Geri

   

 

 

İleri

 

BİRİNCİKİTAP

Birinci Bölüm

Belâgat

Lûgatta belega ( . . . ) kökünden, «ulaştı, nihayete erdi, idrâk etti, kâfi geldi, idare etti, te'kîdde son hadde vardı, aksâ-yı muradına yetti» mânâlarını ifâde eder. Hastalık hakkında kullanıldığı zaman, «şiddetlendi, arttı», hurma ve benzeri ağaçlar hakkında kullanıldığı zaman «meyve verme zamanı geldi» demektir. Ayrıca kelimede «tamamlanma» fikri vardır.

Bâlega ( . . . . ) ise, «bir işin eksiksiz yapılışını» ifâde eder. Lügat kitaplarının ortak olarak ısrar ettikleri kavram «ulaşma»dır. El-belîg ( . . . . ), sözü ise kalbinin sırlarını ve «aksâ-yı murâdını» ifâde edebilecek güçte (fasih) » karşılığıdır. Kur'ân el-belâgu'l-mübîn ( . . . . . . . . . . ) 'dir.

Belâgat; terim olarak, her şeyden önce maânî (kelâmın muktezây-ı hâle uygunluğunu sağlama), beyân (en açık bir şekilde ifâde), bedi' (kelâmı süsleme) ve «tevâbi'»ini içine alan bir ilmin adıdır. Bu ilim ile söz (kelâm) ün kısımlarından sahîh olanını «ihtiyar» edebilme melekesi kazanılır. Sözün belîg olabilmesi için delâletin açıklığı, söz yerinin gözetilmesi, uygun işaret şarttır. Esasen böyle kelâm; kısa, kolay ve mânâca zengin olur.

Fahreddin Râzî'ye göre be'lâgat, söz sahibinin kalbinde olan mânânın «künh»ünü (özünü), ona halel verici «icaz» ve usandırıcı uzatmadan sakınmak şartıyla ifâdeden ibarettir. Belâgatin Türkiye'de tekrarlanan tarifi, kelâmın «fasîh» olmak şartıyla hâlin muktezâsına (durumun gereğine) uymasıdır. «Hâl»den maksat, kelâmın söylen-

21

meşini gerektiren husûsî sebeptir; «hâlin muktezâsı» ise, bu «mûteber» hususiyetin icâplarıdır. Bunlar dinleyici veya okuyucunun zihnî durumuyla yakından ilgilidir. Hâl, bâzân gerçeğin ifâdesini; bâzân «te'kîdi», bâzân müsnedün-ileyh veya müsnedden birinin hazfını (kaldırmasını) gerektirir.

İslâmî telâkkide, kelâma ait belâgatin iki yönü vardır:

a. Yüce yön (taraf-ı 'âlâ) .

b. Aşağı yön (taraf-ı esfel) .

Bunlardan birincisi belâgat derecelerinin sonu olan îcâ?. mer-tebesidir. Beyancılara göre, îcâz, bir kelâmın belâgatte inşân gücünden dışarı çıkıp kişiyi muhalefette veya örneğini meydâna getirmekte âciz kalmak mertebesine yükseltmesidir. Bu itibârla belâgat ilminin ihtiva ettiği kaidelere tamamen riâyet eden kimse, «velev aksar suver-i Kur'âniyye mıkdârı olsun» sözünü icaz mertebesine ulaştıramaz. Zîrâ belâgat ilmi, ancak muayyen bir hâlin gerektirdiği itibârı «ta'yîn ve tefhîm»i kâfildir. Ama «ahvâlin aded ve kemmiyyetine ve şiddet ü za'afda keyfiyyeüne bi-hasbel-makâmât îtibârâta riâyet ıttıla' ve ma'rifet», belâgat ilminin dışındadır. Bu, gayıpların bilicisi, Allah'ın ilmidir. O yüzden beşer, «taarf-ı a'lâ'-da veya taraf-ı 'âlâ yakınında» olan «ednâ bir belîg» söz söyleyemez.

Aşağı yön (taraf-ı esfel), inşâna hastır: Bir söz ondan bir derece aşağı indirilirse, nahiv yönünden sahih de olsa, belâgatçiler indinde «asıl murâd üzre» fazla olan letafet ve hassalarına bakılmaksızın ittifakla yer ve mahreçlerinden çıkan hayvan seslerine katılmış sayılır. Şu hâlde, İslâm belâgatçilerine göre, mutlak belâgat, ancak Kur'ân'a mahsûstur. Ayrıca, belâgetten mahrum kelâm da, insanî sayılmaya lâyık değildir.

Eskilerce, fesâhat ve hâlin muktezâsına riâyet belâgatin «zât» ma aittir; bunlardan sonra gelen bedîî tezyinat, «araz»la ilgilidir. Belâgatı, ilimlerin en üstünü sayanlar bulunduğu gibi yalnız içine girdiği ilimler zümresi arasında üstünlüğünü kabul edenler de olmuştur.

Belâgat, Cahiliye devri Arap edebiyatında hayli gelişmiş durumdaydı. Fakat bunun ilimleştirilmesi islâm'dan sonra gerçekleşti. Kur'ân aynı zamanda bir Belâgat ölçüsü olarak da usûl, misâl ve kaideler kaynağıydı. Öte yandan Kur'ân'ı anlama gayretleri ve hu-

22

sûsiyle tefsir ilmi çerçevesinde, belâgat çalışmalarına büyük hız verildi: Zemahşerî'nin bir tefsir kitabı olan Keşşaf’ı, bu çalışmaların önde gelen mahsûlüdür. Aynı müellif, Esâsü'l-belâga adlı büyük lügatiyle bu İlmin bütün kapılarını açmıştır. Bir ilim olarak belâgati işleyen ilk eserler, İbn Mâlik'in Ravdu'l-ezhân'ı ile Misbah'ıdır. Bu ilmi bütün kısımlarıyla birlikte ilk defa sistemleştiren Arap dilinin değerli bilgini, büyük Türk dilcisi Sirâceddin Sekkâkî'dir. O'nun Miftâhü'1-ulûm adlı eserinin üçüncü kısmı belâgata ayrılmıştı.

Bu eser, Celâleddin Muhammed bin Abdurrahmânü'l-Kazvinî el-Hâtib be-câmi'-i Dımışk tarafından Telhîsü'l-Miftâh adıyla kısaltılmıştır. Bu eserin bir çok şerhleri vardır. Ayrıca el-Süyûtî, sözü geçen eseri nazmen de kaleme almıştır. Belâgat mevzuunda diğer mühim kitap, Mes'ûd bin Ömerü'l-Kâdîü't-Teftazani tarafından yazılan Mutavvel adlı şerhdir. Telhis ile Mutavvel; ecdâdı, Rama-zanoğulları'na varan «Adana hanedanından» Abdünnafî Efendi tarafından türkçe'ye çevrilmiştir; En-nef'ül-mu'avvel fi-tercemeti't-Telhîs ve'l-Mutavvel adını taşıyan bu eser, istanbul'da basılmıştır. (Matbaa-i âmire, H. 1290) .

Türkiye'de belâgat, uzun müddet Arap diline has bir ilim sayılmış, Sultân II. Mahmûd zamanında türkçe'nin de bir belâgati olacağı düşüncesi kendini göstermeye başlamış, ancak bu fikir, tatbik imkânı için Ahmed Cevdet Paşa'nm gelmesini beklemiştir. (Bk. Belâgat-i Osmaniye) .

Belâgat, Avrupa dillerinde temelini hitabette bulan rhetorique sözüyle karşılanmıştır. İlk defa Eflâtun'da rastlanan bu kelime, so-fistlerce müdâfaa edilen bir ikna tarzına ad olmuş, zamanla mektubu da şümulüne almış, süslü üslûp kazanmanın yollarına yönelmiş, münâkaşalara zemin hazırlanmıştır. Aristo, Rhetorique adını taşıyan bir eser meydâna getirdikten sonra, belâgat, skolastik ehemmiyeti artan bir disiplin hâlini almıştır. XIII. yüzyıldan itibaren Avrupa'ya yayılmaya başlamış, XIX. yüzyılda ehemmiyetini kaybetmiştir. 1836'da Journal de l'Instuction Publique'te çıkan bir yazıda, «Üniversitenin desteği olmasa, belâgatın hemen o gün öleceği bildirilmişti. Fakat «sözü geçen disiplin» bugün yeniden bir rağbet kazanmıştır. Bu itibâr iadesinde Tzvetan Todorov, A. Khi-bebi Varga, Jacques Lacan, G. Çenette ve bir marksist filozof olan Henri Lefebvre'e ait çalışmaların büyük te'siri vardır. 1964'te Ro-

23

land Barthes, dilin yapısı ile ilgili terimlerde, bclâgatin yeniden düşünülebileceğini ileri sürmüş ve ficole Pratique deş Hautes Etudes'de o yılki derslerini Aristo Rhetorique'nin tahliline tahsis etmiştir.

Doğu belâgatiyle batı rhetorique'i arasında konu bakımından büyük geçişler, benzeşmeler olmakla beraber, tasnîf ve ayrıntıda bâzı farklılıklar göze çarpar.

24