8. Evlere Girmek İçin İzin İstemek Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur: "Ey îman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere sahiblerinden izin almadan ve onlara selâm vermeden girmeyiniz."[45] Yine Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur: "Sizden olma çocuklar da bulûğ çağına erince, onlardan öncekilerin (büyüklerin) izin istemeleri gibi (odalarınıza girmek için) izin İstesinler."[46] 651- Ebû Mûsa el-Eş'arî'den (radıyallahü anh) yapılan rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “(Evlere girmek için) izin istemek üçtür. Eğer sana izin verilirse (girersin), değilse dön."[47] 652- Sehl ibn Sa'd'dan (radıyallahü anh) yapılan rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İzin istemek, (harama bakılmasın diye) göz için meşru kılınmıştır. "[48] Biz, çok yönlü rivâyetlerden dolayı izin istemeyi üç kez olarak kaydettik. Sünnet olan, (bir eve gidildiği zaman) önce selâm vermek sonra evin içindekileri görmeyecek şekilde kapıda beklemektir. Şöyle yapılır: Esselâmu Aleyküm. Gireyim mi? Ona cevab veren bir kimse olmazsa, bu sözü ikinci ve üçüncü kez söyler. Yine cevab veren yoksa döner gider. 653- Sahîh bir isnadla Tabi'in büyüklerinden Rib'î ibn Hiraş'dan rivâyet ettik. O şöyle demiştir: Bize Âmir oğullarından bir adam anlattı ki, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem evde iken (eve girmek için) kendisi izin istedi ve dedi: Gireyim mi? Bunun üzerine Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem hizmetçisine emretti: "Çık, şu adama izin istemesini öğret. Ona deki: Esselâmu Aleyküm gireyim mi? söyle. Adam bunu işitti de: Esselâmu Aleyküm, gireyim mi? dedi. Peygamber de ona izin verdi. Adam içeri girdi."[49] 654- Sahabî olan Kelde ibn Hanbel'den (radıyallahü anh) yapılan rivâyetde o şöyle anlatmıştır: "Peygamber sallallahü aleyhi ve selleme vardım ve selâm vermeden içeri girdim. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem: Geri dön ve şöyle söyle: Selâmun aleyküm, gireyim mi?" buyurdu[50] Ben derim ki, bu anlattığımız selâmın izin istemekten daha önce olması Sahîh olan sözdür. el-Mâverdi bu konuda üç şekil anlatmıştır. Birincisi bu anlattığımız şekildir. İkincisi, izin istemeyi selâmdan önce yapmaktır. Üçüncüsü, adamın arzusuna göredir. Eğer izin isteyen kimse eve girmeden önce ev sahibini görmüş olursa, önce selâm verir. Eğer görmemişse, önce izin ister. Bir kimse üç kez izin ister de ona izin verilmezse ve o kimse sesini duyuramadığını sanarsa, üçten ziyade olarak izin ister mi? İmâm Ebû Bekir ibnu'l-Arabî el-Mâlikî bu konuda üç görüş anlatır: Birincisi tekrar izin ister, İkincisi izin istemeyi tekrarlamaz. Üçüncüsü, eğer daha önce anlatılan izin isteme sözü ile izin işlenmişse, onu tekrarlamaz. Fakat başka bir ifade ile izin istemiş ise, buna ilâveten tekrar izin ister. Sonra demiştir ki, hiç bir hâlde izin istemeyi üçten fazla olarak tekrarlamaz. İşte onun söylediği ve doğru kabul ettiği bu söz, sünnet olan uygulamanın gereğidir. Doğrusunu Allah bilir. Selâm vererek yahut kapıyı çalarak bir insandan izin istendiği zaman, ona: Sen kimsin? denilince, kendisini tanıtacak şekilde, ben falan oğlu falanım yahut falancanın falanıyım yahut şu isimle tanınanım demesi uygundur. Tam bir şekilde buna uygun sözlerle kendini tanıtır. Benim, hizmetçisiyim, gençlerden biriyim, dostlardan biriyim yahut bunlara benzer sözlerle cevab vermek mekruhtur. 655- Meşhur İsrâ hadisinde rivâyetimize göre, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Sonra Cibril beni (arza) en yakın semaya yükseltti. Sonra kapının açılmasını istedi. Kim bu (gelen)? denildi. (Cevab verip) Cibril, dedi. Berabeberinde kim var? denildi. Muhammed, dedi. Sonra beni ikinci, üçüncü ve diğer göklere çıkardı. Göğün her kapısında: Bu kimdir? deniliyor ve o da (cevab olarak) Cibril, diyordu"[51] 656- Ebû Mâsa'dan rivâyet edildiğine göre Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem (Küba'da) bostan kuyusu üzerine oturunca, Ebû Bekir gelip (bostan kapısından içeri girmek için) izin istedi. Peygamber kim o? dedi. Ebû Bekir, cevabını verdi. Sonra Ömer gelip izin istedi: Kim o? dedi. Ömer, dedi. Sonra Osmân gelip aynı şekilde izin istedi.[52] 657- Câbir'den (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre o şöyle anlatmıştır: “Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e gittim de kapıyı çaldım. Peygamber: Kim o? dedi. (Ben cevab olarak) ben, dedim. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) cevabımdan hoşlanmaz bir hâl ile: Ben, ben. Dedi."[53] Muhataba kendini tanıtmak isteyen kimse eğer unvanından başka bir isimle tamtamıyacaksa, unvanında büyüklük ifadesi olsa bile onunla kendini vasıfîayarak tanıtmasında bir sakınca yoktur. Künyesi ile kendini tanıtır. Yahut ben falan müftiyim, ben kadıyım, ben falan şeyhim yahut bunlara benzer sözler söyler. 658- Ebû Tâlib'in kızı Ümmühânî'den (radıyallahü anha) (meşhur olan ismi Fahite'dir. Fatıma veya Hind olduğu da söylenir.) rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir: “Ben Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e gittim. O yıkanıyordu. Fâtımada onu'perdeleyip örtüyordu. Bu (gelen kadın) kimdir? Ben, Ümmühânî'yim, dedim.[54] 659- Ebû Zer'den (radıyallahü anh), isminin Cündüb yahut (berr sözünün tasgiri) Büreyr olduğu söylenir. O şöyle anlatmıştır: Gecelerden bir gece (evden dışarı) çıktım. Bir de baktım ki, Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem yalnız başına yürüyor. Ben ayın gölgesinde yürümeye başladım. Peygamber dönüp beni gördü. Kim bu? dedi. Ebû Zer, dedim.[55] 660- Ebû Katâde el-Haris ibn Rib'i'den (radıyallahü anh) rivâyet edilen Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in bir çok mucizelerini ve ilim çeşitlerini toplayıp bir araya getiren (Midaa = su kabı) olayı ile ilgili hadisde Ebû Katâde anlatmıştır: “(Peygamberle bir gece yolculuğunda giderken o deve üzerinde uykuya dalmıştı. Bîr kaç defa düşecek gibi yana sarkmış ve onu uyandırmadan doğrultmuştum. Nihâyet) Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem başını kaldırıp: Kim bu? dedi. Ebû Katâde, dedim."[56] Derim ki, bunun örnekleri çoktur. İhtiyaç duyulduğu zaman övünmek kasdi olmaksızın böyle künye ile kendini tanıtmakta bir sakınca yoktur. (Katâde'nin rivâyet ettiği bu Hadis-i şerif uzundur. Müslim: Cild 1. sayı 681. sayfa 472 bakılsın.) 661- Ebû Hüreyre'den rivâyet edilmiştir. (Ebû Hüreyre'nin adı, Abdurrahman'dır. Sahîh olan rivâyette babası Sahr'dır.) O şöyle anlatmıştır: “Dedim ki, yâ Resûlellah! Allah'a duâ et de, Ebû Hüreyre'nin annesine hidâyet versin." Sonra şöyle deyinceye kadar olayı anlattı: “Nihâyet (peygambere) dönüp dedim ki: Yâ Resûlellah, gerçekten Allah senin duâm kabul etti ve Ebû Hüreyre'nin annesine hidâyet ihsan etti.[57] (Asıl ismi olan Abdurrahmân sözü yerine künyesi olan Ebû Hüreyre lâfzını kullanarak tanıtım yapmıştır. Bu da işin cevazına bir delildir). |