Geri

   

 

 

İleri

 

2 HABERLER

2-1 Haber ve Hadis

Bu ilimle meşgul olan ulema indinde, haber hadisle muradif yani eş anlamlıdır. Bazıları da, Peygamberden gelen şeylere hadis, başkalarından gelen şeylere ise haber demişlerdir. Bu sebepten tarih ve benzeri ilmlerle meşgul olanlara ahbari, Sunnet-i Nebeviye ile meşgul olanlara da muhaddis denilmiştir.

Bazıları ise haberle hadis arasında umum husus ilişkisi bulunduğunu söylemişlerdir. Buna göre, her hadis bir haberdir ama her haber hadis değildir. Burada, bize gelişi itibariyle daha şumullü olması bakımından, söze “haber” lafzıyle başlanmıştır.

2-2 Haberin Çeşitleri

Haberin bir çok tarikleri, yani isnadları bulunabilir. Öyle ki, adet bu çokluğun yalan üzerinde kasden birleşmelerini mümkün kılmaz. Keza kasıd olmasa bile, onlardan itifakla yalan çıkması da mümkün değildir.

2-2-1 Mütevatir Haberler

Sahih olan görüşe göre, tevatürde haberi rivayet edenlerin sayısını tayin etmeye lüzum yoktur. Bununla beraber, bazıları sayıyı tayin ederek dört kişinin rivayetiyle haber mutevatir olur demişlerdir.

Bazılarına göre bu sayı beş, bazı larına göre yedi, on, oniki, kırk, yetmiş[1][1] vb. dir. Bu rakamları ileri sürenlerin her biri, içinde o rakamın geçtiği bir delile istinad etmiş ve bu sayıda gelen haberin ilim ifade edeceğini söylemiştir. Fakat bu türlü rakamları, onların içinde geçtikleri meseleye has olmaları dolayısıyla başka yerlerde tekrarlamaya lüzum yoktur.

İşte haber, bu şekilde rivayet edilir ve buna, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) devrinden zamanımıza kadar haberin rivayetinde mezkur çokluğun eşit bir şekilde devamı da eklenirse, bu da tevatürün şartlarından biri olur. Buradaki eşitlikten maksat, bazı tabakalarda mezkur çokluğu artmaması değil, eksilmemesidir. Zira bu meselede artış evleviyetle matlubtur.

Tevatürün diğer bir şartı da nihayetinin akla dayanan bir kadiyye değil, gözle görülen bir olay veya kulakla işitilen bir haber olmasıdır. İşte bu dört şart:

Âdeten yalan üzerinde birleşmelerini imkansız kılan kalabalık, bu kalabalığın başlangıcından sonuna kadar kendileri gibi bir başka kalabalıktan rivayeti, nihayette dayandıkları şeyin akıl değil his olması ve bu şekilde rivayet edilen haberin dinleyenler için ilim ifade etmesi bir araya gelirse, bu habere mutevatir denir. Eğer bu şartlardan biri olan haberin ilim ifade etme keyfiyeti tahakkuk etmezse, bu haber sadece meşhur olur. Bu sebeple her mutevatir meşhurdur; ama her meşhur mutevatir değildir. Bazan denilir ki, dört şart hasıl olursa ilmin de husulü gerekir. Bu, çok defa böyledir; fakat bazan da, herhangi bir engel dolayısıyla ilmin hasıl olmadığı görülür. İşte bu izahla, tevatürün tarifi anlaşılmış olmaktadır. Bunun hilafı, bazan da yine tahditsiz, fakat diğer bazı şartların yok olmasıyla ortaya çıkar.

Haber, mutevatirin şartlarını cemetmeyecek şekilde ikinin üstünde, yani üç veya daha fazla, yahut yalnız iki, yahutta yalnız bir kişi ile tahdit edilmiş olarak gelir. Haberin iki kişi ile varid olması sözünden kasdımız, ikiden az kimse tarafından rivayet edilmemesidir; tek bir isnadın bazı yerlerinde ikiden fazla kimse tarafından rivayet edilmiş olsa bile zarar vermez; çünkü bu ilimde az, çok üzerine hakimdir.

İşte bunlardan birincisi, yani yalan üzerinde birleşmeleri adeten mümkün olmayan ve sayısı tahdit edilmeyen bir kalabalığın rivayet ettiği haber, mutevatirdir ve zikri geçen diğer şartlarıyle birlikte ilmi yakin ifade eder. İlmi nazari, biraz sonra da izah edileceği vechile bunun dışında kalır.

Yakin’den maksat, gerçeğe uygun, kesin itikaddır ve tarifte mutemed olan da budur. Zira mutevatir haber, zaruri ilim ifade eder ki, reddi mümkün olmaması dolayısıyla, insan, bunun kabulünde muzdar kalır. Bazıları da mutevatir haberin ancak ilmi nazari ifade ettiğini söylemişlerdir ki, bu görüş gerçeğe uygun değildir. Çünkü tevatürle, avam tabakasına mensup araştırma ehliyetine sahip olmayan bir kimse için de ilim hasıl olur. Nazar (tetkik ve araştırma), malum ve maznun şeylerin tertibi olup, bununla malum ve maznuna ulaşılır; avama mensup kimsede ise bu ehliyet yoktur. Eğer, tevatürle kazanılan ilim nazari olsaydı, avam için bu ilim hasıl olmazdı. Bu açıklama ile, ilmı zaruri ile ilmi nazari arasındaki fark anlaşılmış olmaktadır. Buna göre zaruri, istidlal olmaksızın ilim ifade eder; nazari de ilim ifade eder, fakat istidlal ile... Zaruri, haberi işiten herkes için hasıl olur; nazari ise, ancak bu sahada ehliyeti olan kimseler için hasıl olur. Metinde, tevatürün şartlarını mübhem bıraktım; zira bu haliyle mutevatir, isnad ilminin konularından değildir; isnad ilminde hadis ravilerinin sıfatları ve rivayet şekilleri yönünden amel edilmesi veya terkedilmesi için hadisin sıhhatinden veya zafiyetinden bahsedilir. Mutevatirde, hadisin ricalinden bahsedilmez; ancak onunla amel edilir.

Burada faide olmak üzere şuna işaret etmek yerinde olur:

İbn Salâh yukarıda açıklanan mutevatire misal göstermenin güç olduğunu ve bunun ancak “kim benim adıma yalan söylerse…” hadisi hakkında ileri sürülebileceğini iddia etmiştir. Gerek İbn Salâh’ın bu şartları ihtiva eden mutevatirin nadir bulunduğu ve gerekse başkalarının hiç bulunmadığı yolundaki iddiaları yersizdir. Çünkü bu gibi iddialar, isnadların çokluğuna ve adaten yalan üzerinde birleşmelerini, yahut yalanın onlardan ittifakla hasıl olmasını imkansız kılan ricalin ahval ve sıfatlarına gerektiği şekilde muttali olunmamaktan neşet etmiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)in hadisleri arasında mütevatinin çok denecek kadar mevcut olduğunu ortaya koyan delillerin en güzeli, doğuda ve batıda ilim ehlinin ellerinde dolaşan ve musannıflarına nisbetlerindeki doğruluğu kesinlikle bilinen bir çok meşhur hadis kitabı bir hadisin ihraç ve rivayetinde ittifak ettiği ve bu hadisin turuk, ve isnadları, diğer şartların tahakkuku ve birlikte yalan üzerin de ittifak etmelerini adeten imkansız kılacak bir şekilde çoğaldığı zaman o hadisin söyleyenine nisbetindeki doğruluk hakkında ilm-i yakin hasıl olur. Meşhur kitaplarda bu şekilde hadisler pek çoktur.

2-2-2 Meşhur Haberler

İkincisi ki budur ve ahadın ilk kısmıdır ve ikiden çok ravi ile tahdit edilmiş turuku bulunan haber olup, muhaddislere göre meşhurdur. Fıkıh imamlarından bir cemaatin görüşüne göre de bu habere mustefiz denir. Haberin bu şekilde isimlendirilmesi yayılması dolayısıyladır. Nitekim su dökülüp yayıldığı zaman “Fade’l-mau yefiydu fiyden” denir. Bazıları mustefiz’le meşhur arasında ayırım yapmışlar ve muste fiz’in, başından sonuna kadar eşit sayıdaki mahdut çoğunluk tarafından rivayet edildiğini söylemişlerdir. Meşhur ise bundan daha umumidir. Bazıları da ikisi arasında başka yönlerden ayırım yapmışlardır; ancak bu, hadis ilminin konularından değildir.

Meşhur tabiri, burada tarif olunan haberlere ıtlak olunduğu gibi, bir veya daha fazla isnadı olan yahut hiç isnadı olmayan ve halk dilinde şöhret kazanan haberlere de ıtlak olunmuştur.

2-2-3 Aziz Haberler

Hadislerin üçüncü nevii azizdir. Aziz ikiden az kimselerin ikiden az kimselerden rivayet etmemesidir. Haberin bu şekilde isimlendirilmesi, ya az bulunduğu içindir, yahutta başka isnadla geldiği için kuvvetlenmesi dolayısıyladır.

Aziz, bazılarının iddiası hilafına, sahih hadisin şartı değildir. Bu iddianın sahibi mutezileden Ebu Ali Cubbaidir ve Hakim Ebu Abdillah’ın “Ulumu’l-Hadis” adlı kitabındaki şu sözü buna işaret eder:

“Sahih, kendisinden cehalet ismi zail olmuş sahabinin rivayet etmesi olup; şehadet üzerine şehadet misali, haber bize ulaşıncaya kadar hadis ehlinin aldığı iki ravisi olan haberdir.”

Kadı Ebu Bekr İbn Arabi, Buhârî şerhinde, hadisin en az iki ravisi olması keyfiyetini Buhârî’nin şartı olarak ileri sürmüş ve bu yüzden üzerine vaki olacak bir itiraza da, düşünmeye değer şu cevabı vermiştir:

“Ameller ancak niyetlere göredir” hadisinin ferddir, çünkü onu Ömer İbnu’l-Hattab’tan başkasının rivayet etmediği, Ömer’den de yalnız Alkame’nin naklettiği söylenirse deriz ki:

Ömer, bu hadisi minberde iken sahabenin huzurun dairad etmiştir. Eğer sahebe, hadisi bilmemiş olsalardı inkar ederlerdi.

Kadı bu cevabını takiben şu itirazı ileri sürmüştür. Sahabenin hadisi inkar etmemeleri, yahut bunu sükut ile karşılamaları, onu başkalarından da işitmiş olmalarını gerektirmez. Bu, Ömer İbnu’l-Hattab hakkında doğru olsa bile, yani sahabenin, hutbede irad ettiği hadisi inkar etmemelerinden, onu daha önceden bildikleri neticesini çıkarmak bile, “Alkame’nin Ömer’den, sonra Muhammed İbn İbrahim’in Alkame’den sonra da Yahya İbn Sa’id’in Muhammed İbn İbrahim’den rivayetlerinde vaki olan teferrüdlerini bu cevap halletmez. Çünkü mezkur hadisin rivayetinde, bu ravilerin şeyhlerinden teferrüdü muhaddisler arasında sahih ve maruftur. Bu itiraza cevap olarak, teferrüd eden raviler için mutabaat bulunduğu ileri sürülse bile, zayıflıkları dolayısıyla itibar edilmez. Hasılı, Kadı Ebubekr İbn Arabi’nin cevabı mezkur itirazı karşılamaya kafi gelmediği gibi, Ömer’in hadisinden maada Buhârî’nin Sahih’inde bulunup da ravileri tek kalmış hadislerde de tam bir cevap teşkil etmez. İbni Ruşeyd, bu konuda şöyle demiştir:

Buhârî’nin, kitabında ihraç ettiği hadisler için en az iki ravi tarafından rivayet edilmesini şart koştuğu yolunda Kadı Ebubekr tarafından ileri sürülen iddianın batıl olduğuna Sahih’te mezkur ilk hadisin delaleti kafidir.

İbn Hibban ise, Kadı Ebu Bekr’in iddiası hilafına şu görüşü ileri sürmüştür: “Sonuna kadar, iki kişinin iki kişiden rivayeti asla bulunmaz”. Biz de deriz ki: “Eğer yalnız iki kişinin yalnız iki kişiden rivayetinin asla bulunmayacağını murad ediyorsa, kabulü mümkündür. Fakat bizim kaydettiğimiz aziz şekli, iki kişiden az olmayan kimselerin iki kişiden az olmayan kimselerden rivayet etmesiyle mevcuttur. Bunun misali Şeyheyn’in Enes’ten ve Buhârî’nin Ebu Hureyre’den rivayet ettikleri şu hadistir:

“Ben, içinizden birine anasından babasından ve çocuğundan daha sevgili olmadıkça iman etmiş sayılmaz.” Bu hadisi, Enes’ten Katade ve Abdu’l-Aziz İbn Suheyb; Katade’den Şu’be ve Sa’id; Abdulaziz’den İsmail İbn Uleyye ve Abdulvaris; ve her birinden de bir cemaat rivayet etmişlerdir.

2-3 Ahad Haberler ve Kısımları

İşte, yukarıdan beri zikrolunan dört kısımdan birincisi, yani mutevatir müstesna, diğerleri ahaddır. Bunların her birine haber-i vahid denir. Haber-i vahid, lugatta, bir tek şahsın rivayet ettiği haber demektir; ıstılahta ise, mutevatirin şartlarını taşımayan haber demektir.

Ahad haberler, makbul ve merdud olmak üzere iki kısma ayrılırlar.

Birincisi: Makbuldür ki ekser ulema indinde, ameli gerektiren haberlerdir.

İkincisi: Merdud ise, ravisinin doğruluğu kabul edilmeyen haberlerdir.

Ahadın makbul ve merdud olmak üzere iki kısma ayrılması, onunla istidlalin, ravilerinin adalet ve zabt yönlerinden ahvallerinin araştırılmasına mütevakkıf olması dolayısıyladır. Mutevatir haberler ise bunun aksinedir; zira mutevatir haberler, ravilerinin doğruluğu hususunda kesinlik ifade etmesi dolayısıyle hepsi de makbüldür. Ahad haberler ise böyle değildir ve onlardan yalnız makbul olanlar ameli gerektirir. Çünkü bunlarda, ya kabul sıfatının esasını teşkil eden ravinin doğruluğu sübut bulmuştur; ya da red sıfatının esasını teşkil eden ravinin yalancılığı sübut bulmuştur; veyahut da ne kabülünü ne de reddini gerektiren herhangi bir husus mevcuttur.

Bu takdirde birincisinde, ravisinin doğruluğu sübut bulduğu için haberin de doğruluğu zan üzerinde galebe çalar ve haber kabul edilir.

İkincisinde, ravisinin yalancılığı sübut bulduğu için haberin de yalan olduğu zan üzerinde galebe çalar ve haber atılır.

Üçüncüsünde ise, eğer haberi bu iki kısımdan birine ilhakını mümkün kılacak bir karine mevcutsa, haber o kısma iltihak eder; böyle bir karine mevcut değilse, haber üzerinde tevaffuk olunur; yani onunla amel edilmez. Amel olunmayan haber ise merdud haber gibidir. Ancak onun merdud olması, heberde red sıfatının sübutu dolayısı ile değil, kabulü gerektiren sıfatın bulunmaması dolayısıyladır.

2-4 Garib Haberler

Dördüncüsü garib’tir ki bir şahsın rivayetiyle teferrüd ettiği haber olup, senedin hangi tarafında bu teferrüd vuku bulursa, ona göre garib-i mutlak veya garib-i nisbi kısımlarına ayrılır ve onunla amel edilmez. Amel olunmayan haber ise, merdud haber gibidir; ancak onun merdud olması, haberde red sıfatının sübutu dolayısıyle değil, kabulü gerektiren sıfatın bulun maması dolayısıyladır.

İşte, az evel meşhur, aziz ve garip olmak üzere üç kısma ayrılmış olan ahad haberler içinde, bazan, mevcut karineler sebebiyle ilmi nazariyi ifade eden haberler de yer alır. Bazı muhalif görüşe sahip olanların bulunmasına rağmen tercih edilen doğru görüş budur. Bununla beraber, bu ihtilaf aslında lafzidir; çünkü ahad ile hasıl olan şeye “ilm” lafzının ıtlakmı tecviz edenler, bu “ilm” i “nazan” ise, istid lal ile hasıl olan ilimdir. Halbuki “ilm” lafzının ıtlakını tecviz etmeyenler, bu lafzı sadece mutevatir haberlere tahsis etmişler, mutevatirin dışındaki haberler için “zanni” lafzını kullanmışlardır. Ancak bunlar, bir takım karineleni ihtiva eden haberi ahadın, bu karinelerden hali olan haberlerden daha kuvvetli ve tercihe şayan olduğunu reddetmemişlerdir.

Karineleri ihtiva eden ahad haberlerin muhtelif çeşitleri vardır. Bunlardan biri, Şeyhan (el-Buhârî ve Müslim)’in Sahih’lerinde naklettikleri mutevatir derecesine ulaşmayan haberi ahadtır. Bu haberleri bir takım kanineler kuşatmıştır ki, bunlardan biri, el-Buhârî ve Müslim’in bu sahada ki üstünlükleri, başkalarına nisbetle sahihi sahtesinden ayırmak hususundaki titizlikleri ve kitaplarının ulema arasında birinci derecede kabul görmesidir. Yalnız bu karine, yani kitaplarının ulema arasında birinci derecede kabul görmesi bile, ilim ifade etmesi yönünden mutevatir derecesine ulaşmıyan mücerred turuk çokluğuna nisbetle daha kuvvetlidir. Ancak bu, her iki kitapdaki hadisler arasında hafızlardan birinin tenkidine uğramayan ve manaları arasında tercihi mümkün olmayacak şekilde tenakuz bulunmayan haberlere mahsustur; zira birbirine muhalif iki haberden birini diğerine tercih etmedikçe, iki mütenakızın doğruluğu hakkında ilim hasıl olması imkansızdır. Gerek ulemanın tenkidine uğramayan ve gerekse tercihi mümkün olmayacak manaları birbirine zıt olarak nakledilenlerin dışındaki haberlerin sıhhati üzerinde icma hasıl olmuştur. Ancak burada bir itiraz vaki olur ve ulemanın, Sahihan’dakj haberlerin sıhhati üzerinde değil, onlarla amel etmenin vücubu üzerinde ittifak ettikleri söylenirse, deriz ki; Buhârî ve Müslim, kitaplarında nakletmemiş olsalar bile, sahih olan her haber ile amel etmenin vucubu üzerinde ulema ittifak etmiştir. Ancak, onların ittifakı, yalnız amelin vücubu üzerinde vaki olsaydı, Sahihan için bu ittifaktan hiçbir meziyyet hasıl olmazdı. Halbuki icma veya ittifak, her iki kitabın sahip oldukları sıhhate raci meziyyetleri üzerinde de hasıl olmuştur.

El-Buhârî ve Müslim’in naklettikleri haberlerin ılm-i nazan ifade ettikleri, üstad Ebu İshak el-lsferayini, hadis imamlarından Ebu Abdillah el-Humeydi, Ebu’l-Fazl İbn Tahir ve diğerleri tarafından tasrih edilmiştir.

Burada şuna da işaret etmek yerinde olur ki, yukarıda bahis konusu edilen meziyyet için, el-Buhârî ve Müslim’in, ki taplarında naklettikleri hadislerin “sahihin en sahihi olma larıdır” denilmesi bile muhtemeldir.

Karineleri ihtiva eden haber çeşitlerinden bir diğeri, ayrı ayrı turuku olan, ravi zayıflığından ve illetlerden salim bulunan meşhur haberlerdir. Bu haberlerin de ilmi nazan ifade ettikleri, üstad Ebu Mansur el-Bağdadi, üstad Ebu Bekir ibni Furek ve diğerleri tarafından açıklanmıştır.

Karineleri muhtevi diğer bir haber çeşidi, hıfz ve itkan (ti tizlik) yönünden tanınmış imamlarla muselsel olan haberlerdir; öyle ki, böyle bir haber, Ahmed İbn Hanbel’in rivayet ettiği isnad yönünden garip olmayan bir hadis gibidir. Mesela Ahmed İbn Hanbel bir hadis rivayet ettiği zaman bir başkası aynı hadisi eş-Şafi’i den rivayetle ona ve bir başkası da Malik İbn Enes’ten rivayet ederek eş-Şafi’iye eş olur. İşte bu çeşit bir haber ravilerinin üstünlüğü yönünden istidlal yoluyla işitenleri için ilim ifade eder. Çünkü bu raviler, kabulü gereken öyle üstün sıfatlara sahiptirler ki, bunlar, bir hadisin kabulünde bazan başlıca amil olan ravi çokluğu (ad ed-i kesir) yerine geçerler. Bu sebeple, hadisçilerin ve tarih çilerin haberleriyle en az mümaresesi bulunan bir kimse dahi, mesela kendisine Malik İbn Enes tarafından şifahen bir şey haber verilmiş olsa, Malik’in bu haberdeki doğruluğu hakkında hiç bir şüphe ve tereddüde düşmez. Eğer bu haberi vermek hususunda Malik İbn Enes’e kendi seviyesinde biri daha katılacak olursa, mezkur haber, sıhhat yönünden bir kat daha kuvvetlenmiş, aynı zamanda hata ve unutkanlık korkusundan da uzak kalmış olur.

Yukarıda zikrettiğimiz karinelerle kuşatılmış üç haber çeşidinden olan bir haberin doğruluğu hakkındaki ilim, yalnız hadisi iyi bilen, bu konuda mütebahhir ve mütehassıs olan, ravilerin hallerine vakıf ve illetlere muttali bulunan kimseler için hasıl olur. Bu kimseler dışında kalanlar için, bu çeşit haberlerin doğruluğu hakkında ilim hasıl olmaması, yukarıda saydığımız vasıfların bu kimselerde bulunmaması sebebiyledir. Fakat bu gibi kimseler için ilim hasıl olmaması, hadise vakıf kimseler için bu ilmin husul bulmasına engel teşkil etmez.

Zikrettiğimiz bu üç kısımla ilgili olarak şu neticeye işaret edebiliriz. Bu kısımlardan birincisi Şahihan’a mahsustur.

İkincisi, müteaddit turuku bulunan haberi meşhura, üçüncüsü ise, imamların rivayet ettikleri hadislere mahsustur. Bazan, her üç karinenin de tek bir hadis üzerinde birleşmesi mümkündür; bu takdirde hadisin doğruluğu kesinlikle sübut bulmuş olur.

2-5 Ferdi mutlak, Ferdi nisbî

Garabet ya senedin aslında bulunur, -senedin aslından maksat, turuku ne kadar çok olursa olsun, isnadın üzerinde dönüp dolaştığı yer, yani sahabinin bulunduğu taraftır- yahutta senedin aslında değil, ortasında bulunur; öyle ki, sahabeden bir çok kimse o haberi rivayet eder, sonra bu kimselerden birisinden yalnız bir şahıs rivayetiyle tek kalır. Bu iki şekilden birincisine, yani garabetin senedin sahabi tarafında olması şekline ferdi mutlak denir.

Rasulullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vela’ın satışını ve hibe edilmesini yasaklayan hadisi böyledir. Bu hadisi, İbn Ömer’den rivayetinde Abdullah İbn Dinar tek kalmıştır. Bazan tek kalan raviden nakleden bir başka ravinin de tek kaldığı olur. Rasulullah’ın şu’abu’l iman hadisi gibi. Bu hadisi Ebu Hureyre’den Ebu Salih, Ebu Salih’ten de Abdullah İbn Dinar rivayetleriyle tek kalmışlardır. Bazen de bu teferrüd, haberin bütün ravileri boyunca veya çoğunda devam eder. El-Bezzar’ın Müsned’in de ve et-Taberani’nin el-Mu’cemu’l-Evsat’ında bunun pek çok misalini görmek mümkündür.

İkincisine, yani garabetin senedin ortasında olması şekline gelince, buna da ferdi nisbi denir. Nisbi denmesinin sebebi, teferrüdün muayyen bir şahsa nisbetle hasıl olması dolayısıyledir; bu gibi hallerde hadis meşhur cinsinden olsa bile farketmez.

Ferdiyyetin ferdi nisbi üzerine ıtlakı nadirdir; çünkü garip ve ferd kelimeleri, her ne kadar lügat ve ıstılah yönünden müteradif iseler de, ıstılahçılar, kullanılışlarındaki azlık ve çokluk bakımından aralarını ayırmışlar ve ferd kelimesini, çok defa, ferdi mutlaka, garip kelimesini de ferdi nisbiye it lak etmişlerdir. Tabiatiyle bu, onlara isim vermek yönündendir. Halbuki bu kelimelerden türemiş fiillerin kullanılışı cihetinden herhangi bir ayırım yapmamışlar, haber mutlak olsun nisbi olsun teferrede bihi fulan “fulan, bu hadisi teferrüd etti”, veya ağrebe bihi fulan “fulan, bu hadisle garip (tek) kaldı” demişlerdir.

Hadisçilerin munkatı ve mürsel haberler hakkındaki ihtilaftan da buna benzer: Munkatı ve mürsel, ayrı ayrı şeyler midir, yoksa aynı mı?

Hadisçilerin çoğu, isimlerin ıtlakı halinde ayrı şeyler olduğu görüşündedirler; fakat bunlardan türeyen fiillerin istimalinde yalnız irsal’i kullanmışlar ve haber mürsel olsun munkatı olsun erselehu fulan: Fulan, ha disi irsal etti demişlerdir. Bu sebepten, onlarm kelimeleri kullandıkları yerleri hesaba katmıyan kimseler, hadisçilerden çoğunun mürselle munkatı arasını ayırt etmediklerini ileri sürmüşlerdir. Halbuki bu, zannettikleri gibi değildir ve bu konudaki inceliği anlayan çok az olmuştur.