Geri

   

 

 

İleri

 

B. Mahkûmun bih

Evvelce de söylediğimiz veçhile ....... denilince zarureten bir hakim bir mahkumunbih bir de mahkumun aleyh sabit olur. Ahkâm bahsinin de edile böyle erkan-ı erbaası vardır. Fakat her ne kadar tafsile müsait ise de rukn-i hakimden hüsün ve kubuh bahsinde izahat-ı kafiye verdiğimiz için burada tekrarına hacet görmedik.

Malumdur ki, indel’işa’da hakim, mutlaka ve indelmu’tezile hakim mutlaka iken muhtar olan mezhebe Matüridiyeye göre hakim olmakla beraber akıl dahi ne külliyen heder ve ne de külliyen muteberdir.

 (Mahkumun bih) nedir?

Mantık ıstılâhıınca bir mahkumun bih bir de mahkumun aleyhi vardır ki, burada maksat o değildir. Meselâ Zeyd şairdir kaziyesinde mahkumun aleyh ve mahkumun bihdir.

Fakat ıstılâhı-ı ilm-i usûlde:

Mahkumun bih, kendisine hitâb-ı şâri’ taalluk eden fiildir.

Yani mükellefin fi’li mahkumun bihdir.

Acaba burada muhatap fiil midir ki, kendisine hitâb-ı şâri’ taalluk eden fiildir diyoruz.

Fiil muhatap değildir. Muhatap yine fi’lin faili olan insandır. Fakat insan, fi!li sebebiyle muhatap olduğu için, hitâbın en ziyade taalluk ve münasebeti fi’le ait bulunduğu için fi’l-i mükellefe, tesmiye olundu. Meselâ biz savm ile salat mükellefiz. İşte oruç ile namaz ve bunlar kendisine vacip olan insandadır.

İşte insan savm ile salat gibi ef’ali sebebiyle muhatap olduğu için fi’l-i mükellef dahi suertinde tesmiye olunarak ismiyle yad edildi.

Mahkumun bih dört nevi’dir.

1. Hukukullah-ı halisadır. İbadattan iman ve füruu ve ukubattan hadd-i kazifden maada hudut ve katl ile hırman-ı irs gibi.

İşte mahkumun bihin nev’-i evli sırf hukukullahdır. Kendisinde hiç hakkı-ı abd şaibesi yoktur.

Hukukullah dahi sekiz nevi’dir.

1-İbadet-i halisadır. İman furu’u iman gibi. İmanın aslı (tastik) fedr’i (ikrar) zevaidi (a’mal) dir. Furu’u imanın aslı (Salat), lahikası (zekât) ba’dehu savm, ba’dehu (hacc) ba’dehu (cihad) dır. Zevaidi dahi sünen ve adabdır.

2-Kendinde külfet olan ibadattır.

3-Kendinde ibadet ma’nası olan külfetidir.

4-Kendinde ukubet ma’nası olan külfetdir.

5-İbadet ile ukubet beynine dair olan hukuktur.

6-Ukubet-i kamiledir. Hadd-i zina, hadd-i sirkat, hadd-i kat’-ı tarik, hadd-i şürb gibi.

7-Ukubet-i kaasıradır.

Bunda katile ukubet vardır. Zira mirasa istihkakın illeti olan karabet mevcut olmakla beraber verasetten de malırum olmuştur. Lakin bu ukubet kasırdır. Çünkü katilin vücuduna bir elem ve malına bir noksan tari olmuyor. Yalnız tereke-i maktude hakk-ı temellükünün sübutundan malırum oluyor.

8-Binefsihi sabit olup zimmet-i abde teallük etmeyen hukuktur.

Elhasıl bu saydığımız hujuj-u İlahiyeden iman furuu gibi ibadet hukuk-ı halsa-i İlahiyeden olduğu gibi hadd-i sirkat, hadd-i zina, hadd-i şürb ve hadd-i kat’-ı tarik gibi hudûd dahi sırf hukukullahdan olan mahkumunbih aksamındadırlar, çünkü hadd-i sirkat emvali, hadd-i zina esnabı, hadd-i şürb ukulü, hadd-i kat’-i tarik emniyeti turuku, sıyanetten meşru’ olmakla bunlarda asla hakk-ı abd yoktur.

Beyneleimme meşhûr olduğuna göre hukukullah-ı halisa ferde mahsus olmayarak kendisine menfaat-i amıne taalluk eden hukuktur ki, indellah şeref ve menzileti ve şümul-ü nef’i hasebiyle Cenabı Hakka nisbet edilmiştir. Bunların hüsn-ü muhafazası, vezaif-i ubudiyetin kema yenbağı icrası cemiyet-i beşeriyenin kamâl-i emnb ü intizam ile beka ve devamına hadim olur.

- Nasıl ki, bir devlet kaffe-i kavanin ve nizamatını kemahiye hakkuka tenfiz ve icra eylerse hali mes’ut ve muntazam olur.

Yoksa tahlik i’tibariyle kaffe-i hukuk, huku-u İlahiyedendir. Halk ve icadi i’tibairyle izafete her şey müsavidir. Bütün mevcudat mahluk-ı İlahidir.

………. . ve nef’ü zara i’tibariyle Hakk Celle ve Ala kaffesinden mütealidir.

Velhasıl bu kısım, mahkumun bihin hukukullah-ı halisadan olması işbu ef’alin halikı Cenabı Vâcib-ül Vücud olmasından veya haşa Meselâ hadd-i sirkatin ikamesi halik-ı müteal hazretleri için nef’i müstelzim bulunmasından ileri gelmiyor. Belki kaffe-i nasa menfaat-i şemalesi ve ind-i rabbanide şeref ve menzileti olmak nokta-i nazarından bu hukuk Cenabı Hakka nisbet olunuyor.

2- Hukûk-ı ibâd-ı hâlisadır. Bedel-i mütellefat ve bedel-i mağsub gibi.

Bir adam diğerinin malını itlaf veya gasb eylese zıman lazım gelir. Çünkü gayrın ma’sum ve muhterem olan bir malını telef etmiş ismetinin hetk eylemiştir. İşte bu bedek mahkumun bihdir ve hukuk-ı ibad-ı halisa kısmındadır.

Kezâlik diyet ve mebi’ ile semene müşteri ve bayiin temellükü dahi bu kabilden olup bunlar hep bir maslahat-ı hâssanın taalluk ettiği hukukdandırlar. Bunları sırf olduğuna şu da delâlet eder ki, bunlarda ibada caridir. Çünkü menfaati sırf abde muhtas olunca ibaha ile dahi mübah olur. Fakat hukuk-ı halisa-i İlahiya Meselâ, hadd-i zina, ibaha mübah olmaz.

3- Hakkullah ve hakk-ı abd ictima’ ettği halde hakkullah galip olandır.

Bir adın muhaderattan afife ve saliha bir kadına zina ma’razında (oruspu) derse kazife hadd-i kazif lazım gelir ki, seksen değnektir. ........ Buyurulmuştur

– Eğer kaazif rak ise 40 değnek vurulur- kazf’ lügaten atmak demektir. Üzüm suyunun köpüğümü atmasına (kazf) denir ki, işte o vakit şıra şaraba tahavvül eder. Man’nay-ı lügavi ile ma’nay-ı şer’i arasında münasebet vardır. İsnad-ı zina eden kimse oruspu veya zani diye ağzından bir söz atıyor, bir şetm savuruyor. İşte bu münasebetle bir şahs-ı ma’sumun zina ithamına alem olmuştur. Zaten Türkçe’de bu (atmak) fi’li bu gibi mekanlarda kullanılır. Meselâ filan yine kalaylıyı attı denir.

***

İsnad-ı zina ile vaki’ olan şetm için bu suretle seksen değnek mukarrer olduğu halde başka türlü şütum için ta’zir vardır ki, ta’yin ve icrası şer’an canib-i saltanata, emr-i veliyyül’ emre müfevvazdır. Nasıl ki, kanun-ı caza işbu ta’zirin hukuk-ı mukadderesini, derecatını mütekeffil ve mütezamınindir.

Hadd-i kazfde hem hakkullah ve hem de hakk-ı abd vardır. Hadd-i kazf, makzufdan ar-ı zinayı def’ için meşru’ olduğuna nazaran hakk-ı abdir. Bununla makzuf namusunu istikmal etmiş, namusuna vuku’ bulan taarruzu def’ eylemiş olur.

Fakat hadd-i zacir maksadiyle meşru’ olmasına nazaran da hakkullahdır.

Bununla beraber hadd-i kazif’de bize göre hakkullah ciheti galiptir. Çünkü bunda (irs) câri değildir. Amkzuf vefat ederse kaazifden had sakıt olur.

Kezâlik (afiv) dahi cereyan etmez. Makzufun afviyle kaazifden had sakıy olmaz.

Ve indeliçtima’ eder. Meselâ bir kimse bir cemaati kazf eylese kaazife ancak seksen değnek vurulur. Çünkü mahallin değil fi’lin cezasıdır. Hukuk-ı ibadda ise ceza, mahalle taalluk eder.

***

4- Hakkullah ve hakk-ı abd ictima’ ettiği halde hakk-ı abd galip olandır. Kısas gibi.

Kısasda evvela hakkullah vardır. Çünkü hadd-i şürb; hadd-i ekl, hadd-i irtidat gibi hudûd-ı halisa şübehat ile sakıt olur.

Kezâlik, kısa bir fi’l-i haramın cezası olarak vaciptir. Ef’al-i cürmiyenin cezası ise hakkullahdır.

 ( Kısaca cezay-ı mahal değil, cezay-ı fiil olarak meşru’ olduğu içindir ki, bir cemaat bir adamı katleylese cümlesi kısas olunur. Kısas eğer cezay-ı mahal olsa idi (diyet) ile iktifa olunurdu. Çünkü mahallin cezası budur. Nasıl ki, katl i hatada bu vacip oluyor.)

Kezâlik kısasın alemi fesattan ihla için meşruiyeti, nefs-i abdde halikın hakk-ı isti’bad olup katilk ise bu hakkın istifasını i’dam ettiğinden kısasın bir meşruiyeti de hakk-ı mezkuru ifa maksadına mübteni olduğu, nazar-ı i’tibara alınırsa bu vechle de kısasda hakkullah bulunduğu zâhir olur.

Fakat maktulün nefsi hakkında bir cinâyet vaki’ olarak kendi nefsi üzerindeki hakk-ı istimtaı zail olduğundan meşruiyet-i kısasın şu hakkı ikba maksadına müstenit bulunması da vardır ki, bu takdirde kısasda hakk-ı ağabeydin dahi vücudu aşikar olur.

Maazalik kısasda hakk-ı abd racihdir. Çünkü mukabeleten meşru’ olmuş[3]ve teşeffi-i sadrı mûcib bulunmuştur. Hatta hakk-ı abdin rüchanına şu âyet-i kerime delâlet eder: ………. .

Kezâlik bu rüchana mebnidir ki, hakk-ı kısasa bizzat veliyy-i dem istifa edebilir bir de kısasda irs cereyan eder. Verese dahi hakk-ı kısaslarını istifa ile katili kısas edebilirler.

Kezâlik hakk-ı kısasda i’tiyaz câri olur.

Keza afvile sakıt olur – eğer hakkullah olsa idi afiv ile sakıt olmamak lazım gelirdi.