20. Yalanın Yasak Oluşu ve Kısımlarının
Açıklanması Münafıklığın Alâmetleri:
Genel anlamda yalan söylemenin haram olduğuna dair Kur’ândan ve
Sünnetten deliller birbirlerini kuvvetlendirmektedir. Yalan,
günahların çirkinlerinden ve ayıpların kötülerindendir. Birbirini
güçlendiren deliller yanında ümmetin icmaı da yalanın haram olduğu
üzerinde kararlaşmıştır. Bu delilleri ayrı ayrı saymaya gerek
yoktur. Önemli olan yalan sözlerden istisna edilenleri açıklamak
ve inceliklerine işaret etmektir. Sıhhatında ittifak edilen hadîs,
yalandan, tiksindirmeye yeterlidir. O hadis de,
Buhârî ve
Müslim'in Sahîh'lerinde
Ebû Hüreyre'den
(radıyallahü anh) rivâyet
ettiğimizdir. O demiştir ki
Resûlüllah sallallahü aleyhi
ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Münâfıkın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler. Söz verdiği zaman
cayar. Kendisine güvenildiği zaman hıyanet eder."
992- Abdullah ibn Amr ibn
el-As'dan (radıyallahü anhüma)
yapılan rivâyetde Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
“Dört şey vardır ki, bunlar kimde bulunursa o kimse katıksız münafık
olur. Kimde de bunlardan bir huy bulunursa, onu terk edinceye
kadar, onda nifaktan bir huy bulunur:
Kendisine güvenildiği zaman hiyanet eder.
Konuşunca yalan söyler.
Sözleşme yapınca bozar.
Davalaştığı zaman taşkınlık yapar."
Müslim'in rivâyetinde şöyledir:
“Güvenildiği zaman hıyanetlik eder," yerine "Söz verdiği zaman cayar"
şeklindedir." |
٢٠- باب النهي عن الكَذبِ وبيان أقسامهِ
قد تظاهرتْ نصوصُ الكتاب والسنّة على تحريم الكذب في الجملة، وهو من
قبائح الذنوب وفواحش العيوب. وإجماعُ الأمة منعقدٌ على تحريمه مع
النصوص المتظاهرة، فلا ضرورة إلى نقل أفرادها، وإنما المهمّ بيان ما
يُستثنى منه والتنبيه على دقائقه، ويكفي في التنفير منه الحديث
المتفق على صحته:
وهو
ما رويناه في صحيحيهما عن
أبي هريرة
رضي اللّه عنه قال: قال
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم:
"آيَةُ المُنافِقِ ثَلاثٌ: إذا حَدّثَ كَذَبَ، وَإِذَا وَعَدَ
أخْلَفَ، وَإِذَا اؤتُمن خَانَ". (٢٣)
٩٩٢-
وروينا في صحيحيهما عن
عبد اللّه بن عمرو بن العاص
رضي اللّه عنهما؛
أن النبيّ
صلى اللّه عليه وسلم قال:
"أَرْبَعٌ مَنْ كُنَّ فِيهِ كانَ مُنافِقاً خالِصاً، وَمَنْ كَانَتْ
فِيهِ خَصْلَةٌ مِنْهُنَّ كَانَتْ فِيهِ خَصْلَةٌ مِنْ نِفاقٍ حتَّى
يَدَعَها:
إِذَا اؤتُمِن خانَ،
وَإذَا حَدَّثَ كَذَبَ،
وَإِذَا عاهَدَ غَدَرَ،
وَإِذَا خاصَمَ فَجَرَ"
وفي رواية مسلم "إذا وعدَ
أخلفَ" بدل "وإذا اؤتُمِن خان". |
Yalan Söylemenin Caiz Olduğu Yerler:
993-
Ümmü Külsüm'den
(radıyallahü anha) yapılan
rivâyete göre, o Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem'in
şöyle buyurduğunu dinlemiştir:
"(Birbirine dargın olan) insanların arasını düzeltmek için hayır
taşıyan yahut yararlı söz söyleyen
yalancı değildir." Bu kadarlık ifade Sahîhayn'da mevcuttur.
Müslim bir rivâyetinde de şunu
ilâve etmiştir:
“Ümmü
Gülsüm demiştir ki, insanların konuştukları sözlerden üç
şeyden başkasına izin verdiğini (peygamberden)
duymadım:
Savaşta, insanların arasını
düzeltmek,
Erkeğin karısı ile ve
Kadını, kocası ile arasını düzeltmek"
Bir hayır maksadı ile bazı yalan konuşmaların mubah olduğunu açıklayan
bir hadistir bu. Âlimler
mubah olan yalan sözleri tesbit etmişlerdir. |
وأما المستثنى منه:
٩٩٣-
فقد روينا في صحيحي البخاري ومسلم،
عن أُمّ كلثوم رضي اللّه عنها؛
أنها سمعت رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم يقول:
"لَيْسَ الكَذَّابُ الَّذي يُصْلِحُ بَيْنَ النَّاسِ فَيَنْمِّي
خَيْراً أوْ يَقُولُ خَيْراً" هذا
القدر في صحيحيهما. وزاد
مسلم في رواية له: قالت أُمّ
كلثوم: ولم أسمعه يُرخِّصُ في شيء مما يقول الناس إلا في ثلاث ـ
يعني: الحرب، والإِصلاح بين
الناس، وحديث الرجل امرأته والمرأة زوجها. (٢٥)
فهذا حديث صريح في إباحة بعض الكذب للمصلحة، وقد ضبط
العلماءُ ما يُباح منه. |
İmâm Ebû Hâmid el-Gazali'ye Göre Mubah
Olan Yalan Sözler:
Söz maksadlara ulaştıran bir yoldur. Her iyi maksada doğru ve yalanın
her biri ile ulaşmak mümkündür. Bu hâlde bir ihtiyaç olmadığı
takdirde yalan söylemek haramdır; çünkü doğrulukla maksadı elde
etmek mümkündür. Eğer doğru konuşmakla iyi bir maksada kavuşmak
mümkün olmaz da, ancak yalanla elde edilebilirse, burada yalan
mubahtır; eğer elde edilecek iş mubah ise. Eğer iş vâcib ise,
yalan da vâcib olur. Bir müslüman bir zâlimden (kurtulmak için)
saklanırsa, onu araştırıp soran zâlime yalan konuşup onu saklamak
vâcib olur.
Yine bir kimsenin yanında yahut başkasının yanında bir emânet olsa ve bir zâlim de
onu almaya kalkışsa, emâneti saklayıp ona yalan söylemek vâcib
olur. Öyle ki, yanında olan emâneti o zâlime bildirir de zâlim onu
zorla alırsa, haber verenin emanet bedelini ödemesi gerekir. Eğer
zâlim emâneti bulmak için ona yemin verdirirse, yemin etmek ve
tevriye yapmak vâcib olur. (bende kimsenin hakkı yoktur, niyetinde
bulunarak yemin eder ki, buna tevriye denilir). Tevriye
yapmaksızın yemin ederse, Sahîh olan kavle, göre, yeminin şekline
göre keffaret gerekir. Bundan keffaret gerekmediği de
söylenmiştir.
Harb maksadı ile
yahut iki kişinin arasını düzeltmek
yahut cinâyete uğramış bir kimsenin afvetme bakımından
kalbini yumuşatmak için ancak yalanla netice alınabilecekse, yine
burada da yalan söylemek haram olmaz. Bütün bunlarda tevriye
yapmak ihtiyattır. Tevriye'nin manası: İnsan konuştuğu sözle yalan
olmayan bir şeyi kasdeder ki, söz kasdedilen manaya nisbet
edilince yalan değildir; her ne kadar görünüşdeki ifade bakımından
yalan ise de... Bu maksadı taşımayarak mutlak şekilde yalan
konuşulsa, bu gibi yerlerde haram olmaz.
Yine adamın şahsına başkasının
maksadına bağlı Sahîh her işte hüküm böyledir. Meselâ, bir kimse
ki onun malını almak için bir zâlim onu yakalarsa ve malını
sorarsa, malını inkâr eder. yahut
Allah ile kul arasında kalmış bir günah işleyiciden idareci sorarsa,
günahkâr onu inkâr eder, ben yapmadım der. Ağır cezaya uğrayacak
olan günahkârların suçlarını ikrardan dönmelerini telkin hususunda
meşhur hadisler vardır.
Başkasına ait maksad ise, kardeşine
ait bir gizli işten sorulunca onu inkâr etmektir ve benzeri
şeylerdir.
Uygun olan şudur: Yalan konuşmaktan doğacak zararla doğru sözden
doğacak zarar' karşılaştırmalıdır. Eğer doğruluktan doğacak olan
zarar, zarar bakımından daha şiddetli ise, yalan konuşulur. Durum
aksine olur yahut zarar da şübhe
edilirse, o zaman yalan söylemek haram olur. Fakat insanın kendi
şahsı ile ilgili mubah bir maksad olduğu yerde yalandan kaçınıp
doğru söylemek rnüstahabdır. Başkası ile ilgili olursa, başkasının
hakkında müsamaha caiz olmaz. Yalan mubah olan her yerde yalanı
terk etmek ihtiyattır. Ancak yalanın vâcib olduğu yerlerde yalan
terk edilmez.
Bil ki,
Ehl-i Sünnete göre yalan, bir şeyi olduğunun hilâfına haber
vermektir; yalanı kasden veya bilmeyerek söylesin, birdir. Fakat
bilmeyerek yalan söylemenin günahı yoktur. Kasden yalan
söyleyen günah işlemiş olur. Bu hususta
âlimlerimizin delili, yalanın
ceza gereğini kasde bağlayan
Peygamber sallallahü aleyhi ve
sellem'in şu hadisidir:
“Kim kasden bana yalan söylerse, ateşten oturacağı yere hazırlansın.” |
الإِمام أبو حامد الغزالي
وأحسنُ ما رأيتُه في ضبطه، ما ذكرَه
الإِمام أبو حامد الغزالي
فقال: الكلامُ وسيلةٌ إلى المقاصد، فكلُّ مقصودٍ محمودٍ يُمكن
التوصلُ إليه بالصدق والكذب جميعاً، فالكذبُ فيه حرامٌ لعدم الحاجة
إليه، وإن أمكنَ التوصل إليه بالكذب ولم يمكن بالصدق فالكذبُ فيه
مباحٌ إن كان تحصيل ذلك المقصود مباحاً، وواجبٌ إن كان المقصود
واجباً، فإذا اختفى مسلم من ظالم وسأل عنه: وجبَ الكذبُ بإخفائه،
وكذا لو كان عندَه أو عندَ غيره
وديعة وسأل عنها ظالمٌ يُريدُ أخذَها وجبَ
عليه الكذب بإخفائها، حتى لو أخبرَه بوديعةٍ عندَه فأخذَها الظالمُ
قهراً، وجبَ ضمانُها على المُودع المُخبر، ولو استحلفَه عليها، لزمَه
أن يَحلفَ ويورِّي في يمينه، فإن حلفَ ولم يورّ، حنثَ على الأصحّ،
وقيل لا يحنثُ،
وكذلك لو كان مقصودُ حَرْبٍ أو
إصلاحِ ذاتِ البين أو استمالة قلب
المجني عليه في العفو عن الجناية لا يحصل إلا بكذب، فالكذبُ ليس
بحرام، وهذا إذا لم يحصل الغرضُ إلا بالكذب، والاحتياطُ في هذا كلّه
أن يورّي؛ ومعنى التورية أن يقصدَ
بعبارته مقصوداً صحيحاً ليس هو كاذباً بالنسبة إليه، وإن كان كاذباً
في ظاهر اللفظ، ولو لم يقصد هذا بل أطلق عبارةَ الكذب فليس بحرام في
هذا الموضع. قال أبو حامد الغزالي:
وكذلك كل ما ارتبط به غرضٌ مقصودٌ صحيح له
أو لغيره، فالذي
له مثلُ أن يأخذَه ظالمٌ ويسألَه عن ماله ليأخذَه فله أن ينكرَه،
أو يسألَه السلطانُ عن فاحشةٍ بينَه
وبينَ اللّه تعالى ارتكبَها فله أن ينكرَها ويقول ما زنيتُ،
أو ما شربتُ مثلاً.
وقد اشتهرتِ الأحاديث بتلقين الذين أقرّوا بالحدود الرجوع عن
الإِقرار.
وأما غرضُ غيره، فمثل أن يُسأَلَ عن
سرّ أخيه فينكرَهُ ونحو ذلك، وينبغي أن يُقابِلَ بين مَفسدةِ الكذب
والمفسدةِ المترتبة على الصدق؛ فإن
كانت المفسدةُ في الصدق أشدّ ضرراً فله الكذبُ، وإن كان عكسُه،
أو شكّ، حَرُمَ عليه الكذبُ؛
ومتى جازَ الكذبُ فإن كان المبيحُ غرضاً يتعلّقُ بنفسه
فيستحبّ أن لا يكذبَ، ومتى كان متعلقاً بغيره لم تجز المسامحةُ بحقّ
غيره؛ والحزمُ تركه في كل موضعٍ
أُبيحَ إلا إذا كان واجباً.
واعلم أن مذهبَ أهل السنّة أن الكذبَ هو الإِخبار عن الشيء، بخلاف ما
هو،
سواء تعمدتَ ذلك أم جهلته، لكن لا يأثمُ في الجهل وإنما يأثمُ في
العمد، ودليلُ أصحابنا تقييد
النبيّ
صلى اللّه عليه وسلم "مَنْ كَذَبَ
عَليَّ مُتَعَمِّداً
فَلْيَتَبَوأ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ" (٢٦) |