Geri

   

 

 

İleri

 

4. (Namazda) Taavvüzden Sonra Kur’ân Okumak

Gerek bizim (Şâfi’î) mezhebimizde ve gerekse diğer mezheblerde, namazda Kur’ân okumak, açık ve kesin delillerle ittifak üzere farzdır. Ayrıca Fâtiha'yı okumaya gücü yetenin de Fâtiha'yı okuması, mezhebimizde farzdır. (Hanefî'lerde vâcibdir).

115- Sahîh olan hadîsle sabittir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Kendisinde Kur’ân'ın Fâtiha'sı okunmayan bir namaz, yeterli değildir."[5]

116- Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şöyle rivâyet olunmuştur:

"Fâtiha'sız namaz olmaz"[6] Bismillâhirrahmânirrahîm'i okumak da farzdır; çünkü Fâtiha'nın başından tam bir âyettir. (Hanefî mezhebinde, Fâtiha'dan bir âyet olmadığı için ve teberrüken bulunduğu için okunması sünnettir). Yine Fâtiha sûresini, mevcut ondört şeddenin hepsi ile okumak vâcibdir. Bunların üçü besmelededir, diğerleri de sonraki âyetlerdedir. Eğer namaz kılan kimse, bu şeddelerden birini terk ederse, okuyuşu bâtıl olur. Bir de âyetleri sıra ile ve fasılasız okumak icab eder. Eğer sıra bozulur yahut fasıla verilirse, kıraat sahîh olmaz. Ancak nefes alacak kadar sükût etmek özür sayılır, zarar vermez.

İmâma uyan kimse, okumakta olduğu Fâtiha esnasında imâm ile tilâvet secdesi yapsa, yahut imâmın âmîn sözünü işiterek kendisi de "âmîn" dese, imâmın okuduğu âyetler gereği oiarak Allah'dan rahmet dilese veya rahmet istese, iki görüşten sahîh olan görüşe göre kıraati bozulmaz; çünkü bunlar özür sayılır. (Bu hükümler de Şâfi’î mezhebine göredir. Hanefîler için bahis konusu değildir. Çünkü imâma uyanlar, hanefî mezhebinde, Fâtiha okumadıkları gibi kıraat da yapmazlar.)

Fâtiha'yı okurken, mânâyı bozacak ve değiştirecek şekilde i'rab hatası yapan kimsenin namazı bâtıl olur. Eğer mânâ değişmiyorsa, okuyuşu sahîh olur. Mânâyı değiştiren okuyuş:

“En'amte" kelimesi "en'amtü" şeklinde tâ'nın zammesi ile okunursa "sen nimet verdin" değişerek "ben nimet verdim" olur.

Yahut "En'amte" tâ harfinin fethası değiştirilerek "En'amti" bu harfin kesresi ile okunursa, mana hanıma hitab olarak bozulur.

Yine "iyyâke na'büdü" ancak sana ibâdet ederiz, manası, kâf harfinin kesri ile "iyyâki na'büdü" şeklinde okunmakla, kadına hitab manasına dönerek, asıl mana değişmiş olur.

Manayı değiştirmeyen okuyuş:

"Rabbil'âlemîn" sözünü, "Rabbürâlemîn" veya "Rabbel'âlemm" olarak okumak. Yahut "Neste'înü"yü, "Neste'îne" yahut "Nesta'îni" şeklinde okumak.

Bir kimse, öğrenmeye çalıştıktan sonra «dad'' harfini telâffuz etmekten aciz kalsa, özürlü sayılacağından

Veleddallîn" sözünü,

Ve lezzallallîn" olarak okursa, namazı bâtıl olmaz. Aksi hâlde, bu şekilde yanlış telâffuz edenin namazı, tercih edilen görüşte bâtıl olur.

Fâtiha'yı okuyamayan kimse, onun miktannea başka bir sûre okur. Kur'ân'dan herhangi bir sûre veya âyet okuyamayan, Fâtiha miktannea tesbîh ve tehlîl gibi zikirleri söyler. Eğer zikirlerden de bir şey söyleyemeyecek durumda olur ve öğrenmek için de vakit kalmayacak şekilde daralmışsa, kıraat miktarı ayakta durur sonra rükû yapar ve böylece namazı kifâyet eder; eğer öğrenmede kusur yapmamışsa... Fakat öğrenmede ihmalkârlık veya kusur etmişse, namazı iade etmesi vâcib olur. Hangi durumda olursa olsun, öğrenmeye imkân bulduğu zaman "Fâtiha"yı öğrenmesi vâcib olur.

“Fâtiha”yi Arapça lâfzı ile okumayı beceremeyen kimse, manasını yabancı bir dille okuyabilecek durumda olursa, bu aciz sayıldığı için, yabancı dil ile okuması caiz olmaz. Bunun yerine söylediğimiz şekilde hareket eder.

Fâtiha okunduktan sonra bir sûre yahut sûrenin bir kısmı okunur ki, (Şâfi’î mezhebinde sûre okumak) sünnettir, (Hanefî'lerde vâcibdir). Sünnet terk edilirse, namaz sahîh olur ve sehiv (yanılma) secdesi gerekmez. Namazların farz veya nafile olması da fark etmez.

İki görüşten sahîh olan görüşe göre, cenaze namazında sûre okunması müstehab değildir. Çünkü cenaze namazında hafiflik esastır.

Namazda insan muhayyerdir; isterse bîr sûre okur, isterse sûrenin bir kısmını okur. Kısa sûreyi okumak, uzun sûreden bu kısa sûre miktannea okumaktan daha faziletlidir. Sonra Mushaf'daki sıra üzere sûreleri okumak müstehab olduğundan, ikinci rekâtta, birinci rekâtta okunan sûreden sonra gelen sûre okunur; fakat buna riâyet edilmemiş ise, namaz caiz olur.

Sûre Fâtiha'dan sonra okunur ki, (Şâfi’î mezhebinde sünnet, Hanefî'lerde vâcibdir). Eğer Fâtiha'dan önce sûre okunursa, (Şâfi’î mezhebine göre) bir daha sûre okumak müstehab olmaz. (Hanefî mezhebinde, Fâtiha'dan sonra sûre okumak vâcib olduğundan, burada vâcib terk edilmekle sehiv secdesi gerekir.)

Bu anlatılan müstehab işler, hem imâm, hem münferid ve bir de imâm gizli okurken imâma uyanlar içindir. Amma imâm aşikâre okurken ona uyan kimse, eğer imâmın okuyuşunu işitiyorsa, Fâtiha'dan başka bir şey okumaz; fakat imâmın okuduğunu işitemiyor yahut okuduğunu anlamayacak şekilde mırıltısını duyuyorsa, sahîh olan görüşte, başkasının okuyuşunu karıştırmayacak şekilde sûre okuması müstehab olur. (Bu hükümler yine Şâfi’î mezhebine göredir. Hanefi mezhebinde, imâma uyanlar ne Fâtiha ve ne de sûre okurlar.)

Sabah ve öğle namazlarında, Tıvâl-i Mufassal'da (Burüc sûresinden, Hücurat'a kadar) olan sûrelerden okumak, ikindi ve yatsı namazlarında, Evsat-ı Mufassal'dan (Hücurat sûresinden Lem yekûn sûresine kadar) okumak, akşam namazlarında da Kisar-ı Mufassal'dan Lem yekûn sûresinden Mushaf'ın sonuna kadar okumak sünnettir. imâm daha hafif namaz kıldırır; ancak cemaatın uzun okumayı tercih ettiklerini biliyorsa, o vakit imâm da uzun okur.

Cuma günü sabah namazının birinci rekâtında, "Secde" sûresini, ikinci rekâtta "İnsan" sûresini tam olarak okumak sünnettir. Bir kısım insanların yaptığı gibi, bu sûrelerin bir kısmını okumak, sünnete aykırıdır.

Bayram ve yağmur Duâsı namazlarının ilk rekâtlarında Fâtiha'dan sonra "Kaf" sûresini ve ikinci rekâtlarında da "Kamer" sûresini ve dilerse birinci rekâtta "A'lâ" sûresini, ikinci rekâtta "Gaşiye" sûresini okur ki, bunları okumak sünnettir.

Cuma namazının birinci rekâtında "Cuma" sûresini, ikinci rekâtında "Münâfikûn" sûresini okumak sünnettir. Birinci rekâtında "A'lâ" ve ikinci rekâtında "Gâşiye" sûrelerini okumak yine sünnettir. Bu yerlerde, sûreleri tam okumayıp kısaltmaktan sakınmalıdır. Eğer namaz hafifletilmek isteniyorsa, sür'at yapmaksızın arka arkaya okumalıdır.

Sabah namazının sünnetinde, birinci rekâtta Fâtiha'dan sonra Bakara sûresinin 136. âyetini ve ikinci rekâtta da, Âl-i İmrân sûresinin 64. âyetini okumak sünnet olduğu gibi, birinci rekâtında "Kâfirûn" ve ikinci rekâtında "İhlâs" sûresini okumak da sünnettir. Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in bu ikisini de yaptığı, Müslim'in Sahîh'înde sahîh olarak vardır.

Akşamın sünnetinde ve tavaf namazında ve istihare namazında, iki rekâtın birincisinde "Kâfirûn" sûresi ve ikinci rekâtta "İhlâs" sûresi okunur. Üç rekât vitir namazı kılınınca, birinci rekâtta Fâtiha'dan sonra "A’lâ" sûresi, ikinci rekâtta "Kâfirûn" sûresi ve üçüncü rekâtta "İhlâs" sûresi (Şâfi’îlere göre) Muavvizeteyn süreleriyle beraber okunur. Bütün bu söylenenler, Sahîh hadîs kitablarmda ve diğerlerinde meşhur olarak nakledilmiştir. Hadislerin şöhretinden dolayı, biz onları burada anmadık. En doğrusunu Allah bilir.

Cuma namazının birinci rekâtında okunması sünnet olan "Cuma" sûresi terk edilmiş olursa, (fazileti elde etmek için) ikinci rekâtta, "Cuma" sûresi ile "Munafikûn" sûreleri okunur. Bayram namazı, yağmur Duâsı namazı, vitir namazı, sabahın sünneti ve anlattığımız diğer namazlarda da hüküm böyledir; birinci rekâtta sünnet olan okuyuş terk edilirse, ikinci rekâtta, birinci ve ikinci rekâtların sûreleri okunur. Böylece kişinin namazı iki sûreyi de içine almış olur. Eğer cuma namazının ilk rekâtında "Münâfikûn" sûresi okunur, ikinci rekâtta "Cuma" sûresi okunur ve "Münâfikûn" sûresi iaede edilmez. (Buradaki hükümler de Şâfi’îlere göredir.) Hanefi'lerde, imâm kifâyet miktarı okuyunca, artık sûre tekrar etmez.)

Ben, bu meselelerin delillerini "Mühezzeb" adlı kitabın şerhinde uzun boylu beyan ettim.

Sahîh hadîsde sabit olmuştur ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem, sabah ve diğer namazların ilk rekâtlarında yapmış olduğu uzun okuyuşu, ikinci rekâtta yapmazdı. Âlimlerimizin çoğu bunun te'vîline gitmişler ve şöyle demişlerdir: Birinci rekâttaki okuyuş, ikinciden uzun yapılmaz. Yine bu âlimlerden bir kısmı da, sahîh olan bu hadîsden dolayı demişlerdir ki, birinci rekâtı uzim yapmak müstehabdır. Üçüncü ve dördüncü rekâtların, birinci ve ikinci rekâtlardan daha kısa olmasında âlimler ittifak etmişlerdir. Zaten Sahîh olan, dört rekâtlı namazların üç ve dördüncü rekâtlarında sûre okunmamasıdır.

Sabah namazımda, akşamın ve yatsının ilk iki rekâtlarında aşikâre ve öğle ile ikindi namazlarında, akşamın üçüncü rekâtında, yatsının üç ve dördüncü rekâtlarında gizli okumak hususunda âlimler ittifak etmişlerdir. Bir de cuma namazında, iki bayram namazında, teravih ve arkasında kılınan vitir namazında da aşikâre okumak ittifak üzeredir. Tek başına namaz kılan kimse, cehri namazlarda gizli kıraat yapar, muhayyerdir.

Ay tutulması hâlinde aşikâre okumak, güneş tutulmasında gizli okumak sünnettir. Yağmur Duâsı namazında aşikâre okunur, cenaze namazında gizli okunur. Anlattığımız bayram namazları ile yağmur Duâsı dışında gündüz kılınan nafile namazlarda aşikâre kıraat yapılmaz.

Geceleyin kılınan nafile namazlarda âlimlerimiz ihtilâf etmişlerdir. Bir kısmı aşikâre kıraat yapılmaz, bir kısmı da yapılır, demiştir. Üçüncü görüş ise, her ikisini de yapabilir, şeklindedir. Sahîh olan da budur. Bu hükmü, Kâdî Hüseyin ve Beğavî kesin kabul etmişlerdir.

Bir adam kaçırmış olduğu gece (farz) namazını gündüz kaza etse, yahut gündüz kaçırdığı namazı gece kaza etse, acaba kaçırma vaktini mi, yoksa kaza ettiği vakti mi itibar edecektir? Burada iki görüş vardır:

Makbul olan görüş, kaza vaktini itibar etmektir.. İkinci görüşe göre, mutlak olarak gizli kıraat yapılır.

Bil ki, (Şâfi’î mezhebinde) aşikâr yerinde aşikâre okumak, gizli yerinde gizli okumak sünnettir, vâcib değildir. (Hanefî mezhebinde bu vâcibdir). Gizli okunacak yerde aşikâre okunsa, yahut aşikâre okunacak yerde gizli okunsa namaz sahîh olur; fakat tenzihen kerahet işlenmiş olur. Bundan da sehiv secdesi gerekmez. (Hanefî mezhebinde vâcib terk edildiğinden sehiv secdesi yapmak vâcib olur.)

Kitabın başında beyan ettik ki, namazda meşru' alan zikir ve okuyuşlarda gizlilik ölçüsü, kendi nefsine işittirecek kadar olmaktır. Bir özür olmaksızın kendine işittirmezse, onun hem Kur'ân okuması, hem de zikir yapması sahîh değildir.

Âlimlerimiz demişlerdir ki, namazda dört sekte (duraklama) yapmak imâm için müstehabdır: Bunlardan biri, ihram (iftitah) tekbiri arkasında yapılır ki, Sübhâneke duâsı okunsun. İkincisi, Fâtiha sûresini tamamladıktan sonra, Fâtiha ile "Âmîn" arasında yapılan hafif sektedir. Bu da, "Âmîn" sözünün Fâtiha'dan olmadığı bilinsin diye yapılır.

Üçüncüsü, (Şâfi’î olanlar için) imâma uyanlar Fâtiha okuyabilecek kadar bir müddet imâm duraklama (sekte) yapar.

Dördüncüsü, imâm sûreyi okuduktan sonra, rükû'a eğiliş tekbîri ile kıraat arasında biraz duraklama yapar.

Fâtiha sûresi okunduktan sonra "Âmîn" demek müstehabdır. Bunu söylemede çok fazilet ve büyük sevab olduğuna dair sahîh ve meşhur Hadisler çoktur. İnsan ister namaz içinde olsun ve ister dışarda olsun, her okuyucu için Fâtiha'dan sonra "Âmîn" demek müstehabdır.

"Âmîn" kelimesinin okunuşunda dört lügat vardır:

1- Âmîn = Aamîn, "a" harfini uzatarak ve "m" harfini şeddesiz okuyarak telâffuz etmektir ki, bu okuyuş, dört okuyuşun en fasîh (doğru) olanıdır.

2- "a" uzatılmayarak ve "m" yine şeddesiz olarak '"Amîn" şeklinde okumaktır,

3- İmale ile okumaktır.

4- "a" yi uzatarak ve "m"yi şeddeleyerek "ÂMMîn" şeklinde okumaktır.

İlk iki okuyuş meşhurdur. Üçüncü ve dördüncü şekil okuyuşları Vahidî, Basît adlı kitabın başında hikâye etmiştir. Makbul olan birinci okuyuştur. Ben, "Tehzîbu’l-Esmâ ve’l-Lügat" adlı kitabda, bu lügatları açıklayan, şerh eden, manalarını bildiren, delillerini gösteren ve bunlarla ilgili bulunan hususları uzun boylu yazdım.

Namazda, imâm, imâma uyan ve yalnız başına namaz kılan kimseler için te’ınîn (Âmîn) getirmek müstehabdır. Sesli okuyuş yapılan namazlarda hem imâm, hem de imâma uyanlar sesli olarak (Şâfi’î olanlar) "Âmîn" derler. (Hanefî'ler gizli te’ınîn yaparlar).

İmâma uyanların te’ınîn'leri, imâmın te’ınîn'i ile beraber olması, önce veya sonra olmaması yine müstehabdır. Namazda, te’ınînden başka hiç bir yerde imâmla beraber söylenecek şey yoktur; ancak "âmîn" demek vardır. Diğer söylenecek şeylerde imâmdan geri kalınır.

Kur'ân okunurken bazı âyetlerin sonunda şu sözleri söylemek, her okuyucu için hem namaz içinde, hem de namaz dışında sünnettir:

Rahmet âyeti okununca, Allahü teâlâ'nın fazlından istenir. Azab âyeti okununca, ateşten, yahut azabdan, yahut kötülükten, yahut hoş olmayan şeylerden Allah'a sığınılır. Yahut:

Allahümme innî es'elüke'l-âfiyete"

(Allah'ım! Senden afiyet isterim)" denilir. Yahut bunun üzerine söylenir. Allahü teâlâ'yı tenzîh eden âyet okununca, Allahü teâlâ tenzîh edilerek:

Sübhânehû ve teâlâ" (O, bütün noksanlıklardan münezzehtir ve yücedir) yahut:

"Tebârekallâhu Rabbü'l-âlemîn"

(Âlemlerin Rabbı, her şeyden yücedir)" yahut:

"Cellet azametti Rabbinâ"

(Rabbımızın azameti çok büyüktür) yahut bunlara benzer ifade kullanılır. 117- Huzeyfe b. Yeman'dan (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine gö re şöyle demiştir:

"Bir gece, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem ile namaz kıldım. O, Bakara sûresini okumaya başladı. (İçimden) dedim ki, yüzüncü âyette rükû eder. Sonra devam edip geçince, bu sûreyi bir rekâtta okuyacaktır, dedim. Sonra devam edince, sûrenin tamamında rükû edecektir, dedim. Sonra âl-i îmrân sûresine başlayıp onu okudu. Sonra Nisa sûresine başlayıp onu okudu. Peygamber ağır ağır okuyor ve içinde tesbîh olan âyete rastlayınca, tesbîh yapıyordu (Sübhânellah diyordu). Duâ âyetine rastlayınca, Duâ ediyor ve sığınma gerektiren âyete rastgelince de, istiâze ediyordu (kötülüklerden Allah'a sığınıyordu), "[7]

Âlimlerimiz demişlerdir ki, bu şekilde tesbîh yapmak, duâ etmek ve İstiâze etmek, imâm için, imâma uyanlar için ve yalnız başına kılanlar için hem namaz içinde, hem de namaz dışında müstehabdır; çünkü bunlar birer Duâdır; burada "Âmîn" de olduğu gibi hepsi eşit olurlar.

"(Allah, hakimlerin hakimi değil midir?" âyetini okuyan herkesin: (Evet, ben buna şahidlik edenlerdenim)"[8] ve: (Şuna gücü yeten (insanı yoktan var eden), ölüleri diriltmeye kadir değil mi?" âyetinde:[9] (Evet, şahidlik ederim)" ve:

“Bundan (Kur’ân'dan) sonra hangi söze îman ederler)"[10] âyetinde:

“(Ben, Allah'a îman ettim)" ve: (Yüce Rabbının ismini tesbîh et)[11] âyetinde de:

“(Yüce Rabbım, bütün noksanlardan münezzehtir)." söylemesi müstehabdır. Bunların hepsini namazda ve namaz dışında söyler. Ben, bunların delillerini, "Et-Tibyan Fî âdâb-i Hamele-ti’l-Kurân" adlı kitabda açıkladım.