19. Kullanılması Mekruh Olan (Hoş Olmayan)
Sözler
942- Sehl ibn Hüneyf'den
rivâyet edilmiştir. O da Hazret-i Âişe'den
(radıyallahü anhüma) rivâyet
ettiğine göre, Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem:
“Hiç biriniz, nefsim habisleşti, demesin, Sadece nefsim darlaştı
desin" buyurdu.
943-
Hazret-i Âişe'den
(radıyallahü anha) yapılan
rivâyetde Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
"Hiç biriniz nefsim coştu demesin. Sadece nefsim sıkıldı desin."
Habis sözünü kullanmanın hoş olmayışı taşıdığı sevimsiz lâfızdan
dolayıdır.
İmâm Süleyman el-Hattâbî şöyle
demiştir:
“Lekıset ve Habuset" kelimelerinin manası birdir. Ancak Habuse sözünün
çirkin ve nahoş bir isim olmasından dolayı onu kullanmak mekruh
olmuştur. Bundan daha güzel isimleri kullanma edebini öğretmek ve
çirkinden kaçınmak gereğini
Peygamber ashâba öğüt vermiş oluyor. |
١٩- باب في ألفاظٍ يُكرهُ استعمالُها
٩٤٢-
روينا في صحيحي البخاري ومسلم،
عن سهل بن حُنيف، وعن عائشة
رضي اللّه عنهما، عن
النبيّ
صلى اللّه عليه وسلم
قال:
"لا يَقُولَنَّ أحَدُكُمْ خَبُثَتْ نَفْسِي، وَلَكِنْ لِيَقُلْ
لَقِسَتْ نَفْسِي". (٣٥)
٩٤٣-
وروينا في سنن أبي داود،
بإسناد صحيح، عن عائشة
رضي اللّه عنها، عن
النبيّ صلى اللّه عليه وسلم
قال:
"لا يَقُولَنَّ أحَدُكُمْ جاشَتْ نَفْسِي، وَلَكِنْ لِيَقُلْ
لَقِسَتْ نَفْسِي" (٣٦)
قال العلماء:
معنى لَقِسَتْ وجاشت: غثت؛ قالوا:
وإنما كُرِه خبثت للفظ الخبث والخبث.
قال الإِمام أبو سليمان الخطابي:
لقست وخبثت معناهما واحد، وإنما كُره خبث للفظ الخبث وبشاعة الاسم
منه، وعلَّمهم الأدب في استعمال الحسن منه وهجران القبيح، وجاشت
بالجيم والشين المعجمة، ولقست بفتح اللام وكسر القاف. |
1. Fasıl
944-
Ebû Hüreyre'den
(radıyallahü anh) rivâyet
edildiğine göre demiştir ki,
Resûlüllah sallallahü aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu; "(Üzüme) Kerm diyorlar. (Öyle
demesinler) Kerm Mü’minin kalbidir."
Müslimin bir rivâyeti şöyle:
“Üzüme Kerm ismini vermeyiniz; çünkü kerm müslim olandır." Bir
rivâyette de:
“Çünkü kerm Mü’minin kalbidir." şeklindedir.
945- Vâil ibn hücr'den
(radıyallahü anh) rivâyet
edildiğine göre Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
"(Üzüme) kerm demeyiniz; fakat ineb ve habale (üzüm) deyiniz."
Derim ki, bu hadisi şerifden
murad, üzüme "kerm" demeyi yasaklamaktır. Cahiliyet devrinde üzüme
"Kerm" deniliyordu. Bugün de bazı insanlar üzüme bu adı
veriyorlar. Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem bu adı
kullanmayı yasaklamıştır.
Âlimlerden
İmâm Hattâbî ve başkaları şöyle
demiştir:
Cahiliyet devrinde "Kerm" sözü, üzümden yapılan şarabın bir adı olarak
kullanıldığı için, bu manaya kaymak korkusundan
Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem bu
güzel ismin üzümde kullanılmamasını istemiştir. Allah en iyisini
bilendir. |
١
- فصل:
٩٤٤-
روينا في صحيحي البخاري ومسلم،
عن أبي هريرة
رضي اللّه عنه قال: قال
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم:
" يَقُولُونَ الكَرْمَ، إنَّمَا الكَرْمُ قَلْبُ المؤْمِنِ"
وفي رواية لمسلم "لا تُسَمُّوا
العِنَب الكَرْمَ، فإنَّ الكَرْمَ المسلم"
وفي رواية "فإنَّ الكَرْمَ قَلْب المُؤْمِنِ". (٣٧)
٩٤٥-
وروينا في صحيح مسلم، عن وائلَ
بن حِجر رضي اللّه عنه عن
النبيّ
صلى اللّه عليه وسلم
قال قال:
”لا
تَقُولُوا الكَرْمَ، وَلَكِنْ قُولُوا العِنَبَ والحَبَلَةَ". (٣٨)
قلت:
الحَبَلة بفتح الحاء والباء، ويُقال أيضاً بإسكان الباء قاله الجوهري
وغيرُه، والمراد من هذا الحديث النهي عن تسمية العنب كرماً، وكانت
الجاهليةُ تسمّيه كرماً، وبعضُ الناس اليوم تُسمّيه كذلك، ونهى
النبيّ
صلى اللّه عليه وسلم عن هذه
التسمية، قال الإِمام الخطابي وغيره من العلماء: أشفق
النبيُّ
صلى اللّه عليه وسلم أن يدعوهم حسنُ
اسمها إلى شربِ الخمر المتخذة من ثمرها فسلبَها هذا الاسم، واللّه
أعلم. |
2. Fasıl
946-
Ebû Hüreyre'den
(radıyallahü anh) rivâyet
edildiğine göre, Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
"Adam, insanlar helâk oldu, dediği zaman o kimse, onların en çok
helâke düşenidir. "
Humeydî şöyle demiştir: İnsanları
hafife almak ve onları tahkîr etmek ve kendini onlardan üstün
tutmak maksadı ile insan bu sözü söylerse, o zaman kötü duruma
düşmüş olur. Çünkü insan yarattıkları üzerinde Allah'ın sırrını
bilemez. Humeydî'nin sözü bu
olduğunu âlimlerden biri böyle söylemiştir. Hattâbî demiştir ki,
bunun manası şudur: Adam, insanları ayıblamaya devam eder ve
onların kötülüklerini anar durursa ve insanlar bozuldu ve helâk
oldu gibi sözler söylerse, kendisi bunları yapınca onların içinde
en çok helâke düşen olur. İnsanların kusurları ile uğraştığından
kendisine isabet eden günah bakımından durum bakımından daha kötü
olur. Çok defa bu tutumu onu, kendini beğenmeye ve insanlardan
daha üstün olduğunu görmeye götürür. Böylece onlardan daha hayırlı
olduğunu kabul eder de helâk olur. "Meâlimu's-Sünne" kitabında
naklettiğimiz Hattâbî'nin sözü budur.
Biz Ebû Dâvud'un Sünen'inde bu
hadisi Ebû Hüreyre'den
(radıyallahu anh) rivâyet ettik.
Sonra demiştir ki, Mâlik şöyle
dedi: İnsan, insanlarda gördüğü hallerden yani din işlerinden
üzülerek bunu söylerse, ben bunda bir sakınca görmem, (insanlar
helâk olmuştur diyebilir.) Fakat kendini beğenerek ve insanları
küçümseyerek bunu söylerse, o zaman mekruh olur ve böyle
söylemekten sakındırılır.
Derim ki: Bu açıklama son
derece sağlam ve güzel bir isnada dayandığından bu mana üzerinde
söylenenlerin en güzeli ve en veciz olanıdır. Hele
İmâm Mâlik gibi
(radıyallahü anh) büyük bir
âlimden olunca daha büyük bir kıymet taşır. |
٢
- فصل:
٩٤٦-
روينا في صحيح مسلم، عن
أبي هريرة
رضي اللّه عنه؛ أن
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم
قال:
"إِذَا قالَ الرَّجُلُ هَلَكَ النَّاسُ فَهُوَ أهْلَكُهُمْ". (٣٩)
قلت:
روي أهلكُهم برفع الكاف وفتحها، والمشهور الرفع، ويُؤيِّده أنه جاء
في رواية
رويناها في حلية الأولياء في ترجمة سفيان الثوري "فَهُوَ مِنْ
أهْلَكِهمْ" قال الإِمام الحافظ أبو عبد اللّه الحميدي في الجمع
بين الصحيحين في الرواية الأولى،
قال بعض الرواة: لا أدري هو بالنصب أم بالرفع؟ قال الحميدي:
والأشهر الرفع: أي أشدُّهم هلاكاً، قال: وذلك إذا قال على سبيل
الإزراء عليهم والاحتقار لهم وتفضيل نفسه عليهم، لأنه لا يدري سرّ
اللّه تعالى في خلقه، هكذا كان بعضُ علمائنا يقولُ، هذا كلام
الحميدي. وقال الخطابي: معناه: لا يزالُ يعيبُ الناسَ ويذكرُ
مساويهم ويقول: فسدَ النَّاسُ وهلكوا ونحو ذلك، فإذا فعل ذلك فهو
أهلكُهم: أي أسوأ حالاً فيما يَلحقُه من الإِثم في عيبهم والوقيعة
فيهم، وربما أدّاه ذلك إلى العجب بنفسه ورؤيته أن له فضلاً عليهم،
وأنه خير منهم فيهلك، هذا كلام الخطابي فيما
رويناه عنه في كتابه "معالم السنن".
وروينا في سنن أبي داود
رضي اللّه عنه قال: حدّثنا
القعنبي، عن مالك، عن سهل بن أبي
صالح، عن أبيه، عن أبي هريرة
فذكر هذا الحديث، ثم قال: قال مالك:
إذا قال ذلك تحزناً لما يرى في الناس قال: يعني من أمر دينهم فلا
أرى به بأساً، وإذا قال ذلك عجباً بنفسه وتصاغراً للناس فهو المكروه
الذي يُنهى عنه. (٤٠)
قلتُ:
فهذا تفسير بإسناد في نهاية من الصحة وهو أحسن ما
قيل في معناه وأوجز، ولا سيما إذا
كان عن الإِمام مالك
رضي اللّه عنه. |
3. Fasıl
947- Sahîh isnadla
Huzeyfe'den
(radıyallahü anh) yapılan
rivâyetde Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
“Allah'ın ve falancanın dilediği olur, demeyiniz (başkasını Allah'a
ortak koşmayınız; fakat Allah'ı ayırarak), şöyle deyiniz: Allah'ın
dilediği olur sonra falancanın dilediği..."
Hattâbî ve başkası demiştir: Bu edebi
öğretmek içindir; çünkü vav harfi iki şeyi bir araya getirmek,
ortak yapmak içindir. Sonra kelimesi ise, sıra üzere atıf içindir.
Onun için Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem,
Allah'ın dilemesini başkalarının dilemesinden öne geçirmek
hususunda Mü’minlere doğru yolu göstermiştir.
İbrahim en-Nehaî'den
nakledilmiştir: Allah'a ve sana sığınırım, demeyi hoş görmezdi.
Şöyle demek caizdir: Allah'a sığınırım sonra sana... Demişlerdir:
Allah olmasaydı sonra falanca olmasaydı şunu yapardım, demek
caizdir. Ancak: Allah ve falanca olmasaydı, deme.
Falan yıldız sebebi ile bize yağmur
yağdı demek mekruhtur. Eğer yağmur yağdırmaya sebeb yıldız
olduğuna inanarak bu sözü söylerse küfür olur. Fakat yağmur
yağdıran Allah olduğuna inanarak söyler ve yıldızı da yağmurun
inmesine bir alâmet kubul ederse, kâfir olmaz; fakat kerahet
işlemiş olur. Çünkü söylemiş olduğu söz, cahiliyet devri
insanlarının kullanmış olduğu bir ifadedir. Bununla beraber
kullanılan söz küfür olmak ve olmamak arasında müşterek bulunuyor.
Bu bölümle ilgili olan Sahîh hadisi "Yağmur yağınca ne söylenir"
bölümünde daha önce zikretmiştik.
Şöyle yaparsa, Yahudi olsun, yahut
hıristiyan olsun, yahut İslâmdan
uzak olsun ve benzeri sözler söylemek haramdır. Eğer bunları
söyler de gerçekte işi islâmdan çıkmaya bağlarsa hemen kâfir olur.
Dinden çıkanlara uygulanan hükümler buna uygulanır. Eğer gerçekte
bunu kesdetmezse kafir olmaz. Fakat haram işlemiş olur. Tevbe
etmesi vâcib olur. Hemen günahından sıyrılıp yaptığı işe pişman
olması ve asla bir daha böyle bir iş yapmamaya kararlı olması icab
eder. Ayrıca Allah'dan mağfiret dileyip şöyle demesi gerekir: Lâ
İlahe İllallah Muhammedün
Resûlüllah.
Bir müslümana: Ey kâfir! demek ağır
şekilde bir haram olur.
948-
İbn Ömer'den
(radıyallahü anhüma) yapılan
rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
İnsan kardeşine, ey kâfir deyince ikisinden biri küfre dönmüş olur.
Eğer (gerçekte) dediği ise, (söz yerini bulmuş olur); değilse
küfür, söyleyene döner."
949-
Ebû Zer'den
(radıyallahü anh) rivâyet
edildiğine göre, Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem'in
şöyle buyurduğunu işitmiştir:
“Kim bir adamı küfür sözü ile çağırırsa,
yahut Allah'ın düşmanı derse, adam da böyle değilse, küfür
ona döner."
Bir müslüman bir müslümana bedduâ
edip:
“Alah'ım, îmanı bundan gider, dese, bunu söylemekle asî (günahkâr)
olur. Yalnız bu kadar söylemekle kâfir olur mu? Mezheb
imâmlarımızdan Kâdî Hüseyin
"Fetvalar" da naklettiği İki görüş vardır: Bu görüşlerden doğru
olanı, kâfir olmaz sözüdür. Buna delil olarak da, Mûsa
aleyhisselâm'dan haber veren
Allahü teâlâ'nın şu âyeti
gösterilmektedir:
"Ey Rabbimiz! (Firavun ailesinin) mallarını
yok et ve kalblerini şiddetle sık, (azabı görmeyince) onlar îman
etmezler. "
Bu âyetle hüküm çıkarmak üzerinde, her ne kadar bizden öncekilerin
şeriatı bizim de şeriatımızdır dersek, kararlı olamayız. |
٣
- فصل:
٩٤٧-
روينا في سنن أبي داود،
بالإِسناد الصحيح، عن حذيفةَ
رضي اللّه عنه،
عن
النبيّ صلى اللّه عليه وسلم
قال:
"لا تَقُولُوا ما شاءَ اللّه وَشاءَ فُلانٌ، وَلَكِنْ قولُوا ما
شَاءَ اللّه ثُمَّ ما شَاءَ فُلانٌ". (٤١)
قال الخطابي وغيره: هذا إرشادٌ إلى
الأدب، وذلك أن الواو للجمع والتشريك، وثم للعطف مع الترتيب
والتراخي، فأرشدَهم صلى اللّه عليه وسلم
إلى تقديم مشيئة اللّه تعالى على مشيئة مَن سواه. وجاء عن إبراهيم
النخعي أنه كان يكرهُ أن يقول الرجل: أعوذ باللّه وبك؛
ويجوز أن يقول: أعوذ باللّه ثم بك؛
قالوا: ويقول: لولا اللّه ثم فلان لفعلت كذا، ولا تقل:
لولا اللّه وفلان.
فصل:
ويُكره أن يقول: مُطرنا بنوْءِ كذا، فإن قاله معتقداً أن الكوكب هو
الفاعل فهو كفر،
وإن قاله معتقداً أن اللّه تعالى هو الفاعل وأن النوْءَ المذكور
علامة لنزول المطر لم يكفر، ولكنه ارتكب مكروهاً لتلفظه بهذا اللفظ
الذي كانت الجاهلية تستعملُه، مع أنه مشتركٌ بين إرادة الكفر وغيره،
وقد قدَّمنا الحديث الصحيح المتعلق بهذا الفصل في
باب ما يقول عند نزول المطر.
فصل:
يحرمُ أن يقولَ إن فعلتُ كذا فأنا يهوديّ
أو نصراني، أو بريءٌ من
الإسلام ونحو ذلك، فإن قاله وأرادَ حقيقة تعليق خروجه عن الإِسلام
بذلك صارَ كافراً في الحال وجرتْ عليه أحكامُ المرتدّين، وإن لم
يُردْ ذلك لم يكفرْ، لكن ارتكبَ محرّماً، فيجبُ عليه التوبة، وهي أن
يُقلعَ في الحال عن معصيته ويندمَ على ما فعل ويَعْزِمَ على أن لا
يعودَ إليه أبداً ويستغفر اللّه تعالى ويقول: لا إله إلاَّ اللّه
محمدٌ رسولُ اللّه.
فصل:
يحرم عليه تحريماً مغلّظاً أن يقولَ
لمسلم: يا كافر!
٩٤٨-
روينا في صحيحي البخاري ومسلم،
عن ابن عمر
رضي اللّه عنهما، قال: قال
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم قال:
”إذَا قالَ الرَّجُلُ لأخِيهِ: يا كافِرٌ! فَقَدْ باءَ بِها
أحدهما،
فإن كانَ كما قال وَإِلاَّ رَجَعَتْ عَلَيْهِ".
٩٤٩-
وروينا في صحيحيهما، عن
أبي ذرّ
رضي اللّه عنه أنه سمع
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم يقول قال:
”مَنْ دَعا رَجُلاً بالكُفْرِ أوْ
قَالَ عَدُوُّ اللّه ـ وَلَيْسَ كَذَلِكَ ـ إلاَّ حارَ عَلَيْهِ" و
هذا لفظ رواية مسلم، ولفظ
البخاري بمعناه، ومعنى حارَ:
رجع. (٤٢)
فصل:
لو دعا مسلم على
مسلم
فقال: اللّهمّ اسلبه الإِيمانَ عصى بذلك، وهل يكفر الداعي بمجرد هذا
الدعاء؟ فيه وجهان لأصحابنا
حكاهما القاضي حسين من أئمة أصحابنا في
الفتاوى أصحُّهما لا يكفر، وقد يُحتجّ لهذا بقول
اللّه تعالى إخباراً عن موسى صلى
اللّه عليه وسلم:
{رَبَّنا اطْمِسْ على أمْوَالِهِمْ وَاشْدُدْ على قُلُوبِهِمْ فَلا
يُؤْمِنُوا}
الآية [يونس: ٨٨]، وفي هذا
الاستدلال نظر، وإن قلنا إنَّ شرعَ من قبلنَا شرعٌ لنا. |
4. Kâfirin, Bir Müslamanı Küfre Zorlaması:
Kâfir olan insan bir müslümam küfür sözünü söylemeye zorlasa, müslüman
da, kalbi îman üzere yatışmış olduğu hâlde o küfür sözünü
söylerse, Kur’ân-ın açık hükmü ve müslümanların icmaı üzere kâfir
olmaz. Acaba kendini ölümden kurtarmak için bu küfür sözünü
söylemesi daha faziletli bir tutum mu olur?
Âlimlerimize
göre bunun beş şekli vardır:
Birincisi:
Âlimlerimize göre Sahîh kabul edilen, ölüm için sarbetmek ve
küfür kelimesini söylememektir. Bunun delilleri de Sahîh olan
deliller ve ashâbın meşhur olan davranışlarıdır (Allah onlardan
razı olsun).
İkincisi: Faziletli olan, kendisini
ölümden kurtarmak için küfür sözünü söylemektir.
Üçüncüsü: Eğer sağ kalmasında şeriat
hükümlerini yerine getirmek yahut
düşmanı ezmek bakımından müslümanlar için bir yarar görüyorsa,
faziletli olan küfür sözünü söylemektir. Eğer durum böyle değilse,
küfür kelimesini kullanmayıp ölüme sabretmesi daha faziletlidir.
Dördüncüsü: Eğer küfre zorlanan kimse
âlimlerden ise, en faziletli olan, insanlar aldanmaması için onun
ölüme sabretmesidir.
Beşincisi:
Allahü teâlâ'nın şu âyetini delil alarak küfür kelimesini
söylemesi vâcib olur görüşüdür ki, bu cidden zayıftır:
"Canlarınızı tehlikeye atmayın." |
٤- فصل:
لو أكرهَ الكفّار مسلماً على كلمة الكفر فقالها وقلبه مطمئنّ
بالإِيمان لم يكفر بنصّ القرآن (قال
تعالى:
{إِلاّ مَن أُكره وقلبه مطمئن بالإِيمان}
[النحل: ١٠٦])
وإجماع المسلمين، وهل الأفضل
أن يتكلَّم بها ليصونَ نفسَهُ من القتل؟ فيه خمسةُ أوجه لأصحابنا،
الصحيحُ
أن الأفضلَ أن يصبرَ للقتل ولا يتكلّم بالكفر، ودلائلُه من الأحاديث
الصحيحة وفعل الصحابة رضي اللّه عنهم
مشهورة،
والثاني
الأفضلُ أن يتكلَّمَ ليصونَ نفسَه من القتل.
والثالث
إن كان في بقائه مصلحةٌ للمسلمين بأن كان يرجو النكايةَ في العدوّ
أو القيام بأحكام الشرع، فالأفضلُ
أن يتكلَّم بها، وإن لم يكن كذلك فالصبرُ على القتل أفضل.
والرابع
إن كان من العلماء ونحوهم ممّن يُقتدى بهم فالأفضلُ الصبر لئلا يغترّ
به العوامّ.
والخامسُ
أنه يجبُ عليه التكلّم لقول اللّه تعالى:
{وَلا تُلْقُوا بأيْدِيكُمْ إلى التَّهْلُكَةِ}
[البقرة: ١٩٥] وهذا الوجه
ضعيف جداً. |
5. Fasıl
Müslüman, bir kâfiri islâmı kabule zorlasa, adam da şehâdet kelimesini
getirse, eğer kâfir yabancı uyruklu ise (İslâm güvencesi altına
girmemiş ise) islâmı Sahîh olur; çünkü buna yapılan zorlama
haktır.
Eğer zimmet ehli (islâm güvencesinde bulunan gayri müslim) ise, o
zaman (islâma zorlanmakla) müslüman olmaz. Çünkü ona dokunmamayı
kabullenmişiz. Onu zorlamak haksızlıktır. Bu meseledeki zaif bir
görüşe göre ise, bu yolla zimmî de müslüman olur, çünkü ona hakkı
emretmiştir. |
٥
- فصل:
لو أكره المسلمُ كافراً على الإِسلام فنطقَ بالشهادتين، فإن كان
الكافرُ حربياً صحّ إسلامه، لأنه إكراه بحقّ؛
وإن كان ذميّاً لم يصِرْ مسلماً لأنّا التزمنا الكفّ عنه،
فإكراهُه بغير حق، وفيه قولٌ ضعيفٌ أنه يصيرُ مسلماً لأنه أمره
بالحقّ. |
6. Fasıl
Kâfir olan kimse, iki şehâdet kelimesini zorlama olmadan söylerse,
eğer başkasının sözünü anlatarak Zeyd'in şöyle dediğini işittim:
“Lâ İlahe İllallah Muhammedün
Resûlüllah" derse onun islâmına hüküm verilmez.
Eğer bir müslüman onu îmana davet ederek: Lâ İlahe İllallah Muhammedün
Resûlüllah" söyle der
de, adam bunları söylerse müslüman olur.
Eğer şehâdet kelimelerini başkasından hikâye ederek değil de sözün
başında söylemiş olursa, âlimlerimizin
çoğunluğunun kabul ettiği meşhur ve Sahîh olan görüş adamın
müslüman oluşudur. Fakat zayıf bir görüş olarak müslüman olmaz;
çünkü başkasından nakletmek ihtimali vardır. |
٦- فصل:
إذا نطقَ الكافرُ بالشهادتين بغير إكراه، فإن كان على سبيل الحكاية
بأن قال: سمعتُ زيداً يقول: لا إِله إِلاَّ اللّه محمدٌ
رسولُ اللّه لم يُحكم
بإسلامه،
وإن نطقَ بهما بعد استدعاء مسلم
بأن قال له مسلم: قل لا إِله
إلاَّ اللّه محمدٌ رسولُ اللّه،
فقالهما، صارَ مسلماً؛
وإن قالهما ابتداءً لا حكايةً ولا باستدعاء، فالمذهبُ الصحيحُ
المشهورُ الذي عليه جمهور أصحابنا
أنه يصيرُ مسلماً،
وقيل
لا يصيرُ لاحتمال الحكاية. |
7. Müslümanların Emirine "Halife" Denmesi:
Müslümanların idaresine bakan bir idareciye:
“Allah'ın Halifesi" demek uygun olmaz. Ona:
“Halife, Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem'in
halifesi ve Mü’minlerin emîri" denilir.
İmâm Ebû Mühummed el-Begavî'nin
Şerhü's-Sünne kitabında şöyle dediğini rivâyet ettik (Allah ona
rahmet etsin): Mü’minlerin idaresine bakan kimseye "Emiru'l-Mü’minin,
Halife" demekte bir sakınca yoktur; adalet sahibi imâmların
gidişatına aykırı davranışta olsa bile caizdir. Çünkü müslümanlar
onun idaresini kabullenmişlerdir. Ona halife denilir; Çünkü
kendinden önce gelip geçenlerin yerine geçmiştir ve onun makamına
oturmuştur. Üzerlerine Allah'ın salât ve selâmı olsun, Âdem ve
Dâvud peygamberlerden
sonra hiç kimse "Allahü teâlâ'nın
Halifesi" diye adlanmaz.
Allahü teâlâ şöyle
buyurmuştur:
"Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım."
"Ey Dâvud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık.
İbn Ebi Müleyke'den rivâyet edildiğine göre bir adam
Ebû Bekir es-Sıddîk
Hazretlerine (radıyallahü anh):
Ey Allah'ın Halifesi, demiş, Hazret-i Ebû
Bekir:
Ben, Muhammed Sallallahü aleyhi ve sellem'in
halifesiyim, ben buna razıyım, dedi.
Bir adam da Ömer ibn Abdülaziz'e
(radıyallahü anh): Ey Allah'ın
Halifesi! demiş. O:
Sana yazık, (gerçekten) uzak bir sözle işe başladın. Annem bana Ömer
adını verdi. Bu adla beni çağırırsan kabul ederim. Sonra büyüdüm
de Ebû Hafs dîye künyelendim. Eğer bu künye ile beni çağırırsan
kabul ederim. Sonra idare işlerinizi görmek üzere beni başa
geçirdiniz ve bana "Mü'minlerin Emiri" dediniz. Eğer bununla beni
çağırırsan sana yeter, dedi.
Kadılar kadısı İmâm Ebû'l-Hasan Şafii fıkıh âlimi Basra'lı
el-Maverdi," el-Ahkâmu's-Sultaniye"
adlı kitabında şöyle der:
Müslümanların idarecisi olan imâma "Halife" denilir; çünkü
Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem'in
ümmetinin işlerini ve idaresini görmek için onun yerine geçmiştir.
Mutlak olarak "Halife" denmek caiz olduğu gibi, "Halifetü
Resûlüllah = Allah'ın
Peygamberinin Halifesi" de
söylemek caizdir. Demiştir:
"Halifetullah" sözünün söylenmesi cevazı üzerinde âlimler ihtilâf
etmişlerdir. Allah'ın haklarını kulları üzerinde uyguladığı için
bir kısım âlimler böyle demeyi caiz görmüşler ve
Allahü teâlânın şu âyetini
delil göstermişlerdir :
"Yeryüzünde sizi halifeler yapan O'dur."
Âlimlerin çoğu bunu
kullanmaktan kaçınmışlar ve bunu söyleyeni de fücur ehlinden
saymışlardır. Mâverdi'nin sözü
budur.
Ben derim ki:
“Emiru'l-Mü’minin" diye ilk adlandırılan Ömer ibnu'l-Hattâb'dır
(radıyallahü anh). Bu hususta
âlimler arasında ihtilâf yoktur. Bu tabirin Müseylime hakkında
kullanıldığım bazı cahillerin sanması açık bir hatadır ve
âlimlerin icmaına ve kitablarına aykırı düşen çirkin bir
cehalettir. Çünkü ilk önce "Emiru'l-Mü’minin" diye adlandırılan
Ömer ibn'l-Hattâb
(radıyallahü anh) olduğu naklinde
âlimlerin kitabları birbirlerini destekleyecek şekilde ittifak
etmişlerdir.
İmâm el-Hâfız Ebû Ömer ibn Abdi’l-Berr, ashâbın isimleri üzerinde
yazdığı "el-İstiâb" kitabında, ilk önce Emiru'l-Mü’minin diye
adlandırılanın Hazret-i Ömer
olduğunu anlatır ve bunun sebebini de anlatır. Hazret-i
Ebû Bekir hakkında
(radıyallahü anh) da, "Halifetü
Resûlüllah"
sallallahü aleyhi ve sellem
denilirdi. |
٧- فصل:
ينبغي أن لا يُقال للقائم بأمر المسلمين خليفة اللّه، بل يُقال
الخليفة، وخليفةُ رسولِ اللّه
صلى اللّه عليه وسلم وأميرُ
المؤمنين.
روينا في شرح السنّة للإِمام أبي محمد
البغوي رضي اللّه عنه قال
رحمه اللّه: لا بأسَ أن يُسمَّى القائم بأمر المسلمين أمير المؤمنين
والخليفة، وإن كان مخالفاً لسيرة أئمة العدل لقيامه بأمر المؤمنين
وسمع المؤمنين له. قال: ويُسمَّى خليفة لأنه خلفَ الماضي قبلَه
وقام مقامه. قال: ولا يُسمى أحدٌ خليفة اللّه تعالى بعد آدم وداود
عليهما الصلاة والسلام.
قال اللّه تعالى:
{إني جاعِلٌ في الأرْضِ خَلِيفَةً}
[البقرة: ٣٠]
وقال تعالى:
{يا دَاوُدَ إنَّا جَعَلْناكَ خَلِيفةً في الأرْضِ} [ص:
٢٦] وعن ابن أبي مُليكة أن رجلاً قال
لأبي بكر الصديق
رضي اللّه عنه: يا خليفة اللّه!
فقال: أنا خليفة محمد صلى اللّه عليه وسلم،
وأنا راضٍ بذلك.
وقال رجلٌ لعمرَ بن الخطاب
رضي اللّه عنه: يا خليفة اللّه!
فقال: ويلَك لقد تناولتَ تناولاً بعيداً، إن أُمّي سمّتني عمر، فلو
دعوتني بهذا الاسم قبلتُ، ثم كَبِرتُ فكُنِّيتُ أبا حفص، فلو دعوتني
به قبلتُ، ثم وليتموني أمورَكم فسمَّيتُوني أمَير المؤمنين، فلو
دعوتني بذاك كفاك.
وذكر الإِمام أقضى القضاة أبو الحسن
الماوردي البصري الفقيه الشافعي
في كتابه "الأحكام السلطانية" أن الإِمامَ سُمِّيَ خليفةً؛
لأنه خلفَ رسولَ اللّه
صلى اللّه عليه وسلم في أُمته،
قال: فيجوز أن يُقال الخليفة على الإِطلاق، ويجوز خليفة
رسول اللّه.
قال: واختلفوا في جواز قولنا خليفة اللّه، فجوّزه بعضُهم لقيامه
بحقوقه في خلقه، ولقوله تعالى:
{هُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلائِفَ في الأرْضِ} [فاطر:
٣٩] وامتنع جمهورُ العلماء من ذلك ونسبُوا قائلَه إلى
الفجور، هذا كلام الماوردي.
قلتُ:
وأوّلُ مَن سُمِّي أميرَ المؤمنين عمر
بن الخطاب رضي اللّه عنه، لا
خلاف في ذلك بين أهل العلم.
وأما ما توهمه بعضُ الجهلة في مسيلمة فخطأٌ صريح وجهلٌ قبيح مخالف
لإِجماع العلماء، وكُتبهم متظاهرة على نقل الاتفاق على أن أوّل مَن
سُمِّي أميرَ المؤمنين عمر بن الخطاب
رضي اللّه عنه.
وقد ذكر الإِمام الحافظ أبو عمر بن عبد البرّ في كتابه
"الاستيعاب" في أسماء الصحابة رضي
اللّه عنهم بيان تسمية عمر أمير المؤمنين أوّلاً، وبيان سبب
ذلك، وأنه كان يُقال في أبي بكر رضي اللّه
عنه خليفة رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم. |
8. Fasıl
Padişah ve Sultanlar için "Şehinşah" demek ağır bir şekilde haram
olur. Çünkü bunun manası "Melikler meliki = Padişahlar padişahı"
demektir. Allah Sübhânehû ve teâlâ'dan başkası bu vasıfla
vasıflanmaz.
950-
Ebû Hüreyre'den
(radıyallahü anh) yapılan
rivâyetde Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
“Allahü teâlâ yanında isimlerin
en çirkini adamın "Mülklerin Meliki" diye adlanmasıdır. "
İsimler bölümünde bunun açıklamasını yapmış ve Süfyân
ibn Uyeyne'nin: Melikül-Emlâk tabirinin Şehinşah gibidir dediğim
yazmıştık. |
٨- فصل:
يحرمُ تحريماً غليظاً أن يقولَ للسلطان وغيره من الخلق شاهان شاه،
لأن معناه ملك الملوك، ولا يُوصف بذلك غير اللّه سبحانه وتعالى.
٩٥٠-
وروينا في صحيحي البخاري ومسلم،
عن أبي هُريرة
رضي اللّه عنه عن
النبيّ قال:
"إنَّ أخْنَعَ اسْمٍ عِنْدَ اللّه تَعالى رَجُلٌ يُسَمَّى مَلِكَ
الأمْلاكِ" وقد قدّمنا بيان هذا في كتاب الأسماء، وأن سفيانَ بن
عيينة قال: ملك الأملاك مثل شاهان شاه.
(٤٣) |
9. Seyyid Sözünü Kullanmak
Bil ki, seyyid, kavmine üstün gelen ve kıymeti onlardan yüksek olan
kimsedir. Aynı zamanda başkana, fazilet sahibine, öfkesine uymayan
yumuşak huyluya, iyi kimseye, mülk sahibine ve kocaya da seyyid
söylenir. Faziletli kimselere Seyyid dendiğine dair çok hadisler
nakledilmiştir.
951- Ebû Bekre'den
(radıyallahü anh) rivâyet edilen
şu hadis onlardan biridir:
“Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem
Hazret-i Ali'nin oğlu Hasan'ı (radıyallahü anhüma) minbere çıkarıp şöyle dedi:
Bu oğlum seyyid'dir. Umuyorum ki Allah bunun sayesinde müslümanlardan
iki fırkanın arasını düzeltecektir.
952-
Ebû Said el-Hûdrî'den
(radıyallahü anh) rivâyet
edilmiştir:
“Sa’d ibn Muaz
(radıyallahü anh) taşradan ashâba
karşı çıkageldiği zaman,
Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem
Ensar'a:
Seyyidinize ve hayırlınıza (hürmet için) kalkınız! dedi. Bazı
rivâyetlerde
"Seyyidinize yahut hayırlınıza"
şeklindedir. Rivâyetlerin birinde de şübhe anlamı olmaksızın
sadece: Seyyidinize" şeklindedir.
953-
Ebû Hüreyre'den
(radıyallahü anh) rivâyet
edildiğine göre, Sa’d ibn Ubâde
(radıyallahü anh) şöyle dedi:
“Yâ Resûlellah! Bir adam karısı ile bir erkek bulsa, onu öldürür mü,
bildirirmisiniz?
Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem:
Seyyidinizin ne söylediğine bakın... Buyurdu. "
Seyyid sözünü kullanmanın yasaklığına dair Sahîh isnadla nakledilen
hadise gelince:
954- Büreyde'den
(radıyallahü anh) rivâyet
edildiğine göre, demiştir ki,
Resûlüllah sallallahü aleyhi
ve sellem:
Münafık için Seyyid demeyin. Çünkü o seyyid olursa, Aziz ve Yüce olan
Rabbinizi gazaba getirmiş olursunuz, buyurdu. "
Derim ki: Bu hadislerin
hükümleri şöyle toplanır: bir kimse fazilet ve hayır sahibi ise,
falanca seyyiddir, ey efendim ve benzeri ifadeleri kullanmakta bir
sakınca yoktur. Eğer adam fasıksa ve dininde gevşeklikle ve
benzeri hallerle biliniyorsa, ona Seyyid demek mekruhtur.
Hükümlerin bu şekilde toplandığını İmâm Ebû Süleyman
el-Hattâbî'nin Meâlimu's-Sünne'sinden
rivâyet ettik. |
٩- فصل: في لفظ السيد.
اعلم أن السيد يُطلق على الذي يفوق قومَه ويرتفعُ قدرُه عليهم،
ويُطلق على الزعيم والفاضل، ويُطلق على الحليم الذي لا يستفزّه
غضبُه، ويُطلق على الكريم وعلى المالك وعلى الزوج، وقد جاءت أحاديثُ
كثيرةٌ بإطلاق سيد على أهل الفضل.
٩٥١-
فمن ذلك ما
رويناه في صحيح البخاري، عن أبي
بكرةَ رضي اللّه عنه؛ أن
النبيّ
صلى اللّه عليه وسلم صَعِدَ بالحسن بن
عليّ
رضي اللّه عنهما المنبرَ
فقال:
"إنَّ ابْنِي هَذَا سَيِّدٌ، وَلَعَلَّ اللّه تعالى أنْ يُصْلِحَ
بِهِ بَيْنَ فِئَتَيْنِ مِنَ المُسْلِمِينَ". (٤٤)
٩٥٢-
وروينا في صحيحي البخاري ومسلم،
عن أبي سعيد الخدري رضي اللّه عنه؛ أن
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم قال للأنصار لما أقبل سعد بن معاذ
رضي اللّه عنه:
"قُومُوا إلى سَيِّدِكُمْ" أو
"خَيْرِكُمْ" كذا في بعض الروايات "سيّدكم
أو خيرِكم" وفي بعضها
"سيّدكم" بغير شك. (٤٥)
٩٥٣-
وروينا في صحيح مسلم، عن
أبي هريرة
رضي اللّه عنه؛ أن سعدَ بن عبادة
رضي اللّه عنه قال: يا
رسولَ اللّه! أرأيتَ
الرجلَ يجدُ مع امرأته رجلاً أيقتله؟ الحديث، فقال
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم:
"انْظُرُوا إلى ما يَقُولُ سَيِّدُكُمْ".(٤٦)
(
مسلم
(١٤٩٨) ولفظه: اسمعوا إلى ما يقول سيِّدُكم ،
قال ابن علاّن: وأخرجه مالك في
الموطأ، وأبو داود.)
وأما ما وردَ في النهي:
٩٥٤-
فما رويناه بالإِسناد الصحيح في سنن أبي
داود، عن بريدة رضي اللّه عنه
قال: قال
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم:
"لا تَقُولُوا لِلمُنافِقِ سَيِّدٌ، فإنَّه إنْ يَكُ سَيِّداً
فَقَدْ أسْخَطْتُمْ رَبَّكُمْ عَزَّ وَجَلَّ". (٤٧)
قلت:
والجمع بين هذه الأحاديث أنه لا بأس بإطلاق فلان سيد، ويا سيدي، وشبه
ذلك إذا كان المسوَّد فاضلاً خيّراً، إما بعلم،
وإما بصلاح،
وإما بغير ذلك؛ وإن كان فاسقاً،
أو متهماً في دينه،
أو نحو ذلك كُره له أن يقال سيّد.
وقد روينا عن الإِمام أبي سليمان الخطابي في معالم السنن في الجمع
بينهما نحو ذلك. |
10. Fasıl
Kölenin efendisine:
“Rabbim = Efendim" demesi mekruhtur. Seyyidim, demesi uygundur.
Dilerse mevlâm der. Efendinin de kölesine: Kulum ve cariyem,
demesi mekruhtur. Fakat delikanlım, kızım ve oğlum diye hitab
eder.
955-
Ebû Hüreyre'den
(radıyallahü anh) yapılan
rivâyetde Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
“Sizden herhangi biriniz Rabbine yemek ver, Rabbine abdest ver,
Rabbine su ver, demesin Seyyidime, mevlâma desin. Hiç biriniz:
Kulum, cariyem demesin. Delikanlım, gencim ve oğlanım, desin."
Müslim'in bir rivâyeti de şöyle;
"Sizden hiç biriniz Rabbim demesin; seyyidim ve mevlâm desin." Diğer
bir rivâyetinde:
“Sizden biriniz asla kulum ve cariyem, demesin hepiniz kullarsınız.
Köle de (efendisine) Rabbim, demesin. Seyyidim (ey efendim),
desin." Onun bir rivâyeti de şöyle:
"Hiç biriniz kulum ve emem (kadın kölem) asla demesin. Hepiniz
Allah'ın kullarısınız ve bütün kadınlarınız da Allah'ın dişi
kullarıdır. Fakat oğlanım, cariyem, delikanlım, kızım desin.
Derim ki: Tarif lamı ile el-Rabb,
özel olarak ancak Allahü teâlâ'ya
söylenir. Amma izafetle Rabb kelimesi başka yerlerde kullanılır:
Rabbu'l-mal = mal sahibi, Rabbu'd-dar -ev sahibi ve benzeri sözler
söylenir.
Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem'in
Kaybolan deve hakkındaki şu Sahîh hadisi bundandır:
“Sahibi ona kavuşuncaya kadar deveyi
bırak."
Hazreti Ömer'in
Buhârî'nin Sahîhinde şu sözü
vardır:
“(Kölesine demiştir ki,) az develere ve az koyunlara sahip olanı
mer'adan faydalandır." Bunun benzeri hadislerde çoktur, meşhurdur.
(Rabb kelimesi izafetle kullanılır.) Şeriat Sahîhlerinin Rab
kelimesini böyle kullanmaları bilinen meşhur bir iştir.
Âlimler şöyle demişlerdir:
Kölenin efendisine: Rabbim! diye hitab etmesi mekruhtur; çünkü bunun
lâfzında Allahü teâlâ'nın
Rububiyetine bir ortaklık vardır. Amma hadiste geçen:
“Devenin Rabbi ve develerin Rabbi" sözü ve bunların manasını taşıyan
ifadeler ise, bunlar mükellef olmayan (akıl sahibi olmayan) şeyler
hakkında kullanılmışlardır. Bunlar ev mal gibidirler. (Rabbuddar
dendiği gibi Rabbulğanem de denilir = Ev sahibi, koyun sahibi).
Yusuf aleyhisselâmın sözüne
gelince:
"Rabbin (efendin) yanında beni hatırla"
bunun iki cevabı vardır:
Birincisi: Adama bildiği ve konuştuğu
bir sözle hitab etmiştir. Bunu kullanmak zaruretten ileri
gelmiştir. Nitekim Mûsa aleyhisselâm
Samirî'ye şöyle demişti:
“İlâhına bak!"
Sen İlâh edindiğine bak, demektir.
İkinci cevab: Bu, bizden öncekilerin
şeriatıdır; bizim şeriatımızda bunun hilafı sabit olursa o bize
şeriat olmaz. Bunda bir ihtilaf yoktur. Ancak usul âlimlerinin
ihtilaf ettiği şudur:
Bizden öncekilerin şeriatine bizim şeriatımızda bir muhalefet ve bir
muvafakat olmazsa, acaba o iş bize meşru olur mu, olmaz mı? |
١٠- فصل:
يُكره أن يقول المملوك لمالكه: ربي، بل يقول، سيدي، وإن شاء قال:
مولاي. ويُكره للمالك أن يقول: عبدي وأمتي، ولكن يقول: فتايَ
وفتاتي أو غلامي.
٩٥٥-
روينا في صحيحي البخاري ومسلم،
عن أبي هريرة
رضي اللّه عنه، عن
النبيّ
صلى اللّه عليه وسلم
قال:
"لا يَقُلْ أحَدُكُمْ أطْعِمْ رَبَّكَ، وَضّىءْ رَبَّكَ، اسْقِ
رَبَّكَ، وَلْيَقُلْ: سَيِّدِيِ وَمَوْلايَ؛
وَلا يَقُلْ أحَدُكُمْ عبْدِي أمَتِي، وَلْيَقُلْ: فَتايَ
وَفَتاتِي وَغُلامي"
وفي رواية لمسلم:
"وَلا يَقُلْ أحَدُكُمْ رَبِّي وَلْيَقُلْ سَيِدي وَمَوْلايَ"
وفي رواية له:
"لا يَقُولَنَّ أحَدُكُمْ عَبْدِي وَأمَتِي، فَكُلُّكُمْ عَبِيدٌ،
وَلا يَقُلِ العَبْدُ رَبي وَلْيَقُلْ سَيِّدِي"
وفي رواية له:
"لا يَقُولَنَّ أحَدُكُمْ عَبْدِي وَأمَتي، كُلُّكُمْ عَبِيدُ
اللّه، وكُلُّ نِسائِكُمْ إماءُ اللّه، وَلَكِنْ لِيَقُلْ غُلامي
وَجارِيَتِي وَفَتايَ وَفَتاتِي".
قلتُ:
قال العلماء: لا يُطلق الربُّ
بالألف واللام إلاّ على اللّه تعالى خاصة، فأما مع الإضافة
فيقال: ربّ المال، وربّ الدار،
وغير ذلك. ومنه قول النبيّ
صلى اللّه عليه وسلم في الحديث
الصحيح في ضالّة الإِبل
"دَعْها حتَّى يَلْقاها رَبُّها"
(٤٨): ربّ الصُّرَيْمة
والغُنَيْمة، ونظائره في الحديث كثيرة مشهورة.
وأما استعمال حملة الشرع ذلك فأمر مشهور معروف.
قال العلماء:
وإنما كره للمملوك أن يقول لمالكه: ربي، لأن في لفظه مشاركة للّه
تعالى في الربوبية.
وأما حديث "حتى يلقاها ربُّها" و"ربّ الصريمة" وما في
معناهما، فإنما استعمل لأنها غير مكلفة، فهي كالدار والمال، ولا شك
أنه لا كراهة في قول ربّ الدار وربّ المال.
وأما قول يوسف صلى اللّه عليه وسلم:
{اذكرني عند ربك}
[يوسف: ٤٢] فعنه جوابان:
أحدهما
أنه خاطبه بما يعرفه، وجاز هذا الاستعمال للضرورة، كما قال موسى
صلى اللّه عليه وسلم للسامري:
{وَانْظُرْ إلى إلهك} [طه:
٩٧] أي الذي اتخذته إلهاً.
والجواب الثاني
أن هذا شرعُ مَنْ قَبْلنَا، وشرعُ من قبلنا لا يكون شرعاً لنا إذا
ورد شرعُنا بخلافه، وهذا لا خلاف فيه. وإنما اختلف أصحاب الأصول في
شرع من قبلنا إذا لم يردْ شرعُنا بموافقته ولا مخالفته، هل يكون
شرعاً لنا أم لا؟. |
11. Fasıl
İmâm Ebû Ca’fer el-Nehhâs "Sına'atü'l-Küttâb"
adlı kitabında şöyle demiştir: Yaratıklardan hiç kimse için
el-Mevlâ sözünü kullanmanın uygun olmadığında âlimler arasında
ihtilâf bilmiyoruz.
Ben şöyle derim: Geçen bölümde
anlatıldı ki, "Benim mevlâm" sözünü kullanmakta cevaz vardır. Ebû
Ca’fer'in buradaki sözü ile bizim sözümüz arasında ayrılık yoktur.
Çünkü Ebû Ca’fer tarif lamı ile olan el-Mevlâdan bahsetmiştir.
(İnsanlara el-Mevlâ sözü ile caiz olmadığını ve bizim de kabul
ettiğimiz1 şekli ifade etmiştir). Yine Ebû Ca’fer şöyle demiştir:
Fasık olmayanlara Seyyid denilir.
Allahü teâlâ'dan başkasına
tarif lamı ile "el-Seyyid" denmez. Fakat geçerli kabul edilen
tarif lamı ile "el-Mevlâ ve el-Seyyid" sözlerini insanlarda
kullanmanın bir sakıncası olmamasıdır. Ancak anlattığımız şartlara
bağlıdır ki, hitab edilenin ilim ve ahlâk sahibi faziletli kimse
olması gerekir. |
١١- فصل:
قال الإمام أبو جعفر النحاس في
كتابه "صناعة الكتاب": أما المولى فلا نعلم اختلافاً بين
العلماء أنه لا ينبغي لأحد أن يقول لأحد من المخلوقين: مولاي.
قلت:
وقد تقدم في الفصل السابق جواز إطلاق مولاي، ولا مخالفة بينه وبين
هذا، فإن النحاس تكلَّم في
المولى بالألف واللام، وكذا
قال النحاس:
يقال سيد لغير الفاسق، ولا
يقال السيد بالألف واللام لغير اللّه تعالى؛
والأظهر أنه لا بأس بقوله المولى والسيد بالألف واللام بشرطه
السابق. |
12. Rüzgara Sövmemek
"Rüzgar estiği zaman ne söylenir" bölümünde rüzgâra sövmenin
yasaklığına dair iki hadis daha önce anlatılmış ve izah edilmişti. |
١٢- فصل: في النهي عن سبّ الريح.
وقد تقدم الحديثان في النهي عن سبّها وبيانهما في
باب ما يقول إذا هاجت الريح
(٤٩) . |
13. Sıtmaya Sövmek Mekruhtur
956-
Câbir'den
(radıyallahu anh) rivâyet
edilmiştir:
“Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem Ümmü
Sâib'in yahut Ümmü Müseyyeb'in
yanına varıp sordu:
— Neyin var, ey Ümmü Sâib yahut Ümmü
Müseyyeb, titreyip duruyorsun? (Hasta kadın) cevap verdi:
— Sıtma! Allah ona hayır vermesin. Bunun üzerine
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem):
Sıtmaya kötü söyleme (sövme); çünkü körük demirin paslarını döküp
giderdiği gibi, sıtma da Âdemoğullarımn günahlarını giderir." |
١٣- فصل: يُكره سبّ الحمى.
٩٥٦-
روينا في صحيح مسلم، عن
جابر
رضي اللّه عنه: أن
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم دخلَ على أُمّ السائب
أو أُمّ المسيب
فقال:
"ما لَكِ يا أُمّ السَّائِبِ! ـ أو
يا أُمّ المسيِّب ـ تُزَفْزِفِينَ؟" قالت: الحمّى لا باركَ
اللّه فيها،
فقال:
"لا تَسُبِّي الحُمَّى، فإنَّها تُذْهِبُ خَطايا بني آدَمَ كَمَا
يُذْهِبُ الكِيرُ خَبَثَ الحَدِيدِ". (٥٠)
قلتُ:
تزفزفين: أي تتحركين حركة سريعة، ومعناه: ترتعد، وهو بضم التاء
وبالزاي المكرّرة، وروي أيضاً بالراء المكرّرة، والزاي أشهر؛
وممّن حكاهما ابن الأثير؛
وحكى صاحب المطالع الزاي، وحُكي الراء مع القاف؛
والمشهور أنه بالفاء سواء بالزاي أو
بالراء. |
14. Horoza Sövmek Yasaktır
957- Sahîh bir isnadla Zeyd
ibn Halid el-Cüheni'den (radıyallahü anh)
yapılan rivâyetde demiştir ki,
Resûlüllah sallallahü aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu:
“Horoza sövmeyin; çünkü o namaz için uyandırır. " |
١٤- فصل: في النهي عن سبّ الديك.
٩٥٧-
روينا في سنن أبي داود بإسناد
صحيح، عن زيد بن خالد الجهني
رضي اللّه عنه قال:
قال
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم:
"لا تَسُبُّوا الدّيكَ، فإنَّهُ يُوقِظُ لِلصَّلاةِ". (٥١) |
15. Cahilîyet Sözleri İle duâ Etmemek ve
Onların Sözlerini Kullanmayı Kötülemek
958-
İbn Mes’ûd'dan
(radıyallahü anh) yapılan rivâyete
göre Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
"(Ölü arkasından ağlayıp da) yanaklara vuran, yakalan yırtarı ve
cahiliyet Duâsı ile duâ eden kimse bizden değildir. " |
١٥- فصل: في النهي عن الدعاء بدعوى الجاهلية وذمّ استعمال
ألفاظهم.
٩٥٨-
روينا في صحيحي البخاري ومسلم،
عن ابن مسعود
رضي اللّه عنه؛ أن
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم
قال:
"لَيْسَ مِنَّا مَنْ ضَرَبَ الخُدُودَ وَشَقَّ الجُيُوبَ وَدعا
بِدَعْوى الجَاهِليَّةِ"
وفي رواية "أوْ شَقَّ
أوْ دعا" بأو.
(٥٢) |
16. Fasıl
Muharrem ayına Safer adını vermek (ve cahiliyet devrinde olduğu gibi
ona birinci Safer demek) mekruhtur. Çünkü bu cahiliyet
âdetlerindendir. |
١٦- فصل:
ويُكره أن يُسمَّى المحرَّمُ صفراً، لأن ذلك من عادة الجاهلية. |
17. Fasıl
Kâfir olarak ölen kimse için mağfiret dilemek ve benzeri duâ yapmak
haramdır. Allahü teâlâ
şöyle buyurmuştur:
"Müşriklerin Cehennem'lik oldukları belli olduktan sonra -bunlar
akraba bile olsalar- onlar için
peygamberin ve îman edenlerin mağfiret dilemeleri
olmaz" |
١٧- فصل:
يحرمُ أن يُدعى بالمغفرة ونحوها لمن مات كافراً،
قال اللّه تعالى:
{ما كانَ لِلنَّبيّ والَّذينَ آمَنُوا أنْ يَسْتَغْفِرُوا
لِلْمُشْرِكِينَ وَلَوْ كَانُوا أُولي قُرْبَى مِنْ بَعْد ما
تَبَيَّنَ لَهُمْ أنَّهُمْ أصْحابُ الجَحِيمِ}
[التوبة: ١١٣] وقد جاء
الحديث بمعناه، والمسلمون مجمعون عليه. |
18. Cevaz Veren Şer'î Bir Sebep Olmadan
Müslümana Sövmenin Haramlığı
959- Sahîh'lerinde
ibn Mes’ûd'dan
(radıyallahü anh) yapılan
rivâyetde Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
"Müslümana sövmek fâsıklıktır."
960-
Ebû Hüreyre'den
(radıyallahü anh) Sahîh olarak
rivâyet edildiğine göre Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
“Sövüşen iki şahıs söyledikleri söz üzere sorumludurlar: Suç onlardan
ilk söze başlayanındır; haksızlığa uğrayan aşırı gitmedikçe..."
İnsanların âdetinin kötü sözler
olarak kullanılan kelimelerden bir kısmı şunlardır:
Ey himar, ey teke, ey kelb
ve benzerleri... Bunlar iki yönden çirkindir:
Bunlardan biri, sözün yalan
olmasıdır.
Diğeri de eziyet vermektir.
Fakat "ey zâlim ve
benzeri olan" sözü buna muhalif bir ifadedir. Çünkü nefsine ve
başkasına zâlim olmayan azdır ve çekişmelerde çok kullanıldığı
için buna müsamaha gösterilir.
Nehhâs
şöyle demiştir: Âlimlerden
biri şöyle söylemeyi mekruh görmüştür: Benimle hiç bir mahluk
yoktu; ancak Allah vardı.
Derim ki, bunun mekruh
olmasının sebebi şudur: Yaratıklardan Allah istisna edilmiş oluyor
ki, bu muhaldir.
Allahü teâlâ’nın şu
"Allah sizinle beraberdir"
sözüne uygun olarak: Benimle beraber kimse yoktu; lâkin
Allah benimle idi, söylenmelidir. Bunun yanında şöyle demek de
uygundur: Allah'dan başka benimle hiç kimse yoktu.
Yine demiştir ki, Allah’ın ismi üzere otur, demek mekruhtur. Allah'ın
ismini anarak otur, demelidir.
Nehhâs,
selef âlimlerinin birinden nakletmiştir ki, oruçlu
kimsenin: Benim ağzıma vurulan bu mühür hakkı için, demesi
mekruhtur. Mekruh bir söz olduğuna delil de, kâfirlerin ağızlarına
mühür vurulduğu gösterilmiştir. Bu delil sağlam değildir. Çünkü
Allah Sübhânehû ve teâlâ hazretlerinden başkası adına yemin
yapılmıştır. Söylediğimiz sebebden dolayı bunun mekruh olduğuna
dair yasaklık İnşa Allah yakında gelecektir. Bir de sebeb
olmaksızın oruçlu olduğunu açığa vurmak vardır ki, bu da doğru
değildir. Allah en iyisini bilendir.
İmrân ibnu'l-Husayn'dan
(radıyallahü anhüma) yapılan
rivâyetde şöyle demiştir:
“Cahiliyet devrinde biz: Sevdiğinle Allah sana göz aydınlığı versin ve
sabahın hoş olsun, derdik. İslâm gelince bunları söylemekten
yasaklandık. "
Abdürrezzak demiştir ki, Ma’mer
şöyle dedi: İnsanın, Sevdiğinle Allah sana göz aydınlığı versin,
demesi mekruhtur. Şöyle demekte bir sakınca yoktur: Allah sana göz
aydınlığı versin.
Derim ki,
Ebû Dâvud Katâde'den ve
başkasından bunu bu şekilde rivâyet etmiştir. Bu hadisin benzerini
ilim sahibleri Sahîh kabul edip onunla hüküm vermezler. Çünkü
Katâde sağlam ravi olmakla beraber ondan başkasının hali
bilinmemektedir. Rivâyetin meçhul kimseden olma ihtimali vardır.
Onun için meçhulden şer'i bir hüküm sabit olmaz. Bununla beraber
Sahîh olma ihtimalini taşıdığı için bu lâfzı kullanmaktan kaçınmak
ihtiyattır.-Bazı âlimler de meçhulden rivâyeti delil kabul
ederler. En iyisini Alllah bilir. |
١٨- فصل:
يحرم سبّ المسلم من غير سبب شرعي يجوّز ذلك.
٩٥٩-
روينا في صحيحي البخاري ومسلم،
عن ابن مسعود
رضي اللّه عنه، عن
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم
قال:
"سِبابُ المُسْلِمِ فُسُوقٌ".
٩٦٠-
ورويناه في صحيح مسلم، وكتابي
أبي داود والترمذي،
عن أبي هريرة
رضي اللّه عنه. وصحّ
أن
رسول اللّه صلى اللّه عليه وسلم
قال:
"المُسْتَبَّانِ ما قالا، فَعَلى البادِىءِ مِنْهُما ما لَمْ
يَعْتَدِ المَظْلُومُ"
قال الترمذي: حديث حسن صحيح.
(٥٣)
فصل:
ومن الألفاظ المذمومة المستعملة في العادة قوله لمن يخاصمه، يا
حمار! يا تيس! يا كلب! ونحو ذلك؛
فهذا قبيح لوجهين:
أحدهما
أنه كذب،
والآخر
أنه إيذاء؛ وهذا بخلاف قوله: يا
ظالم! ونحوه، فإن ذلك يُسامح به لضرورة المخاصمة، مع أنه يصدق
غالباً، فقلّ إنسانٌ إلا وهو ظالم لنفسه ولغيرها.
فصل:
قال النحاس: كرهَ بعضُ العلماء
أن يُقال: ما كان معي خَلْقٌ إلاّ اللّه.
قلت:
سبب الكراهة بشاعةُ اللفظ من حيث أن الأصل في الاستثناء أن يكون
متصلاً وهو هنا مُحال، وإنما المراد هنا الاستثناء المنقطع، تقديرُه
ولكن كان اللّه معي، مأخوذ من قوله:
{وَهُوَ مَعَكُمْ} وَيَنْبغي
أن يُقال بدلَ هذا: ما كان معي أحدٌ إلاَّ اللّه سبحانه وتعالى،
قال: وكره أن يُقال: اجلس على اسم اللّه، وليقلْ اجلس باسم
اللّه.
فصل:
حكى النحّاسُ عن بعض
السلف أنه يُكره أن يقولَ الصائمُ: وحقِّ هذا الخاتم الذي على فمي،
واحتجّ له بأنه إنما يُختم على أفواه الكفار، وفي هذا الاحتجاج نظر،
وإنما حجته أنه حلفٌ بغير اللّه سبحانه وتعالى، وسيأتي النهي عن ذلك
إن شاء اللّه تعالى قريباً، فهذا مكروهٌ لما ذكرنا، ولما فيه من
إظهار صومه لغير حاجة، واللّه أعلم.
فصل:
روينا في سنن أبي داود، عن عبد
الرزاق، عن معمر، عن قتادة،
أو غيره، عن
عمران بن الحصين
رضي اللّه عنهما قال:
كنّا نقول في الجاهلية: أنعم اللّه بك عيناً، وأنعم صباحاً، فلما
كان الإِسلام نُهينا عن ذلك. قال عبد الرزاق: قال معمر: يُكره أن
يقول الرجل: أنعم اللّه بك عيناً، ولا بأس أن يقول: أنعم اللّه
عينَك.
قلتُ:
هكذا رواه أبو داود عن
قتادة
أو غيره، ومثل هذا الحديث قال أهل العلم: لا يُحكم له
بالصحة، لأن قتادة ثقة وغيرُه
مجهول، وهو محتمل أن يكون عن المجهول فلا يثبتُ به حكم شرعي، ولكن
الاحتياط للإِنسان اجتناب هذا اللفظ لاحتمال صحته، ولأن بعض العلماء
يحتجّ بالمجهول، واللّه أعلم. |
19. İki Kişinin Bir Şahıs Yanında
Fısıldaşmalarının Yasaklığı
961-
İbn Mes’ûd'dan
(radıyallahü anh) yapılan
rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Üç kişi olduğunuz zaman, iki kişi diğerinin yanında gizli konuşmasın;
tâ ki insanlarla karışırlar. Çünkü bu hareket o kimseyi üzer.”
962-
İbn Ömer'den
(radıyallahü anhüma) yapılan
rivâyete göre Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
“İnsanlar üç kişi oldukları zaman, bir kişi yanında iki kişi
fısıldaşmasınlar." |
١٩- فصل:
في النهي أن يتناجى الرجلان إذا كان معهما ثالث وحده.
٩٦١-
روينا في صحيحي البخاري ومسلم،
عن ابن مسعود
رضي اللّه عنه قال: قال
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم:
"إذَا كُنْتُمْ ثَلاثَة فَلا يَتَنَاجَى اثْنَانِ دُونَ الآخَرِ
حتَّى تَخْتَلِطُوا بالنَّاسِ مِنْ أجْلِ أنَّ ذلكَ يُحْزنُهُ".
(٥٤)
٩٦٢-
وروينا في صحيحيهما، عن
ابن عمر
رضي اللّه عنهما؛ أن
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم
قال:
" إِذَا كانُوا ثَلاَثَةً فَلا يَتَنَاجَى اثْنانِ دُونَ
الثالث"
(٥٥) و
رويناه في سنن أبي داود، وزاد ـ
قال أبو صالح الراوي ـ عن ابن عمر:
قلتُ لابن عمر: فأربعة؟ قال: لا يضرّك. |
20. Kadının Kocasına
yahut
Başkasına Başka Bir Kadının Beden Güzelliğini Anlatmasının
Yasarlığı Ancak Evlenmek Gibi Meşru Bir Sebeb Olursa
Anlatabileceği
963- Sahîh'lerde
İbn Mes’ûd'dan
(radıyallahü anh) yapılan
rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu: "Kadın kadınla çok yakınlaşmada bulunup, onu kocası
görüyormuş gibi halini kocasına anlatmasın.
Evlenen kimseye oğullar ve güzel yaşam dileğinde bulunmak mekruh olur.
Ancak Nikâh Bölümünde anlattığımız gibi; "Allah sana bereket
versin" ve "sani mübarek kılsın", denilir. |
٢٠- فصل:
في نهي المرأة أن تخبرَ زوجَها أو
غيرَه بحسنِ بدنِ امرأةٍ أخرى إذا لم تدعُ إليه حاجة شرعية من رغبة
في زواجها ونحو ذلك.
٩٦٣-
روينا في صحيحي البخاري ومسلم،
عن ابن مسعود
رضي اللّه عنه قال: قال
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم:
"لا تُباشِرِ المرأةُ المَرأةَ فَتَصِفُها لزَوْجِها كأنَّهُ
يَنْظُرُ إِلَيْهَا". (٥٦)
فصل:
يُكره أن يُقال للمتزوّج: بالرِّفاءِ والبنينَ،
وإنما يُقال له: باركَ اللّه لك وباركَ عليك، كما ذكرناه في كتاب
النكاح. |
21. Fasıl
Nehhâs,
Ebû Bekir Muhammed ibn
Yahya'dan rivâyet etmiştir. Ebû Bekir Âlimlerin ve
ediblerin bilginlerindendi. O şöyle demiştir: Kızgınlık hâlinde
bir kimseye: Allahü teâlâ'yı
hatırla! demek, mekruhtur; çünkü o hâl içinde kızgınlık onu küfre
götürme korkusu vardır. Yine ona:
Peygamber sallallahü aleyhi ve
sellem'e Salât getir, denmez. Yine inkârından korkulur. |
٢١- فصل:
روى النَّحاسُ عن أبي بكر محمد
بن يحيى ـ وكان أحدَ الفقهاء الأدباء ـ أنه قال: يُكره أن يُقال
لأحدٍ عند الغضب: اذكر اللّه تعالى؛
خوفاً من أن يحملَه الغضبُ على الكفر، قال: وكذا لا يُقال
له: صلّ على النبيّ
صلى اللّه عليه وسلم، خوفاً من
هذا. |
22. Fasıl
İnsanların çoğunun âdet edindiği kötü sözlerin en çirkininden biri de
günah işleme korkusundan Allah adına yeminden kaçarak
yahut Allahü teâlâ'ya ta'zim ederek ve yeminden
korunarak söz söylemesi ve şöyle demesidir:
Allah biliyor, böyle olmamıştır
yahut Allah biliyor, böyle olmuştur gibi sözler. Bu
ifadelerde tehlike vardır. Eğer sözü konuşan adam, kesin olarak
işin dediği gibi olduğuna inanmış ise, bunda bir sakınca yoktur.
Eğer söylediği işin gerçek olup
olmadığı üzerinde şübheli ise, o zaman en çirkin bir iş
olmuştur. Çünkü Allah'a yalan isnadına kalkışmıştır. İş dediğim
gibidir, Allah biliyor demekle, kesin olarak bilmediği şeyi
Allah'a havale ederek kendini doğruluk sahibi göstermiş oluyor.
Bu sözde bundan daha çirkin bir
incelik vardır. O da şudur:
Allahü teâlâ'nın ilim
sıfatına, gerçek olmayan bir şeyi isnad etmektir ki, söz yalan
olarak gerçekleşme hâlinde küfür olur. Onun için bu gibi sözlerden
insanın kaçınması uygundur. |
٢٢- فصل:
من أقبح الألفاظ المذمومة، ما يَعتادُه كثيرون من الناس إذا أرادَ أن
يَحلِفَ على شيءٍ فيتورّع عن قوله: واللّه، كراهيةَ الحنث
أو إجلالاً للّه تعالى وتصوّناً عن
الحلف، ثم يقول: اللّه يعلم ما كان
كذا، أو لقد كان كذا ونحوه،
وهذه العبارةُ فيها خطرٌ، فإن كان صاحبُها متيقناً أن الأمر كما قال
فلا بأس بها،
وإن كان تشكَّكَ في
ذلك فهو من أقبح القبائح لأنه تعرّضَ للكذب على اللّه تعالى، فإنه
أخبرَ أن اللّه تعالى يعلمُ شيئاً لا يتيقنُ كيف هو.
وفيه دقيقة أخرى أقبحُ من هذا،
وهو أنه تعرّض لوصف اللّه تعالى بأنه يعلمُ الأمرَ على خلاف ما هو،
وذلك لو تحقَّقَ كان كافراً، فينبغي للإنِسان اجتنابُ هذه العبارة. |
23. Duâ ederken şöyle söylemek mekruhtur:
Duâ ederken Allah'ım dilersen yahut
istersen beni bağışla demek mekruhtur. Allah'dan kesinlikle
istenir.
964-
Ebû Hüreyre'den
(radıyallahü anh) yapılan
rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
"Hiç biriniz: Allah'ım! Dilersen beni bağışla, Allah'ım! Dilersen bana
merhamet et, demesin. Kesinlikle istesin; çünkü Allah'ı zorlayıcı
bir güç yoktur."
Müslim'in bir rivâyeti şöyledir:
"..Ancak kesinlikle istesin ve büyük rağbet göstersin. Çünkü verdiği
şeyde Allah'a karşı büyüklenecek hiç bir şey yoktur.”
965-
Enes'den
(radıyallahü anh) yapılan rivâyetde demiştir ki,
Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
"Sizden biriniz duâ ettiği zaman kesinlikle istesin, Allah'ım dilersen
bana ver, demesin; çünkü O'nu bir zorlayıcı yoktur." |
٢٣- فصل: ويُكره أن يقولَ في الدّعاء:
اللّهم اغفر لي إن شئت، أو إن
أردتَ، بل يجزمُ بالمسألة.
٩٦٤-
روينا في صحيحي البخاري ومسلم،
عن أبي هريرة
رضي اللّه عنه؛ أن
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم
قال:
"لا يَقُولَنَّ أحَدُكُمْ: اللّهمّ اغْفِرْ لِي إنْ شِئْتَ،
اللّهمَّ ارْحَمْنِي إنْ شِئْتَ، لِيَعْزِمِ المَسألةَ فإنَّهُ لا
مُكْرِهَ لَهُ".
وفي رواية لمسلم
"ولَكنْ ليَعْزِمْ وَلْيُعظِمِ الرَّغْبَةَ، فإنَّ اللّه لا
يَتَعاظَمُهُ شَيْءٌ أعْطاهُ". (٥٧)
٩٦٥-
وروينا في صحيحيهما، عن
أنس
رضي اللّه عنه قال: قال
رسول اللّه صلى اللّه عليه وسلم
"إذَا دَعا أحَدُكُمْ فَلْيَعْزِمِ المسألةَ وَلا يَقُولَنَّ
اللّهمَّ إنْ شِئْتَ فأعْطِني فإنَّه لا مُسْتَكْرِهَ لَهُ". (٥٨) |
Allah'ın isimlerinden ve sıfatlarından
başkası ile yemin etmek mekruhtur.
Bunlar arasında Peygamber'in
Kabe'nin meleklerin, emanetin, hayatın, ruhun ve bunlardan başka
sözlerin kullanılması eşittir. Bunlar içinde kerahet bakımından en
şiddetlisi Emanet sözü ile yemindir.
966-
İbn Ömer'den
(radıyallahü anhüma) yapılan
rivâyetde Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
"Allah babalarınızla yemin etmekten (babam hakkı için demekten) sizi
yasaklıyor. Yemin edecek kimse, Allah adına yemin etsin (Vallahi
desin), yahut sussun."
Buhârî'nin bir rivâyeti de
şöyledir: "Yemin edecek kimse, yalnız Allah adına yemin etsin,
yahut sükut etsin."
Emanet sözü ile yemin etmenin çok şiddetli bir şekilde yasak olduğuna
dair rivâyette bulunduk.
967- Büreyde'den
(radıyallahü anh) rivâyet
edildiğine göre demiştir ki,
Resûlüllah sallallahü aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu;
"Emanet sözü ile yemin eden (emanet hakkı için deyen) bizden
değildir." |
فصل: ويُكره الحلفُ بغير أسماء اللّه تعالى وصفاته،
سواءٌ في ذلك النبيّ
صلى اللّه عليه وسلم، والكعبة،
والملائكة، والأمانة، والحياة، والروح، وغير ذلك. ومن أشدِّها
كراهة: الحلف بالأمانة.
٩٦٦-
روينا في صحيحي البخاري ومسلم،
عن ابن عمر
رضي اللّه عنهما، عن
النبيّ
صلى اللّه عليه وسلم
قال:
"إنَّ اللّه يَنْهاكُمْ أنْ تَحْلِفُوا بأبائِكُمْ، فَمَنْ كانَ
حَالِفاً فَلْيَحْلِفْ باللّه أوْ
لِيَصمُت"
وفي رواية في الصحيح
"فَمَنْ كانَ حالِفاً فَلا يَحْلِفْ إِلاّ باللّه
أوْ لِيَسْكُتْ". (٥٩)
وروينا في النهي عن الحلف بالأمانة تشديداً كثيراً، فمن ذلك:
٩٦٧-
مارويناه في سنن أبي داود،
بإسناد صحيح، عن بُريدة
رضي اللّه عنه قال: قال
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم قال:
”مَنْ حَلَفَ بالأمانَةِ فَلَيْسَ مِنَّا". (٦٠) |
24. Alış-Veriş ve Benzeri İşlerde Doğru
Söylese Bile Çok Yemin Etmenin Mekruhluğu:
968-
Ebû Katâde'den
(radıyallahü anh) rivâyet
edilmiştir. O Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem'in
şöyle buyurduğunu işitmiştir:
"Alışverişte çok yemin etmekten sakınınız; çünkü yemin geçerli kılar
sonra mahveder. " |
٢٤- فصل: يُكره إكثارُ الحلف في البيع ونحوه وإن كان صادقاً.
٩٦٨-
روينا في صحيح مسلم عن أبي
قتادة
رضي اللّه عنه أنه سمع رسول
اللّه صلى اللّه عليه وسلم
يقول قال:
”إيَّاكُمْ وكَثْرَةَ الحَلِفِ في البَيْعِ فإنَّهُ يُنْفِقُ
ثُمَّ يَمْحَقُ". (٦١) |
25. Gök kuşağına "Kavs-i Kuzah" demek
mekruhtur.
969-
İbn Abbâs'dan
(radıyallahü anhüma) yapılan
rivâyetde Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
"(Gök kuşağına) Kavs-i Kuzah demeyiniz. Çünkü kuzah, Şeytandır. Fakat
Aziz ve Yüce Allah'ın (Yaratmış olduğu) kuşağı deyiniz. O arz ehli
için bir güvencedir. " |
٢٥- فصل: يُكره أن يُقال قوسُ قزح لهذه التي في السماء.
٩٦٩-
روينا في حلية الأولياء لأبي نعيم،
عن ابن عباس
رضي اللّه عنهما،
أن
النبيّ صلى اللّه عليه وسلم
قال قال:
”
لا تَقُولُوا قَوْسَ قُزَحَ، فإنَّ قُزَحَ شَيْطانٌ، وَلَكِنْ
قُولُوا قَوْسَ اللّه عَزَّ وَجَلَّ، فهُوَ أمانٌ لأهْلِ الأرْضِ"
(٦٢)
قلت:
قُزح بضم القاف وفتح الزاي، قال الجوهري وغيره: هي غير مصروفة
وتقولُه العوامّ قدح بالدال وهو تصحيف. |
26. Günahın İfşa Edilmemesi:
İnsan bir günah yahut benzeri bir iş
yaptığı zaman onu başkasına bildirmesinde kerahet vardır. Uygun
olan Allah'a tevbe etmek ve derhal o işi terk etmektir, yaptığına
pişman olmak ve asla o iş benzerini bir daha yapmamaya kararlı
olmaktır. Bu üç şart tevbenin rükünleridir. Ancak bunların
toplanması ile tevbe Sahîh olur.
Eğer yaptığı günahtan kurtulmak veya bir daha ona düşmemek niyeti ile
insan hocasına veya büyüğüne işlediği günahı bildirirse, bunda bir
sakınca yoktur. Hataya düşme sebeblerini öğrenebilir ve kurtulması
için duâ isteyebilir. Bunu yapmak güzeldir. Ancak bu maksadlar
bulunmadığı zaman anlatmak mekruh olur.
970-
Ebû Hüreyre'den
(radıyallahü anh) yapılan
rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem'in
şöyle buyurduğunu işittim: "Ümmetimin hepsi bağışlanmıştır; ancak
günahlarını açığa vuranlar bundan müstesnadır.
Adam geceleyin (günah olan) bir iş yapar sonra sabahlar.
Allahü teâlâ onun günahını
örtmüş iken, o (başkasına) anlatır: Ey falanca, ben dün şu
günahları işledim. Halbuki Allah onun günahını örtmüş olarak
gecelemişti. O ise, Allah'ın örtüsünü açarak sabahlamış oluyor. "
İyiliği emreder ve kötülükten alıkor bir. öğüt bulunmayarak mükellef
bir insanın iş ve düzenlerini bozacak şekilde başkasının kölesine,
hanımına, oğluna, hizmetçisine ve bunlardan başkalarına söz
söylemesi haramdır. Allahü teâlâ
şöyle buyurmuştur:
"İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın. Günah
ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın."
"İnsan bir söz konuşmaz ki, yanında bir
gözetleyip yazan (melek) hazır bulunmasın."
971-
Ebû Hüreyre'den
(radıyallahü anh) yapılan
rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Kişinin zevcesini
yahut kölesini aldatan (aleyhine çeviren) bizden değildir."
|
٢٦- فصل: يُكره للإِنسان إذا ابتُلي بمعصيةٍ أو نحوها أن يخبرَ
غيرَه بذلك،
بل ينبغي أن يتوب إلى اللّه تعالى فيقلعَ عنها في الحال ويندمَ على
ما فعل ويعزم أن لا يعود إلى مثلها أبداً؛
فهذه الثلاثة هي أركان التوبة لا تصحّ إلا باجتماعها، فإن
أخبرَ بمعصيته شيخَه أو شبهَه ممّن
يرجو بإخباره أن يعلِّمه مخرجاً من معصيته،
أو ليعلِّمَه ما يَسلمُ به من الوقوع في مثلها،
أو يعرِّفَه السببَ الذي أوقعه
فيها، أو يدعوَ له
أو نحوَ ذلك فلا بأسَ به، بل هو
حسنٌ، وإنما يُكره إذا انتفتْ هذه المصلحةُ.
٩٧٠-
روينا في صحيحي البخاري ومسلم،
عن أبي هريرة
رضي اللّه عنه، قال: سمعتُ
رسولَ اللّه
صلى اللّه عليه وسلم يقول قال:
”كُلُّ أُمّتِي معافىً إلا المُجاهِرينَ، وإنَّ مِنَ المُجاهَرَةِ
أنْ يَعْمَلَ الرَّجُل باللَّيْلِ عَمَلاً ثًمَّ يُصْبحُ وَقَدْ
سَتَرَهُ تَعالى عَلَيْهِ، فَيَقُولُ: يا فُلانُ! عَمِلْتُ
البارِحَةَ كَذَا وكَذَا، وَقَدْ باتَ يَسْتُرُهُ رَبُّهُ، وَيُصْبحُ
يَكْشِفُ سِتْرَ اللّه عَلَيْهِ". (٦٣)
فصل:
يَحرمُ على المكلّف أن يحدِّث عبدَ الإِنسان
أو زوجته
أو ابنه أو غلامَه ونحوَهم
بما يُفسدهم به عليه، إذا لم يكنْ ما يُحدِّثهم به أمراً بمعروف
أو نهياً عن منكر.
قال اللّه تعالى:
{وَتَعَاوَنوا على البِرّ وَالتَّقْوَى وَلا تَعَاوَنُوا على
الإِثْمِ وَالعُدْوَانِ}
[المائدة: ٢]
وقال تعالى:
{ما يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ إِلاَّ لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ}
[ق: ١٨].
٩٧١-
وروينا في كتابي أبي داود والنسائي،
عن أبي هريرة
رضي اللّه عنه قال: قال
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم:
"مَنْ خَبَّبَ زَوْجَةَ امْرِىءٍ أوْ
مَمْلُوكَهُ فَلَيْسَ مِنَّا".
قلتُ:
خبَّبَ بخاء معجمة ثم باء موحدة مكرّرة ومعناه: أفسده وخدعه.
فصل:
ينبغي أن يُقال في المال المخرج في طاعة اللّه تعالى: أنفقتُ
وشبهُه، فيقال: أنفقتُ في
حجتي ألفاً، وأنفقتُ في غزوتي ألفين، وكذا أنفقتُ في ضيافة ضيفاني،
وفي خِتان أولادي، وفي نكاحي، وشبه ذلك: ولا يقولُ ما يقوله كثيرون
من العوامّ: غَرِمْتُ في ضيافتي، وخسرتُ في حجتي، وضيّعت في سفري.
وحاصلهُ أن أنفقتَ وشبهه يكونُ في الطاعات. وخسرتُ وغرِمتُ وضيّعت
ونحوها يكونُ في المعاصي والمكروهات، ولا تُستعمل في الطاعات.
فصل:
مما ينهى عنه ما يقولُه كثيرون من الناس في الصلاة إذا قال الإِمام
(إيَّاكَ نَعْبُدُ وإيّاكَ نَسْتَعينُ) فيقول
المأموم: إياك نعبد وإياك نستعين، فهذا مما ينبغي تركه والتحذير
منه، فقد قال صاحب "البيان" من
أصحابنا:
إنَّ هذا يُبطل الصلاة إلا أن يقصد به التلاوة، وهذا الذي قاله وإن
كان فيه نظرٌ، والظاهرُ أنه لا يُوَافق عليه، فينبغي أن يُجتنبَ،
فإنه وإن لم يُبطلِ الصلاةَ فهو مكروهٌ في هذا الموضع، واللّه
أعلم.
فصل:
مما يتأكد النهيُ عنه والتحذيرُ منه ما يقولُه العوامّ وأشباهُهم في
هذه المكوس التي تُؤخذُ مما يبيع أو
يشتري ونحوهما، فإنهم يقولون: هذا حقّ السلطان،
أو عليك حقّ السلطان ونحو ذلك من
العبارات المشتملة على تسميته حقاً أو
لازماً ونحو ذلك، وهذا من أشدّ المنكرات وأشنع المستحدثات، حتى قال
بعضُ العلماء: من سمَّى هذا حقاً فهو كافرٌ خارجٌ عن ملّة الإِسلام،
والصحيحُ أنه لا يكفرُ إلا إذا اعتقده حقاً مع علمه بأنه ظلم؛
فالصوابُ أن يُقال فيه المكسُ أو
ضريبةُ السلطان أو نحو ذلك من
العبارات، وباللّه التوفيق. |
27. Allahü teâlâ'nın Zatından Cennet'den
Başkasını İstemenin Mekruhluğu:
972-
Câbir'den
(radıyallahü anh) yapılan
rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
"Allah'ın zatından ancak cennet istenir." |
٢٧- فصل: يكره أن يسألُ بوجه اللّه تعالى غير الجنة.
٩٧٢-
روينا في سنن أبي داود، عن
جابر
رضي اللّه عنه، قال: قال
رسول اللّه صلى اللّه عليه وسلم:
"لا يُسألُ بِوَجْهِ اللّه إلاَّ الجَنَّةُ". (١) |
28. Allahü teâlâ'nın Adını
Kullanarak ve O'ndan Merhamet İsteyerek Dilenen Kimseye Vermemenin
Mekruhluğu:
973- Sahîh isnadlarla
İbn Ömer'den
(radıyallahü anhüma) yapılan
rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur: "Kim Allah'a sığınırsa, siz onu koruyun. Kim Allah
adım kullanarak isterse, ona verin. Sizi kim çağırır (davet)
ederse, ona icabet ediniz. Size bir iyilik yapana karşılık
veriniz.
Eğer ona verecek bir mükâfat bulamıyorsanız ona duâ ediniz tâ ki ona
karşılıkta bulunduğunuzu anlarsınız."
Allah senin ömrünü uzatsın, demek,
meşhur olan kavle göre mekruhtur.
Ebû Ca’fer el-Nehhâs, Sinâatü’l-Küttâb"
adlı kitabında demiştir ki, bazı âlimler, "Allah senin ömrünü
uzatsın" sözünü kullanmayı mekruh görmüşler, bazıları da buna
ruhsat vermişlerdir.
İsmâîl ibn İshak
şöyle demiştir: Yazışmalarda ilk önce "Allah ömrünü uzatsın"
ifadesini kullanan Zındıklardır.
Allah kendisinden razı olsun. Hammâd ibn
Seleme'den rivâyet edilmiştir; Müslümanların yazışmaları
şöyle idi: Falancadan falana. Amma bundan sonra sana selâm ederim.
Ben, kendisinden başka İlâh olmayan Allah'a hamd ederim.
Muhammed'e ve onun ailesine Allah salât (rahmet) etsin. Daha sonra
Zındıklar, başlangıcı" Allah ömrünü uzatsın" sözünü yazışmalarında
ortaya çıkardılar.
Sahîh ve muteber olan görüşe göre
insanın başkasına: Anam ve babam sana feda olsun,
yahut Allah beni sana feda kılsın, demesi mekruh değildir.
Sahîhayn ve başka kitablarda olan meşhur hadisler bunun
caiz olduğu üzerinde birbirlerini takviye etmektedir. Ana-babanın
müslüman yahut kâfir olmaları bu
hususta fark etmez. Âlimlerden
bazısı, ana-baba müslüman iseler, bunu söylemeyi mekruh
görmüşlerdir.
el-Nehhâs şöyle demiştir:
Mâlik ibn Enes, "Allah beni
sana feda kılsın "sözünü mekruh kabul etmiştir. Bazısı da caiz
görmüştür.
el-Kâdî İyâd şöyle demiştir:
Âlimlerin çoğunluğu bunun
cevazını kabul etmiştir; feda edilen ister müslüman olsun, ister
kâfir olsun.
Ben derim ki: Bunun cevazına
dair pek çok Sahîh hadisler nakledilmiştir. Müslim'in şerhinde
bunların bir kısmına ben işaret ettim. |
٢٨ - فصل: يُكره منعُ من سألَ باللّه تعالى وتشفَّع به.
٩٧٣-
روينا في سنن أبي داود والنسائي،
بأسانيد الصحيحين، عن
ابن عمر
رضي اللّه عنهما قال: قال
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم:
"مَنْ اسْتَعاذَ باللّه فأعِيذُوهُ، وَمَنْ سألَ باللّه تَعالى
فأعْطُوهُ، وَمَنْ دَعاكُمْ فأجِيبُوهُ، وَمَنْ صَنَعَ إِلَيْكُمْ
مَعْرُوفاً فَكَافِئُوهُ، فإنْ لَمْ تَجِدُوا ما تُكافِئُونَهُ
فادْعُوا لَهُ حَتَّى تَرَوْا أنَّكُمْ قَدْ كافأْتُمُوهُ". (٢)
فصل: الأشهرُ أنه يُكره أن يُقال: أطالَ اللّه بقاءَك.
قال أبو جعفر النحّاس في كتابه
"صناعة الكتاب": كَرِهَ بعضُ العلماء قولهم: أطالَ اللّه
بقاءك، ورخَّصَ فيه بعضُهم.
قال إسماعيل بن إسحاق:
أوَّلُ مَن كتب أطالَ اللّه بقاءَك الزنادقة. وروي عن حماد بن سلمة
رضي اللّه عنه أن مكاتبة المسلمين
كانت من فلان إلى فلان، أما بعد: سلامٌ عليك، فإني أحمدُ اللّه الذي
لا إِله إِلاَّ هو، وأسألُه أن يصلِّيَ على محمد وعلى آل محمد. ثم
أحدثتِ الزنادقةُ هذه المكاتبات التي أوّلُها: أطالَ اللّه
بقاءَك.
فصل: المذهبُ الصحيحُ المختار أنه لا يُكره قول الإِنسان لغيره:
فِداكَ أبي وأُمي،
أو جعلني اللّه فداك، وقد تظاهرتْ
على جواز ذلك الأحاديثُ المشهورة التي في
الصحيحين وغيرهما، وسواءٌ كانَ الأبوان مسلمين
أو كافرين، وكَرِهَ ذلك بعضُ
العلماء إذا كانا مسلمين.
قال النحاس: وكرهَ
مالك بن
أنس: جعلني اللّه فداك، وأجازَه
بعضُهم.
قال القاضي عياض: ذهبَ جمهورُ
العلماء إلى جواز ذلك، سواءٌ كان المفديُّ به مسلماً
أو كافراً.
قلت:
وقد جاء من الأحاديث الصحيحة في جواز ذلك مالا يحصى وقد نبهت على جمل
منها في صحيح مسلم |
29. Hakaret Sureti İle Başkasının Sözünü
Çürütmenin, Münakaşa Yapmanın Ve Davalaşmanın Da Kötü Sözlerden
Olduğu:
İmâm Ebû Hâmid el-Gazâlî şöyle
demiştir:
"el-mirâu",
başkası üzerine üstün olduğunu göstermek ve muhatabını tahkir
etmek maksadı ile onun sözlerindeki bozuklukları ortaya çıkarıp
ona saldırmak demektir.
"Cidal"
da, karşılıklı deliller getirerek insanların görüşlerini savunması
ve isbata çalışmasıdır.
"Husûmet"
ise, mal yahut başka bir
menfaattan kasd ettiği şeyi elde etmek için sözde ısrar etmektir.
Bazan Husûmet ilk söze başlamakla da olur, itiraz ile de olur.
"el-Mirâ" ise, ancak
itiraz şekli ile olur. Gazâlî'nin sözü bundan ibarettir.
Bil ki, mücadele bazan hakkı ortaya çıkarmak için olur, bazan da bâtıl
için olur. Allahü teâlâ
şöyle buyurmuştur:
"Kitab ehli ile en güzel bir şekilde mücadele
edin "
"Onlarla en güzel bir şekilde mücadele et."
"Allah'ın âyetleri hakkında ancak kâfirler
mücadele ederler."
Eğer mücadele hak üzerinde durmak ve onu yerleştirmek için olursa
iyidir. Eğer hakkın karşısına çıkmak için
yahut bilgi sahibi olmaksızın cidal yapılırsa kötü olur.
İşte açıklanan bu esas üzere deliller gelmiş, zem ve mubah
tarafları ortaya çıkmıştır. Mücadele ve cidal aynı anlamdadır."
Tehzibu’l-Esmâ ve vellügat" kitabında bunu uzunboylu anlattım.
Âlimlerden biri şöyle
demiştir: Dini daha ziyade gideren, mürüvveti daha çok azaltan,
lezzeti daha çok yok eden, kalbi daha çok meşgul eden şey olarak
husumetten başkasını görmedim.
Eğer dersen ki, hakkı elde
etmek için insanın husumet yapması gereklidir.
Bunun cevabı İmâm Gazali'nin
verdiği cevabdır:
Şiddetle kötülenen muhaseme, batıl uğruna
yahut bilgi sahibi olmaksızın yapılan husumettir. Kadının
(hakimin) vekili gibi. Çünkü hakkın hangi tarafta olduğunu
bilmeden ve bilgi sahibi olmadan muhaseme yapar ve kötülenen
husumet içine düşer. Yine hakkını arayipda, hakkının rhiktarı
üzerinde durmayan ve eziyet vermek için, hasmına üstünlük kurmak
için yalan ve ısrarda bulunan kimsenin durumu da bu kötülenen
kısma girer. Yine hakkını elde
etmek için bir ihtiyaç olmaksızın husumetine eziyet verici sözler
karıştıran da böyledir. Yine hasmını kırmak ve ezmek için
sırf inad yaparak husumete kalkışan da böyledir. İşte bu kötü olan
şeydir.
Amma eziyet ve inad kasdi olmaksızın,
ihtiyaç üstü ısrar ve direnme ve taşkınlık olmaksızın şeriat yolu
ile davasını kurtarmaya çalışan mazlumun yaptığı iş haram
değildir. Ancak evlâ olan bulduğu çıkış yolu üzere husumeti
bırakmaktır. Çünkü husumet hâlinde dili bir ölçü üzerinde tutmak
mümkün değildir. Husumet kalbleri kışkırtır ve kini galeyana
getirir. Kin taşınca hasımlar arasında kıskançlık ve çekememezlik
olur. Böylece her biri diğerinin kötülüğünden sevinç duyar.
Sevinmesinden üzülür ve şerefine dil uzatmaya başlar. İşte husumet
yapan bu felâketlere saplanır. Zararlarından biri de, kalbin
meşgul olmasıdır. Öyle ki, namaz içinde olduğu hâlde kalbi
husumete ve delil bulmaya bağlı kalır. Böylece istikâmet üzere
bulunmaz. Husumet kötülüğün başıdır.
Cidal
ve Mira da
böyledir. Mecburi bir zaruret olmadıkça, insan kendine husumet
kapısı açmamalıdır. Husumet esnasında da, kalbini ve dilini
husumet afetlerinden korumalıdır.
974-
İbn Abbâs'dan
(radıyallahü anhüma) yapılan
rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
"Devamlı olarak davacı olman günah olarak sana yeter."
Hazreti Ali'nin (radıyallahü anh) şöyle
dediği nakledilmiştir: Husumetlerde tehlikeler vardır.
Lâfazanlık yaparak sözü derinleştirmek, ölçülü ve kafiyeli konuşmaya
özenmek, yaldızlı sözlerle güzel konuşmalar yapanlara benzemeye
çalışmak mekruh olur. Bunların
hepsi sevilmeyen zorlamalardır.
Ses uyumu için uğraşmak, irabın inceliklerini aramak ve yabancı kelime
kullanmak halk tabakasına hitabette yine iyi olmayan
davranışlardır.
Muhatabın açık bir şekilde anlayabileceği bir sözle ona hitab etmeyi
kasdetmek uygundur. Dinleyiciye ağırlık vermemelidir.
975-
Abdullah İbni Amr ibni’l-As'dan
(radıyallahü anhüma) yapıla
rivâyete göre Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştu]
"Sığır dilini doladığı gibi, erkeklerden dilini evirip çeviren
konuşmacıy Allah buğzeder."
976-
İbn Mes’ûd'dan
(radıyallahü anh) rivâyetde
Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
“Aşırı gidenler helâk olmuştur."
Peygamber bunu üç kez tekrarlamıştır.
977-
Câbir'den
(radıyallahü anh) rivâyete göre
Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
“Kıyâmet günü bana en sevimli ve meclis bakımından bana en yakın
olanınız, ahlâk bakımından en güzel olanlarınızdır. Kıyâmet günü
bana en çok sevilmeyeniniz ve benden en çok uzak olanınız,
gevezelik yapanlar, sözü uzatıp dolaştıranlar ve büyüklük
taslayanlardır.
Dediler ki, yâ Resülellah! "Sarsarun"
"Müteşaddikun" kimler olduğunu bildik. Mütefeykihûn kimlerdir?
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem):
Onlar büyüklük taslayanlardır,
buyurdu.
Bil ki, vaazlarda ve hutbelerde aşırılık ve gariplik olmazsa, güzel sö
söylemek kötülenen konuşmalara girmez. Çünkü bunlarda maksad kalb
leri Allah'a itaat etmeye yöneltmektir. Bu hususta güzel sözün
açık bi tesiri vardır.
Yatsı namazını kılan bir kimsenin bu
vaktin dışında (boşuna zaman kaybına sebebiyet verdiği için) mubah
(yasak olmayan) söz konuşması mekruhtur. Mubah, bir işin yapılması
ve yapılmamasının eş değerde olmasına denilir. Diğer yakıtlarda
haram yahut mekruh olan konuşmalar
bu vakit içinde daha şiddetli bir haram
yahut mekruh olur.
İlim müzakeresi, iyi kimselerin durumlarının ve ahlâk güzelliklerinin
anlatılması, müsafirle konuşulması gibi hayırlı işler mekruh
değildir; daha doğrusu müstehabdır
Sahîh olan hadisler bunu
kuvvetlendirmektedir. Yine bir özür geçici haller sebebi
ile yapılan konuşmalarda da bir sakınca yoktur. Bütün bu
anlattıklarımla ilgili hadisler meşhurdur, ben özet olarak bir
kısmını göstereceğim ve çoklarına da işaret edeceğim:
978- Ebû Berze'den
(radıyallahü anh) yapılan rivâyete
göre, Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem
yatsıdan önce uyumayı ve yatsıdan sonra da konuşmayı hoş görmezdi.
Önceden anlattığınız işler için konuşmaya engel olmadığına dair
hadisler çoktur. Onlardan bir kısmı:
979-
İbn Ömer'in
(radıyallahü anhüma) Sahîhayn'da
şu hadisi vardır:
“Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem
hayatının sonunda yatsı namazını kıldı. Selâm verince: Bu gecenizi
size bildireyim mi? (Bu geceyi unutmayın). Bugün yeryüzünde
olanlardan hiç kimse yüz senenin başında bakî kalmayacaktır,
buyurdu."
980-
Ebû Mûsa el-Eş'arî'nîn
(radıyallahü anh) hadisi de
bunlardandır:
“Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem gece
yarısı oluncaya kadar namazı geciktirdi. Sonra
Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem çıkıp
insanlara namaz kıldırdı. Namazı tamamlayınca yanındakilere şöyle
dedi: Olduğunuz gibi kalın, size öğreteyim. Şuna sevinin ki, şu
saatte sizden başka insanlardan hiç kimsenin namaz kılmayışı,
Allah'ın üzerinize olan nimetlerindendir."
yahut şöyle dedi:
“Şu saatte sizden başkası namaz kılmamıştır."
981-
Enes'in
(radıyallahü anh) hadisi de
bunlardandır:”
“Ashâb-ı Kiram (namaz için) Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem'i
beklediler. Sonra gecenin yarısına yakın bir zamanda onlara gelip
kendilerine namaz kıldırdı, yatsı namazını onlara kıldırdı. Sonra
bize konuşma yapıp:
Dikkat edin! İnsanlar namaz
kıldılar, sonra uyudular. Siz namaz kılmayı beklediğiniz müddet
namazda bulundunuz, buyurdu."
982-
İbn Abbâs’ın
(radıyallahü anhüma) teyzesi
Meymune'de kaldığı gece anlattığı hadis de bunlardandır. Şöyle
demiştir:”
“Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem yatsı
namazını kıldı. Sonra eve girip ailesi ile konuştu.
Çocukcağız uyudu, sözünü
söyledi. "
Abdurrahmân ibn Ebi Bekir'in
(radıyallahü anhüma) müsafirleri
olayı ile ilgili hadisi de bunlardandır. Y
atsı namazını kılıncaya kadar saklanmış sonra gelip onlarla
konuşmuştur. Karısı ile ve oğlu ile konuşmuş ve konuşmaları da
tekerrür etmişti. Bu iki hadis Sahîhayn'da vardır. Bunun
benzerleri çoktur ve toplanmaları zordur. Bizim anlattıklarımız
fazlası ile yeterlidir.
Sahîh ve Meşhur hadislerden dolayı
yatsıya "Ateme" ve akşama da "İşa' (yatsı)" demek mekruhtur.
983-
Abdullah ibn Muğaffel el-Müzenî'den
yapılan rivâyetde demiştir ki,
Resûlüllah sallallahü aleyhi
ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Akşam namazının ismini İşa' olarak kullanmayınız."
Yatsıya "Ateme" adı verilmesine dair hadisler ise:
“Eğer insanlar sabah ve ateme (yatsı) namazlanndaki fazileti
bilselerdi, bunlara emekliyerek olsa bile gelirlerdi."
Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem burada
yatsı namazı yerine " Ateme" sözünü kullanmasının sebebi iki
şekilde izah edilir:
Birincisi: Aslında yasak haram için
olmayıp tenzihen olduğundan bir açıklama mahiyetinde yatsı (işa)
yerinde Ateme sözü kullanılmıştır.
İkincisi: Eğer yatsı namazı İşa ile
adlandırılırsa, akşam namazı ile karıştırılma gibi bir anlam olur
korkusundan dolayıdır.
Sahîh olan mezhebe göre sabah vaktine "ğedat" adını vermekte bir
kerahet yoktur. Ğedat sözünü kullanmaya dair Sahîh hadisler
çoktur.
Âlimlerimizden
bazıları da bunun mekruh olduğunu anlatmışlardır; bu bir
önem taşımaz. Akşam ve yatsı namazlarının her ikisine "îşaeyn"
demekte bir sakınca yoktur. Yatsıya "İşa-il'âhireti" demekte de
bir beis yoktur. El-Esmaî’den
nakledilen: el-İşa'ul-Ahiretü denmez sözü, açık bir yanlışlıktır.
984-
Peygamber sallallahü aleyhi ve
sellem'in şöyle buyurduğu
Müslim'in Sahîh'inde sabit olmuştur:
“Hangi kadın koku sürünürse İşa-i ahire (yatsı) namazında bulunmasın."
Sahîhayn'da ve bunlardan başka kitablarda sahabelerden bu tür
sözler sabit olmuştur. İşa-i âhire sözü kullanılmıştır. Ben
Tezhibu’l-Esma ve’l-Lüğat kitabında bunları delilleri ile beraber
açıkladım. Başarı Allah'dandır.
Sırrı açıklayıp yaymak da yasaklanan
şeylerdendir.
Bu konuda hadisler çoktur. Eğer bunda zarar ve eziyet vermek varsa
haramdır.
985-
Câbir'den
(radıyallahü anh) yapılan
rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
“Adam (senin yanında) bir söz konuşur da sonra giderse, o söz
emanettir. " |
٢٩- فصل: ومما يُذمّ من الألفاظ:
المِراء والجِدال والخُصومة. قال
الإِمام أبو حامد الغزالي:
المراء:
طعنُك في كلام الغير لإِظهار خَلل فيه، لغير غرض سوى تحقير قائله
وإظهار مزيَّتِك عليه؛ قال:
وأما الجدالُ فعبارةٌ عن
أمر يتعلّقُ بإظهار المذاهب وتقريرها.
قال: وأما الخصومةُ
فلِجَاجٌ في الكلام ليستوفيَ به مقصودَه من مال
أو غيره، وتارة يكون ابتداءً وتارة
يكون اعتراضاً؛ والمِراء لا يكون
إلا اعتراضاً. هذا كلام الغزالي.
واعلم أن الجدال قد يكون بحقّ، وقد يكون بباطل، قال اللّه تعالى:
{وَلا تُجادِلُوا أهْلَ الكِتابِ إِلاَّ بالَّتِي هِيَ أحْسَنُ}
[العنكبوت: ٤١]
وقال تعالى: {وَجادِلْهُمْ بالَّتِي هِيَ
أَحْسَنُ} [النحل: ١٢٥]
وقال تعالى: {ما يُجادِلُ في آياتِ اللّه
إلاَّ الَّذِينَ كَفَروا} [غافر:
٤] فإن كان الجدالُ للوقوفِ على الحقّ وتقريرِه كان
محموداً، وإن كان في مدافعة الحقّ أو
كان جدالاً بغير علم كان مذموماً، وعلى هذا التفصيل تنزيلُ النصوص
الواردة في إباحته وذمّه، والمجادلة والجدال بمعنى، وقد أوضحتُ ذلك
مبسوطاً في تهذيب الأسماء واللغات.
قال بعضُهم:
ما رأيتُ شيئاً أذهبَ للدين ولا أنقصَ للمروءة ولا أضيعَ للذة ولا
أشغلَ للقلب من الخصومة.
فإن قلتَ:
لا بُدَّ للإِنسان من الخصومة لاستبقاء حقوقه.
فالجوابُ
ما أجابَ به الإِمامُ الغزالي أن
الذمَّ المتأكّدَ إنما هو لمن خاصمَ بالباطل
أو غير علمٍ كوكيل
القاضي، فإنه يتوكَّلُ في
الخصومة قبل أن يعرفَ أن الحقّ في أيّ جانب هو فيخاصمُ بغير علم.
ويدخلُ في الذمّ أيضاً مَن يطلبُ حَقَّه لكنه لا يقتصرُ على قدرِ
الحاجة، بل يظهرُ اللددَ والكذبَ للإِيذاء والتسليط على خصمه،
وكذلك من خَلَطَ بالخصومة، كلماتٍ
تُؤذي، وليس له إليها حاجة في
تحصيل حقه، وكذلك مَن يحملُه على الخصومة محضُ العِناد لقهر الخصم
وكسره، فهذا هو المذموم،
وأما المظلومُ الذي ينصرُ حجَّتَه بطريق الشرع من غير لَدَدٍ وإسرافٍ
وزيادةِ لجاجٍ على الحاجة من غير قصدِ عنادٍ ولا إيذاء، ففعلُه هذا
ليس حراماً،
ولكن الأولى تركُه ما وجد إليه سبيلاً، لأنَّ ضبطَ اللسان في الخصومة
على حدّ الاعتدال متعذّر، والخصومةُ تُوغرُ الصدورَ وتهيجُ الغضبَ،
وإذا هاجَ الغضبُ حصلَ الحقدُ بينهما حتى يفرح كل واحد بمساءةِ
الآخر، ويحزنُ بمسرّته ويُطلق اللسانَ في عرضه، فمن خاصمَ فقد تعرّضَ
لهذه الآفات، وأقلُّ ما فيه اشتغالُ القلب حتى أنه يكون في صلاته
وخاطره معلقٌ بالمحاجّة والخصومة فلا يَبقى حالُه على الاستقامة؛
والخصومةُ مبدأ الشرّ، وكذا
الجِدال والمِراء. فينبغي أن لا يفتحَ عليه باب الخصومة إلا
لضرورة لا بُدَّ منها، وعند ذلك يُحفظُ لسانَه وقلبَه عن آفات
الخصومة.
٩٧٤-
روينا في كتاب الترمذي، عن
ابن عباس
رضي اللّه عنهما، قال: قال
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم:
"كَفَى بِكَ إثْماً أنْ لا تَزَالَ مُخَاصِماً". (
الترمذي
(١٩٩٥) وقال: إنه حديث غريب؛
أي ضعيف.).
قلتُ:
القُحَم بضم القاف وفتح الحاء المهملة: هي المهالك.
فصل:
يُكره التقعيرُ في الكلام بالتشدّق وتكلّف السجع والفَصاحة والتصنّع
بالمقدمات التي يَعتادُها المتفاصحون وزخارف القول،
فكلُّ ذلك من التكلُّف المذموم،
وكذلك تكلّف السجع، وكذلك التحريّ في دقائق الإِعراب ووحشي اللغة في
حال مخاطبة العوامّ؛ بل ينبغي أن
يقصدَ في مخاطبته لفظاً يفهمُه صاحبُه فهماً جليّاً ولا يستثقلُه.
٩٧٥-
روينا في كتابي أبي داود والترمذي،
عن عبد اللّه بن عمرو بن العاص رضي اللّه
عنهما؛ أن
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم قال قال:
”إنَّ
اللّه يُبْغِضُ البَلِيغَ مِنَ الرّجالِ الَّذي يَتَخَلَّل
بِلِسانِهِ كما تَتَخَلَّلُ البَقَرَةُ"
قال الترمذي: حديث حسن.
(٣)
٩٧٦-
وروينا في صحيح مسلم، عن
ابن مسعود
رضي اللّه عنه؛ أن
النبيّ
صلى اللّه عليه وسلم
قال:
"هَلَكَ المُتَنَطِّعُونَ" قالها ثلاثاً. (٤)
قال العلماء:
يعني بالمتنطعين: المبالغين في الأمور.
٩٧٧-
وروينا في كتاب الترمذي عن
جابر
رضي اللّه عنه؛ أن رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم
قال:
"إنَّ مِنْ أحَبِّكُمْ إليَّ وأقْرَبِكُمْ مِنّي مَجْلِساً يَوْمَ
القِيَامَةِ أحاسِنُكُمْ أخْلاقاً، وَإنَّ أبْغَضَكُمْ إليَّ
وأبْعَدَكُمْ مِنِّي يَوْمَ القِيامَةِ الثَّرْثارُونَ
وَالمُتَشَدّقُونَ وَالمُتَفَيْقِهُونَ،
قالوا: يا
رسول اللّه قد علمنا
الثرثارون والمتشدّقون، فما المتفيقهون؟ قال:
المُتَكَبِّرُون"
قال الترمذي: هذا حديث حسن.
قال: والثرثار: هو الكثير الكلام؛
والمتشدّقُ: مَن يتطاولُ على الناس في الكلام ويبذو عليهم. (٥)
، وقال: هذا حديث حسن غريب من هذا الوجه، وفي الباب عن
أبي هريرة.
فصل:
ويُكره لمن صلى العشاء الآخرة أن يتحدَّثَ بالحديث المباح في غير هذا
الوقت وأعني بالمُباح الذي استوى فعله وتركه. فأما الحديث المحرّم
في غير هذا الوقت أو المكروه فهو في
هذا الوقت أشدّ تحريماً وكراهة.
وأما الحديثُ في الخير كمذاكرة العلم وحكايات الصالحين ومكارم
الأخلاق والحديث مع الضيف فلا كراهةَ فيه، بل هو مستحبّ،
وقد تظاهرت الأحاديثُ الصحيحةُ
به، وكذلك الحديثُ للغدر والأمور العارضة لا بأس به، وقد اشتهرت
الأحاديثُ بكل ما ذكرتُه، وأنا أُشيرُ إلى بعضها مختصراً، وأرمزُ إلى
كثير منها.)
واعلم أنه لا يدخلُ في الذمّ تحسين ألفاظ الخطب والمواعظ إذا لم يكن
فيها إفراط وإغراب لأن المقصودَ منها تهييج القلوب إلى طاعة اللّه
عزّ وجلّ، ولحسن اللفظ في هذا أثر ظاهر.
٩٧٨-
روينا في صحيحي البخاري ومسلم،
عن أبي بَرزةَ رضي اللّه عنه؛ أن
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم كان يكرهُ النومَ قبل العِشاء والحديثَ
بعدَها. (٦)
وأما الأحاديث بالترخيص في الكلام للأمور التي قدّمتُها فكثيرةٌ.
٩٧٩-
فمن ذلك حديث ابن عمر في
الصحيحين: أن
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم صلَّى العشاءَ في آخر حياته، فلما سلَّم
قال:
"أرأيْتُكُمْ لَيْلَتَكُمْ هَذِهِ، فإنَّ على رأسِ مِئَةِ سَنَةٍ لا
يَبْقَى مِمَّنْ هُوَ على ظَهْرِ الأرْضِ اليَوْمَ أحَدٌ". (٧)
٩٨٠-
ومنها حديث أبي موسى الأشعري
رضي اللّه عنه، في
صحيحيهما؛
أن رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم أعتم بالصلاة حتى ابهارّ الليلُ، ثم خرجَ
رسولُ اللّه
صلى اللّه عليه وسلم فصلَّى بهم،
فلما قضَى صلاته قال لمن حضره:
"على رِسْلِكُمْ أُعَلِّمْكُمْ، وأبْشِرُوا أنَّ مِنْ نِعْمَةِ
اللّه عَلَيْكُمْ أنَّهُ لَيْسَ مِنَ النَّاسِ أحَدٌ يُصَلِّي هَذِهِ
السَّاعَةَ غَيْرَكُمْ" أو قال:
"ما صَلَّى أحَدٌ هَذِهِ السَّاعَةَ غَيْرَكُمْ". (٨)
٩٨١-
ومنها حديث أنس في
صحيح البخاري؛
أنهم انتظروا النبيَّ
صلى اللّه عليه وسلم فجاءَهم قريباً
من شطر الليل، فصلَّى بهم: يعني العشاء قال: ثم خطبَنا
فقال:
" ألا إنَّ النَّاسَ قَدْ
صَلُّوْا ثُمَّ رَقَدُوا، وَإنَّكُمْ لَنْ تَزَالُوا في صَلاةٍ ما
انْتَظَرْتُمُ الصَّلاةَ".
٩٨٢-ومنها
حديث ابن عباس
(٩) رضي
اللّه عنهما، في مبيته في بيت خالته ميمونة قوله:
أن
النبيّ صلى اللّه عليه وسلم
صلَّى العشاءَ، ثم دخلَ فحدّثَ أهلَه، وقوله قال:
”نَامَ الغُلَيْم؟".
ومنها حديث عبد الرحمن
(البخاري
(٦٠٢)، ومسلم (٢٠٥٧)
. وتقدم برقم ٢/٧٣٣) بن أبي بكر
رضي اللّه عنهما في قصة
أضيافه واحتباسه عنهم حتى صلّى العشاء، ثم جاء وكلَّمهم، وكلَّم
امرأتَه وابنه وتكرّر كلامُهم، وهذان الحديثان في
الصحيحين، ونظائرُ هذا كثيرة لا تنحصرُ، وفيما ذكرناه أبلغُ
كفاية، وللّه الحمد.
فصل:
يُكره أن تُسمَّى العشاء الآخرة العتمة، للأحاديث الصحيحة المشهورة
في ذلك ويُكره أيضاً أن تُسمَّى المغرب عشاء.
٩٨٣-
روينا في صحيح البخاري، عن عبد
اللّه بن مُغَفّل المزني رضي اللّه عنه
ـ وهو بالغين المعجمة ـ قال: قال
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم:
"لا تَغْلِبَنَّكُمُ الأَعْرَابُ على اسمِ صَلاتِكُمُ المَغْرِبِ"
قال: وتقول الأعرابُ: هي العشاء. (١١)
وأما الأحاديث الواردة بتسمية عَتَمَةً كحديث:
"لو يَعْلَمُونَ ما في الصُّبْحِ وَالعَتَمَةِ لأَتَوْهُمَا وَلَوْ
حَبْواً" (١٢) عنها من وجهين:
أحدهما
أنها وقعتْ بياناً لكون النهي ليس للتحريم بل للتنزيه.
والثاني
أنه خُوطبَ بها مَن يخافُ أنه يلتبس عليه المراد لو سمَّاها عشاءً.
وأما تسمية الصبح غداةً فلا كراهة فيه على المذهب الصحيح، وقد كثرتِ
الأحاديثُ الصحيحةُ في استعمال غداة،
وذكر جماعة من
أصحابنا كراهة ذلك، وليس
بشيء، ولا بأسَ بتسمية المغرب والعشاء عشاءين، ولا بأس بقول العشاء
الآخرة. وما نُقل عن الأصمعي أنه قال: لا يُقال العشاء الآخرة
فغلط ظاهر، فقد ثبتَ في صحيح مسلم
(١٣) ؛
٩٨٤-
أن
النبيّ
صلى اللّه عليه وسلم
قال:
"أيُّمَا امْرأةٍ أصَابَتْ بَخُوراً فَلا تَشْهَدْ مَعَنا العِشاءَ
الآخِرَةَ".
وثبت في ذلك كلامُ خلائقَ لا يُحصون من الصحابة في
الصحيحين وغيرهما، وقد أوضحتُ ذلك كلَّه بشواهده في تهذيب
الأسماء واللغات، وباللّه التوفيق.
فصل: ومما يُنهى عنه إفشاءُ السرّ،
والأحاديثُ فيه كثيرة، وهو حرامٌ إذا كان فيه ضررٌ
أو إيذاء.
٩٨٥-
روينا في سنن أبي داود والترمذي،
عن جابر
رضي اللّه عنه قال: قال
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم:
"إذَا حَدَّثَ الرَّجُلُ بالحَدِيثِ ثُمَّ الْتَفَتَ فَهِيَ
أمانَةٌ"
قال الترمذي: حديث حسن.
(١٤) |
30. İnsanı İlgilendirmeyen İşlere
Karışmaması:
Bir gerek olmaksızın adama karısını neden dolayı dövdüğünün sorulması
mekruhtur. Bir ihtiyaç olmadığı hallerde sükut etmenin gereğine
dair bu kitabın başında "Dili Korumak" bölümünde Sahîh hadisler
rivâyet etmiştik. Şu sahîh hadisi de anlatmıştık:
“Kendine gereği olmayan şeyleri insanın terk etmesi, onun
müslümanlığının güzelliğindendir."
986-
Ömer ibn'l-Hattâb'dan
(radıyallahü anh) yapılan rivâyete
göre Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
“Karısını neden dövdüğü kişiye sorulmaz." |
٣٠- فصل: يُكره أن يُسألَ الرجلُ: فيم ضربَ امرأتَه؟ من غير
حاجة.
قد روينا في أوّل هذا الكتاب في حفظ اللسان والأحاديث الصحيحة في
السكوت عمّا لا تظهر فيه المصلحة، وذكرنا الحديث الصحيح
"منْ حُسْنِ إسْلامِ المَرْءِ تَرْكُهُ ما لا يَعْنِيه"
(١٥)
٩٨٦-
وروينا في سنن أبي داود والنسائي
وابن ماجه، عن
عمر بن الخطاب
رضي اللّه عنه، عن
النبيّ
صلى اللّه عليه وسلم
قال:
"لا يُسألُ الرَّجُلُ: فيمَ ضَرَبَ امْرأتَهُ". (١٦) |
31. Şiir Söylemek:
Şiire gelince, biz Ebû Ya'lâ el-Mevsılî’nin
Müsned'inde güzel bir isnadla rivâyet ettik:
987-
Hazret-i Âişe'den rivâyet
edildiğine göre demiştir ki,
Resûlüllah sallallahü aleyhi
ve sellem'e şiirden soruldu. O şöyle buyurdu:
"O (şiir) bir sözdür. Güzeli güzeldir; çirkini de çirkindir."
Âlimler şöyle demiştir: Şiir,
ölçü ve kafiyesi olmayan söz (nesir) gibidir. Fakat sadece ona
bağlanmak ve onunla uğraşmak iyi değildir.
Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem'in
şiir dinlediğine dair Sahîh hadisler sabit olmuştur. Hassan ibn
Sabit'e de kâfirleri (şiirleri ile) hicvetmesini emretmiştir.
Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem'in
şöyle buyurduğu da sabit olmuştur:
“Şiirlerin bazısında hikmet vardır."
Şöyle buyurduğu da sabittir:
“Sizden birinizin karnı şiir dolmaktansa, irin dolması daha
hayırlıdır." Bütün bunlar anlattığımız şekil üzere
değerlendirilir. |
٣١- فصل: أما الشعر
فقدروينا في مسند أبي يعلى الموصلي (١٧)،
بإسناد حسن،
٩٨٧-
عن عائشة
رضي اللّه عنهما، قالت: سُئل
رسولُ اللّه
صلى اللّه عليه وسلم عن الشعر
فقال:
"هُوَ كلامٌ حَسَنُهُ حَسَنٌ، وَقَبِيحُهُ قَبِيحٌ"
قال العلماء:
معناه: أنَّ الشعرَ كالنثر، لكن التجرّدَ له والاقتصارَ عليه
مذمومٌ. وقد ثبتَت الأحاديثُ الصحيحةُ بأن
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم سمع الشعرَ، وأمرَ حسان بن ثابت بهجاء
الكفّار. وثبتَ أنه صلى اللّه عليه وسلم
قال:
"إنَّ مِنَ الشِّعْرِ لَحِكْمَةً"
(١٨) وكل ذلك على حسب ما ذكرناه. |
32. Fasıl: Çirkin ve kötü sözler de
yasaklanan şeylerdendir
Çirkin ve kötü sözler de yasaklanan şeylerdendir. Bu hususta Sahîh
hadisler çoktur, maruftur. Fahiş kelâmın manası, çirkin olan
işleri açık sözlerle ifade etmektir. İş Sahîh olsa ve konuşmacı da
doğru konuşsa hüküm aynıdır. Cinsel ve benzeri sövüşmelerde bu
sözler çok kullanılır. Bazı ifadelendirilmesi icab eden çirkin
şeyleri, maksad anlaşılacak bir şekilde güzel kinaye tabirler
kullanarak ifade etmek uygun olur. Kur’ân ve Sahîh olan mükerrem
hadisler böyle ifadelerle gelmiştir,
Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Oruç gecesine hanımlarınızla münasebet size
helâl kılınmıştır."
"(Hanımlarınıza verdiğiniz malı geriye) nasıl
alırsınız ki, birbirinizle münasebet kurmuşsunuz?"
"Hanımlarınıza dokunmadan önce onları
boşadmızsa,"
Bu konuda âyetler ve Sahîh hadisler çoktur.
Âlimler şöyle demiştir: Bu
konuda ve buna benzer isimlerini açık olarak söylemekten utanılan
yerlerde, anlaşılır kinaye sözler kullanmak uygundur. İfda, duhul,
muaşeret, vika' ve bunların benzeri kelimeler kullanılarak hanımla
cinsî ilişki kasd edilir.
Yine küçük ve büyük abdestler
için de, kazâ-ı hacet, helâya çıkmak ifadeleri kullanılır. Büyük
ve küçük pislikler ve benzeri sözler açıkça söylenmez. Kusur ve
ayıp şeylerin anılması da böyledir. Bunlar da maksad anlaşılacak
bir şekilde güzel sözlerle ifadelendirilir. Örnek olarak
verdiklerimize diğer işler de ilâve edilir.
Bil ki, bütün bu anlattıklarımız, açık olarak isimlerinin
söylenmesinde bir zaruret olmadığı zaman içindir. Fakat
açıklanmada bir maksad ve bir şeyi öğretmek varsa
yahut muhatab işin aksini anlayacak korkusu olursa, gerçek
mana anlaşılsın diye işin adı söylenerek gerçek mana açıklanmış
olur. Hadisi şeriflerde geçen açık ifadeler, işte bu maksad üzere
gelmişlerdir. Anlattığımız gibi bir ihtiyaç üzerine kullanıldığı
yorumu yapılır. Çünkü anlatma işini gerçekleştirmek, sadece edebi
gözetmekten daha iyidir. Başarı Allah'dandır.
988- Abdullah
ibn Mes’ûd'dan
(radıyallahü anh) yapılan
rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem
buyurmuştur:
“Mü'min (neseblere) çok sövücü değildir, çok lanet okuyan değildir,
kötü konuşan değildir, çirkin söyleyen değildir."
989-
Enes'den
(radıyallahü anh) yapılan
rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
"Kötü söz kimde bulunursa, onu çirkinleştirir. Haya da kimde olursa,
onu güzelleştirir." |
٣٢- فصل: ومما يُنهى عنه الفحشُ،
وبذاءةُ اللسان؛ والأحاديثُ الصحيحة
فيه كثيرة معروفة. ومعناه: التعبيرُ عن الأمور المستقبحة بعبارة
صريحة، وإن كانتْ صحيحةً والمتكلّمُ بها صادق، ويقعُ ذلك كثيراً في
ألفاظ الوقاع ونحوها. وينبغي أن يستعملَ في ذلك الكنايات ويعبّر
عنها بعبارة جميلة يُفهم بها الغرضُ، وبهذا جاءَ القرآن العزيز
والسنة الصحيحة المكرّمة،
قال اللّه تعالى:
{أُحِلَّ لَكُمْ لَيْلَةَ الصّيامِ الرَّفَثُ إلى نِسائِكُمْ}
[البقرة: ١٨٧]
وقال تعالى:
{وَكَيْفَ تَأخُذُونَهُ وَقَدْ أفْضَى بَعْضُكُمْ إلى بَعْضٍ}
[النساء: ٢١]
وقال تعالى:
{وَإنْ طَلَّقْتُمُوهُنَّ مِنْ قَبْلِ أنْ تَمَسُّوهُنَّ}
[البقرة: ٢٣٧]
والآيات والأحاديث الصحيحة في ذلك كثيرة.
قال العلماء:
فينبغي أن يستعملَ في هذا وما أشبهَه من العبارات التي يُستحيى من
ذكرها بصريح اسمها الكنايات المفهمة، فيُكنّي عن جماع المرأة
بالإِفضاءِ والدخولِ والمعاشرةِ والوِقاع ونحوها، ولا يُصرّح بالنّيل
والجماع ونحوهما، وكذلك
يُكنّي عن البول والتغوّط بقضاء الحاجة والذهاب إلى الخلاء، ولا
يصرّحُ بالخِرَاءة والبول ونحوهما، وكذلك ذكرُ العيوب كالبرص
والبَخَر والصُّنان وغيرها، يعبّر عنها بعبارات جميلة يُفهم منها
الغرض، ويُلحق بما ذكرناه من الأمثلة ما سواه.
واعلم أن هذا كلَّه إذا لم تدعُ حاجةٌ إلى التصريح بصريح اسمه، فإن
دعتْ حاجةٌ لغرض البيان والتعليم وخِيفَ أن المخاطَب لا يفهم المجاز،
أو يفهمُ غيرَ المراد صرّح حينئذ
باسمه الصريح ليحصلَ الإِفهامُ الحقيقي ,وعلى هذا يحمل ما جاء من
التصريح في الأحاديث بمثل هذا فإن ذلك محمول على الحاجة كما ذكرنا,
فإن تحصيل الإفهام في هذا أولى من مراعاة مجرّد الأدب، وباللّه
التوفيق.
٩٨٨-
روينا في كتاب الترمذي، عن عبد
اللّه بن مسعود رضي اللّه عنه قال:
قال
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم:
"لَيْسَ المُؤْمِنُ بالطَّعَّانِ وَلا اللَّعَّانِ وَلا الفاحِشِ
وَلا البَذِيء"
قال الترمذي: حديث حسن.
(١٩)
٩٨٩-
وروينا في كتابي الترمذي وابن
ماجه، عن أنس
رضي اللّه عنه قال: قال
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم:
"ما كان الفُحْشُ في شَيْءٍ إلاَّ شانَهُ، وَما كانَ الحَياءُ في
شَيْءٍ إلاَّ زَانَهُ"
قال الترمذي: حديث حسن.
(٢٠) |
33. Ana-babayı Azarlamanın Haramlığı:
Ana-babayı ve bunlara denk olanları azarlamak ağır bir şekilde
haramdır. Allahü teâlâ
şöyle buyurmuştur:
"Rabbin kesinlikle emretmiştir ki, yalnız
kendisine ibâdet ediniz. Anaya-babaya da iyilik ediniz. Onlardan
biri yahut ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişirse, onlara
öf deme, onları azarlama. Onlara iyi söz söyle. Onlara merhamet
ederek tevazu kanatını indir ve şöyle söyle: Rabbim, beni küçük
hâlimde büyüttükleri gibi, bunlara merhamet et."
990-
Abdullah ibn Amr ibn'l-As'dan
(radıyallahü anhüma) yapılan
rivâyete göre, Resülüllah
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
Kişinin ana-babasına sövmesi büyük günahlardandır.
Dediler ki: Ey Allah'ın
Resûlü! Adam hiç ana-babasına söver mi?
Evet, buyurdu. Kişi adamın babasına söver, o da (sövenin) babasına
söver. Kişi adamın anasına söver adam da (sövenin) anasına söver."
991-
İbn Ömer'den
(radıyallahü anhüma) yapılan
rivâyetde şöyle demiştir:
“Nikâhım altında bir kadın vardı. Onu seviyordum. (Babam)
Ömer ondan hoşlanmıyordu. Bana:
onu boşa, dedi. Ben boşama işinden kaçındım.
Ömer
(radıyallahü anh) Peygambere
gelip bunu ona anlattı. Bunun üzerine
Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem (bana)
şöyle dedi: O hanımı boşa.”
: |
٣٣- فصل: يحرمُ انتهارُ الوالد والوالدة وشبههما تحريماً غليظاً،
قال اللّه تعالى:
{وَقَضَى رَبُّكَ أنْ لاَ تَعْبُدُوا إِلاَّ إيَّاهُ
وبالْوَالِدَيْنِ إحْسَاناً إمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الكِبَرَ
أحدهما أوْ كِلاهُما فَلا تَقُلْ لَهُما أُفٍّ وَلا تَنْهَرْهُما
وَقُلْ لَهُما قَوْلاً كَريماً. وَاخْفِضْ لَهُما جَناحَ الذُّلِّ
مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُما كما رَبَّيَاني
صَغِيراً}
الآية [الإِسراء: ٢٣ـ ٢٥].
٩٩٠-
وروينا في صحيحي البخاري ومسلم،
عن عبد اللّه بن عمرو بن العاص رضي اللّه
عنهما؛ أن رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم
قال:
"مِنَ الكَبائرِ شَتْمُ الرَّجُلِ وَالِدَيْهِ،
قالوا: يا
رسول اللّه، وهل يشتُم
الرجلُ والديه؟ قال: نَعَمْ، يَسُبّ أبَا الرَّجُلِ،
وَيَسُبُّ أُمَّهُ فَيَسُبُّ أُمَّهُ". (٢١)
٩٩١-
وروينا في سنن أبي داود والترمذي،
عن ابن عمر
رضي اللّه عنهما قال:
كان تحتي امرأةٌ وكنتُ أُحبها، وكان عمرُ يكرهُها، فقال لي:
طلّقْها، فأبيتُ، فأتى عمرُ رضي اللّه عنه
النبيَّ
صلى اللّه عليه وسلم فذكرَ ذلك له،
فقال النبيُّ
صلى اللّه عليه وسلم قال:
”طَلِّقْها"
قال الترمذي: حديث حسن صحيح.
(٢٢) |