7. Selâmın Edebleri Ve Meseleleri 648- Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh) yapılan rivâyetde o demiştir ki Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Binici yaya yürüyene, yürüyen oturana ve azlık çokluğa selâm verir." Buhârî'nin bir rivâyeti de şöyle: “Küçük büyüğe, yürüyen oturana ve azlık çokluğa selâm verir."[42] Mezheb âlimlerimiz ve başkaları demişlerdir ki, bu söylenen şekilde selâm vermek sünnettir. Eğer buna aykırı olarak yaya yürüyen biniciye yahut oturan bunlardan birine selâm vermiş olsa mekruh olmaz. İmâm Ebû Sa'd el-Mütevelli ve ondan başkası bunu böyle açıklamışlardır. Bu esas üzere, çoğunluğun az kimselere ve büyüğün küçüğe önce selâm vermesi mekruh olmaz. Ancak başkasının hak kazandığı selâm işini bir terk olur. bu selâmla ilgili edeb, iki kişinin yolda karşılaşmasında olur. Fakat bir adam oturmakta olanın yahut ayakta bulunanın yanına varırsa, her hâlde o gelen kimse önce selâm verir. İster oturan küçük olsun yahut büyük olsun, az olsun yahut çok olsun. Kadılar kadısı bu ikinci şekle Sünnet ve öncekine edeb demiş ve faziletini sünnetten düşük saymıştır. Mütevelli demiştir: Bir kimse bir topluma rasgelir de onlar içinden özel olarak bazı kimseleri kasdederek selâm verirse mekruh olur. Çünkü selâmdan maksad yakınlık ve tanışıklık kurmaktır. Halbuki bir kısmını ayırmakta diğerlerine yabancılık göstermek var. Onun için düşmanlığa sebeb olabilir. Bir insan çarşılarda yahut insanların dolaştığı kalabalık sokak ve benzeri yerlerde yürüdüğü ve çok kimselerle karşılaştığı zaman, Kadılar kadısı el-Maverdi demiştir ki, buralarda selâm bazı kimselere verilir, diğerlerine verilmez. Çünkü her karşılanan kimseye selâm verilse, iş görmek için boş bir zaman bulunamaz, âdetin dışına çıkılmış olur. Bu selâmla iki şey kasd edilir: Ya sevgi kazanmak, ya da nefreti kaldırmak. el-Mütevelli demiştir: Bir topluluk bir adama selâm verir de o adam onlara: “Ve Aleykümüsselâm" derse ve hepsine bununla cevab kasdederse, bütününe vereceği selâm farziyeti ondan düşer. Nitekim bir adam bir anda mevcut cenazelerin namazını kılsa, farziyet hepsinden düşer. el-Maverdi demiştir: Bir kişinin selâmı bütününe ulaşacak kadar az bir kalabalığa bir insan selâm verecek olsa, tümüne karşı yalnız birine selâm verir. Ziyade olarak ondan başkasına selâm edeb olur. O toplumun içinden de bir kişinin selâma cevab vermesi kâfidir. Birden fazla kimse cevablarsa edeb olur. Bir kişinin selâmı hepsine ulaşamayacak kadar kalabalık bir cemaat olursa, cami ve toplantı meclisleri gibi, o zaman selâmın sünneti, ilk meclise girip de insanları gören kişinin önce selâm vermesidir. Böylece bütün işitenler hakkında selâm sünnetini yerin getirmiş olur. Selâm sözünü işitenler için onu cevablama kifaye yolu ile farz olur ki, bunlardan birinin cevablaması diğerlerinden farziyeti düşürür. Selâm verdiklerinin arasında oturmak isterse, geri kalan selâmı duymamışlara selâm vermek sünnetinin sorumluluğu ondan düşer. Önceki selâmını duymamış olanlar arasına girip oturmak isterse, bunda âlimlerimize göre iki şekil vardır; birincisi: Bunların arkadaşlarına daha önce selâm verildiğinden, bunlara selâm verme sünneti yapılmıştır. Çünkü bunlar bir topluluktur. Eğer bunlara da selâm tekrarlanırsa edeb olur. Bu esasa göre mescid halkından hangisi selâma cevab verirse, bütününde farziyet sorumluluğu düşer. İkinci şekil: İnsan toplum arasına girip oturmak istediği zaman önceki selâmını ulaştıramadığı kimseler hakkında selâmın sünnet sorumluluğu üzerinde kalır. Bu esasa göre sonrakilerin selâmı cevablamaları ile öncekiler üzerinden selâmı cevablama sorumluluğu düşmez. Onların da selâma karşılık vermeleri gerekir. Kişinin Kendi Evine Selâmla Girmesi: Evinde kimse olmasa bile, insan eve girince selâm vermesi müstehab olur. Evde kimse yoksa şöyle demelidir: "Esselâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi's-sâlihîn." "Selâm bizim ve Allah'ın salih kulları üzerine olsun." Biz kitabın başında, insan evine girince ne söyleyeceğini açıklamıştık. Yine mescide ve içinde kimse bulunmayan başkasına ait bir eve girdiği zaman selâm vermek ve şöyle demek müstehab olur: "Esselâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi's-sâlihîne. Esselâmu aleyküm ehle’l-beyti ve rahmetullâhi ve berekâtühû." "Selâm bizim üzerimize ve Allah'ın salih kulları üzerine olsun. Selâm üzerinize olsun. Allah'ın rahmeti ve bereketleri de üzerinize olsun, ey ev halkı!...)" Bir Yerden Ayrılırken Selâmlaşmak: Bir toplum içinde oturmakta olan bir adam kalkıp onlardan ayrılmak istediği zaman sünnet olan onlara selâm vermektir. 649- Ebû Hüreyre'den yapılan (radıyallahü anh) rivâyete göre demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Sizden biriniz toplu bir yere vardığı zaman selâm versin. Kalkmak istediği zaman da selâm versin. Önceki selâm sonraki selâmından daha faziletli değildir. "[43] Tirmizî demiştir ki, bu hasen bir hadistir. Derim ki, bu hadisin ifadesinden anlaşıldığına göre, cemaat içinden kalkıp da ayrılmak üzere selâm verenin selâmını cevablamak cemaata vâcib olur. İki İmâm el-Kadî Hüseyin ve arkadaşı Ebû Sa'd el-Mütevelli demişlerdir: Bir toplumdan ayrılırken selâm vermek âdet haline gelmiştir. Bu bir Duâdır; buna cevab vermek müstehabdir, farz değildir. Selamlaşma ancak karşılaşma zamanında olur, ayrılma zamanında değil. Bu hüküm her ikisinin sözüdür. Mezheb âlimlerimizden sonuncusu olan İmâm el-Şaşi, bunların sözünü kabul etmemiştir. Demiştir ki, bu yanlıştır. Çünkü Selâm, ayrılma zamanında da sünnettir, meclise oturma hâlinde sünnet olduğu gibi... Buna dair zikri geçen hadis vardır. İşte el-Şaşi'nin dediği bu söz doğru olandır. Bir insan verdiği selâmı cevablamayacağını anladığı bir kimseye raslarsa, selâmı cevablamayışı ister kibrinden, ister önemsemeyişinden, ister başka bir sebebten olsun, uygun olan bu zandan dolayı selâmı terk etmemektir, selâm vermektir. Çünkü selâm vermek emredilen bir iştir. Uğrayan adam, selâm vermeye memurdur, selâmın cevabını temin etmeye memur değildir. Bununla beraber uğranılan adam hakkında yanlış düşünce beslenebilir ve selâmım cevabladığı görülür. Amma bu konuda delili bulunmayanın şu sözüne gelince: Selâmı cevablamayacak olan kimseye selâm vermek, onun günah işlemesine sebeb olur. Çünkü selâmı almak farzdır, bu farzı terk etmesine ve böylece günahkâr olmasına sebebiyet verilmiş olur. Bu söz açık bir cehalet ve anlayışsızlıktır. Çünkü dinen yapılması emredilen işler, bu gibi hayallerle sorumluların üzerinden düşmez. Eğer bu bozuk hayallere bakacak olursak, bilmemezlik yüzünden kötülük yapan kimselere dokunmamamız gerekir. Çünkü sanırız ki, sözümüzle onlar kötülüğü bırakmazlar. İkazlarımızla ve çirkin şeyleri göstermemizle onlardan ayrılmayacakları için onların günahına sebeb meydana gelir. Şübhe yoktur ki, bu gibi düşüncelerle kötülüklere karşı çıkmayı bırakamayız. Bu örneğin benzerleri çoktur ve bilinen şeylerdir. Allah en iyisini bilir. Bir kimse, bir adama selâm verir ve selâmını ona duyurursa ve selâma cevab verme şardları da adamda bulunduğu hâlde selâmı cevablamazsa, selâm veren kimse hakkını ona helâl etmek üzere şöyle söylemelidir ki, bu müstehabdır: Selâmı cevablama işinde hakkımı bağışladım, yahut selâmdan dolayı, hakkımı helâl ettim, benzeri söz söyler. Bu sözleri söylemekle ondan bu insanın hakkı düşer. Allah en iyisini bilendir. 650- Sahabî Abdurrahmân ibn Şibl'den (radıyallahü anh) yapılan rivâyet de demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Selâma karşılık veren ona (cevabına) hak kazanmıştır. Karşılık vermeyen kimse bizden değildir."[44] Bir kimse bir adama selâm verir de ondan karşılık almazsa ona tatlı bir ifade ile şöyle demesi müstehabdır: Verilen selâmı cevablamak farzdır. Senden farziyet sorumluluğunun düşmesi için selâmımı cevablamak sana gerekir. Allah en yisini bilendir. |