22. Tariz ve Tevriye
Bil ki, bu konu, en önemli konulardan biridir. Çünkü bunlar çok
kullanılan ve zaruret duyulan yaygın işlerdendir. Bu konuyu
inceleyip gerçeği göstermeye özenmek bize gereklidir. Bunun
üzerinde duracak kimsenin de iyi düşünüp onunla amel etmesi uygun
olur. Biz bundan önce yalan sözlerden ağır bir şekilde haram
olanları ve gelişi güzel konuşmanın tehlikelerini anlatmıştık. Bu
bölüm, bu tehlikelerden korunmak için bir yoldur ,
Bil ki, tevriye ve ta'nzın manaları şudur: Manası açık olan bir
söylemektir ki, bununla anlaşılan başka bir mana kasdedilir. Fakat
ikinci mana zahirdeki manaya
aykırı olur. İşte bu iş aldatma ve yanıltmanın bir şeklidir.
Âlimler şöyle demişlerdir:
Terviye ve ta'rizin yapılmasını meşru kılan bir ihtiyaç olur da
muhatabı yanıltmaya tercih edilirse yahut
yalan söylemekten başka çıkar yol yoksa, o zaman ta'riz
yapmakta bir sakınca Yoktur. Eğer bu sebebler olmadan ta'riz
yapılırsa mekruh olur, haram olmaz. Ancak bâtıl olan şeyi elde
etmek yahut bir hakkı engellemek
olursa, o vakit haram olur. Bu konunun kuralı budur.
Bu husustaki nakillere gelince: Terviye ve ta'rizi mubah kılan ve
mubah kılmayan nakiller olmuştur. Onlar da açıkladığımız ve
anlattığımız esasların hükmüne girerler. Zayıf bir isnadla
Ebû Dâvud'un Süneninde rivâyet
ettiğimiz, Ebû Dâvud'un ise
zayıf gösterdiği, kendisine göre hasen olabileceği hadis,
açıklamamız üzere terviyeyi yasaklayan nakillerdendir.
996-
Süfyân ibn Esed'den
(radıyallahü anh) yapılan rivâyete
göre demiştir ki, Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem'in
şöyle buyurduğunu işittim:
"Kardeşine bir söz söyleyip de o
senin sözünü tasdik ettiği hâlde, senin o sözde yalancı olman
büyük hıyanettir.”
İbn Sirin'den irvâyet ettik (Allah
ona rahmet etsin). O şöyle demiştir: Kibar kimsenin yalan
söylemesine gerek yok; konuşma yollan geniştir.
Mubah olan ta'rize örnek, Neha'i'nin
(Allah ona rahmet etsin) şu sözüdür: Söylemiş olduğun bir söz, bir
adama ulaştınlırsa, (yalan söyleyip onu inkâr etmemek için) şöyle
de: Bu konuda dediğim şeyi Allah bilir. Böylece dinleyen,
söylediği sözü inkâr ettiğini anlar. Halbuki senin maksadın, Allah
o sözü söylediğimi biliyordur, anlamıdır.
Yine Neha'î demiştir: (Çocuğa söz
vermiş olmamak için) oğluna, sana şeker satın alacağım, deme. Ona
şöyle söyle: Sana şeker satın alsaydım, ne dersin. Bir adam
Neha'î'yi arayıp sorduğu zaman,
cariyesine derdi ki, o adama söyle: onu mescidde ara (burada
yoktur deyip yalan söyleme).
Başkası da demiştir:
(Babasının nereye gittiğini bildirmek için evlâd söyler ki) babam
bundan önceki bir vakıtta çıktı.
Şa'bi bir daire çizerdi ve
cariyesine derdi ki, parmağını bu daire içine koy (ve beni
aradıkları zaman) deki, o burada değildir.
İnsanların âdet edindikleri şu söz de bunlardan bir örnektir: Yemeğe
davet edilen kimse (yememek için), ben niyetliyim der. Dâyetçi
onun oruçlu olduğunu anlar; halbuki adamın niyeti yememektir.
Bunun benzerleri çoktur. Bu durumlardan birinde yemin ederek
terviyede bulunan kimse, yeminden kefferat ödemesi gerekmez. İster
Allah adına yemin etsin, ister talak ve ister başka şey üzerine
yemin etmiş olsun, hüküm birdir. Ancak bu, bir davada hakim ona
yemin verdirmediği zaman geçerlidir. Eğer bir davada hakim ona
yemin verdirirse, geçerli olan hakimin niyetidir, eğer Allah adına
yemin ediyorsa. Talak üzere ona yemin verdiriyorsa, itibar yemin
edenin niyetinedir (terviyesi geçerli olur.) Çünkü talak üzerine
yemin verdirmek hakim için caiz değildir. Hakim burada diğer
insanlar gibidir. Allah en iyisini bilendir.
Gazali şöyle demiştir: Mübalâğa
olarak adet edinilip fışkı gerektiren ve haram olan yalan
sözlerdendir şunlar: Sana yüz defa söyledim, senden yüz defa
istedim ve benzeri sözler. Çünkü bu ifadelerden maksad defalarcayı
anlatmak değil, mübalâğa vardır. Eğer adamın isteği bir kez
olmuşsa, o sözlerle yalancı olur. Eğer istemek âdet üzere olmayan
pek çok defalar olmuşsa, o z aman istem yüz defaya ulaşmasa bile
adam günahkâr olmaz. Ta'riz yapabilecek arada bazı dereceler olsa,
yine hüküm aynıdır.
Derim ki: Mübalâğa yapmanın
cevazına ve yalan sayılmadığına delil. Sahîhayn'da rivâyet
ettiğimiz hadistir. Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
“(Durumları sorulan iki kişi hakkında
Peygamber şöyle bilgi vermiştir) Ebû'l-Cahm'e gelince,
o (öfkelidir) sopayı boynundan indirmez.
Muâviye ise, onun malı yoktur.
Gerçekte Ebû’l-Cahm sopasını uyurken ve bazı hallerde indiriyordu.
Muâviye'nin de giyecek elbisesi
olduğu da biliniyordu. Başarı Allah'dandır. |
٢٢- باب التعريض والتورية
اعلم أن هذا الباب من أهمّ الأبواب، فإنه مما يكثرُ استعمالُه وتعمُّ
به البلوى، فينبغي لنا أن نعتني بتحقيقه، وينبغي للواقف عليه أن
يتأملَه ويعملَ به، وقد قدَّمنا في الكذب من التحريم الغليظ، وما في
إطلاق اللسان من الخطر، وهذا البابُ طريقٌ إلى السلامة من ذلك.
واعلم أن التوريةَ والتعريضَ معناهما: أن تُطلقَ لفظاً هو ظاهرٌ في
معنى وتريدُ به معنىً آخر يتناوله ذلك اللفظ، لكنه خلافُ ظاهره، وهذا
ضربٌ من التغرير والخداع.
قال العلماء:
فإن دعتِ إلى ذلك مصلحةٌ شرعيةٌ راجحةٌ على خداعِ المخااطب
أو حاجة لا مندوحةَ عنها إلا بالكذب
فلا بأس بالتعريض، وإن لم يكن شيءٌ من ذلك فهو مكروهٌ وليس بحرام،
إلا أن يُتوصَل به إلى أخذ باطل أو
دفع حقّ، فيصيرُ حينئذ حراماً، هذا ضابطُ الباب.
فأما الآثار الواردةُ فيه، فقد جاء من الآثار ما يُبيحه وما لا
يُبيحه، وهي محمولةٌ على هذا التفصيل الذي ذكرناه. فمما جاء في
المنع:
٩٩٦-
ما رويناه في سنن أبي داود،
بإسناد فيه ضعفٌ لكن لم يُضَعِّفه أبو
داود، فيقتضي أن يكون حسناً عنده كما سبق بيانه، عن سفيان بن
أسد ـ بفتح الهمزة ـ رضي اللّه عنه
قال:
سمعتُ رسولَ اللّه
صلى اللّه عليه وسلم يقول:
"كَبُرَتْ خِيانَةً أنْ تُحَدِّثَ أخاكَ حَدِيثاً هُوَ لَكَ بِهِ
مُصَدِّقٌ وأنْتَ بِهِ كاذِبٌ".
وروينا عن ابن سيرين رحمه اللّه أنه
قال: الكلامُ أوسعُ من أن يكذب ظريفٌ. مثال التعريض المباح ما
قاله النخعي رحمه اللّه: إذا بلغ
الرجلَ عنك شيءٌ قلتَه فقل: اللّه يعلم ما قلتُ من ذلك من شيء،
فيتوهم السامعُ النفيَ ومقصودُك اللّه يعلم الذي قلتُه.
وقال النخعيُّ أيضاً: لا تقلْ
لابنك: أشتري لك سكراً، بل قل: أرأيتَ لو اشتريت لك سكراً؟ وكان
النخعي إذا طلبه رجلٌ قال للجارية:
قولي له اطلبه في المسجد.
وقال غيره:
خرج أبي في وقت قبل هذا. وكان الشعبي
يخطّ دائرة ويقول للجارية: ضعي أصبعك فيها وقولي: ليس هو
هاهنا. ومثل هذا قول الناس في العادة لمن دعاهُ لطعام أنا على نيّة؛
موهماً أنه صائم ومقصودُه على نيّة ترك الأكل؛
ومثلُه: أبصرتَ فلاناً؟ فيقول ما رأيتُه: أي ما ضربتُ
رئته. ونظائرُ هذا كثيرة. ولو حلف على شيء من هذا وورَّى في
يمينه لم يحنثْ، سواء حلفَ باللّه تعالى أو
حلفَ بالطلاق أو بغيره، فلا يقعُ
عليه الطلاق ولا غيره، وهذا إذا لم يحلّفه
القاضي في دعوى؛
فإن حلَّفَه القاضي في
دعوى فالاعتبار بنيّة القاضي إذا
حلَّفه باللّه تعالى، فإن حلّفه بالطلاق بالاعتبار بنيّة الحالف،
لأنه لا يجوز للقاضي تحليفه بالطلاق فهو كغيره من الناس، واللّه
أعلم.
قال الغزالي: ومن الكذب المحرّم
الذي يُوجب الفسقَ ما جرتْ به العادةُ في المبالغة كقوله: قلتُ لك
مِئة مرّة، وطلبتُك مِئةَ مرّة ونحوه بأنه لا يُراد به تفهيم المرات
بل تفهيم المبالغة، فإن لم يكن طلبَه إلا مرّة واحدة كان كاذباً، وإن
طلبه مرّات لا يُعتاد مثلُها في الكثرة لم يأثم، وإن لم يبلغْ مئة
مرّة وبينهما درجات يتعرّضُ المبالغُ للكذب فيها.
قلت:
ودليل جواز المبالغة وأنه لا يُعدّ كذباً:
٢/٩٨٩ ما رويناه في الصحيحين، أن
النبيّ صلى اللّه عليه وسلم
قال:
"أمَّا أبُو الجَهْمِ فَلا يَضَعُ العَصَا عَنْ عاتِقِهِ،
وأمَّا مُعاويَةُ فَلا مالَ
لَهُ" (٣١) (
البخاري
(٥٣٢١)، ومسلم (١٤٨٠)،
وقد تقدم في باب ما يباح من
الغيبة رقم ٣١٧ ص ٥٢٩.) ومعلوم أنه كان له ثوب يلبسه. وأنه كان
يضعُ العصا في وقت النوم وغيره، وباللّه التوفيق. |