Geri

   

 

 

 

İleri

 

28- Ebû Zer (radıyallahu anh)'ın Faziletlerinden Bir Bab

6513- Bize Heddâb b. Hâlid-El-Ezdî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Süleyman b. Muğîre rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Humeyd b. Hilâl, Abdullah b. Sâmid’den naklen haber verdi.

(Dedi ki): «Ebû Zer şunları söyledi: Kavmimiz Gıfâr’ın arasından çıktık. Onlar haram ayı helâl yapıyorlardı. Ben, kardeşim Üneys ve annemiz (birlikte) çıktık. Ve bir dayımıza misafir olduk. Dayımız bize ikram ve ihsanda bulundu. Derken kavmi tize hased ederek:

— Sen ailenin yanından çıktığın vakit Üneys onlara muhalefet etti, dediler. Sonra dayımız geldi. Ve kendisine söyleneni bize ifşa etti. Ben de:

— Bize geçen iyiliğin yok mu, onu muhakkak surette berbad ettin. Bundan sonra sana yaklaşmak yok, dedim. Hemen develerimizi yanaştır dik ve üzerlerine bindik. Dayımız elbisesine sarınarak ağlamağa başladı. Biz yolumuza devam ettik. Nihayet Mekke kenarına indik. Derken Üneys bizim develerimizle onların misli develer nâmına şiir yarışma girdi. Ve her iki taraf kâhine gittiler. O Üneys'i daha hayırlı bulmuş. Bunun üzerine Üneys yanımıza develerimizle, bir misli de beraberlerinde olduğu halde geldi. Ebû Zer:

— Ey kardeşim oğlu! Ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e kavuşmamdan üç sene önce namaz kıldım, dedi.

— Kime? diye sordum.

— Allah'a! dedi.

— Nereye doğru dönüyorsun? dedim.

— Rabbim beni nereye çevirirse oraya doğru! Yatsıyı kılıyorum, gecenin sonu geldi mi, tâ güneş üzerime vuruncaya kadar bir örtü gibi seriliyorum, dedi.

Üneys dedi ki: Benim Mekke'de bir hacetim var. Bana baş göz ol! Müteakiben Üneys yola düştü. Nihayet Mekke'ye varmış. Tanıma dönmekte biraz gecikti. Sonra geldi.

— Ne yaptın? dedim.

— Mekke'de senin dininde bir adama rastladım. Kendisini Allah gönderdiğini söylüyor, dedi.

— Ya Halk ne söylüyor? diye sordum.

— Şâir, kâhin, sihirbaz diyorlar, cevâbını verdi. Üneys de şâirlerden biriydi.

Üneys dedi ki: Ben gerçekten kâhinlerin sözünü dinledim ama onunki kâhinlerin sözü değil. Onun sözünü şâir nevilerine tatbik ettim, fakat benden sonra ona şiir demeye kimsenin dili varmaz. Vallahi o hakikaten doğrucu, kâhinler de gerçekten yalancıdırlar. Ebû Zer dedi ki:

— O halde bana baş göz ol, tâ ki gidip göreyim, dedim ve Mekke'ye geldim. Mekkelilerden zayıf bir adam buldum. Ve:

— Kendisine sapık dediğiniz zât nerededir? diye sordum. Bana işaret etti.

— Al sapığını! dedi. Az sonra vadinin sakinleri bütün topaç ve kemiklerle üzerime hücum ettiler. Hattâ bayılarak düştüm. Kalktığım vakit dikili taşlar gibi kıpkırmızı idim. Hemen zemzeme giderek üzerimden kanları yıkadım ve suyundan içtim. Yemin olsun kardeşim oğlu otuz günle gece arası durdum. Zemzem suyundan başka yiyeceğim yoktu. Ama se-mizledim. Hattâ karnımın büküntüleri kıvrıldı. Karnımda açlık zafiyeti hissetmedim. Bir ara Mekkeliler ay aydınlığı bir gecede ansızın uyudular. Kabe'yi kimse tavaf etmiyordu. Onlardan iki kadın sâf. ve Nâile'ye dua ediyorlardı. Tavafları esnasında yanıma geldiler. Ben: Bunların birini diğerine nikâh edin, dedim. Fakat onlar sözlerinden vaz geçmediler. Ve yanıma geldiler.

— Odun gibi şey, yalnız ben kinaye söylemiyorum, dedim. Bunun üzerine kadınlar velvele kopararak gittiler. Bizim neferlerimizden biri burada olsaydı ya! diyorlardı. Az sonra karşılarına Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ebû Bekr çıktı. Yukardan iniyorlardı. (On ara): «Size ne oldu?» diye sordu.

— Dinsiz Kâ'be İle örtülerinin arasındadır, dediler. «Size ne söyledi?» diye sordu.

— O bize ağzı dolduran sözler söyledi, dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek Hacer (i esved) i öptü. Ve arkadaşı ile birlikte Kâ'be'yi tavaf etti. Sonra namaz kıldı. Namazını bitirince (Ebû Zerr Dedi ki): Onu İslâm'ın selâmı ile ilk selâmlayan ben oldum. Ve selâm sana ya Resûlallah! dedim.

«Sana da... Allah'ın rahmeti de...:» buyurdu. Sonra: «Sen kimsin?» diye sordu.

— Gıfâr'dan'ım, dedim. Bunun üzerine eli ile uzanarak parmaklarını alnına koydu. Ben kendi kendime: Benim Gıfâr'a mensub olmamı kerih gördü, dedim. Ve elini tutmaya kalkıştım. Arkadaşı derhal beni men etti. Onu benden iyi biliyordu. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) başını kaldırdı ve:

«Ne zamandan beri buradasın?» diye sordu. Ben:

— Gecesi gündüz otuz günden beri buradayım, dedim. «O halde seni kim doyuruyordu? dedi.

— Zemzem suyundan başka yiyeceğim yoktu ama semizledim. Hattâ karnımın kıvrımları kırıldı. Karnımda bir açlık zaafı da görmüyorum, dedim.

«O gerçekten mübarektir. O hakîkaten doyurucu yemektir.» buyurdular. Ebû Bekr:

— Ya Resûlallah ! Bu gece onu doyurmak için bana izin ver! dedi. Müteakiben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ebû Bekr gittiler. Ben de onlarla beraber gittim. Ebû Bekr bir kapı açtı ve bize Tâif'in kuru üzümünden avuçlamaya başladı. Bu Mekke'de yediğim ilk yemek oldu.

Sonra kaldığım kadar kaldım ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e geldim de:

«Bana gerçekten hurmalık bir yerin semti gösterildi. Onun Medine'den başka bir yer olacağını sanmıyorum. Sen kavmine benden (bir şeyler) tebliğ eder misin? Ola ki, Allah senin vasıtanla onları faydalandırır. Ve onlar hakkında sana ecir verir.» buyurdular. Sonra Üneys'e geldim.

— Ne yaptın? diye sordu.

— Şunu yaptım ki; ben gerçekten müslüman oldum ve tasdik ettim, dedim.

— Ben senin dinine karşı değilim; çünkü ben do müslüman oldum ve tasdik ettim, dedi. Bunu müteâkib annemize geldik. O da:

— Ben sizin dininize karşı değilim; çünkü ben de müslüman oldum ve tasdik ettim, dedi. Bunun üzerine hayvanlara bindik ve kavmimiz Gıfâr'a geldik. Onların da yarısı müslüman oldu. Kendilerine Eymâ' b. Rahadate'l-Gıfâri İmâm oluyordu. Reisleri idi.

Yarısı da: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldiği vakit müslüman oluruz, dediler. Az sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldi. Onların kalan yarısı da müslüman oldular. Eşlem kalilesi dahi gelerek:

— Ya Resûlallah! Bunlar bizim kardeşlerimizdir. Onlar ne üzerine müslüman oldularsa, biz de müslüman oluruz, dediler. Ve müslümanliğı kabul ettiler. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Gıfâr! Allah ona mağfiret buyursun! Eşlem! Allah ona da selâmet versin!» buyurdular.

6514- Bize İshâk b. İbrahim El-Hanzalî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Nadr b. Şümeyl haber verdi.

(Dedi ki): Bize Süleyman b. Muğîra rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Humeyd b. Hilâl bu isnadla rivâyette bulundu. O: «Dedim ki, o halde bana baş göz ol da gidip göreyim» cümlesinden sonra şunu ziyade etti.

(Dedi ki): Evet! (Olur!) Hem Mekkelilerden korunur Çünkü onlar o zâta buğzederler. Kendisini suratsız karşılarlar.»

6515- Bize Muhammed b. Müsennâ El-Anezî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana İbn Ebî Âdiy rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Avn, Humeyd b. Hilâl'den, o da Abdullah b- Sâmit'den naklen haber verdi. Şöyle dedi:

Ebû Zer:

— Ey kardeşim oğlu! Ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'în gönderilmesinden iki sene önce namaz kıldım, dedi. Abdullah Dedi ki ;

Ben:

— O halde nereye dönüyordun? diye sordum.

— Allah'ın beni döndürdüğü yere... dedi.

Ve râvi hadîsi Süleyman b. Muğıra'nın hadîsi gibi rivâyet etti. Bu hadîsde o şunu da söyledi:

«Bunun üzerine her ikisi kâhinlerden bir adama gittiler. Kardeşim Üneys ona galebe çalıncaya kadar kâhini methetmekte devam etti. Bunun üzerine onun develerini aldık ve kendi develerimize kattık.»

Hadîsinde şunu söyledi: «

Dedi ki: Az sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek beyti tavaf etti. Ve makamın arkasında iki rekât namaz kıldı. Müteakiben yanına vardın Gerçekten onu İslâm'ın selâmiy-le selâmlayan ilk insan benim: Selâm sana ya Resûlallah! dedim. «Sana da selâm! Sen kimsin?» buyurdu.»

Yine onun hadîsinde: «Sen kaç zamandır buradasın? diye sordu. Ben: On beş gündür! cevabını verdim» cümlesi vardır. Bu hadîsde: «Ebû Bekr bu gecenin ziyafeti için bana bağışla dedi» cümlesi de vardır.

Sırme: Deve sürüsü demektir. Bazen koyun sürüsüne de ıtlak olunur. Münâfera: Karşılıklı öğünme ve muhakeme olunmaktır. İki kişiden her biri diğerinden üstün çıkmak için Öğünür; sonra üçüncü birini hakem tayin ederler. O hangisinin üstün olduğuna hüküm verirse, bahsi o taraf kazanmış olur. Arablar bunu şiirde yaparlar, kazanan tarafa verilmek üzere her iki taraf ortaya Ödüller koyarlardı. Kazanan şâir iki tarafın ödüllerini de alırdı. Hazret-i Üneys hatırı sayılır bir şâirmiş. Hakemlik için baş vurdukları kâhin de şâirmiş. Hazret-i Üneys'in kiminle şiir müsabakasına girdiği malûm değildir. Yalnız hadîsin ikinci rivâyetinden anlaşıldığına göre kâhini metheden şiirler söylemiş ve bahsi kazanmıştır. Hasını da kendisi gibi bir sürü deve ortaya koyduğu için bansi kazanan Üneys kendi sürüsüyle beraber onun develerini de alıp gelmiştir. Bundan sonra mallarının başında biraderini bırakarak bir işle Mekke'ye gitmiş, orada Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zuhurunu işitmiş. Mekke halkının onun hakkında şâir, kâhin ve sâhir gibi sözler sarfettiklerini işittikten sonra kendisiyle görüşmüş ve bu söylenenlerin tamâmiyle yalan olduğunu anlamıştır. Demek oluyor ki,'büyük bir şâir olan Üneys, Kur'ân-ı Kerim'in şiir olmadığım kat'î bûrette ispat etmiştir.

Sâbiî: Dininden dönüp başka bir dine giren demektir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) putperestlikte Mekkeliler'e muvafakat letmediği için ona sâbii diyorlardı.

«Dikili taşlar gibi kıpkırmızı idim...» tâbirinden murad kana boyanmıştım, demektir. Câhiliyyet devrinde Arablar taştan putlar dikerler on-'lann karşısında kurban keserler; sıçrayan kanlardan putlar kıpkırmızı kesilirdi. Yediği dayaktan kanlar içinde kalan Ebû Zer (radıyallahü anh) hâlini bunlara benzeterek anlatmıştır. .'

İsaf ile Naile: Birer puttur. İbn Necih'in rivâyetine göre vaktiyle îsaf nâmında bir adamla Naile adında bir kadın Şam'dan kalkarak hacca gitmişler. Tavaf esnasında erkek kadını öpmüş ve oracıkta ikisi de taş olmuşlar. İslâmiyet gelinceye kadar da birer put alarak Harem-i Şerif'de kalmışlar. Nihayet, müslümanlar tarafından oradan atılmışlar. Hazret-i Ebû Zerr'in gördüğü kadınlar bunlara ibâdet ediyormuş. Bittabi İslâmiyet yeni zuhur ettiği için putlar henüz orada imişler. Hazret-i Ebû Zer'in kadınlara evvelâ: «Bunları birbirine nikahlayın!» diyerek onları tahkir etmiş. Sonra daha ağır konuşarak: «Odun gibi şey...» demiştir.

Hen: Şey, demektir. Bu kelime her şey hakkında kullanılabilirse de ekseriyetle fere ve zekerden (yani; erkekle kadının tenasül uzuvlarından) kinaye olur. Şu halde Hazret-i Ebû Zer'in sözü fercin içine sokulmuş odun gibi mânâsına gelir. Bununla o îsaf ve Nâile'ye sövmek istemiştir. Kadınlar bunu duyunca feryadı basınış: «Ah! Bizim adamlarımızdan biri burada olsaydı, biz yapacağımızı bilirdik!» demek istemişlerdir. Velvele ve çığlaklar içerisinde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e tesadüf edince kendilerine:

«Ne öldü size?» diye sormuş. Onlar da ; «Ka'be ile Örtülerinin arasında sapık bir adam bize ağza alınmaz sözler söyledi.» diye dert yanmışlardır. «Ağzı dolduran söz»'den murad; ağza alınmaz söz, daha çirkini bulunmayacak kadar kötü sözdür.

Hadîa-i şerif Hazret-i Ebû Zerr'in faziletine delildir. Onun aracılığı ile bütün kavmi müslüman olmuş, sonra onlara bakarak Eşlem kabilesi de İslâm'a girmiştir. Buna pek ziyade memnun olan Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem), Gıfar ve Eşlem kabilelerine ayrı ayrı dua etmiş:

«Gıfâra Allah mağfiret buyursun! Esleme de Allah selâmet versin!» buyurmuştur.

6516- Bana İbrahim b. Muhammed b. Ar'arate's-Sâmî ile Muhammed b. Hâtıra rivâyet ettiler. Hadîsin siyakı, itibariyle birbirlerine yakındırlar. Lâfız İbn Ilâtim'indir. (Dediler ki): Bize Abdurrahman b. Mehdi rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Müsennâ b. Saîd, Ebû Cemre'den, o da İbn Abbâs'dan naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Mekke'de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bi'seti Ebû Zerr'in kulağına gelince kardeşine:

— Hayvanına bin, şu vadiye git ve kendisine semâdan haber getirdiğini söyleyen şu adam hakkında bana bilgi topla. Konuştuğunu dinle, sonra tana getir! demiş. Kardeşi yola koyulmuş ve Mekke'ye gelmiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in söylediklerini dinlemiş, sonra Ebû Zerr'e dönerek:

— Onu, iyi ahlâkı emrederken ve öyle bir söz söylerken gördüm ki, söz şiir değildir, demiş. Ebû Zerr:

— Muradım hususunda tana şifâbahş olamadın, demiş. Hemen azığım almış ve içinde su bulunan bir tulumunu yüklenerek Mekke'ye gelmiş. Mescid'e vararak Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i aramış. Kendisini tammıyormuş. Onu sormaktan da çekinmiş. Nihayet akşamı bulmuş ve yatmış. Derken onu Ali görmüş ve bir yabancı olduğunu anlamış. Onu g'örünce peşine düşmüş ama birbirlerine hiç bir şey sormamışlar. Tâ ki, sabah olmuş. Sonra (Ebû Zerr) tulumcağızını ve azığını yüklenerek mescide çekilmiş. O gün de Öyle devam etmiş. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) göremiyormuş. Nihayet akşam olmuş. O yine yattığı yere dönmüş. Derken yanına Ali uğramış ve: Bu adama konağım bilme zamanı gelmedi mi? diyerek onu kaldırmış. Ve beraberinde götürmüş. Birbirlerine hiç bir şey sormuyorlarmış. Üçüncü gün gelince aynı şekilde hareket etmiş. Ali yine onu kaldırarak beraberinde götürmüş. Sonra ona:

— Bana anlatmıyacak mısın? Seni bu beldeye getiren nedir? demiş. Ebû Zerr:

— Beni irşâd edeceğine ahd-ü misak verirsen (dediğini) yaparım, demiş. O da söz verme işini yapmış. Bunun üzerine Ebû Zerr ona (niçin geldiğini) haber vermiş. Ali:

— Gerçekten o haktır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) odur. Sabahladığın vakit beni tâkib et! Ben senin için korkulacak bir şey görür-

em su dökermişim gibi yapacağım; geçip gidersem arkamdan gel ve benim girdiğim yere gir! demiş. Ebû Zerr de öyle yapmış ve Ali'yi takip ederek yola düşmüş. Nihayet Ali, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kanına girmiş. Onunla birlikte Ebû Zerr de girmiş. Artık onun söylediğini dinlemiş ve oracıkta müslüman olmuş. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

«Kavmine dön de emrim sana gelince onlara haber ver.» buyurmuş.

— Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, onların arasında bunu haykıracağım, demiş ve çıkarak mescide gelmiş. Müteakiben var sesiyle:

— Şehâdet ederim ki, Allah'dan taşka ilâh yoktur. Ve Muhammed Allah'ın Resûlüdür, diye bağırmış.

Müşrikler ayaklanmışlar ve onu döşeğe düşürünceye kadar dövmüşler. Derken Abbâs gelerek üzerine kapanmış ve:

— Yazıklar olsun size! Bunun Gıfâr kabilesinden olduğunu ve tacirlerinizin Şam'a giden yolu bunlardan geçtiğini bilmez miydiniz? diyerek kendisini onlardan kurtarmış. Ertesi gün yine bunun gibi yapmış. Küifâr ayaklanarak yanına gelmişler ve kendisini dövmüşler. Yine Abbâs Üzerine kapanmış ve onu kurtarmış.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu’l-Menâkıb»‘ın bir iki yerinde tahric etmiştir.

Görülüyor ki: Bundan önceki Abdullah b. Saraid rivâyetiyle bu rivâyet arasında, araları bulunamayacak kadar ihtilâf vardır.

Hazret-i Abdullah'in rivâyetinde Ebû Zer (radıyallahü anh)'in, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i geceleyin Kâbe'yi tavaf ederken gördüğü ve otuz gün orada kaldıktan sonra orada müslüman olduğu, bu müddet zarfında zemzem suyundan başka bir gıda bulamadığı bildirilmektedir. İbn Abbâs rivâyetinde ise yanında suyu ve yiyeceği olduğu anlaşılıyor. Ve kendisini Hazret-i Ali b. Ebi Tâlib üç gece misafir ediyor. Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e götürerek orada müslüman oluyor. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanından çıktıktan sonra da yüksek sesle müslümanlığını ilân ediyor. Bunun üzerine müşrikler kendisini feci şekilde döğüyorlar.

Her iki rivâyetin senetleri sahihtir. İhtimal ki, Hazret-i Ebû Zer, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i Kâ'be'nin yanında gördüğünde müslüman olmuş, Hazret-i Ali bunu görmemiştir. Bu hâl ikinci defa Kâ'be'ye geldiğinde Hazret-i Ali ile buluşuncaya kadar gizli kalmış, sonra Ali (radıyallahü anh) onu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e götürmüş ve Hazret-i Ebû Zer imanını yenilemiştir. Ancak bu ihtimal zayıftır. «Müslim» sarihlerinden.

Übbî: «Hadîs sarihlerinden bu çatılmaya tenbihde bulunan kimse görmedim.» diyor.

«Buhârî» şârihi Aynî dahi iki rivâyet arasındaki fazla müğayo-rete temas etmiş: «Lâkin İbn Abbâs rivâyetini kısadan kesmiştir, denilmek suretiyle aralarını bulmak mümkündür.» demiştir. Hazret-i Ali’nin: «Bu adamın evini bilmesi Zamanı gelmedi mi?» sözü: Muayn bir yeri olduğunu bilmiyor mu? manasınadır. Yahut bu sözüyle onu evime davet ettiğini anlatmak istemiştir.

Ebû Zer (radıyallahü anh) ile babasının adları hususunda çok ihlâf vardır. Bazıları Cündeb b. Cünâde'dir; bir takımları erir b. Cündeb'dir demiş; Cündeb b. Seken olduğunu söyleyenler bulunmuş; daha başka isimlerden bahsedilmiş ise de, meşhur olan ismi Cündeb b. Cünâde'dir. Hazret-i Ebû Zer otuz iki tarihinde Medine köylerinden Rabeze'de vefat etmiş, renazesini tesadüfen oradan geçmekte olan İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) kaldırmıştır.