisi de:

—Verdim diye karşılıkta bulunur. . Henüz ne İstanbul'daki şahıs dört milyon lirayı ödemiş, ne de Adana'daki adam pamuklan teslim etmiştir.

Bu hususu, pazarlıklarda daha iyi müşâhade edebiliriz:

—Bu tarlayı kırk bin liraya aldım.

—Ben de, sattım denilir. Alma-satma için paranın ödenmesi veya senedin teslimi, tapu muamelesinin tekemmülü lâzımdır. İki tarafın sözleri, anlaşmayı ifâde eder. Böylece haber, dilek yerinde kullanılmış olur.

Eski nikâhlarda bizzat gelin ve damat akit merasiminde bulunmazlardı; onlar yerine vekilleri, imam huzurunda «aldım», «verdim» derlerdi. Burada da haber kipi, dilek kipi yerine geçerdi.

b) Saygıyı gerektiren yerlerde:

Saygıyı gerektiren yerlerde de, bâzân dilek kipi yerine haber kipi kullanılır. «Şu bahçeye bakın!» diyecek yerde «şu bahçe daha muntazamdır» denir ve hitâbedilenin oraya bakması istenir.

c) Din düğüsünü taşıyan bâzı lâfızlarda:

Yeminler, şehâdet, «Allah'a sığınırım» kabilinden lâfızlarda da haber kibi, dilek mânâsı ifâde eder.

(Allah'a sığındım) Naci'nin vesvesesinden.

ç) Karine yoluyla bâzı hâl delâletlerinde:

Bir şeyin olamayacağını ifâde maksadıyla: «Herşey oldu bitti de, küçük bey tahsilini bitirdi, ilim neşrine başladı, öyle mi?» deriz. Bu cümlede gelecek zaman mânâsında geçmiş zaman kullanılmıştır. Ayrıca haber kipinde de, işitilen söz, karşısında hayret mânâsı vardır. Tamamen bir «ikâî inşâ» karşısındayız.

Dördüncü Altbölüm

IV. Yüklem (Müsned)

Bu ve daha sonra gelecek iki bahis bir yandan söz dizimini, diğer yandan da meânîyi ilgilendirmektedir.

1-Hatırlatıcı Bilgiler

Yüklem, kelâmın tasavvur veya tasdike delâlet eden unsurudur. Filvaki müfredin mânâsı da tasavvur kaplamına girer; fakat burada «tasavvur» terimini münhasıran «inşâ» karşılığında kulla-nıyoruz. Ahmed gelmeli idi, kitabı oku, ilâcı içtin mi cümlelerinde «gelmeli idi, oku, içtin mi?» sözleri, bir eylemin vukuu için zihinde hâsıl olan tasavvurlara delâlet eder. Ahmed çalışkandır, Ali gelmedi cümlelerinde ise «çalışkandır, gelmedi» sözleri, bir hâl veya eylem hakkında doğru veya yalan hükme delâlet ediyor; bunlar tasdik unsurlarıdır.

Yüklemi, tasdike giren kelâmın bir adı kaziyyedir. Buna göre yüklemenin unsuruna rabıta da denir. Yukarıdaki Ahmed çalışkandır cümlesi, aynı zamanda kaziyyedir. Bu kaziyyenin ilk öğesi (= rüknü) Ahmed mahkûm-ı aleyh, ikinci öğesi çalışkan mahkûm-ı bih, son öğesi olan dır ise rabıtadır. Bu terimin yalnız «tasdîkat» ifâde eden yüklemlere mahsûs olduğunu tasrîh edelim.

Gramer unsuru olarak yüklem ya çekimli bir fiil, ya fiilimsi, ya da ek fiille biten bir kelime yahut kelime öbeğidir.

2-Yüklemin Alacağı ve Bulunacağı Hâller

Yüklem, aşağıdaki hâllerden birine girebilir:

1) Kaldırılır,

2) Zikrolunur,

3) Belirtili hâle konur.

4) Belirtisiz hâle konur,

5) Fiil veya ek fiile bağlı isim soyundan bir kelime yahut kelime grubu olur,

6) Yeri değiştirilir.

1. Yüklemin Kaldırılması (Hazfı)

Yüklem bâzı hallerde zikredilmez. Buna yüklemin kaldırılması (hazfı) denir. O zaman kaldırılan şey, yüklemin yalnız lafzıdır; mânâsı, kelâmda mevcuddur.

a) Soruda (= sualde) mevcut yüklem, cevapta tekrar edilmez:

—Çalıkuşu'nu kim yazdı? sorusuna:

Reşat Nuri Güntekin diye karşılık veririz; yazdı kelimesini ikinci defa kullanmayız.

b) Aynı yüklemle biten sıralı cümlelerin sonuncusunda yüklem zikr olunur; diğerlerinden kaldırılır: Fenn-i edeb, bir ma'rifet-dir ki inşâna haslet-âmûz-ı edeb olduğu için edeb ve ehli edib tesmiye kılınmıştır cümlesinin yüklemi, «tesmiye kılınmıştır» fiilidir;-bu, «için» ile «ve» arasındaki «edeb»den sonra kaldırılmıştır.

c) Aynı çeşit çekim ( = insirâf = declinaison) eki alan ayrı ayrı isimler veya isim soyundan kelime yahut kelime grupları ile mücerret (nominatif) lâfızlar, tek bir eylemle ilgili bulundukları tak-tirde yüklem yalnız cümlenin sonunda muhafaza edilir; arada tekrarlanmaz: Şîr-hârlar beşiğini, çocuklar eğlendiği yeri, gençler mai-şet-gâhını, ihtiyarlar gûşe-i ferağını, evlâd validesini, peder ailesini ne dürlü hissiyat ile severse cümlesinin şart unsuru olan «severse» yüklemi, hem de kendisine bağlı zarf tümleciyle birlikte, sonuncusu hâriç, bütün belirtili nesnelerden (= mefûl-i bih =accusatif) sonra kaldırılmıştır.

ç) Kelâmda anlaşılma unsuru bulunduğu takdirde de yüklem kaldırılır:

—Bas ağrısı nasıl geçer?

—Aspirinle.

Burada aspirinle kelimesinden sonra yüklem zikredilmemiştir.

d) Tahmin veya keşif hâllerinde de yüklemin kaldırılması vâkidir: Dışarıda gürültü işitip de «kavga var» yerine kavga!., dememiz gibi.

2. Yüklemin Zikri

Yüklem, kaldırmayı gerektirecek bir karine bulmadıkça dâima zikredilir. Bâzı nükteler, bu zikri zarurî kılar. O yerler:

1°) Teberrük,

2') Saygı (tazim),

3°) Öğünme (temeddün),

4°) Tehdîd,

5°) Tezyif,

6°) Takdir,

7°) İhtiyattır.

Şimdi her birine kısaca göz atalım:

1°) Teberrük: Allah'ın mübarek sayılan bir işinden söz edilirken yüklem zikrolunur:

—Bu âlemi kim yarattı? sorusuna:

—Bu âlemi Allah yarattı karşılığının verilmesi gibi.

2°) Saygı ( = ta'zîm) : Saygı makamında da yüklemi zikretmek âdettir. Şöyle ki, işi ehemmiyetli bulan kimse:

—Bu mühim hastahâneyi kim yaptırdı? sorusuna:

—Bu mühim hastahâneyi Yûsuf Kâmil Paşa ile Zeynep Kâmil Hanım yaptırdı karşılığını verir. Yahut:

Fuzûlî Dîvânı'nı en iyi şekilde kim şerhederdi? sorusuna:

Fuzûlî Divânî'm en iyi şekilde merhum Ali Nihâd Tarlan Bey şerhederdi karşılığında bulunuruz.

3°) Öğünme ( = temeddün) : Öğünme maksadıyla da yüklem zikredilir: Bir adamın:

—Fırtınalı, karanlık bir gecede Kopdağı'ndan yalnız başına kim

geçebilir? sorusuna:

—Ben geçebilirim karşılığında bulunması gibi.

4°) Tehdit: Meydân okuma maksadıylabâzântehdidiifâde eden yerlerde de yüklem zikrolunur:

—Öğrenciyikim ayaklandırdı? sorusuna, içlerindenbirinin «ne yapacaksan, yap bakalım!» makamında:

—Ben ayaklandırdım diye karşılık vermesi gibi.

5°) Tezyif (= küçümseme) : Çok büyük bir kusur, çok fahiş bir hatâdan bahsederken bu yola baş vurulur:

—İki kerre ikinin dört ettiğini kim bilmez?

Bizim dikkatsiz Ahmed bilmez örneğinde olduğu gibi.

6°) Takdir: Bir meziyetin takdirinde de yüklem zikredilir.

—İçlerinde kim sözünün eri çıktı sorusunun,

Hüseyin Ayan, sözünün eri çıktı suretiyle karşılanması gibi.

7°) İhtiyat için: Soruşturmalarda te'vîle yer bırakmamak için

yüklemin zikrine itinâ edilir.

—Ali'yi kim döğdü?sorusunun,

—Hasan diye karşılanması kâfi görülmez; şahidin:

—Ali'yi Hasan döğdü demesi istenir.

Not.-Nükte icâbı, yüklemin zikri gereken bu yerler, şive îcâ-bı, kaldırılması gereken yerlerdir.

3. Yüklemin Belirtili (Ma'rife) Olması

Kelimeler ve kelime grupları ya belirtili (ma'rife) ya da belirtisiz (nekre) olurlar. Has isimler, şahıs zamirleri, işaret zamirleri, işaret sıfatlarıyla kurulan tamlamalar, kendilerine nida yöneltilenler, Arapça tarif harfli kelimeler belirtili (ma'rife) sayılırlar. Bunların dışında kalan sözler ise belirtisiz (nekre) dir.

Yüklemlere arız olan hallerden biri ise, onların belirtili hâle konmasıdır. Buna «müsnedin ta'rifi» denilmiştir.

Belirtili yüklemlerde münhasırlık mânâsı vardır. Şu yollarla yapılır:

1°) Has isim veya unvan grubu olarak,

2°) Tamlama yoluyla,

3') Belirtme grubu yoluyla,

4°) Sıla yoluyla,

5°) İşaret zamiri olarak,

6°) Şahıs zamiri olarak,

Bu hallerin hepsinde de yüklem, dinleyence bilinen bir husus üzerine kurulmuştur.

1°) Yüklemin has isim veya unvan grubu olması:

Birinciye örnek: Kapıyı açan (Zehra idi) .

ikinciye örnek: Zafernâme'nin müellifi, (Ziya Paşadır) .

2°) Yüklemin tamlama olması:

Örnekler: Dr. Re'fet Yınanç, (Mükrimin Halil Bey'in yeğenidir) . Bu genç, (Faruk Memik Bey'in asistanıdır) .

3°) Yüklemin belirtme grubu olması:

Örnekler: Bu kitabı yazan (şu adamdır) .-O kitabın satıldığı yer, (bu dükkândır) .

4°) Yüklemin sıla kipinden bir kelime veya kelime grubu ol-• ması:

 Örnekler: Ahmed, (gördüğündür) .-Bu, (aradığın kitaptır) .

5°) Yüklemin işaret zamiri olması:

Örnekler: Söylediğim kalem, (şudur) .-Rauf, (budur) .

6°) Yüklemin şahıs zamîrr olması:

Örnekler: O kitabı yazan, (benim) .-Aynayı kıran, (sensin) .

Bütün bu örneklerde yüklem, belirtili hâldedir, eski terimiyle ma'rifedir.

4. Yüklemin Belirtisiz (Nekre) Olması

Kelâmda hasr mânâsı yoksa, yüklem belirtisiz hâlde bulunur. Nazîf (dindardır) .-Hasan (saygılıdır) .-Kitap (faydalıdır) .-Tütün (zararlıdır) cümlelerine ait yüklemler gibi.

Bunlar, bâzân yüceltme (tefhim), bâzân küçültme (tasgir), bâ-zân da başka mânâ ifâde ederler.

Yüceltmeye (tefhime) örnek: Hasan, (bir san'atkârdır) deriz; bundan muradımız, Hasan'm büyük bir san'atkâr olduğunu bildirmektir.

Küçültmeye (tasgire) örnek: Bu çocuğa iş sağlayacak, (bir sö-zünüzdür) deriz; bu, «küçük bir sözünüz» mânâsında kullanılmış olur.

5. Yüklemin İsim, Fiil ve Fiilimsi olması

Yüklem; isim, fiil veya fiilimsi olur, (İsim sözüyle, isim soyundan bütün kelimeleri kasdettiğimiz hatırdan çıkarılmamalıdır)

Yüklem isim olduğu takdirde devam ve sübûta, fiil olduğu takdirde yenileşmeye delâlet eder fiilimsiler de. diğer bir yüklem için kayıt olurlar.

1°Yüklemin isim olması

Yüklem isim soyundan g;elen bütün kelimelerle, bunların vücûda getirdikleri gruplara ek fiil geniş zamanının (haber edatının) ilâvesinden hâsıl olursa, isim sayılır. Böyle yüklemi hâvî cümleler de, isim cümlesi adını alır.

Bu kitabın sahibi (Ahmed'dir) .-Ali, (nâziktir) .-Vazifeniz (çalışmaktır) .-Temiz tutulan yer, (mektebin kapısıdır) cümlelerinin yüklemleri parantez içinde gösterilmiştir: Bunlar, ya isim soyundan bir kelime, ya da öyle kelimenin meydâna getirdiği terkiplerdir.

İsim cümlelerinin yüklemlerine haber denir. Haber, isnada delâlet eden bir lafzı ihtiva eder; bunun adı, haber edatı veya rabıtadır.

Haberin kendine isnâd olunduğu kelime veya kelime grubu ise, mübtedâ adını alır. Şu hâlde, bir isim cümlesi, mübtedâ ve haberden meydâna gelmektedir: Zeyneb, Abdülhak Hâmid'in bir eseridir cümlesinde «Zeyneb», mübtedâyı, geri kalan kısım da, haberi teşkil etmektedir.

Bu bilgiyi verdikten sonra, isim soyundan kelimelere göre başlıca değişikliklere göz atalım:

a) Yüklem doğrudan doğruya isim ve rabıtadan meydâna gelir: Karşıdaki şehir (Erzurum'dur) . Burada Erzurum isim,-dur rabıtadır.

b) Yüklem, unvan grubu ve rabıtadan meydâna gelir: Bu eserin bestekârı, Rauf Yekta Bey'dir. Burada Rauf Yekta Bey unvan grubu,-dir rabıtadır.

c) Yüklem, isim tamlaması ve rabıtadan meydâna gelir: Fuad diye çağırdığım, Orhan Bey'in oğlu idi. Burada Orhan Bey'in oğlu isim tamlaması, idi rabıta oluyor.

ç) Yüklem, niteleme sıfatı ve 'rabıtadan meydâna gelir: Bu ilâç, acıdır. Burada acı niteleme sıfatı,-dır rabıtadır.

d) Yüklem, belirtme sıfatı ve rabıtadan meydâna gelir: Hisseniz, (üçte birdir) . Burada üçte bir belirtme sıfatı,-dir rabıtadır.

e) Yüklem, bir sıfat fiil (participe) ve rabıtadan meydâna gelir: Milliyetçi Öğrenci, vazifesini yapandır. Buradayapansıfat-fiil,-dır rabıtadır.

f) Yüklem, bir masdar ve rabıtadan meydâna gelir: Ali'nin işi uyumak imiş. Burada uyumak masdar, imiş rabıtadır.

g) Yüklem bir bağlaç grubu ve rabıtadan meydâna gelir: Dolaştığı yerler, sinemailetiyatro imiş. Burada sinema ile tiyatro bağlaç grubu, imiş rabıtadır. Diğer bir örnek: Receb'in kazanmak istediği şeyler, şöhret ve para idi. Buradaşöhret ve parabağlaç grubu, idi rabıtadır.

Bu cins yüklemlerin çeşidini artırmak mümkirrdir. İsim soyundan bir kelime veya böyle kelimelerin teşkîl ettiği gruplarla rabıtalardan meydâna gelen yüklemler; rabıtadan önce değil kelimesi getirilmek suretiyle olumsuz (menfi = selbî) hâle konur. Eski mantık kitâblarında böyle kaziyyeler, kaziyye-i salibe diye adlandırılırdı.

2°Yüklemin fiil olması

Fiil olan yüklemlerde yenileşme ve kayıtlanma mânâsı bulunduğunu önce bildirmiştik. Yüklemi fiil olan cümlelere fiil cümlesi adı verilir. Ahmed geliyor.-Ali, yazacak.-Hüseyin, dinlemedi.-Ateş yakar cümlelerinde yüklem olan, «geliyor, yazacak, dinlemedi, yakar» kelimeleri birer fiildir.

Not.-Fiil cümlelerinin temel unsurları; özne (fail) ile etken (malûm), nâib özne (nâib-i fail) ile edilgen (meçhul) fiil olarak sıralanır. Hasan geldi birinciye, pencere açıldı ikinciye örnektir.

Fiil, zamanla kayıtlanacağı, zaman da yenileşmeyi gerektireceği için, bu çeşit yüklemlerin tecdîd ve takyîd mânâları taşıdığından söz edilmiştir. Ayrıca şart da, böyle yüklemler için bir kayıttır.

Yüklem, fiil olduğu takdirde aşağıdaki kip ve zamanlardan biriyle karşımıza çıkar:

a) Görülen geçmiş (şuhûdî mâzî=-di'li geçmiş) zaman hâlinde:

Örnek:

(Çekildik) izzet ü ikbâl ile bâb-ı Hükûmet'den

Nâmık Kemâl

b) Anlatılan, geçmiş ( = naklî mâzî=-misli geçmiş) zaman hâlinde:

Örnek:

Fransa Cumhurbaşkanı, İngiltere Kraliçesi'ne bir tebrik mesajı (yollamış) .

c) Şimdiki zaman olarak:

Örnek:

Onu kim dest-i râşe-dâriyle

(Çalıyor), perde perde (inletiyor?)

Onu kim böyle gamla (söyletiyor?)

Cenâb Şahâbeddin

d) Geniş zaman (muzârî) olarak:

Örnek:

Gah onun irtiâş-ı mestiyle

(Dolaşır) kâinât-ı nâimeyi

Bir umûmî şehîk-i tenhâî. . .

Cenâb Şahâbeddin

e) Gelecek zaman (istikbâl) hâlinde:

Örnek:

Demliyor ki: fakat lûgat-i arabiyeyi ve fârisiyeyi atalım. Meselâ gök varken semâ niçin, kalsın? Semâyı kaldırıyoruz: Semâvât, sümüv, semavî bittabi beraber (gidecek;) biraz münakkaş biraz mü-zeyyen bir cümle arasında sahari-i semâ vat, sümüvv-i cenâb, nazar-ı semavî (deyemeyeceğiz) ; göklerin kırları, öz ululuğu, gök bakışlı deyeceğiz) . Nahoş! fakat zararı yok mademki semâyı ortadan kaldırdılar, yerine bir gök dikdiler, bu büyük bir (muvaffakiyyet sayılacak), sonra hava, rüzgâr, feza, esîr, nesîm; cev; felek için birer türkçe mukabil (bulunacak), bunları hep (öğreneceğiz) .

Hâlid Ziya Uşaklıgil

f) Görülen geçmişin hikâyesi hâlinde:

Örnek:

Bir anda hatırıma yalnız, lâfızlar, evet yalnız lâfızlar için yaşadığım günler (geldi idi) . Sonra Nihad Yalnız'la Rızâ Toz'a serzenişte bulundum:. . . . . .

g) Anlatılan geçmişin hikâyesi hâlinde:

 Örnek:

Hattâ üçüncü gün mahalle mektebinin hocalığını ifâ eden İmâm Efendi bile dükkânın önünden geçerken başını kapıdan uzatıp: «Aferin Salim Hoca! yavaş yavaş attarlık mektep hocalığına dönecek galiba? Lâkin hocalıkda doğru basmalı» (demişdi) .

Hâlid Ziya Uşaklıgil

ğ) Şimdiki zamanın hikâyesi hâlinde:

Örnek:

— Bugün açız yine evlâdlarım (diyordu) peder,

Tevfik Fikret

Anlatılan geçmiş zamanın rivayeti:

Örnek:

Bu nutku, Bülent Ecevit (söylemiş imiş) .

 ı) Şimdiki zamanın rivayeti hâlinde:

 Örnek:

Behçet Efendi, Tebriz-kapısı'ndaki kahvede her akşam (hikâye söylüyor imiş) .

i) Geniş zamanın hikâyesi hâlinde:

Vaktıyla büyük bir devenin bir başı (varmış) .

Başsız deve olmaz ya, masal, neyse bütün gün

Yaz kış, bu beyinsiz, bu çürük baş

Çöl, kır, tepe, dağ, taş

Biçâreyi beyhude (sürükler) ve (yorarmış)

Tevfik Fikret

Buradaki «sürükler», sürüklermiş hükmündedir.

j) Yeterlik fiili (iktidârî fiil) hâlinde: Bu fiilin her ilci tarz geçmişi, geniş zamanı, hikâyesi, şimdiki zamanı, şartı, rivayeti yüklem olur.

Örnekler: Böyle bir vefakârlık, ancak Hüseyin Ayan'dan (sâdır olabilir) .-İnsan, böyle bir suâle cevâb ararken, Yahya Kemâl'i düşünebilirdi.-Burnum kanamasa imiş, bir nüzul tehlikesi (baş gös-terebilecekmiş) .-Napolyon da desteklese, Kafkaslar, (feth edile-bilecekmiş) .-O günlerde vefakâr olarak yalnız Sâim Oruçoğlu parmakla (gösterilebiliyordu) .-Bu hasta, şimdilik yalnız tuzsuz sebze (yiyebiliyor) . . .

k) İvedilik fiili (tacili fiil) hâlinde: (Bu fiilin bütün zaman ve kipleriyle) . Örnekler: Geliverdi, gelivermiş, geliverir, geliveriyor, geliverir, geliverebilir, gelivermeli.

l) İltizâmı fiil hâlini alır: (Çeşitli bileşik kipleri ile) .

Örnek:

İnşân odur ki, âyüıe-veş kalbi (saf ola!)

Bakî

Vücûbî fiil hâlini alır: (Çeşitli bileşik kipleri ile) .

Örnek:

İnsan, bu mevsimde İstanbul'da (bulunmalı imiş. )

n) Şart hâlinde:

Şartın, fiil içinde yer alan unsuru, âhenge göre ise veya se dir. İstek kipinde bu lâfızlar fiil kök veya gövdesini tâkîbeder. Hikâyesinde-idiyse,-idi ise, rivayetinde-imiş ise,-imişse, şimdiki zamanda-yorsa,-yor ise, gelecek zamanda-ecekse,-ecek ise, geniş zamanında,-r(ır,-ir,-ur,-ür) + ise fiil kök veya gövdesine katılır. Buradan anlaşılacaktır ki, önce zamanlar teşkil olunması sonra şart ekinin getirilmesi gerekiyor. Zaman ve şart ekleri bünyesindeki vokaller, ahenk kanununa göre değişiklik gösterir.

Şartın unsurları, sırf fiil bünyesine katılan bu eklerden ibârei değildir. Bunlar dışında şarta delâlet eden ve ifâdenin evvelinde yer alan eğer, vakta ki, ne zaman gibi lâfızlar da vardır. Şart kavramı, ekler fiile katılıp edatlar da cümlede kullanıldığı zaman tamamlanır. Bâzı hâllerde «eğer»in lafzen kaldırılması caizdir. Eğer bu akşam bizim eve şeref verirseniz, o çaydan içersiniz diyebiliriz.

Yukarıdaki örnekte de, şart, «o çaydan içersiniz» cümlesinin kaydıdır. Bu takdirde şart, bir birleşik cümle içinde yer almaktadır: Böyle cümlelerin ilk kısmına şart, ikinci kısmına ceza denir: Ni-tekim Ahmed çalışırsa, muvaffak olacaktır cümlesinin Ahmed çalışırsa kısmı şart, muvaffak olacaktır kısmı cezadır. Hikâye ve rivayeti hâriç, şart, umumiyetle geleceğe ait bir mânâ taşıyan ceza ile biter.

Vaktâ ki lafzı, cezaya kesin bir niyet mânâsı katar: Vakta ki, Rektör Bey Ankara'dan dönerse, bu iş de hallolunur.

Eski kitâblarda eğer Lâfzının, bâzân tecâhül yoluyla şartın vukuunu, niyet yerinde kullanmaktan da söz edilir: Babasının evde olduğunu bilen bir çocuğun, telefonda babasıyla konuşmak isteyen bir kimseye, eğer evde ise çağırayım demesi, bu kabildendir.

Bâzân şart, bir cezanın kaydı olarak kullanılmaktadır: Bu hâlde, bir duyguya karşılık olur: Babam gurbetten dönse. . .

Şartlı bir kelâm; hem haberi hem inşâî olabilir: Bu husus, cezanın bildirme (haber veya) dilek (inşâ) cümlesi olmasıyla taayyün eder.

Şart olan yüklem; bâzân inanmamak, imkânsızlık ifâde eden bir yerde kullanılır: Eğer Hitler dirilirse, faşizm de dünyâda görülebilir.

Bâzân şart, bir cezanın kaydı olarak kullanılmaktadır: Bu hâlde, bir duyguya karşılık olur: Babam gurbetten dönse. . .

Bir kişiye yaptığı işin, sıfatına yakışmayacağı ifâde edilirken de şart kullanılır: Eğer müslümansan, hiyleli yola baş vurma!.

Vukuu beklenmeyen hâllerden söz edilirken de, şart kipi kullanılır: Seçim günü gelsin: Eğer Ali Kara o zâta re'y verirse sana istediğini alırım.

Teşvik için kullanılır: Bu imtihanda pek iyi alırsan, sana nadide bir Fuzûlî Dîvânı hediye edeceğim.

Yan cümleciği, haber kipindeki fiillerden birinin şartıyla biten

ifâdelerde ceza geniş zamanla biterse, temel cümleye ait yüklem, aynı zamanda bir kesinlik veya dilek mânâsı kazanmış olur: Bu yılı da aranızda geçirirsem, artık emekli olurum.

Yan cümleciği şartın hikayesiyle biten cümlelerde ceza, mazeret mânâsı taşır: Hasta olmasaydım, elbet seni de ziyaret ederdim.

Cezası kaldırılmış şart cümleleri, ya dilek ya korku ifâde eder: Bizim çocuk, kazasız belâsız eve dönse, . . cümlesinde dilek, ya karşınıza bir anarşist çıkarsa. . . cümlesinde korku mânâsı vardır. Bâ-zan bir eksiklikten dolayı üzüntü de bu yolla ifâde edilir: Keşke bunları Ali Nihâd Bey'den okusaydmız. . .

Şart eki olan-se yi de bağlacı tâkîbederse, ifâdeye «rağmen» mânâsı katar: Ahmed Hâşim'in Ovid tercemesini buldumsa da, neşretmedim. Bu istidrâk mânâsını başka bir örnekle gösterelim: Kemâl Yavuz, orada ne kadar hayırlı hizmetlerde bulunduysa da kıymeti bilinemedi.

Ardarda gelen ve biri olumlu, diğeri olumsuz hâlde bulunan iki şartlı yüklemden her birini de (âhenge göre da) bağlacı tâkîbederse; cezada şartlarla rabıtasızlık mânâsı hâsıl olur: Şoför gelse de, gelmese de saatinde Fakülte'ye gideceğim.

Şart bildiren yüklem de (âhenge göre da) yahut dahî tâkîbe-der, cezadan önce de yine getirilse, şartın delâlet ettiği iş yerini bulmasa bile, cezada ifâde edilen işin yerine getirileceği anlatılmış olur: Ahmed, yoksulluk çekse de, yine tahsiline devam edecektir.

3°) Yüklemin fiilimsi olması

Başka bir kitabımızda cümle çeşitleri hakkında gerekli bilgi verildiği için, burada aynı bahse dönülmeyecektir. Fiilimsiler, her çeşit bileşik cümlelerde yan cümleciğe yüklem olurlar; temel cümleye göre de başka görevleri bulunur. Bu kitabı (okumak) vazîfeniz-dir.-(Düşünen) öğrenci sevilir.-(Akacak) kan, damarda durmaz. (Tamdık) kimseye rastladım.-(Eskimiş) elbiseler de yeni idi.-(Akar) su, kir tutmaz.-Hoca'yı (görünce) ayağa kalktılar.-Ali, (koşarak) yanıma geldi.-Bu güzel çayı (içip) gideceğim.-Ercümend Bey'i (gördükçe) Râgıb Hulûsî Bey'i hatırlarım.-Yânınıza (gelmekle) hatâ etmiş.

Yukarıdaki örneklerde, parantez içine alınan yüklemlerin her biri, birer fiilimsidir. Yan cümleciklerin temel cümleye çizdiği kayıt, onlarla tamamlanır. Bu vazifeleri, ileride aynı vazifede bulunan diğer sözlerle birlikte ayrı başlıklar altında anlatılacaktır.

6. Yüklemin yer değiştirmesi

Türkçe'de yüklemin yeri cümleciğin veya kelâmın sonudur. Söz veya yazıda bâzan bu yerin değiştirildiği de görülür. Bu, bilgisizlik yahut dikkatsizlik eseri ise, o takdirde ifâdede za'f-ı telif demlen bir fesahat hatâsı var demektir. Bâzân da kasden değiştirilir. Böyle bir hâdise, şu üç âmilden biri yüzünden kendini gösterir.

1°) Mânâ yüzünden:

Söz söyleyen, dinleyenin dikkatini her şeyden önce yüklem üzerine çekmek ister diğer kelâm unsurlarını, onun etrafında ehemmiyetsiz, gerekirse feda edilebilecek lâfız sayar. Bu hâl, bilhassa heyecana bağlı ifâdelerde göze çarpar. Bâzan zamanın ifâdeye yetersiz sayılması da buna yol açar.

— Kaç! Düşman geliyor örneğinde görüldüğü gibi.

Bâzan da, bütün cümle bir tek yüklemden ibaret olabilir; bunu mutlaka heyecana bağlamak da gerekmez: Arınenin çocuğuna uyu demesi gibi.

Maamâfih. yükleme ehemmiyet verişin en iyi örneğim Hâlid Ziya Uşaklıgil'in Sadâ-yı İncil adlı yazısında yer alan Mukaddes Kitaba ait şu satırlarda görüyoruz:

«Aziz ve mes'ûddur), onlar ki şefîk ve rahimdirler, çünki dünyâya onlar sâhib olacaklardır. (Aziz ve mes'ûddur) onlar ki ağlar, çünkü tesliyet bulacaklardır. (Aziz ve mes'ûddur) onlar ki hakkaniyete atş ü cû taşırlar, çünki tatmin edileceklerdir. (Azîz ve mes'ûddur) onlar ki re'fetle muttasıldırlar, çünki onlar vâsıl-ı rahmet olacaklardır. (Azîz ve mes'ûddur) onlar ki sulh ü seleme sâlikdir, çünki onlar Allah'a kavuşacaklardır.

2°) Nazım tekniği yüzünden:

Manzumelerde vezin veya kafiye zarureti, çok zaman yüklemin yer değiştirmesine yol açmıştır. Bu, tabîî sayılır. Herhangi bir manzumede, söz dizimi kaidelerine aykın olarak yer almış yüklemleri parantez içinde gösterelim:

Kahkaha-i Ye's

Bâd-ı nâlân-ı hazan giryeli ıslıklarla

(Ötüyor) çırpınarak camlara hırçın hırçın;

O tekâzâ-yı buruşanla, o çığlıklarla

Dalgalar bir canavar sanki kudurmuş, çılgın. . .

Başka ses yok, bütün eb'ad-ı sükûn-perver-i leyl

 Hep onun aks-i hurûşiyle gaıik-ı vâveyl;

Hep karanlık. . . Bu telâtum-geh-i baran ü zalâm

(Ediyor) kalbe karanlık, acı şeyler ilham:

Sanki dünyâ batacak, sanki kıyamet. . . Heyhat,

 Böyle hep korkulu rü'yâ (doludur) hâb-ı hayât

Sonra, bir mevc-i tebessüm ufacık bir leme'ân

(Etdirir) leyle-i ruhumda seherler galeyan. . .

(Çarpın), ey bâd-ı hazan camlara hırçın hırçın,

Bir hakâretli sükût işte hep ıslıklarına;

(Kudur), ey lücce-i zulmet mütehevvir, çılgın,

(Gülerim) kahkaha-i ye's ile çığlıklarına!

Tevfik Fikret

3°) Üslûp yüzünden:

Bilhassa Edebiyât-ı cedîde'den sonra, birbirini tâkîbeden cümlelerde yeknesaklığı önlemek için, baş vurulan çeşitli yollar arasında cümle erkânının, bu arada yüklemin yerini değiştirmek de de-nenmiştir.

Hüseyin Câhid Ya için'm Hayât-ı hakikîye sahneleri adlı eserinde yer alan Küçük kız yazısının, sonuna doğru şu satırlarla karşılaşıyoruz:

Bu bîçâre çocuğa acıdığımı duyan refikim:

— Yâ biz, dedi, bize kim acısın? Bizimle bu zavallı çocuk arasında ne fark görüyorsun.

Pek doğru. Acıyabilmek için acınmağa muhtaç olmak iktizâ eder.

Burada dedi yükleminin söz dizimi kaidesine uygun yeri, cümlenin sonu idi; hâlbuki bu kelime cümlenin başında yer almıştır.

İkinci Cihan Savaşı'ndan sonra, edebiyatta da çeşitli kayıtların dışına çıkmak isteyen bir nesil peyda olmuş, cümle öğeleri arasındaki yer değiştirmelerle göze çarpmak istemişlerdir. Hattâ bu öğelerin yerine göre kurallı cümle, devrik cümle diye bir cümle sınıflandırılması meydâna gelmiştir. Bu işi, günümüzde sohbet çerçevesine girecek yazılarıyla ölçülü olarak yürüten bâzı kalem sahipleri vardır; kısa bir örnek verdikten sonra izahımıza devam edelim; Melih Cevdet Anday'ın Aşmak adlı yazısında şu satırlarla karşılaşıyoruz:

. . . Hiç unutmam, yazar (küçümsediydi) o gün Tonguç'u, «çünkü» (dediydi) «Tonguç, yeni bir eğitim yöntemi bulmuş değil, olsa olsa, batıdaki büyük eğitimcilerin bulduğu yöntemleri buraya getirmiş, ben böylesine büyük adam diyemem». Türkçe söz diziminin tabîî yürüyüşü, küçümsediydi yüklemini, Tonguç'u nesnesinden, dediydi yüklemini de cümlenin geri kalan kısmından sonra getirmeyi gerektirir yazar bu yeri değiştirmiştir. Burada yabancı, husûsiyle fransız sentaksından gelen bir yön vardır, oncak bu, okuyucuyu fzzla yadırgatmadan, türkçe konuşma dili ihmalkârlığı havasına bulundurulmuştur.

Fakat ilim yazılarının bu çeşit ihmalkârlığa asla tahammülü yoktur. Radyo sohbetlerinde bâzan devrim cümlelerin ardarda sıralandığını görüyoruz; zaman zaman da, geleneğe en çok bağlı olduğu sanılan gazetelerde bu çeşit yazılara rastlıyoruz: Bu da üslûp için kâidesizlikte bir yeknesaklıktır. Yukarıda îzâh ettik, garabet kelimeye ait bir fesahat kusurudur; eskiler bir nükteye bağlı olmayan devrik cümle ile karşıiaşsa idiler bir de kelâmda garâbet'ten söz ederler, örnekleri arasında bu cümle türünü gösterirlerdi.

Ancak şu noktayı kat'î olarak belirtelim ki, meânî ilmi, nazım zaruretleri dışında yüklemin yer değiştirmesini tecviz etmez.

7. Yüklemin pekiştirilmesi, nitelenmesi

Yüklem, aşağıdaki yollardan biriyle pekiştirilir:

a) Kendisinden sonra öze dönüşlü zamir getirilmek suretiyle: Kararnameyi imzalayan Rektördür cümlesinde yüklem, Rektör'ün kendisidir şekline sokularak pekiştirilir.

b) Ayn-ı kelimesine muzaf kılınmak suretiyle: Bu takdirde, Beyânınız hakikattir cümlesindeki yüklem ayn-ı hakikattir hâlini alır.

c) «Yânî» bağlacını kullanıp tefsir yoluna baş vurmak sûretiyle: Bunu böyle şerheden hocamızdır yânî Ali Nihâd Bey'dir örneğinde görüldüğü gibi.

ç) Yanında bedelini zikretmek suretiyle:

Bu elbiseyi beğenen, kızımdır yerine kızım Bânû Çiçek'tir dememiz kabilinden.

d) Yüklem, basit veya bileşik sıfatlarla nitelenir:

Fakrımla ben de (zâ'ir-i zî-ibtisâr idim)

Recâî-zâde Ekrem

Gerek pekiştirilmiş, gerekse nitelenmiş hâlde bulunsun, birden ziyâde kelimeden teşekkül eden yüklemler, yüklem grubu adını alır.