8. Gıybetin Keffareti ve Ondan Tevbe
Bil ki, her günah işleyen kimsenin hemen o günahtan tevbe etmesi
gerekir. Tevbe etmek Allahü teâlâ’nın
haklarındandır. Tevbe etmenin üç şartı vardır:
1-
Günahı hemen söküp atmak,
2-
Onu yaptığından pişman olmak.
3-
Bir daha onu yapmamaya kararlı olmak.
Kul haklarından tevbe için bu şartlarla beraber şu
dördüncüsü de şarttır: O da hak
sahibine hakkini vermek yahut
bağışlanmasını ve temize çıkarılmasını istemektir.
Gıybet edenin bu dört şart üzerine tevbe etmesi icab eder. Çünkü
gıybet insan hakkıdır. Gıybetten dolayı helâllik istemek
gereklidir.
Bir insana, ben seni gıybet ettim, helâl et demek yeterlimidir; yoksa
gıybetin ne olduğunu açıklaması mı lâzımdır? Burada (Allah
kendilerine rahmet etsin) Şâfiî
âlimleri için iki görüş vardır:
Birincisi: Gıybeti açıklamak
şarttır. Eğer gıybetin ne olduğunu açıklamadan adamı temize
çıkarırsa Sahîh olmaz. Bildirilmeyen ve miktarı bilinmeyen bir
maldan temize çıkarma Sahîh olmadığı gibi...
İkincisi: Gıybeti açıklamak
şart değildir. Çünkü gıybet mal gibi değildir. Bunda insanlar
birbirlerine müsamaha ederler. Birinci görüş daha uygundur. Çünkü
insan bazan bir gıybette müsamaha gösterirse diğerinde göstermez.
Gıybet edilen ölü ise yahut
ortalıkta yoksa ondan helâllik almak mümkün olmaz.
Fakat âlimler: Hak
sahibi için duâ ve istiğfarı çok yapmak ve iyilikleri çoğaltmak
uygun olur, demiştir.
Bil ki: Gıybet edilen kimsenin, gıybetini yapanı bağışlaması
müstehabdır, vâcib değildir. Çünkü bu karşılıksız bir bağıştır ve
bir hakkın düşürülmesidir. Onun için insanın isteğine bağlıdır.
Fakat bu günahın vebalinden müslüman kardeşini kurtarmak ve
kendisi de afv hakkındaki Allahü teâlâ’nın
büyük sevabına ve rızasına kavuşmak için, gıybet edeni bu
günahından kurtarmak kuvvetli olarak müstehab olur.
Allahü teâlâ şöyle
buyurmuştur:
"(Allah'ın rızâsını kazanan kullar)
öfkelerini yutanlar ve insanlardan (haklarını) bağışlayanlardır.
Allah iyilik edenleri sever (onlardan razı olur).
Bağışlamakla nefsini memnun etmenin yolu şu: Bu iş olmuştur ve bunu
kaldırmanın çaresi de yoktur diye nefsini uyarmak ve müslüman
kardeşini kurtarıp sevaba ulaşma fırsatını kaçırmamak fikrini
benimsemektir.
Allahü teâlâ:
"Sabreden ve bağışlayan (var ya), işte bu
işlerin sağlamlarındandır." buyurmuştur. "
Yine Allahü Teâlâ:
bağışlama yolunu tut, buyurmuştur.
Gösterdiğimiz âyetlerin benzeri çoktur.
916- Sahîh olan hadiste
Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
“Kul kardeşinin yardımında oldukça, Allah da o kula yardımda bulunur."
Şâfiî şöyle demiştir: Kimden rıza
alınmak istenir de o razı olmazsa, o kimse şeytandır. Öncekiler şu
şiiri okumuştur:
Bana dendi: Falanca sana kötülük etti:
Zillet içinde durmak ayıptır! Dedim ki: O, bize gelip özür diledi;
Bizce günahın diyeti, özrü kabul etmektir...
Gıybet günahından kurtarmaya teşvik için bu anlattıklarımız, doğru
olandır. Fakat Said ibn'l-Müseyyib'den
şöyle dediği nakledilmiştir: Bana zulmedeni bağışlamam (hakkımı
ona helâl etmem).
İbn Sirin'den nakledilmiştir: Onun
yaptığını ben haram kılmadım ki, ona ben helâl edeyim. Çünkü
gıybeti Allah ona haram kılmıştır. Ben asla Allah'ın haram kıldığı
şeyi helâl yapmam. Bu söz zayıftır ve yanlıştır. Çünkü bağışlayan
kimse, haramı helâl kılmaz; ancak kendisi için sabit olan bir
hakkı düşürür. Kitab ve Sünnetten olan deliller, bağışlamanın ve
hak sahibinin kendine ait hakkı düşürmesinin mubah olduğu üzerinde
birbirlerini kuvvetlendirmektedir. yahut
denilebilir ki,
İbn Sirin
şunu kasdetmiştir: Ben, hiç bir zaman bana gıybet edilmesini mubah
saymam. Bu söz doğrudur: çünkü insan: Ben şerefimi beni gıybet
edene mubah kıldım, derse o iş mubah olmaz. Aksine Başkasını
gıybet haram olduğu gibi, kendisini de gıybet etmek haram olur.
Hadis-i şerife gelince-
"Sizden biriniz, Ebû Damdan gibi olmaktan aciz midir? Evinden çıktığı
zaman şöyle derdi: Ben şerefimi insanlara tasadduk ettim
(bağışladım). "Bunun manası şu: Ben bana zulmedenden ne dünyada,
ne de âhirette zulüm hakkımı istemem. Bu söz, gıybet hakkını
düşürmeden önce yapılan mevcut gıybet günahını düşürür. Fakat bu
sözden sonra yapılan gıybet için yeni bir temize çıkarma ifadesi
gereklidir. Başarı Allah'dandır. |
٨- باب كَفَّارةِ الغيْبةِ والتَّوْبَةِ منها
اعلم أن كلّ من ارتكب معصيةً لزمه المبادرةُ إلى التوبة منها،
والتوبةُ من حقوق اللّه تعالى يُشترط فيها ثلاثة أشياء:
أن يُقلع عن المعصية في الحال،
وأن يندمَ على فعلها،
وأن يَعزِمَ ألاّ يعود إليها.
والتوبةُ من حقوق الآدميين يُشترط فيها هذه الثلاثة، ورابع: وهو ردّ
الظلامة إلى صاحبها، أو طلب عفوه
عنها والإِبراء منها؛ فيجبُ على
المغتاب التوبة بهذه الأمور الأربعة، لأن الغيبة حقّ آدمي، ولا بدّ
من استحلاله مَن اغتابَه، وهل يكفيه أن يقول: قد اغتبتُك فاجعلني في
حلّ، أم لا بُدَّ أن يبيّنَ ما اغتابه به؟
فيه وجهان لأصحاب الشافعي رحمهم
اللّه:
أحدهما
يُشترط بيانُه، فإن أبرأه من غير بيانه لم يصحّ؛
كما لو أبرأه عن مال مجهول.
والثاني
لا يُشترط، لأن هذا مما يُتسامحُ فيه فلا يُشترط علمه بخلاف المال.
والأوّل أظهرُ، لأن الإِنسانَ قد يسمحُ بالعفو عن غيبة دونَ غِيبة؛
فإن كان صاحبُ الغيبةِ ميّتاً أو
غائباً فقد تعذّرَ تحصيلُ البراءة منها؛
لكن
قال العلماء:
ينبغي أن يُكثرَ الاستغفار له والدعاء ويُكثر من الحسنات.
واعلم أنه يُستحبّ لصاحب الغِيبة أن يبرئه منها ولا يجبُ عليه ذلك
لأنه تبرّعٌ وإسقاطُ حقّ، فكان إلى خِيرته، ولكن يُستحبّ له
استحباباً متأكداً الإِبراء، ليخلِّصَ أخاه المسلم من وبال هذه
المعصية، ويفوزَ هو بعظيم ثواب اللّه تعالى في العفو ومحبة اللّه
سبحانه وتعالى، قال اللّه تعالى:
{وَالكاظِمِينَ الغَيْظَ وَالعَافِينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّه
يُحِبُّ المُحْسِنِينَ} [آل
عمران: ١٣٤]
وطريقهُ في تطبيب نفسه بالعفو أن يذكِّرَ نفسَه أن هذا الأمر قد
وقعَ، ولا سبيلَ إلى رفعه فلا ينبغي أن أُفوِّتَ ثوابَه وخلاصَ أخي
المسلم، وقد قال اللّه تعالى:
{وَلمَنْ صَبَرَ وَغَفَرَ إِن ذلكَ لَمِنْ عَزْمِ الأمُورِ}
[الشورى: ٤٣]
وقال تعالى:
{خُذِ العَفْوَ} [الأعراف:
١٩٩]. والآيات بنحو ما ذكرنا كثيرة.
٩١٦-
وفي الحديث الصحيح أن رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم
قال:
"وَاللّه في عَوْنِ العَبْدِ ما كَانَ العَبْدُ في عَوْنِ أخيهِ"
(٤٦) .
وقد
قال الشافعي رحمه اللّه: من
اسْتُرضي فلم يرضَ فهو شيطان.
وقد أنشد المتقدّمونَ (٤٧) :
قيل لي قد أساءَ إليك فلانٌ * ومُقام الفَتَى على الذُّلِّ عَارُ
قلتُ قدْ جاءَنَا وأحْدَثَ عُذْراً * دِيةُ الذنبِ عِندنَا
الاعْتذَارُ
فهذا الذي ذكرناهُ من الحثَ على الإِبراء عن الغيبة هو الصواب.
وأما ما جاء عن سعيد بن المسيب أنه
قال: لا أُحَلِّلُ مَن ظلمني، وعن ابن
سيرين: لم أُحرّمها عليه فأُحللّها له، لأن اللّه تعالى حرّم
الغيبةَ عليه، وما كنتُ لأُحَلِّلَ ما حرّمه اللّه تعالى أبداً.
فهو ضعيفٌ أو غلطٌ، فإن المُبرىءَ
لا يحلِّلُ محرّماً، وإنما يُسقط حقاً ثبتَ له، وقد تظاهرت نصوصُ
الكتاب والسنّة على استحباب العفو وإسقاط الحقوق المختصّة
بالمسقِط. أو يُحمل كلامُ
ابن سيرين على أني لا أُبيح
غيبتي أبداً، وهذا صحيح، فإن الإِنسانَ لو قال: أبحتُ عرضي لمن
اغتابني لم يَصرْ مباحاً، بل يَحرمُ على كل أحد غِيبتُه كما يَحرم
غيبة غيره.
وأما الحديث:
"أيَعْجِزُ أحَدُكُمْ أنْ يَكُونَ كأبي ضَمْضَمٍ، كانَ إذَا خَرَجَ
مِنْ بَيْتِهِ قالَ إِنِّي تَصَدَّقْتُ بِعِرْضِي على النَّاسِ"
(٤٨) فمعناه: لا أطلبُ مَظلمتي
ممّن ظلمني لا في الدنيا ولا في الآخرة، وهذا يَنفعُ في إسقاط مَظلمة
كانت موجودة قبل الإِبراء. فأما يحدثُ بعدَه فلا بدّ من إبراء جديد
بعدَها، وباللّه التوفيق. |