Geri

   

 

 

 

İleri

 

6- Talha İle Zübeyr (radıyallahü anh)'nın Faziletlerine Dair Bir Bab

6395- Bize Muhammed b. Ebi Bekr El-Mukaddemî ile Hâmîd b. Ömer El-Bekrâvî ve Muhammed b. Abdi’l-A'la rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Mu'temir (bu zât İbn Süleyman'dır) rivâyet etti.

(Dedi ki): Babamdan, o da Ebû Osman'dan naklen dinledim. Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile onun harbetüği günlerin bazısında beraber bulunanlardan Talha ile Sa'd'dan başka kimse kalmadı. Bu söz onların hadîslerinden alınmadır.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu Fadâili-Ashabi'n-Nebİ»'de tahric etmiştir,

Hazret-i Talha cennetle müjdelenen o zattan biri, İslâm'a ilk giren sekiz kişinin biri, Hazret-i Ebû Bekr'in te'siriyle müslüman olan beş kişinin biri ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kendilerinden razı olarak dünyadan gittiği altı kişilik şûra heyetinin biridir. Künyesi Ebû Muh'ammed'dr. Otuzaltı tarihinde Cemel vak'asında okla vurularak şehid edilmiştir. Birçok rivâyetlerden anlaşıldığına göre kendisini vuran Meryân b. Hakem'dir. Kaç yaşında vefat ettiği ihtilaflı ise de ekser ulemânın kavline göre yetmiş beş yaşında şehid edilmiştir. Cemel vak'asında ilk vurulan odur.

Bu hadîsdeki «günlerin bâzısında» ifadesinden murad Uhud harbidir. Hazret-i Talha ordu kaçmaya başladığı zaman Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanında kalmıştır.

Bu harbde onun büyük bir menkabesi vardır.

«Bu söz onların hadîslerinden alınmadır.» ifadesinden murad: Râvi bû Osman bu hadisi Talha ile Sa'd'dan dinlemiştir, demektir,

6396- Bize Amru'n-Nakıd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Süfyân . Uyeyne Muhammed b. Münkedir'den, o da Câbir b. Abdillah'dan naklen rivâyet etti. İbn Münkedir

Dedi ki: Ben Câbir'i şunu söylerken işittim: Hendek günü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) insanları (Cihada) çağırdı. Ve Zübeyr buna icabet etti. Sonra tekrar çağırdı (yine) Zübeyr icabet etti. Sonra tekrar çağırdı (yine) Zübeyr icabet etti. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Her Peygamberin havarileri vardır. Benim havarim de Zübeyr'dir.» buyurdul

6397- Bize Ebû-Küreyb rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Üsame Hi-şam b. Urve'den rivâyet etti. H.

Bize Ebû Küreyb ile İshâk b. İbrahim hep birden Vekî'den rivâyet ettiler.

(Dedi ki): Bize Süfyân rivâyet etti.

Her iki râvi Muhammed b. Münkedir'den, o da Câbir'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen İbn Uyeyne'nin hadîsi mânâsında rivâyette bulunmuşlardır.

Bu hadîsi Buhârî «Cihâd» ve «Meğazî» bahislerinde; Tirmizî ile Nesâî «Menâkıb»'de; İbn Mâce «Sünnet» bahsinde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in harbe teşvik ettiği ashabı Yahûdilerden Benî Kureyze kabilesiyle cenk edeceklerdi. Bir rivâyette çağırdığı zevat bu kabileden haber almağa gideceklerdi. Muhtelif rivâyetlerden anlaşıldığına göre bu işi yalnız başına Zübeyr (radıyallahu anh) görmüş, Yahûdilerin haberini getirmiş. Sonra harb şiddetlenmiştir.

Havari: Yardımcı demektir. Bundan dolayı Hazret-i Îsâ'nın samimî arkadaşlarına ve yardımcılarına Havariyyûn denilmiştir.

Bazıları kelimenin elbiseyi beyazlatmak mânâsına geldiğini, Hazret-i İsâ'nın havarilerinin de çamaşırcılar olduğunu söylemişlerdir. Ezherî: «Havariyyûn Peygamberlerin hâlis yakınlarıdır» demiştir.

6398- Bize İsmail b. Halil ile Süveyd b. Saîd ikisi birden İbn Müsbir'den rivâyet ettiler. İsmail dedi ki: Bize Âli b. Müshir, Hişam b. Urve'den, o da babasından, o da Abdullah b. Zübeyr'den naklen haber verdi. Abdullah Şöyle dedi: Hendek günü ben ve Ömer b. Ebî Seleme kadınlarla birlikte Hassan’ın kal'asında idik. Bâzan o bana belini eğiltir ben bakardım, Bazan da ben ona belimi eğiltir, o bakardı. Babamı atı üzerinde silâh içinde Benî Kureyza'ya geçtiği vakit tanırdım.

Râvi diyor ki: Bana Abdullah b. Tirve dahi Abdullah b. Zübeyr'den naklen haber verdi. Abdullah

Dedi ki: Ben bunu babama andım da.

— Beni gördün mü oğulcuğum? dedi. - Evet! cevâbını verdim.

— Beri bak! Vallahi o gün Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) benim için anne ve babasını cem ederek:

«Babam ve annem sana feda olsun...» buyurdular, dedi.

6399- Bize Ebû Küreyb de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Üsâme, Hişam'dan, o da bahasından, o da Abdullah b. Züheyr'den naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: Hendek (harbi) günü gelince ben ve Ömer b. Ebü Seleme kadınların yani Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kadınlarının bulunduğu kal'ada idik...

Râvi hadîsi İbn Müshir'in bu isnaddaki hadîsi mânâsında nakletmiş. O "bu hadîsde Abdullah b. Tirve'yi anmamıştır. Lâkin kıssayı Hîşâm'ın babasından, onun da İbn Zübeyr'den naklettiği hadîse dere etmiştir.

Anlaşılan kal'a içerisinde kimi Abdullah b. Zübeyr belini eğittir arkadaşı sırtına basarak dışarda olup biteni seyreder, kimi de arkadaşı eğilir Hazret-i Abdullah onun sırtına basarak dışarı bakarmış. Hazret-i Abdullah b. Zübeyr hicret senesi Medine'de doğmuştur. Hendek harbi ise sahîh rivâyete göre hicretin dördüncü yılında olmuştur. Şu halde bu vak'ayı gören Hazret-i Abdullah o zaman tam dört yaşında bile değildir. Bu da gösteriyor ki, cumhûr-u muhaddisi-nin: «Beş yaşma varmadıkça bir çocuğun hadîs dinlemesi sahîh olmaz» sözleri doğru değildir.

Nevevî: «Doğrusu çocuk temyize kadir olduğu zaman dört yaşında, yahut daha küçük de olsa hadîs dinlemesinin sahîh olmasıdır.» diyor.

Hadîs-i şerîf Hazret-i Abdullah b. Zübeyr'in bu yaşta bu vak'ayı güzelce zabdetmiş olmasiyle menkabesine delildir.

6400- Bize Kuteybe b. Saîd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdu’l-Aziz (yani İbn Muhammed) Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali, Talha ve Zübeyr Hira dağının üzerinde bulunuyorlarmış. Derken kaya sarsılmış. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Sakin ol! Senin üzerinde ancak bir peygamber yahut sıddık, yahut şehid bulunmaktadır.» buyurmuşlar.

6401- Bize Ubeydullah b. Muhammed b. Yezîd b. Huneys ile Ahmed b. Yûsuf El-Ezdî rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize İsmail b. Ebî Üveys rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Süleyman b. Bilâl, Yahya b. Saîd'den, o da Süheyl b. Ebî Sâlih'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hira dağının üzerinde bulunuyormuş. Derken dağ sallanmış. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Sakin ol Hira! Senin üzerinde ancak bir Peygamber yahut sıddık yahut şehid bulunmaktadır.» buyurmuşlar. Dağın üzerinde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübey ve Sa'd b. Ebi Vakkâs (radıyallahü anhûm) bulunuyorlarmış.

Bu hadîs-i şerîf Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in mucizelerini haber vermektedir. Bunlardan biri Hira dağına: «Sakin ol!» demesi demesi ve dağın sallanmaz olmasıdır. İkincisi yanındaki zevatın şehid olacaklarını bildirmesidir.

Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Hazret-i Ebû Bekr'den maadası şehid edilmişlerdir. Bunlardan Ömer, Osman, Âlî, Talha ve Zübeyr (radıyallahü anh) zulmen şehid edilmişlerdir. Üç halifenin kıssaları meşhurdur. Hazret-i Zübeyr harbi terk ederek dönerken Basra'ya yakın «Vad’l-s-Sıba'» denilen yerde şehid edilmiş, Talha (radıyallahü anh) dahi harbi terk ederek ordudan uzaklaşırken kendisine bir ok isabet etmiş ve ölümüne sebep olmuştur. Sahih hadîsin haber verdiğine göre zulmen öldürülen bir müslüman şehiddir. Bundan murad âhiret hükümleri hakkında şehid sayılıp, şehidler sevabına nail olmasıdır. Yoksa böyleler! dünyada yıkanarak üzerlerine namazları kılınır. İkinci rivâyette bunlarla beraber Sa'd b. Ebi Vakkas Hazretleri de zikredilmiştir. Kâdî Iyâz:' Cennetle müjdelendiği için ona da şehid denildiğini söylemiştir.

Gerçi hadîsde sıddîk ve şehid «ev» edâtıyla atfedilmişlerse de burada ondan ya nevi kastedilmiştir yahut (vav) mânâsında kullanılmıştır.

Hadîs-i şerîf bu zevatın faziletlerine, cemâdatta temyiz bulunduğuna, şımarmıyacağı bilinmek şartıyle bir insanın yüzüne karşı tezkiye ve med-hetmenin caiz olduğuna delildir.

Hira dağı Mekke'nin şimalinde dört, beş kilometre mesafede bir dağdır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Kur'ân-ı Kerîm'in ük âyetleri burada nâzil olmuştur.

6402- Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Nümeyr ile Abde rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Hişam, babasından rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Âişe: «Vallahi senin iki baban kendilerine yara isabet etmişken, Allah ve Resûlüne icabet edenlerdendir.» dedi.

6403- Bize bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Üsâme rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hişâm bu isnadla rivâyet etti. «Âişe bununla Ebû Bekr ve Zübeyr'i kasdediyor» cümlesini de ziyâde etti.

6404- Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Ala' rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Veki rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İsmail, Behiy'den, o da Urve’den naklen rivâyet etti. Urve (Şöyle dedi): Bana Âişe: «Senin iki baban kendilerine yara isabet etmişken, Allah ve Resûlüne icabet eyleyen kimselerdendir.» dedi.

Hazret-i Âişe'nin Urve'ye: «Senin iki baban...» diye hitab etmesi, Urve, kız kardeşi Esma'nin oğlu olduğundandır. İki babadan biri Urve'nin kendi babası Zübeyr, diğeri de dedesi Ebû Bekr'dir. Bu da icabında dedeye baba demenin caiz olduğunu gösterir.

«Müslim» sarihlerinden Übbî'nin beyânına göre Hazret-i Âişe bu hadîsi ile «Hamraü’l-Esed» vak'asına işaret etmiştir. Vak'a şudur: Uhud harbinden dönüşde müslümanlar aldıkları yaralardan pek bîtâb düşmüşlerdi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Süfyân’ın müslümanları mağlûb ve perişan göstererek onlara tekrar hücum etmesinden endişelenerek müslümanlara:

«İçinizde düşmanı takibe çıkacak bir kimse yok mu?» diye seslenmiş. Hemen Hazret-i Ebû Bekr'le Hazret-i Zübeyr ortaya çıkmış ve yetmiş kişi hazırlayarak düşmanı takip etmişlerdi. Ebû Süfyân, Uhud’dan ayrıldıktan sonra Ravha'ya gitmiş, orada yapmak istediği işi neden yarıda bıraktığına pişman olmuş, düşünmeğe başlamıştı. Düşmanı ta-kib eden müslümanlar Mekke'den sekiz mil uzakta bulunan «Ham-raü'l-Eseds'e kadar gitmişlerdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) burada Huzâa'um reisi Ma'bed ile karşılaştı. Huzâalılar alenen müslüman olmamakla beraber kalben müslümanlara meyyaldiler. Ma'bed, Ebû Süfyân'a giderek Peygamberimizin ashabı ile birlikte gelmekte olduklarını söylemiş, Ebû Süfyân da hücumdan vaz geçerek Mekke'ye doğru yürümüştü. Müverrihler bu hâdiseye «Hamraü’l-Esad» vak'a'sı derler. Ve onu müstakil bir gaza gibi kaydederler.