Geri

   

 

 

İleri

 

3 MAKBUL HABERLER

3-1 Sahih Haberler

Haberi ahad, şaz ve illetten salim ve senedi muttasıl olduğu halde zabtı tam, adil kimselerin nakli ile Sahih li-zatihi olur. Bu, makbul haberlerin dört çeşit olarak ilk taksimidir. Çünkü, makbul haberler, ya makbul sıfatının en üst derecesini şamil olurlar ve bunlara sahih li-zatihi denir. Yahut bazı kusur sebebiyle kabul sıfatının en üst derecesini şamil olmaz; ancak, turukunun veya isnadının çokluğu gibi, bu kusurları icbar veya izale eden bazı hususiyetleri bulunur; bu çeşit haberler de sahihtir, fakat li zatihi değil li gayrihidir. Eğer bu kusurlan izale den bir hususiyet yoksa bunlara da hasen li zatihi denir. İsnad yönünden tevakkuf olunan hadiste, kabul tarafını tercih ettiren bir karine bulunursa, bu da hasendir, fakat hasen li-zatihi değil hasen li-gayrihidir. Burada sahih li-zatihi ile söze başlanması derecesinin yüksekliği sebebiyledir.

Sahih li-zatihinin tarifi yapğırken “şaz ve ılletten salim ve senedi muttasıl olduğu halde zabtı tam adil kimselerin naklettiği haberdir” denilmişti.

Bu tarifte geçen adl veya adilden murad, takva ve mürüvvete bağlanmayı sağlayacak ve melekesi olan kimsedir.

Takva ise, şirk, fısk ve bid’at gibi kötü işlerden sakınmaktır.

Zabt, göğüsün zabtıdır. Yani insanın, işittiği bir şeyi dilediği zaman hemen hatırlayabilmesini mümkün kılacak bir şekilde hıfzetmesidir. Kitabın zabtı ise, işittiği ve tashihini yaptığı andan, içindeki hadisleri eda veya rivayet edinceye kadar korunmasıdır. Burada zabt, en üstün derecesine işaret olmak üzere “tam” kelimesiyle kaydolunmuştur.

Muttasıl: Ricalinden her birinin, haberi şeyhinden işitmiş olması dolayısiyle sükuttan (ravi düşmesinden) salim olan isnadın vasfıdır.

Sened: Tarifi önceden yapılmtştı.

Mu’allel: Lügat yönünden kendisinde illet bulunan şeydir. lstılah yönünden ise, kendisinde kadih (hadisi za’fa uğratan) gizli bir illeti bulunan haberdir.

Şaz: Lügat yönünden “ferd” manasına gelir; ıstılah olarak da ravinin, kendisinden daha güvenilir bir kimseye muhalif rivayetidir. Bunun başka bir izahı daha vardır; ileride, üzerinde ayrıca durulacaktır.

Kuvvet yönünden sıhhati gerektiren bu vasıfların farklı oluşu dolasıyle, sahihin dereceleri de farkılılık gösterir. Çünkü bu evsaf, sıhhatin medarı olan hadis ricali ile ilgili bilginin ifadesi olunca, takviye edici amiller hasebiyle sıhhatin de birbirinin üstünde dereceleri olmasını gerektifir. Buna göre, tercihi gerektiren adalet, zabt ve sair sıfatlar yönünden ravileri en yüksek derecede olan bir hadis, ravileri aynı sıfatlar yönünden daha aşağı derecede olan hadise nisbetle daha sahihtir. Bazı imamların, ennehu aşahhu’l-esanid “bu, isnadların en sahihidir” sözü ile tavsif ettikleri rivayetler, bu babta en yüksek derecede olanlardandır. Mesela ez Zuhri’nin Salim İbn Abdillah İbn Ömer’den onun da babasından; Muhammed İbn Sirin’in Ubeydeİba Amr es-Selma ni’den onun da Ali’den; İbrahim en-Nahai’nin Alkame’den onun da İbn Mes’ud’dan rivayetleri gibi. Bu mertebenin altındakiler mesela Burayd İbn Abdillah İbn Ebi Burde’nin ceddinden onun da babası Ebu Musa el-Eş’ari’den, 1-lammad İbn Seleme’nin Sabit’ten onun da Enes’ten rivayetleri gibi. Bu mertebenin altındakiler ise, Suheyi İbn Ebi Salih’in babasından onun da Ebu Hureyre’den; el-Ala İbn Abdirrah man’ın babasından onun da Ebu Hureyre’den rivayetleri gibi. Bunların hepsini de adalet ve zabt isimleri şamildir; ancak birinci mertebede bulunanların makbul sıfatları, rivayetlerinin onu takip eden ikinci mertebedekilerin rivayetlerine takdimini gerektirir. Keza ikinci mertebede bulunanların zabt kuvveti yönünden sahip oldukları sıfatlar, onların rivayetlerinin, müteakıp üçüncü mertebedekilerin rivayetlerine takdimini gerektirir. Üçüncü mertebe ise, teferrüd ettiği hadis hasen olan kimselerin rivayetine tekaddüm eder. Muhammed İbn İshak’m Asım İbn Ömer’den onun da Cabir’den ve Amr ibn Şu’ayb’ın babasından onun da ceddinden rivayetleri gibi. Diğer benzerleri bu mertebelerle kıyas edilebilir.

Yukarıda zikredilen rivayetlerdeki birinci mertebe, bazı imamların asahhu ‘ 1-esanid “isnadların en sahih” adını verdikleri mertebedir. Doğrusu, muayyen bir terceme dolayısıyle böyle bir isim verilmemesidir. Fakat, imamların asahhu’l-esanid dedikleri rivayetlerin hepsinden, bunların, böyle bir ad vermedikleri rivayetlere üstünlüğü anlaşılır. Sahihin derecelerinden olan bu üstünlüğe Şeyhan (el-Buhârî ve Müslim)ın, naklinde ittifak ettikleri hadisin, ikisinden birinin nakliyle infirad ettiği hadise, ve el-Buhârî ‘nin infirad ettiği (yani naklinde tek kaldığı) hadisin, Müslinı’in infirad ettiği hadise nisbetle üstünlüğü de iltihak eder. Çünkü, el-Buhârî ve Müslim’den sonraki ulema, onların kitaplarının kabulünde ittifak etmişler; bazıları da, hangisinin daha üstün olduğunda ihtilafa düşmüşlerdir. Buna göre, ulemanın kabulü dolayısıyle el-Buhârî ve Müslim’in ittifak ettikleri hadis, ittifak etmedikleri hadisten daha üstündür.

İslam ulemasının çoğu, Sahihu’l-Buhârî’nin sıhhat yönünden önde olduğunu açıkça ifade etmişlerdir. Fakat bunun aksi olan bir ifade hiç kimseden nakledilmemiştir. Ebu Ali En-Neysaburi ‘ den rivayet edilen “yeryüzünde Müslim’ in kitabından daha sahih bir kitap yoktur” sözü ile bazı Mağrib imamlarının, Müsliın’in kitabını el-Buhârî’nin kitabından üstün sayan görüşleri, sadece, Müslim’in uslubü ile, vaz ve tertibindeki güzelliğe raci hususlar dolayısıyledir. Bunlardan Ebu Ali en-Neysaburi, Muslim’ in kitabının el-Buhârî’nin kitabından daha sahih olduğunu tasrih etmemiş, sadece, Müslim’in kitabından daha sahih bir kitabın mevcüdiyetini nefyetmiştir. Burada nefyolunan, “daha sahih” manasını veren tafdil sigasının gerektirdiği sıhhat fazlalığıdır ve Müslim’in kitabıyle sıhhat yönünden aynı derecede olan bir kitap, bu fazlalık ve Müslim’den üstünlük kazanır. Yoksa, Ebu Ali, bu sözü ile eşitliği nefyetmiş değildir. Netice itibariyle, hiç kimse bu üstünlüğün asahhiyyete raci olduğunu açıklamamıştır. Eğer bunu açıklamış olsalardı, mevcut kitapların şehadeti bunu reddederdi. Zira, el-Buhârî’nin kitabında sıhhatin istinad ettiği sıfatlar, Müslim’in kitabında istinad edi len sıfatlardan daha mükemmel ve daha şiddetlidir; ve el-Bu hari’nin sıhhat için ortaya koyduğu şartlar, daha kuvvetli ve daha serttir.

El-Buhârî’nin ittisal yönünden üstünlüğü, ravinin hadis rivayet ettiği kimseyle mülakatının bir defa da olsa, sabit olmasını şart koşması dolayısıyledir. Halbuki Müslim, sadece muasaratla, yani ravi ile şeyhinin aynı asırda yaşamış olmalarıyla iktifa etmiş, aynı zamanda el-Buhârî’nin, ortaya koyduğu mülakat şartı dolayısıyle an’aneyi kabul etmemesi lazım geldiğini ileri sürmüştür. Halbuki Müslim’in el-Buhârî’yi bu hususta ilzam etmesine lüzum yoktur. Çünkü ravinin bir defa şeyhine kavuştuğu sabit olunca, naklettiği hadisi ondan işitmemiş olması ihtimali cari değildir; aksi halde onun mudellis olması gerekir ki, üzerinde durduğumuz mesele mudellisin dışında olup sahih hadis ravileriyle ilgi lidir.

Sahih-i Buhârî’nin adalet ve zabt yönünden üstünlüğüne gelince; Müslim’in ricali arasında cerh edilenlerin sayısı, el-Buhârî’nin ricalinden cerh edilenlerin sayısına nisbetle daha çoktur. Buna ilaveten el-Buhani, bu cerh edilenlerin hadislerinden fazla sayıda nakletmemiştir; sonra bunların ço ğu, Müslim’in hilafına, kendilerinden aldığı ve hadislerine karşı alışkanlık kazandığı kendi şeyhlerindendir.

Sahihi Buhârî’nin şaz ve illetten salim olması yönünden üstünlüğüne gelince; el-Buhârî’de tenkide uğrayan hadis sayısı, Müslim’in tenkide uğrayan hadis sayısından daha azdır. Buna ilaveten ulema, ilim yönünden el-Buhârî’nin Müslim’den daha üstün ve hadis sanatı yönünden daha bilgili ol-duğunda ittifak etmiştir. Müslim, onun tilmizi olup, dizi dibinde yetişmiş, ondan istifade etmiş, onun eserlerine tabi olmuştur. Bu sebepledir ki, ed-Darekutni “eğer el-Buhârî, olmasaydı, hadis ilminde Müslim ortaya çıkmaz ve bu mertebeye ulaşmazdı” derniştir

İşte yukarıdan beri zikredilen el-Buhârî şartlarının üstünlüğü dolayısıyle Sahih’i Buhârî, hadis ilminde tasnif olunan diğer kitaplara takdim ve tercih olunmuştur. Sonra, ulemanın kabul etmesi yönünden el-Buhârî’ye müşareket eden Sahih-i Müslim, daha sonra da, asahhıyet yönünden el-Buhârî ve Müslim’in şartlarına uyan diğer kitaplar derecelerine göre yer almışlardır. Burada zikrolunan el-Buhârî ve Müslim’in şartlarından maksat, her ikisinin ravileriyle birlikte, bir hadisi sahih yapan diğer şartlardır. islam uleması gerek el-Buhârî’nin ve gerekse Müslim’in, kendilerinden hadis naklettikleri ravilerin ta’dili üzerinde ittifak etmişler ve rivayetlerini diğer ravilerin rivayetlerinden üstün saymışlardır. Bu, hadis ilminde bir asıldır ve aksini isbat edecek bir delil bulunmadıkça bu aslın dışına çıkılmaz.

Hadis kitapları arasındaki bu tertibe göre, bir haber, el-Buhârî ve Müslim’in şartlarına uygun olursa, Müslim ve emsali imamların naklettikleri haber mertebesinden aşağı olur. Eğer haber, el-Buhârî ve Müslim’den yalnız birinin şartına uygun olursa, yalnız el-Buhârî’nin şartına uyan haber, yalnız Müslim’in şartına uyan habere tercih edilir. Bu tasniften karşımıza altı kısım çıkar ki, bunların her biri, sıhhat yönünden diğerine nisbetİe bir farklılık arzeder. Bir de yedinci kısım vardır; bu da, ne el-Buhârî ve Müslim’in beraberce, ne de ikisinden birinin yalnızca şartına uyan haberdir.

Bu kısımlar arasındaki farklılık, yukarıda zikrolunan sebepler yönündendir. Bununla beraber, bu kısımlardan biri, sıhhat yönünden tercihi gerektiren başka sebeplerle üstündeki diğer bir kısma tercih olunursa, bu tercih olunanı diğerinden üstün kılan bir şeyin ona arız olması dolayısıyledir ve alttaki derecede bulunan kısım üstündekine takdim olunur; yani tercih olunan bir alt derecedeki hadisle amel edilir, üst derecedeki hadisi ise terkolunur. Mesela, Müslim’in Sahih’indeki bir hadis, tevatür derecesine ulaşmamış olduğu halde, bir takım karinelerle meşhur olup ilim ifade etse, bu hadis, el-Buhârî’nin ferdi mutlak olarak ihraç ettiği hadise takdim olunur.

Keza, el-Buhârî ve Müslim’in ihraç etmedikleri bir hadis, mesela Malik an Nafi an İbn Ömer gibi isnadların en sahihi olarak tavsif edilen bir tercemeden gelmiş olsa, bu hadis de, el-Buhârî veya Müslim’den birinin, rivayetiyle tek kaldığı hadise takdim olunur. Hele bu hadisin isnadında, hak- kında söz edilen bir de ravi bulunursa, bu takdimde hiçbir şüpheye mahal kalmaz.

3-2 Hasen Haberler

Yukarıda tarifi yapılmış olan sahih haberin şartlarından yalnız “zabt” şartı hafifler, yani azalırsa, bu habere hasen li-zatihi denir. Metinde azalma karşılığı olarak haffe fiili kullanılmıştır ve kalle demektir. Haffe’l-Kavmu denildiği zaman kallu manası anlaşılır. Zabtın azalmasıyle hadisin hasen olması, harici bir sebep dolayısıyle değildir. Harici sebepten maksat, mestur, yani hali mechul olan ravinin hadisinin, turuku çoğalarak kuvvet kazanıp hasen olması gibi, zayıf bir hadisi sahih mertebesine yükselten amillerdir. Sahihin tarifinde geçen şartların baki kalarak hasende yalnız zabtın azalmasının şart koşulmasıyle zayıf hadisler mezkur tarifin dışında bırakılmıştır. Hasenin bu kısmı, sahihe nisbetle daha aşağı derecede, ve birbirinin üstünde çeşitli mertebelere ayrılması bakımından sahihe benzer olsa bile, dinde delil olarak kullanılması yönünden sahih gibidir.

Hasen, turukunun çoğalmasıyle sahih olur; yani sıhhati ne hükmolunur; çünkü turuku, çokluğunun toplu şeklinde, hasen ravisinin zabtını sahih ravisifte nishetle kusurlu bırakan miktarı izale edecek bir kuvvet vardır.

Sahih ve hasen lafızları, et-Tirmizi’nin hadisun hasenun sahihun sözü gibi, bir hadisin vasfında birleşirse, bu, müctehidin ravi hakkında hasıl olan tereddüdü dolayısıyledir: “Bu ravide sıhhat şartları bir araya glemiş midir, yoksa kusurlu mudur?” Bu tereddüd ise, ravinin bu rivayetle te- ferrüd etmesi sebebiyle hasıl olur. Böylece, iki vasfın birleşmesindeki manayı anlatmakta güçlük gören ve “hasen, sahihe nisbetle kusurludur; iki vasfın birleşmesinde ise bir taraftan bu kusurun isbatı, diğer taraftan nefyi vardır” diyen kimselere verilecek cevap da bilinmiş olur.

Bu cevap şudur: Hadis imamlarının bir ravinin hali üzerinde tereddüd etmeleri, müçtehidin, onu iki vasıftan biri ile vasfetmemesini zorunlu kılar. Bu itibarla ravi hakkında şöyle denir:

Bazılarına göre hasen vasfı itibariyle hasen,

bazılarına göre de sahih vasfı itibariyle sahihtir. Ancak bu cevaptan anlaşılan mana şudur ki, bu iki vasfın birleşterilmesi halinde hasenun ev sahihun demek gerekirken teredüdd harfi olan ev kaldırılmış ve hasenun sahihun denilmiştir. Bu harfin kaldırılması, bundan sonra zikredilecek olan diğer bir şekildeki atıl harfinin kaldırılması gibidir.

Bu iki vasfın birleşmesi halinde, hakkında hasenun sahinun denilen haber, yalnız sahihun denilen habere nisbetle daha aşağı derecededir; çünkü hakkında kesinlilde hüküm verilen bir şey, tereddüdle hüküm verilen şeye nisbetle daha kuvvetlidir.

İki vasfın tereddüd harfiyle bir hadiste birleştirilmesi hakkındaki bu açıklama, hadisin tek isnadı bulunması halindedir.

İsnad tek değilse, iki vasfın beraberce bir hadise itlakı, biri sahih diğeri hasen iki isnad yönünden olur. Buna göre, hakkında hasenun sahihun denilen haber, ferd olupta hakkında yalnız sahihun denilen habere nisbetle daha yüksek derecededir; çünkü isnadın çokluğu haberi kuvvetlendirir.

Eğer “et-Tirmizi, hadisin bir başka yönden de rivayet edilmesini hasenin şartı olarak açıklamıştır; nasıl olur da bazı hadisler hakkında: Bu hadis hasen gariptir ve onu yalnız bu yönden biliyoruz; demiştir” denirse, bu suale verilecek cevap şudur: Et-Tirmizi, hasenin mutlak bir tarifini değil, sadece kitabmda yer alan hasenin bir çeşidinin tarifini yapmıştır. Bu da, bir başka sıfatla birleştirilmeksizin yalnız hasen dediği hadistir. Zira et-Tirmizi, bazı hadisler hakkında hasen, bazıları hakkında sahih, bazıları hakkında garip: bazıları hakkında hasen garip, bazıları hakkında sahih garip, bazıları hakkında da hasen sahih garip vasıflarını kullanmıştır, Onun tarifini yaptığı hasen çeşidi ise, sadece bu vasıf ların ilki olan hasendir. Nitekim kitabmın sonlarında yer alan sözü buna delalet eder. Et-Tirmizi burada der ki: “Bizim, kitabımızda hadisun hasenun dediğimiz hadis, bize göre isnadı hasen olan hadistir. Rivayet olunan bir hadis, şaz olmaz ve ravisi de kizb (yalarıcılık) ile itham edilmezse, bize göre hasen hadistir”. Görülüyor ki et-Tirmizi bununla, hakkında sadece hasenun dediği hadisi tarif etmiş, fakat, yalnız sahihun, yahut yalnız garibun dediği hadislerin tarifine girişmediği gibi, hasenun sahihun, yahut hasenun garibun, yahutta hasenun sahihun garibun dediği hadisleri de tarif etmemiştir. Belki de, sahih ve garibin hadis uleması arasındaki şöh- reti dolayısıyle, bunların tarifine lüzum görmemiş, fakat, açık olmaması, yahutta yeni bir ıstılah olması dolayısıyle kitabında yalnız hasenin tarifini vermekle iktifa etmiştir. Bunu yaparken de “bize göre” kaydını koymuş, el-Hattabi gibi hadis ehline nisbet etmemiştir. Bu açıklama ile bahsi uzayıp gidecek olan karışık ve anlaşılması güç görüşler izale edilmiş olmaktadır. Hamd, ilham ve in’am eden Allahü teâlâ’ya mahsustur.

3-3 Hadiste Ziyade

Sahih ve hasen ravisinin hadiste olan ziyadesi, bu ziyadeyi yapmayan ve daha güvenilir olan bir başka ravinin rivayetine aykırı düşmedikçe makbuldur. Çünkü hadisdeki ziyade, ya bu ziyadeyi zikretmeyen kimsenin rivayetine aykırı olmaz; bu takdirde, ziyadesi bulunan hadis mutlaka kabul edilir. Çünkü bu, güvenilir bir ravinin rivayetiyle tek kaldığı mustakil bir hadis hükmündedir ve bu hadisi başkası şeyhinden rivayet etmemiştir. Yahutta bu ziyade, diğer rivayete aykırı düşer ve kabul edilmesi halinde diğer rivaye ün reddi gerekir. İşte böyle bir durumda, ziyadeyi ihtiva eden rivayetle, onun zıddı olan diğer rivayet arasında tercih yapılır: Racih (üstün olan) kabul, mercuh (daha aşağı derecede olan) reddedilir.

Ziyadenin tafsile gitmeksizin mutlak kabulü ile ilgili görüş, hadisçilerle fukahanın ekseriyeti arasında şöhret kazanmıştır. Ancak, hadisin şaz olmamasını sahihte şart koşan, sonra da şazzı güvenilir bir ravinin kendisinden daha güvenilir bir raviye muhalefeti olarak tefsir eden hadisçiler yönündan tafsile gitmeksizin ziyadenin mutlak kabulü doğru olmamak gerekir. Aksi halde sahibi red, buna karşılık şaz olan hadisi kabul etmek icabeder. Bununla beraber sahihin ve hatta hasenin tarifinde, şazdan salim olmaları şartını itiraf ettikleri halde, ziyadenin kabulünde bu şarttan habersiz görünmeleri hayret vericidir. ‘Abdurrahman İbn Mehdi, Yahya el-Kattan, Ahmed İbn Hanbel, Yahya İbn Ma’in, Ali İbnu’l-Medini, el-Buhârî, Ebu Zur’a, Ebu Hatim, en-Nesa’i, ed-Darakutni ve bunlar gibi mütekaddimündan olan hadis imamları, muhalefeti gerektiren ziyade ve benzerlerjne mütealiık hususlarda tercihe itibar etmişlerdir ve bunlartn’hiç birinden alelıtlak ziyadenin kabul edileceğine dair herhangi bir haber bilinmemektedir. Bundan daha garibi, Şafi’iyyeden çoğunun güvenilir ravinin ziyadesinin kabulü görüşünde olmalarıdır; halbuki eş-Şafi’nin hükmü bunun aksine delalet eder. İmam eş-Şafi’i, zabt yönünden ravinin halini muteber kılan vasıflardan bahsederken şöyle demiştir:

“Bir hadisin ravisi, rivayetiyle bir hafıza iştirak ettiği zaman, ziyade ve noksanla ona muhalif olmamalıdır. Eğer muhalefet eder ve bu muhalefeti rivayetinde yaptığı noksanlıkla olursa, bunda, hadisi mahreci itibariyle sahih olduğuna bir delil vardır; fakat ravi, ne zaman vasfettiğmiz şeye muhalefet eder, yani hadisi, hafız olan kimsenin rivayetinden noksan olmayıp ziyade olursa, işte bu muhalefet ravinin hadisi için zararlıdır.” Eş-Şafii’nin sözü burada bitmektedir. Bu sözden anlaşıldığına göre, bir ravi hafızlardan birine muhalefet edipte hadisini hafızın hadisine nisbetle ziyade edilmiş bulursa, bu ziyade ile muhalefeti, hadisi için zarar teşkil eder. Bu aynı zamanda, eş-Şafi’iye göre adil olan ravinin ziyadesini mutlaka kabul etmek gerekmediğine ve ancak hafızın rivayetinin kabul edileceğine delalet eder. Zira eş-Şafi’i, muhalifin hadisinin, muhalefet ettiği hafızın hadisine nisbetle noksan olmasına itibar etmiş ve ravinin hadisteki noksanını hadisin sıhhati için delil saymıştır. Çünkü bu noksanlık, ravinin hadis hakkında araştırma yaptığına delalet eder. Eş-Şafi’i, bunun dışındakileri ravinin hadisi için zararlı addetmiştir ki, bunlar arasında ziyade de vardır. Eğer ziyade, eş-Şafi’i nazarında mutlaka makbul olsaydı, onu yapanın hadisi için zararlı sayılmazdı.

3-4 Mahfuz, Şaz

Bu ravinin hadisine, ya zabt fazlalığı, yahut adet çokluğu, yahutta diğer tercih sebeplerinden birisi dolayısıyle kendinden daha üstün bir başka ravi yönünden muhalefet vaki olursa, racihe (daha üstün olana) mahfuz, mukabiline (yani mercuha) de şaz denir. Et-Tirmizi, en-Nesa’i ve ibn Mace’nin İbn Uyeyne tarikiyle Amr İbn Dinar’dan, onun Avsece’den, onun da İbn Abbas’tan rivayet ettikleri Rasulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) devrinde bir adam vefat etmiş ve azad ettiği bir köleden başka varis bırakmamıştır hadisi buna bir misal teşkil eder.

Bu hadisin İbn Abbas’ a bağlanmasında İbn Cureyc ve diğerleri lbn Uyeyne’ye tabi olmuşlar: Hammad İbn Zeyd ise bunlara muhalefet etmiş ve hadisi Amr İbn Dınar vasıtasıyla Avsece’den nakletmiş, İbn Abbas’ı zikretmemiştir.

Ebu Hatim der ki: “Mahfuz olan İbn Uyeyne’nin hadisidir. Hammad İbn Zeyd adalet ve zabt ehlindendir; bununla beraber Ebu Hatim, sayı bakımından Hammad İbn Zeyd’e nisbetle daha çok olan kimselerin rivayetini tercih etmiştir. Bu açıklamadan anlaşılıyor ki şaz, makbul olan ravinin kendisinden üstün olan kimselere muhalif olarak rivayet ettiği hadistir. lstılah yönünden şazın muteber olan tarifi budur.”

3-5 Ma’ruf, Münker

Muhalefet za’f ile olursa daha üstü olana ma’ruf, mukabiline de münker denir. lbn Ebi Hatim’in, kıraat imamlarından Hamza lbn Habib ez-Zeyyat’ın kardeşi Hubeyyib İbn Habib tarikiyle Ebu İshak’tan, onun el-Ayzar İbn Hureys’ten, onun İbn Abbas’tan, İbn Abbas’ın da Rasulullah’dan rivayet ettiği “kim namazı kılar, zekatı verir, hacceder, oruç tutar ve misafiri de ağırlarsa cennete girer” hadisi misal olarak zikredilebilir. Ebu Hatim der ki: Bu hadis münkerdir. Çünkü diğer güvenilir raviler mezkur hadisi Ebu İshak’tan mevkuf olarak rivayet etmişlerdir; ma’ruf olan da budur. Bundan anlaşılıyor ki, şaz ile münker arasında tek yönlü umum husus vardır; yani aralarında, daha güvenilir ravilere muhalefet olması bakımından birlik; şaz ravisinin sika (güvenilir), yahut saduk (sözü doğru), nıünker ravisinin ise zayıf olması yönünden ayrılık vardır. Aralarında eşitlik olduğunu söyleyenler hataya düşmüşlerdir.

3-6 Mutâbi’, Şahid, İ’tibar

Daha önce zikri geçen ferd-i nisbi, ferd olduğu zannedildikten sonra, başka hadisçinin ona muvafakat ettiği görülür se, bu ikinci hadise mutabi’ denir. Mutabeatın çeşitli mertebeleri vardır. Eğer mutabeat, ravinin bizzat kendisi için hasıl olursa buna mutabeat-ı tamme, ravinin şeyhi ve üstündekiler için hasıl olursa, buna da mutebeat-ı kasıra denir. Mutabeattan, ferd zannolunan hadisin takviyesi yönünden istifade olunur.

Mutabeata misal olarak, eş-Şafi‘inin, Kitabu‘l-Umm’da Malik İbn Enes’ten, onun Abdullah İbn Dinar’dan, onun İbn Örner’den, İbn Ömer’in de Rasulullah’dan rivayet ettiği “ay 29 gündür (fakat 30 gün olduğu da vakidir. Bu itibarla) hilali görmedikçe oruca başlamayın ve yine hilali görmedikçe orucu bozmayın. Eğer hilal, bulut v.s, dolayısıyle örtülü olur görülmezse, sayılı günleri otuza ta- mamlayın” hadisi zikredilebilir.

Bazı kimseler, bu lafızlarla gelen hadisi, eş-Şafi’inin Malik’ten rivayetiyle tek kaldığı bir hadis zannetmişler ve onu eş-Şafii’nin garip hadislerinden saymışlardır. Çünkü Malik’in ashabı aynı hadisi, yine bu isnadla “Fein ğamme aleykum fekduru lehu” şeklinde Malik’ten rivayet etmişlerdir. Fakat sonradan eş-Şafi’i için bir mutabi bulduk; o da, Abdullah İbn Mesleme el-Ka’nebi’dir. El-Buhârî, el-Ka’nebi tarikiyle Malik’ten aynen eş-Şafi’inin hadisi gibi rivayet etmiştir. İşte bu, mutabeat-i tammedir.

İbni Huzeyme’nin Sahih’inde eş-Şafi’i için bir de mutabeat-ı kasıra bulunmaktadır. Bu hadisi, İbn Huzeyme, Asım İbn Muhammed tarikiyle babası Muhammed İbn Zeyd’ten, o da ceddi Abdullah İbn Ömer’den “Fekemmilu selasiyn” lafzıyle nakletmiştir. Bir başka mutabeat-ı kasıra da Müs- lim’in Sahih’inde Ubeydullah İbn Ömer rivayetiyle Nafi’den gelmiştir; Nafi, hadisi “Fakduru selasiyn” lafzıyle İbn Ömer’den rivayet etmiştir.

Burada şunu da belirtmek gerekir ki, mutabeat ister tamme olsun, ister kasıra olsun, lafzen gelmesi şart değildir. Aynı sahabinin rivayetinden olmak suretiyle mana yönünden ittifak hasıl olmuşsa, bu, mutabeat için kafidir.

Eğer bir başka sahabinin hadisinden rivayet olunan ve hem lafız, hem de mana yönünden, yahutta yalnız mana ybnünden öbürüne benzeyen bir başka metin bulunursa, buna da şahid denir. Bunun bir örneği, yukarıda verdiğimiz hadisin en-Nesai rivayetidir. En-Nesai bu hadisi Muhammed İbn Huneyn tarikiyle İbn Abbas’tan, oda Rasulullah’dan almıştır ve aynen Abdullah İbn Dinar’ın İbn Omer’den rivayet ettiği şekilde zikretmiştir. Bu, lafız yönünden benzerliktir. Mana yönünden benzerliğe gelince, bu da, el-Buhârî’nin Muhammed İbn Ziyad tarikiyle Ebu Hureyre’den “Fe-in gamme aleykum fekem ıddete şa’ban selasiyne” lafzı ile rivayet ettiği hadistir.

Bazı kimseler, mutabeatı, ister bu sahabi rivayetinden olsun, ister başka sahabi rivayetinden olsun, lafız yönünden, şahidi de mana yönünden benzer olanlara tahsis etmişlerdir. Bazen de mutabeat şahide, şahid de mutebeata ıtlak olunmuştur; bu konu basittir.

Şu da bilinmelidir ki, ferd zannolunan bir hadisin mutabi’ı bulunup bulunmadığının anlaşılması için, o hadisin turuk veya isnadlarının cami, müsned ve cüz denilen hadis kitaplannda araştırılmasına itibar denir. İbnu’s-Salâh’ın Ulumu’l Hadis adlı kitabında. Başlık olarak kullandığı “i’tibar, mutabi’at ve şevahid bilgisi” sözünden, i’tibarın, diğer ikisinin bir kısmı olduğu vehmine düşülür. Halbuki bu yanlıştır. Çünkü i’tibar, diğer ikisine ulaşmak için takip edilen bir yoldur.

Makbul haberlerin yukarıda zikrolunan bütün kısımları, haberler arasında birbirine aykırılık vukubulduğu zaman, derecelerine itibar etmek bakımından fayda sağlar.

3-7 Muhkem, Muhtelif

Makbul haberler, amel olunan ve amel olunmayan haberler olmak üzere de kısımlara ayrılırlar. Eğer bir haber muarazadan salim bulunursa, yani ona zıt bir haber gelmezse bu habere muhkem denir. Bunların misali çoktur. Fakat, bir haberin muarızı veya zıddı bulunursa, bu muarızı da ya kendisi gibi makbul olur; yahutta merdud olur. İkincisinin hiç bir eseri yoktur; zira zayıf hadisin muhalefeti, kuvvetli haber üzerine tesir etmez. Eğer muaraza, sıhhat yönünden kendisi gibi bir hadisle olursa, ya iki hadisin manaları arasında uzak bir tevile gitmeksizin cem ve telif mümkün olur; yahutta bu mümkün olmaz. Eğer cem mümkün olursa, bu muhtelifu’l-hadis denilen kısmı teşkil eder.

İbnu’s-Salâh bu kısma, “sirayet yoktur; kuşlarla ve Safer ayı ile teşe’üm ve tefe’ülde bulunmak da yoktur” hadisi ile “cüzama yakalanmış kimseden, aslandan kaçar gibi kaç” hadisini misal olarak zikretmiştir. Her iki hadis de, sahih hadislerdendir ve görünüşleri itibariyle birbirine zıttır. Aralarını cem ve telif etmenin yolu ise şöyledir: Bu hastalıklar, tabiatları itibariyle sirayet emezler; fakat Allahü teâlâ, bu hastalıklara yakalanmış olan bir kimsenin sıhhatli olan bir kimse ile temasını, hastalığınm sıhhatliye geçmesi için sebep kılmıştır. Diğer sebeplerde olduğu gibi, bazan bunun da sebebe aykırı düştüğü görülür.

İbnu’s-Salâh, başkalarına tabi olarak iki hadis arasını böyle cemetmiştir. Fakat bu konuda en uygun cem şekli şöyle demektir: Rasulullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sirayeti nefyi, umumu üzerine bakidir; yani hastalıkların sirayeti, ne tabiatları itibariyle ve ne de sebebiyet yolu iledir. Nitekim Rasulullah (sallallahü aleyhi ve sellem), sahih olan bir hadisinde “birşey birşeye sirayet etmez” buyurmuştur. Keza deri hastalığına yakalanmış bir devenin sağlam develer arasına girmesiyle hastalığını onlara da geçirdiğini ileri sürerek kendisiyle münakaşa eden bir araba “o halde ilk deveye bu hastalığı kim verdi” dediği de sahilı hadisler arasında maruftur. Rasulullah bu hadisiyle, Allahü teâlânın (c.c.) hastalığı ilk devede nasıl başlattı ise, ikinci devede de aynı şekilde başlattığını beyan etmiştir.

Cüzama yakalanmış kimseden kaçmakla ilgili olan emir ise, sedd-i zerayi cümlesindendir; yani nefyolunan sirayet yolu ile değil de, Allah’ın takdiriyle bu hastalığa yakalanan şahsın, hasta olan bir şahısla teması neticesinde bu hastalığa yakandığını zannetmemesi ve sirayetin sıhhatine inanarak günaha girmemesi içindir. İşte buna istinaden Rasulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sağlam kimsenin hasta kimseden uzak durmasını emretmiştir. Doğrusunu yine en iyi bilen Allahü teâlâdır.

Bu konu ile ilgili olarak İmam eş-Şafi’i Kitabu ihtilafi’l hadis’ini telif etmiştir. Ancak eş-Şafi’i, bütün muhtelif hadisleri bu kitapta toplamayı gaye edinmemiştir. Daha sonra İbn Kuteybe, et-Tahavi ve başkaları aynı konuda kitap telif etmişlerdir.

3-8 Nâsih, Mensuh

Birbirine zıt manalarda varid olan hadisler arasımı cemetmek mümkün olmazsa, onların vürud tarihlerini bilmek iktiza eder. Eğer bu tarih bilinir veya bu tarihle, yahutta tarihten daha açık bir nassla muahhar olan tesbit edilirse, bu, nâsih’tir, diğeri ise mensuh’tur.

Nesh, mükelleflere taalluk eden şer’i bir hükmün, sonradan gelen şer’i bir delili ile kalkmasıdır. Nâsih ise, mezkur kaldırmaya delalet eden hükümdür. Bu hükmün nâsih olarak isimlendirilmesi mecazidir; zira asıl nâsih Allahü teâlâdır.

Nesh çeşitli şekillerde bilinir. En açık olanı, Müslim’in Sahih’inde de yer alan Büreyde hadisi gibi nass ile varid olanıdır: “Sizi kabirlerin ziyaretinden menetmiştim; fakat onları ziyaret ediniz; zira kabirler ahireti hatırlatır.”

Neshe delalet eden şeylerin bir başkası, sahabinin birbirine zıt olan iki hadisten birinin muahhar olduğunu kesin bir şekilde belirtmesidir. Cabir’in şu sözü gibi:

Rasulullah’ın iki emrinden sonuncusu, ateşte pişirilmiş bir şeyin yenmesi sebebiyle abdestin bozulmayacağı hakkında olanıdır.” Bu hadis Sünen sahipleri tarafından nakledilmiştir.

Neshe delalet eden şeylerin üçüncüsü vürudları tarihle bilinen hadislerdir. Bunların sayısı çoktur. Ancak, İslam’a sonradan girmiş bir sahabinin kendinden önce müslüman olmuş bir başka sahabiye zıt rivayeti, bu ikincisinden de önce müslüman olan diğer sahabiden işitmiş ve sonra da bu işittiğini irsal etmiş ihtimali dolayısıyle bu gruptan değildir. Şu var ki, İslam’a sonradan giren sahabinin, müslüman olmadan önce Rasulullah’dan hiç bir hadis almamış olması şartıyle, o hadisi Rasulullah’dan işittiğine dair bir sarahat bulunursa, o zaman bu hadis neshe delalet eder.

İcma nâsih olmayıp belki neshe delalet edebilir; yani ilk hükmün, ikinci bir hükümle neshedildiğini ve nâsihin hangi hüküm olduğunu gösterebilir.

Eğer birbirine muhalif iki hadisin vürud tarihleri bilinmezse: Bu takdirde metne yahut isnada taalluk eden tercih yollarından birinin yardımıyle iki hadisten birini diğerine tercih etmek iktiza eder. Tercih mümkün olursa takip edilecek yol anlaşılmış olur. Fakat tercih de mümkün olmazsa, her iki hadisle de amel edilmez.

Netice itibariyle, zahiri manaları birbirine zıt olan hadisler hakkında yapılacak işlem şu sıraya göredir: Eğer iki hadis arasında cem mümkün olursa cemedilir. Bu mümkün olmazsa, hadislerin vürud tarihlerine bakılarak nâsih ve mensuh bulunur. Bu da mümkün olmazsa, iki hadisten biri tercih edilir. Tercih de mümkün olmadığı takdirde, hadisler le amel olunmaz; bir başka ifade ile, hadisler amelden tevakkuf olunur. “Tevakkuf” tabirinin kullanılması, iki muarız hadisin hükmen sakıt olması tabirinin kullanılmasına nisbetle daha uygundur; çünkü ikisinden birinin diğerine ter- cihinde olan gizlilik, başkaları için açık olması ihtimaliyle birlikte sadece o gizliliği ortaya koyan kimsenin durumuna nisbetledir.