21. Taziyede Bulunmak (Sabır Dileğinde
Bulunmak)
406- Abdullah
ibn Mes’ûd'dan
(radıyallahü anh) rivâyet
edildiğine göre, Peygamber
sallalluhu aleyhi ve sellem
buyurdu:
“Kim, bir musîbete düşeni taziyede bulunursa, onun (sabır) mükâfatını
alır."
407- Ebû Berze'den
(radıyallahü anh) rivâyet
edildiğine göre, Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem
buyurdu:
"Çocuğunu kaybedene kim taziyede bulunursa, ona cennette bir hırka
giydirilir.”
408- Abdullah ibn Amr ibn'l-Â's'dan
(radıyallahü anhüma) rivâyet
edilen uzun hadîste şu kısım vardır:
Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem
Hazreti Fâtımâ'ya buyurdu:
"Ey Fâtıma, seni evinden çıkaran nedir? Fatıma cevab verdi: Bu ölünün
ailesine geldim de, ölülerine rahmet dileğinde
yahut onlara sabır tavsiyesinde bulundum, ölüleri
sebebiyle...'
409- Amr ibn Hazm'dan
(radıyallahü anh) güzel bir
isnadla rivâyet edildiğine göre,
Peygamber sallallahü aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
"Hangi Mü’min, kardeşine, musibetinden dolayı taziyede bulunursa,
Kıyâmet gününde Allah ona keramet (iyilik) elbiselerinden
giydirir."
Bil ki, taziye, ölü sahibini teselli edecek söz söylemek ve ona sabır
dilemektir. Böylece üzüntüsü hafifletilir ve musibeti küçültülür.
Bunu yapmak müstehabdır. Çünkü bunda, iyiliği emretmek ve
kötülükten alıkoymak vardır. Aynı zamanda
Allahü teâlâ’ınn şu emri içine
girer:
“İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın."
Taziyenin meşruiyyetine dair en güzel delil budur.
Sahîh bir hadîste, Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem'in
şöyle buyurduğu sabit olmuştur:
“Kul, kardeşinin yardımında bulundukça, Allah da kulun yardımında
bulunur."
Yine bilinmelidir ki, taziye, ölü gömüldükten sonra ve gömülmeden önce
müstehabdır.
Âlimlerimiz demişlerdir ki,
taziyenin vakti, ölüm anından başlayıp definden üç gün sonraya
kadar devam eder. Burada üç gün yaklaşık bir ifadedir, yoksa
müddet olarak kesinleştirilmiş değildir. Arkadaşlarımızdan Şeyh
Ebû Muhammed el-Cüveynî de böyle söylemiştir.
Diğer âlimlerimiz demişlerdir
ki, üç günden sonra taziye mekruhtur; çünkü taziye, musibet
çekenin kalbini rahatlandırmak içindir. Çoğunlukla üç günden sonra
kalb üzüntüden kurtulur. Artık bir daha kederi tazelemek uygun
düşmez. Âlimlerimizin
çoğunluğu böyle söylemişlerdir.
Âlimlerimizden Ebû'l-Abbas ibn
el-Kass demiştir ki, üç günden sonra taziyede bulunmakta bir beis
yoktur. Zaman ne kadar uzasa taziye devam eder. Bunu, İmâmı
Haremeyn de, âlimlerimizin
birinden aynen hikâye etmiştir. Benimsenen şudur:
Âlimlerimizin
yahut onlardan çoğunun istisna etmiş oldukları iki durum
dışında, taziye üç günden sonra yapılmaz. İki durum şudur: Defin
zamanında taziye eden ile musibet sahibinden biri bulunmaz da, üç
günden sonra buluşurlarsa taziye edilir, bunda beis yoktur.
Yine âlimlerimiz demişlerdir
ki, ölüyü definden sonra taziyede bulunmak, definden önce
bulunmaktan daha faziletlidir; çünkü ölü sahibleri, ölüyü gömmek
için hazırlık halindedirler, hem de definden sonra kederleri
ayrılığından dolayı daha çok olur. Eğer definden önce, ölü
sahiblerinde şiddetli bir keder ve sabırsızlık görülürse, onları
sükûnete kavuşturmak için, definden önce taziye yapılır. En
doğrusunu Allah bilir. |
٢١- باب التَّعْزِيَة
٤٠٦-
روينا في كتاب الترمذي والسنن
الكبرى للبيهقي، عن عبد اللّه بن مسعود رضي
اللّه عنه عن
النبيّ
صلى اللّه عليه وسلم قال قال:
”مَنْ
عَزَّى مُصَاباً فَلَهُ مِثْلُ أَجْرِهِ" وإسناده ضعيف.
(٤٣)
٤٠٧-
وروينا في كتاب الترمذي أيضاً،
عن أبي برزة الأسلمي رضي اللّه عنه
عن النبيّ
صلى اللّه عليه وسلم قال قال:
”مَنْ
عَزَّى ثَكْلَى كُسِيَ بُرْداً في الجَنَّةِ"
قال الترمذي: ليس إسناده
بالقويّ. (٤٤)
٤٠٨-
وروينا في سنن أبي داود والنسائي،
عن عبد اللّه بن عمرو بن العاص رضي اللّه
عنهما حديثاً طويلاً فيه أن
النبيّ
صلى اللّه عليه وسلم قال لفاطمة رضي
اللّه عنها قال:
”ما أخْرَجَكِ يَا فاطِمَةُ مِنْ بَيْتكِ؟" قالَت: أتيتُ
أهلَ هذا الميت فترحمتُ إليهم ميّتهم أو
عزَّيْتُهم به. (٤٥)
٤٠٩-
وروينا في سنن ابن ماجه والبيهقي،
بإسناد حسن، عن عمرو بن حزم رضي اللّه عنه
عن النبيّ
صلى اللّه عليه وسلم
قال قال:
”ما
مِنْ مُؤْمِنٍ يُعَزِّي أخاهُ بِمُصِيْبَتِهِ إِلاَّ كَساهُ اللّه
عَزَّ وَجَلَّ مِنْ حُلَلِ الكَرَامَةِ يَوْمَ القِيامَةِ".
(٤٦)
واعلم أن التعزية هي التصبير وذكر ما يسلّي صاحب الميت ويخفّف حزنه
ويهوّن مصيبته وهي مستحبة، فإنها مشتملة على الأمر بالمعروف والنهي
عن المنكر، وهي داخلة أيضاً في قول اللّه
تعالى:
{وَتَعاوَنُوا على البِرّ والتَّقْوَى} وهذا
من أحسن ما يُستدلّ به في التعزية. وثبت في الصحيح
أن
رسول اللّه صلى اللّه عليه وسلم
قال قال:
”وَاللّه
فِي عَوْنِ العَبْدِ ما كانَ العَبْدُ في عَوْن أخيه"
واعلم أن التعزية مستحبّة قبل الدفن وبعده.
قال أصحابنا: يدخل وقت التعزية من
حين يموت ويبقى إلى ثلاثة أيام بعد الدفن. والثلاثة على التقريب لا
على التحديد، كذا قاله الشيخ أبو محمد الجويني من
أصحابنا.
قال أصحابنا: وتُكره التعزية بعد
ثلاثة أيام، لأن التعزية لتسكين قلب المُصاب، والغالب سكون قلبه بعد
الثلاثة، فلا يجدّد له الحزن، هكذا قاله الجماهير من
أصحابنا.
وقال أبو العباس بن القاص من أصحابنا:
لا بأس بالتعزية بعد الثلاثة، بل يبقى أبداً وإن طال الزمان؛
وحكى هذا أيضاً إمام الحرمين عن بعض
أصحابنا، والمختار أنها لا تفعل بعد ثلاثة أيام إلا في صورتين
استثناهما أصحابنا
أو جماعة منهم، وهما إذا كان
المعزِّي أو صاحب المصيبة غائباً
حال الدفن واتفق رجوعه بعد الثلاثة.
قال أصحابنا: التعزية بعد الدفن
أفضل منها قبله، لأن أهل الميت مشغولون بتجهيزه، ولأن وحشتهم بعد
دفنه لفراقه أكثر، هذا إذا لم يرَ منهم جزعاً شديداً، فإن رآه قدّم
التعزية ليسكِّنهم، واللّه تعالى أعلم. |
En İyi Taziye Sözleri
Taziyenin sözünde bir kayıt yoktur; hangi sözle söylenirse olur.
Müslümanın müslümanı taziye etmesinde: Allah mükâfatını büyütsün,
sabrını güzel yapsın, ölüne mağfiret etsin, demeyi
âlimlerimiz müstehab
görmüşlerdir. Müslüman kâfire şöyle demelidir: Allah ecrini
büyütsün ve sabrım güzel yapsın. Kâfir kimse, müslümana: Allah
sabrını güzel yapsın ve ölüne mağfiret etsin, demelidir. Kâfirin
kâfire sözü: Allah onun yerine geçecek birini sana versin,
olmalıdır.
410- Kendisiyle taziye
yapılan sözün en güzeli, Üsâme ibn
Zeyd'den (radıyallahü anhüma)
rivâyet edilendir. Şöyle anlatmıştır:
"Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem'in
kızlarından biri, ölmek üzere olan çocuğu veya oğlu için
Peygamberi çağırmak ve
haberdar etmek üzere Hazreti
Peygambere bir elçi gönderdi.
Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem elçiye
şöyle buyurdu:
“Kızıma dön ve ona bildir ki, aldığı şey de
Allahü teâlâ’nındır, verdiği şey de O'nundur ve her şey
O'nun katında belli bir ecelledir (zamanladır). Ona söyle,
sabretsin ve Allah'dan sevab beklesin, "
Böylece hadîsin tamamını (geri kalan kısmını) anlattı.
Ben derim ki: Bu hadîs, islâm
esaslarının en büyüklerinden biridir. Dinî inançlardan ve
hükümlerden çoğunu kapsadığı gibi, din edeblerini, musibetlere,
üzüntülere, hastalıklara ve bunların benzerlerine sabretmeyi de
ifade eder.
"Allah'ın aldığı şey O'nundur", sözünün manası şu: Bütün âlemler
Allah'ın mülküdür. Size ait olan şeyi almaz, sizde ariyet manası
ile bulunan (ödünç ve emânet olan) kendine ait şeyi alır.
"Verdiği şey, O'nundur", sözünün
manası da şu: Allah'ın size ihsan ettiği şey, Allah'ın mülkünden
hariç değildir. Yine O, Allahü teâlâ’nındır;
onda istediğini yapar. Her şey de onun katında belirli bir zamana
bağlıdır; o hâlde sabırsızlaşip korkmaymız. Çünkü Allah'ın can
aldığı kimsenin belirli olan eceli son bulmuştur. Artık o ecelin,
belirli vaktinden öne geçmesi yahut
sonraya kalması mümkün değildir. Öyle ise, bu gerçekftrin
hepsini bildiğiniz zaman, sabrediniz ve başınıza gelen musibetlere
sabrediniz de, Allah'dan sevab bekleyiniz. En doğrusunu Allah
bilir.
411-
Muâviye ibn Kurre, İbn lyâs'dan,
o da babasından (radıyallahü anh)
anlatarak, nakledildiğine göre şöyle demiştir:
Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem,
arkadaşlarından birini aradı da onu sordu. Ashâb dediler ki: Ya
Resûlallah! Onun görmüş olduğun oğulcuğu öldü. Sonra
Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem adamla
karşılaşınca, oğlundan sordu. Adam çocuğun öldüğünü
Peygambere söyledi. Bunun
üzerine Peygamber adama
taziyede bulundu sonra buyurdu:
Ey falanca! Hangisi sana daha sevimlidir: Ömrün boyunca dünyada onunla
faydalanman mı, yoksa yarın Kıyâmette Cennet kapılarından bir
kapıya senden önce o çocuk varıp da sana cennet kapısını açması
mı? Adam cevab verdi: Ey Allah'ın
Peygamberi! Doğrusu, benden önce onun cennete gidip
kapısını bana açması, bana daha sevimlidir.
Peygamber buyurdu: İşte
sana, bu vardır, "
Beyhakî,
imâm Şâfi’î Hazretlerinin
(Allah onlara rahmet etsin) menâkıbına isnadla anlatır:
Şâfi’î Hazretlerine haber gelir
ki, Abdurrahmân ibn Mehdi'nin (Allah ona rahmet etsin) bir oğlu
vefat etti de, bundan dolayı Abdurrahmân şiddetli bir şekilde
üzüldü. Bunun üzerine Şâfi’î
Hazretleri (Allah ona rahmet etsin) Abdurrahmân'a şu haberi
gönderir:
- Ey Kardeşim! Sen başkalarına yapmış olduğun taziye ile kendine
tâziyede bulun. Başkasına kötü gördüğün işi kendine de kötü gör.
Bil ki, musibetlerin acısı, sevinci kaybetmek ve sevabdan mahrum
olmaktır. Bunlar, bir de günah kazanmakla bir araya gelirlerse,
durum nasıl olur? O hâlde, sen beklemeksizin sana gelen musibetin
sevabını sabır göstererek al; zira yaptığın bu sabırsızlık
hareketiyle o sevabı kaybetmişsin. Allah sana, musibetler .
zamanında sabır ilham etsin ve hem sana, hem de bize sabır
sebebiyle sevab ihsan etsin. Bir de Abdurrahmân'a şu şiiri yazdı:
Sana taziye eden, ebedîlik güveninde değil;
Fakat dinin sünnet olan âdetidir bu...
Taziye edilen, ölüsü arkasında bakî değil,
Taziye eden de değil, bir müddet yaşasalar bile...
Bir adam, oğlunu kaybeden
kardeşlerinden birine şu taziyeyi yazdı:
Bil ki, çocuk yaşadıkça babasına üzüntüdür ve bir fitnedir. Eğer
çocuğu, kendinden önce gönderirse, bir rahmet ve lütuf olur. O
hâlde, üzüntü ve fitnesinden kaybettiğine müteessir olma. Bunlara
karşılık, onun sebebiyle Allah'ın sana ihsan ettiği lütuf ve
rahmeti kaybetme...
Mûsa ibn'l-Mehdî, ibrahim ibn Sâlime,
oğlundan ötürü taziyede bulunarak şöyle dedi: (Ölen çocuğun)
başına bir musibet ve fitne olduğu için (kurtulduğuna) sevinirsin.
(Ölümü) sana bir sevab ve rahmet vesilesi olduğu için de
üzülürsün.
Bir adam, bir adama taziyede bulunarak dedi:
Allah'dan korkmaya ve sabretmeye bağlan ki, sevab bekleyen bununla
kazanır ve akîbet ona kavuşur.
Yine bir kimse, bir kimseye taziyede bulunarak şöyle dedi: Âhirette
senin için bir mükâfat olan, dünyada senin için bir sevinç olandan
daha hayırlıdır.
Abdullah ibn Ömer'den
(radıyallahü anhüma)
nakledildiğine göre, bir oğlunu gömdükten sonra kabri başında
güldü. Ona: kabrin başında nasıl gülersin? denildi. Cevab verdi:
- Şeytanın burnunu yere sürtüp kırmak istedim.
İbn Cüreyc'den (Allah ona rahmet
etsin) şöyle dediği nakledilmiştir: Kim ki, uğradığı musibetten
dolayı sevabı düşünerek sabretmezse, sonunda (alışarak) hayvanlar
gibi teselli bulur.
Humeyd el-A'rec’den şöyle dediği
anlatılır:
- Said ibn Cübeyr'i (Allah ona
rahmet etsin) gördümki, oğluna bakarak onun için şöyle diyor:
Ben burada daha hayırlı bir yol biliyorum. Kendisine soruldu: O
bildiğin hâl nedir? Oğlum ölürde, onun sebebiyle sevap kazanırım.
Hasan Basri'den (Allah ona rahmet
etsin) rivâyet edilir; Bir adam, Ölen çocuğundan dolayı çok üzülür
ve halini Hasan Basrî'ye
şikâyet eder. Hasan Basrî ona
şöyle der:
Senin oğlun hayatta iken senden ayrılır, uzaklaşır mıydı? Evet, onun
gurbeti, yanımda bulunmasından daha çoktu, der.
Hasan Basrî:
Onu gurbette say; çünkü dünyadaki gurbetinden aldığın sevab, bundan
daha büyük değildir.Bunun üzerine adam dedi ki: Ey Eba Said (Hasan
Basrî), benim oğlumdan dolayı olan üzüntümü hafiflettin.
Meymun ibn Mihran'dan şöyle dediği
rivâyet edilmiştir:
Bir adam, Ömer ibn Abdülaziz'e,
oğlu Abdülmelik'in ölümünden dolayı taziyede bulundu (Allah her
ikisinden razı olsun). Bunun üzerine
Ömer ibn Abdülaziz şunu söyledi: Abdülmelik'in başına gelen
iş, bildiğimiz bir iş olduğundan, bu iş gerçekleşince, onu tuhaf
bulmadık.
Bişr ibn Abdullah'ın şöyle dediği nakledilmiştir:
Ömer ibn Abdülaziz, oğlu
Abdülmelik'in mezarı başında durup dedi ki, Yavrum! Allah sana
rahmet etsin. Ben senin dünyaya gelişinle sevindim, büyümenle
mutlu oldum. Artık senden isteyecek bir dileğim yoktur.
Mesleme'den şöyle dediği rivâyet
edilmiştir:
Ömer ibn Abdülaziz'in oğlu
Abdülmelik vefat edince, babası, onun yüzünü açarak dedi ki: Allah
sana rahmet etsin, yavrum! Doğumunla müjdelendiğim gün, sevindim.
Mutlu olarak seninle yaşadım. Benim için bu anımdan bana daha
sevimli olduğun bir vakit olmamıştır. Vallahi, sen babanı cennete
çağırıyorsun.
Ebû'l-Hasan el-Medâinî anlatır:
Ömer ibn Abdülaziz, oğlunun
hastalığında onun yanına varıp dedi ki: Yavrum, kendini nasıl
buluyorsun? Kendimi ölüm üzere görüyorum, cevabını verdi. Babası:
- Yavrum, senin (vefatına sabrederek)
alacağım sevab, senin benden dolayı (ölümümle) kazanacağın
sevabdan bana daha sevimlidir, dedi. Çocuk cevab verdi:
- Babacığım, senin sevdiğin şey, benim sevdiğimden daha sevimlidir
bana...
Esma oğlu Cüveyriye, amcasından
rivâyet ederek anlatılmıştır ki: Üç kardeş Tüster savaşında
bulundular (İran'da bir yerin adı olan bu bölgede müslümanlar
savaş yapmışlardı). Bu kardeşler, orada şehit düştüler. Birgün
onların annesi, bir ihtiyacı için çarşıya çıkmış. Çarşıda, Tüster
savaşında bulunan bir adam bu kadına rasgelmiş. Kadın, adamı
tanıyarak oğullarının durumlarından sormuş. Adam, onların şehid
edildiklerini söylemiş. Kadın sormuş: Düşmana saldırırken mi,
yoksa geri kaçarken mi, şehid oldular? Adam cevab verdi: Düşmana
saldırırlarken... Kadın:
- Allah'a hamd olsun! Kurtuluşa erdiler,
namusu korudular. Benim de, kendilerinin de, babamın da, annemin
de...
İmâm Şâfi’î Hazretlerinin oğlu
vefat edince şu şiiri okudu:
"Felek, bundan başkası değil; sabret şunlara:
Mal hasretliğine, sevgili ayrılığına..."
Ebû'l-Hasan el-Medâînî
anlatmıştır: Ubeydullah ibn Hasan’ın babası vefat etti. Ubeydullah
o gün, Basra kadısı ve Emîri bulunuyordu. Bunun için kendisini
taziye edenler çok olmuştu. Bu arada sabredemeyip feryad
koparmanın sebebi üzerinde konuştular. Sonunda şu fikir üzerinde
birleştiler: İnsan alışageldiği bir şeyi terk ederse, feryadı
basar. (İnsan beraber yaşadığı ve seviştiği bir kimseyi ölüme terk
etmesiyle böylece feryad eder).
Derim ki: Bu konu ile ilgili
haberler çoktur. Ben, bu kitabın, taziyeye işaret eden sözlerden
boş kalmaması için bunların birkismmı anlattım. En iyisini Allah
bilir. |
فصل: وأما لفظةُ التعزية فلا حجرَ فيه،
فبأيّ لفظ عزَّاه حصلت. واستحبَّ
أصحابُنا أن يقول في تعزية المسلم بالمسلم:
أعْظَمَ اللّه أجْرَكَ، وأحْسَنَ عَزَاءَكَ، وَغَفَرَ لمَيِّتِكَ.
وفي المسلم بالكافر: أعظم اللّه أجرَك. وأحسن عزاءَك. وفي
الكافر بالمسلم: أَحسن اللّه
عزاءك، وغفر لميّتك. وفي الكافر بالكافر: أخلف اللّه عليك.(٤٨)
وأحسن ما يُعزَّى به:
٤١٠-
ما روينا في صحيحي البخاري ومسلم،
عن أُسامة بن زيد رضي اللّه عنهما
قال: أرسلتْ إحدى بنات النبيِّ
صلى اللّه عليه وسلم إليه تدعوه
وتخبره أنّ صبياً لها أو ابناً في
الموت، فقال للرسول قال:
”ارْجعْ إلَيْها فأخْبرْها أنَّ للّه تَعالى ما أخَذَ وَلَهُ ما
أعْطَى، وكُلُّ شَيْءٍ عِنْدَهُ بأجَلٍ مُسَمَّى، فمُرْها
فَلْتَصْبرْ وَلْتَحْتَسبْ"
وذكر تمام الحديث. (٤٩)
قلت:
فهذا الحديث من أعظم قواعد الإِسلام، المشتملة على مهمات كثيرة من
أصول الدين وفروعه، والآداب، والصبر على النوازل كلِّها، والهموم
والأسقام وغير ذلك من الأعراض. ومعنى "أن للّه تعالى ما أخذ"
أن العالم كله ملك للّه تعالى، فلم يأخذ ما هو لكم، بل أخذ ما هو له
عندكم في معنى العارية؛ ومعنى
"وله ما أعطى" أن ما وهبه لكم
ليس خارجاً عن ملكه، بل هو له سبحانه يفعل فيه مايشاء، وكل شيء عنده
بأجلٍ مسمّى فلا تجزعوا، فإن من قبضه قد انقضى أجَله المسمى، فمُحال
تأخره أو تقدّمخ عنه، فإذا علمتم
هذا كله فاصبروا واحتسبوا ما نزل بكم، واللّه أعلم.
٤١١-
وروينا في كتاب النسائي بإسناد
حسن، عن معاوية بن قرّة بن إياس،
عن أبيه رضي اللّه عنه؛ أن
النبيّ
صلى اللّه عليه وسلم فقدَ بعضَ أصحابه فسأل عنه، فقالوا: يا
رسول اللّه! بُنَيُّهُ
الذي رأيته هلك، فلقيه النبيّ
صلى اللّه عليه وسلم، فسأله عن
بنيّه فأخبره بأنه هلك، فعزّاه عليه ثم قال قال:
”يا فُلانُ! أيُّمَا كانَ أحَبَّ إلَيْكَ: أَنْ تَمَتَّعَ بِهِ
عُمُرَكَ، أوْ لا تَأتِي غَداً
باباً مِنْ أبْوَابِ الجَنَّةِ إِلاَّ وَجَدْتَهُ قَدْ سَبَقَكَ
إِلَيْهِ يَفْتَحُهُ لَكَ، قال: يا نبيّ اللّه! بل يسبقني إلى
الجنة فيفتحها لي لهو أحبّ إليّ، قال: فَذَلِكَ لَكَ". (٥٠)
وروى البيهقي بإسناده في مناقب
الشافعي (٥١) اللّه؛
أن الشافعي بلغه أن عبد
الرحمن بن مهدي رحمه اللّه مات له ابن فجَزعَ عليه عبد الرحمن جزعاً
شديداً، فبعثَ إليه الشافعي رحمه
اللّه:
يا أخي عزِّ نفسك بما تَعَزَّى به غيرُك، واستقبحْ من فعلك ما
تستقبحُه من فعل غيرك. واعلم أن أمضَّ المصائب فقدُ سرورٍ وحرمانُ
أجر، فكيف إذا اجتمعا مع اكتِساب وزر؟ فتناول حظَّكَ يا أخي إذا
قرب منك قبل أن تطلبَه وقد نأى عنك، ألهمك اللّه عند المصائب صبراً،
وأحرزَ لنا ولك بالصبر أجراً، وكتب إليه:
إنّي مُعَزِّيكَ لا أني على ثِقَةٍ * مِنَ الخُلُودِ وَلَكِنْ
سُنَّةُ الدّينِ
فَمَا المُعَزَّى بِباقٍ بَعْدَ مَيِّتِهِ * وَلا المُعَزِّي وَلَوْ
عاشا إلى حِينِ
وكتبَ رجلٌ إلى بعض إخوانه يعزُّيه بابنه:
أما بعد، فإنَّ الولدَ على والده ما عاش حُزْنٌ وفتنة، فإذا قدّمه
فصلاة ورحمة، فلا تجزعْ على ما فاتك من حزنه وفتنته، ولا تضيّع ما
عوّضك اللّه عزّوجلّ من صلاته ورحمته.
وقال موسى بن المهدي لإِبراهيم بن
سالم وعزَّاه بابنه: أسَرَّك وهو بليّة وفتنة، وأحزنَك وهو صلوات
ورحمة؟!
وعزَّى رجلٌ
فقال: عليك بتقوى اللّه والصبر، فبه يأخذ المحتسب، وإليه
وعن ابن جُرَيْجٍ رحمه اللّه
قال: من لم يتعزّ عند مصيبته بالأجر والاحتساب، سَلاَ كما تَسْلُو
البهائم.
وعن حُميد الأعرج قال: رأيت
سعيدَ بن جُبير رحمه اللّه يقول
في ابنه ونظر إليه: إني لأعلم خير خلّة فيه،
قيل: ما هي؟ قال: يموت
فأحتسبه.
وعن الحسن البصري رحمه اللّه أن
رجلاً جَزِع على ولده وشكا ذلك إليه، فقال الحسن: كان ابنك يغيب
عنك؟ قال: نعم كانت غيبته أكثر من حضوره، قال: فاتركه غائباً
فإنه لم يغبْ عنك غيبة الأجْرُ لك فيها أعظم من هذه،
فقال: يا أبا سعيد! هوَّنت عنّي وجْدي على ابني.
وعن ميمون بن مهران قال: عزَّى رجل
عمرَ بن عبد العزيز
رضي اللّه عنه على ابنه عبد الملك
رضي اللّه عنه، فقال عمر: الأمر
الذي نزل بعبد الملك أمرٌ كنّا نعرفه، فلما وقع لم ننكره. وعن بشر
بن عبد اللّه قال: قام عمر بن عبد العزيز على قبر ابنه عبد الملك
فقال: رحمك اللّه يا بنيّ! فقد كنت سارّاً مولوداً، وبارّاً
اشئاً، وما أحبّ أني دعوتك فأجبتني. وعن
مسلمة قال:
لما ماتَ عبدُ الملك بن عمر كشفَ أبوه عن وجهه وقال: رحمك اللّه يا
بني! فقد سررت بك يوم بُشِّرْتُ بك، ولقد عمرتَ مسروراً بك، وما
أنت عليّ ساعة أنا فيها أسرّ من
ساعتي هذه، أما واللّه إن كنتَ لتدعو أباك إلى الجنة. قال أبو
الحسن المدائني: دخل عمر بن عبد العزيز على ابنه في وجعه
فقال: يا بني! كيف تجدك؟
قال: أجدني في الحقّ، قال: يا بنيّ! لأن تكون في ميزاني أحبّ
إليّ من أن أكون في ميزانك،
فقال: يا أبتِ! لأن يكون ما تُحبُّ أحبّ إليّ من أن يكون ما
أحب.
وعن جُويرية بن أسماء، عن عمّه،
أن إخوة ثلاثة شهدوا يوم تُسْتَرَ فاسْتشهدوا، فخرجتْ أُمُّهم إلى
السوق لبعض شأنها، فتلقاها رجلٌ حضرَ تُسْتَرَ، فعرفتْه، فسألته عن
أمور بَنِيها،
فقال: اسْتُشهدوا، فقالت: مُقبلين أو
مُدبرين؟ قال: مُقبلين، قالت:
الحمد للّه، نالوا الفوزَ وحاطوا الذِّمار، بنفسي هم وأبي وأمي.
قلت:
الذِّمار بكسر الذال المعجمة، وهم أهل الرجل وغيرهم مما يحقّ عليه أن
يحميه، وقولها حاطوا: أي حفِظوا ورعوا.
ومات ابن الإِمام الشافعي
رضي اللّه عنه فأنشدَ:
وما الدّهرُ إِلاّ هكذا فاصْطبرْ لهُ * رزِيَّةُ مالٍ
أو فِراقُ حَبِيب
قال أبو الحسن المدائني: مات
الحسنُ والدُ عبيد اللّه بن الحسن، وعبيدُ اللّه يومئذ قاضي البصرة
وأميرُها، فكثر من يعزّيه، فذكروا ما يتبيّنُ به جزعُ الرجل من صبره،
فأجمعوا على أنه إذا ترك شيئاً كان يصنعه فقد جزع.
قلت:
والآثار في هذا الباب كثيرة، وإنما ذكرت هذه الأحرف لئلا يخلو هذا
الكتاب من الإِشارة إلى طرف من ذلك واللّه أعلم. |
Müslümanlar İçinde Ortaya Çıkan Bazı Taun
(Veba) Hastalıkları
Burada, bu hastalığı anmakdan maksad, üzüntülere tahammül ve
sabretmeyi benimsetmektir. Bir de bilinmelidir ki, insanın başına
gelen musîbet, daha önce geçirdiği hallere nisbetle azdır.
Ebû'l-Hasan el-Medâinî şöyle
demiştir: İslâm tarihinde beş büyük taun (veba) hastalığı
olmuştur. Bunlardan birincisi,
Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem'in
zamanında ve hicretin altıncı yılında "Medâin'de Şeyreviye
bölgesinde olmuştur.
Sonra Hazreti Ömer
(radıyallahü anh) devrinde Şam'da
"Amvâs Taunu" olmuştur. Bu olayda yirmibeş bin kişi ölmüştür.
Sonra hicretin altmış dokuzuncu yılında şevval ayında ve İbn
Zübeyr zamanında taun olmuştur ki, üç gün içinde, her gün yetmiş
bin kişi ölmüştür.
Bu olayda Enes ibn Mâlik'in
(radıyallahü anh) seksen üç oğlu
ölmüştür. Yetmiş üç oğlu öldüğü de söylenir. Abdurrahmân ibn Ebi
Bekre'nin de kırk oğlu ölmüştür.
Sonra Feteyat tâunu, hicretin 87.
yılı şevval ayında olmuştur.
Sonra yüz otuz bir yılı Receb ayı taunu olmuş ve ramazan ayında
şiddetlenmişti. Her gün gasledilmek üzere bin cenaze birikiyordu.
Sonra Şevval ayında hastalık hafifleşti.
Kûfe'de de, ellinci yılda taun
olmuştu. Muğîre ibn Şu'be orada vefat etti. Medâînî, böylece
sözünü bitirdi.
İbn Kuteybe de, "Maârif" adlı
kitabında, el-Esma'î'den naklen taun sayısını buna yakın olarak
anlatmıştır.Orada bazı ziyadelik ve noksanlık vardır.
Seksen yedinci yıldaki hastalıkta çok miktarda genç kızlar öldüğü için
buna "Feteyat Taunu" adı verildi. Bu hastalık, Basra, Vasıt, Şam
ve Kûfe'de olmuştu. Aynı zamanda bu felâkette ileri gelen zevat
öldüğü için bu olaya "Taunu’l-Eşraf" da denilir. Mekke ve
Medine'de asla taun olmamıştır. Bu konu geniştir. Ben,
Müslim şerhinin başında genişçe
anlattığım bu konudan bir kısmım burada belirtmiş oldum. Tevfik
Allah'dandır. |
فصل: في الإِشارة إلى بعض ما جرى من الطاعون في الإِسلام.
والمقصود بذكره هنا التصبّر والحمل على التأسّي، وأن مصيبة الإِنسان
قليلة بالنسبة إلى ما جرى قبله.
قال أبو الحسن المدائني: كانت الطواعين المشهورة العظام في الإِسلام
خمسة: طاعون شيرويه بالمدائن في عهد
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم سنة ستّ من
الهجرة،
ثم طاعون عمواس في زمن عمر بن الخطاب
رضي اللّه عنه كان بالشام، مات فيه
خمسة وعشرون ألفاً، ثم طاعون في زمن ابن الزبير في شوّال سنة تسع
وستين، مات في ثلاثة أيام في كلّ يوم سبعون ألفاً، مات فيه لأنس
بن مالك رضي اللّه عنه ثلاثة
وثمانون ابناً،
وقيل
ثلاثة وسبعون ابناً، ومات لعبد الرحمن بن أبي بكرة أربعون ابناً، ثم
طاعون الفتيات في شوّال سنة سبع وثمانين، ثم طاعون سنة إحدى وثلاثين
ومئة في رجب، واشتدّ في رمضان، وكان يُحصى في سكة المِربد في كل يوم
ألف جنازة، ثم خفّ في شوّال. وكان
بالكوفة طاعون سنة خمسين،
وفيه: توفي المغيرة بن شعبة، هذا آخر كلام المدائني.
وذكر ابن قُتيبة في كتابه
"المعارف" عن الأصمعي في عدد الطواعين نحو هذا، وفيه زيادة
ونقص. قال: وسمي طاعون الفتيات لأنه بدأ في العذارى بالبصرة وواسط
والشام والكوفة، ويقال له: طاعون الأشراف لِما مات فيه من
الأشراف. قال: ولم يقع بالمدينة ولا مكة طاعون قطّ.
وهذا الباب واسع، وفيما ذكرته تنبيهٌ على ما تركته، وقد ذكرتُ هذا
الفصل أبسط من هذا في أوّل شرح صحيح
مسلم رحمه اللّه، وباللّه التوفيق. |