Geri

   

 

 

 

İleri

 

4- Ali B. Ebi Talib (radıyallahü anh)’ın Faziletlerine Dair Bir Bab

6370- Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî ile Ebû Cafer Muhammed b. Sabbah, Ubeydullah El-Kavârîrî ve Sûreye b. Yûnus hep birden Yûsuf b. Mâcişun'dan naklen rivâyet ettiler. Lâfız İbn Sabbah'ındır.

(Dedi ki): Bize Yûsuf Ebû Selemete'l-Mâcişûn rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Muhammed b. Münkedir, Saîd b. Müseyyeb'den, o da Âmir b. Sa'd b. Ebî Vakkâs'dan, o da babasından naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ali'ye:

«Sen bana Mûsa'ya nisbetle Harun yerindesin. Şu kadar var ki, benden sonra Peygamber yoktur.» buyurdular.

Saîd

Dedi ki: Bunun üzerine ben bunu Sa'd'dan şifahen işitmeyi diledim ve Sa'd'la görüşerek bana Âmir'in rivâyet ettiğini kendisine anlattım.

— Bunu ben İşittim! dedi.

— Onu sen mi işittin? diye sordum. İki parmağını kulaklarına koyarak:

Evet! Yoksa bunlar sağır olsunlar, dedi.

6371- Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Gunder Şu'be'den rivâyet etti. H.

Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbn Beşşâr d,âhi rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Şu'be Hakem'den, o da Mus'ab b. Sa'd b. Ebî Vakkas'dan, o da Sa'd b. Ebî Vakkas'dan naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Tebûk gazasında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ali b. Ebî Tâlib'i halife bıraktı. Ali:

— Ya Resûlallah! Beni kadınlarla çocukların içinde halife mi bırakıyorsun? dedi. Bunun üzerine:

«Benden Mûsa'ya nisbetle Harun yerinde olmana razı değil misin? Şu kadar var ki, benden sonra Peygamber yoktur.» buyurdular.

6372- Bize Ubeydullah b. Muâz rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize balam rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Şu'be bu isnadda rivâyet etti.

6373- Bize Kuteybe b. Saîd ile Muhammed b. Abbâd rivâyet ettiler. Lâfız da birbirlerine yakındırlar. (Dediler ki): Bize Hatim (bu zat İbn İsmail'dir) Bükeyr b. Mismar'dan, o da Âmir b. Sa'd b. Ebî Vakkas'dan, o da babasından naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Muâviye b. Ebî Süfyân Sa'd'a emir verdi ve:

— Ebû't-Türab'a sövmekten seni ne menetti? dedi. O da:

— Benim söyleyeceğim üç şey var ki; bunları onun için Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) söylemiştir. Binâenaleyh ben ona asla sövemem.

Bu üç şeyden birinin benim olması bence kızıl develerden daha makbuldür. Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i gazalarından birinde onu yerine bıraktığı, Ali de ona:

— Ya Resûlallah! Beni kadın ve çocuklarla beraber mi bıraktın? dediği zaman;

«Benden Mûsa'ya nisbetle Harun yerinde olmana razı değil misin? Şu kadar var ki, benden sonra Peygamberlik yoktur.» buyururken işittim. Hayber gününde de:

«Bu sancağı mutlaka Allah ve Resûlünü seven, Allah ve Resûlü de kendisini seven bir zata vereceğim.» buyururken işittim. Biz sancak için hepimiz uzandık. Fakat o:

«Bana Ali'yi çağırın!» buyurdu. Ali gözlerinden rahatsız olduğu halde getirildi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun gözüne tükürdü ve sancağı kendisine verdi. Allah da ona fethi müyesser kıldı. Şu âyet:

"De ki: Gelin, bizim ve sizin çocuklarınızı çağıralım..." Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet: 61 inince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ali'yi, Fatıme'yi ve Hasan'la Hüseyin'i çağırarak:

«Allahım! Benim ailem bunlardır.» buyurdu.

6374- Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Gunder Şu'be'den rivâyet etti. H,

Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbn Beşşâr da rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Şu'be, Sa'd b. İbrahim'den rivâyet etti.

(Dedi ki): Ben İbrahim b. Sa'd b. Sa'ddan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den nakletmiş olmak üzere dinledim ki, Ali'ye:

«Bana Mûsa'ya nîsbetle Harun yerinde olmana razı değil misin?» buyurmuşlar.

Bu hadîsi Buhârî «Meğazî» bahsinde; Nesâî «Kitâbu'l-Menakıb»'de tahric etmişlerdir.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ali’yi Medîne'de kendi yerine bırakarak Tebûk gazasına gitmiş. Bunu gören münafıklar: «Muhammed Alî'yi istiskal için Medine'de bıraktı, bunu hiçe saydı.» demişlerdi. Hazret-i Ali bunu işitince silâhına sarılarak yolda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e yetişti ve münafıkların söylediğini ona nakletti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Yalan söylemişler, ben seni ancak arkamda bıraktıklarıma halife tayin ettim. Hemen dön. Gerek benim ailem, gerekse kendi ailen hususunda benim halifem ol! Yâ Ali, bana Mûsa'ya nisbetle Harun yerinde olmaya razı değil misin?» buyurmuştu.

Kâdî Iyâz diyor ki: «Rafizîler'den bazıları ile İmâmiye vesair Şîa fırkaları hilâfetin Hazret-i Ali’nin hakkı olduğunu ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hilâfeti ona vasiyet ettiğini iddiada bulunmuş ve bu hadîsle istidlal etmişlerdir. Sonra kendi aralarında ihtilâfa düşmüşler. Rafizîler Hazret-i Ali'den başkasını hilâfete geçirdiler diye ashâb-ı kirâmı tekfir etmiş; bazıları daha ileri giderek Hazret-i Ali’ye kâfir demek ietisarında bulunmuşlardır. Çünkü onlarca Ali (radıyallahü anh) hakkını aramamıştır. Bunların mezhebleri hepsinden bozuk, akılları da hepsinden fâsitdir. Kavilleri redde veya münazaraya değmez. Bunu söyleyenin küfründe şüphe yoktur. Çünkü bütün İmâmların ve ilk müslümanların küfrüne kail olan kimse şeriatın naklini iptal etmiş ve İslâm'ı yıkmış demektir. Bunlardan geri kalan taşkınlara gelince: Onlar bu mesleği tutmamışlardır. traami'ye taifesi ile Mutezileden bazıları ilk müslümanların Hazret-i Ali meselesinde yanıldıklarını söylerler. Onlara kâfir demezler. Hattâ Mutezile'den bazıları onları hataya bile nisbet etmezler. Çünkü onlara göre ehli varken daha aşağı dereceli bir kimseyi halife tayin etmek caizdir.

Halbuki bu hadîsde onların hiç birine delil yoktur. Hadîsde yalnız Hazret-i Ali’nin fazileti isbat edilmekte, onun başkasından efdal yahut başkasının misli olduğuna dair söz yoktur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den sonra onun halife olacağına delâlet de yoktur. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Ali’ye bu sözü kendisini Tebûk gazasında Medine'de kendi yerine bıraktığı zaman söylemiştir. Hadîsi şerif de müşebbehinbih olan Harun (aleyhisselâm)’ın Hazret-i Mûsa'dan sonra halife olmayıp, onun hayatında hattâ Mûsa (aleyhisselâm)'ın vefatından kırk sene kadar önce dünyadan gitmesi de bunu te'yid eder.»

Ulemârun beyânına göre zahir mânâsı itibariyle bir sahabiye müda-hele sayılan hadîslerin te'vili icab eder. Burada Hazret-i Muâviye'nin sözü Hazret-i Ali’ye sövmesi için açık bir emir değildir. O yalnız sövmesine ne mâni olduğunu sormuştur. Ve herhalde: «Vera' ve takvadan dolayı mı, yoksa korku gibi bir şey sebebiyle mi bundan vaz geçtin. Eğer takva ve ihtiram için söğmedinse isabet etmişsin, iyi yapmışsın, başka bir sebeple vazgeçtinse onun da cevâbı başkadır.» demek istemiştir, ihtimal Hazret-i Sa'd, Hazret-i Ali’ye söğen taife ile berabermişdir. Fakat bu sefer onlarla beraber söğmemiştir. Muâviye (radıyallahü anh) bunu sormuştur. Bu sözün başka te'vile de ihtimali vardır. O bununla: «Hazret-i Ali’nin rey ve içtihadında hata ettiğini söylemekten seni ne men etti. Bu meselede bizim rey ve içtihadımızın güzel, ofıunsa hatalı olduğunu halka açıklasaydın ya!» demek istemiş de olabilir.

6375- Bize Kuteybe b. Saîd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Yakub (İbn Abdirrahman El-Kââri) Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti ki: Hayber günü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Bu sancağı mutlaka Allah ve Resûlünü seven bir adama vereceğim. Alloh onun elinde fethi müyesser kılacaktır.» buyurmuşlar. Ömer b. Hattâb: Kumandan olmayı ancak o gün diledim, demiş. Sözüne şöyle devam etmiştir: Sancak için çağrılırım ümidiyle ona uzandım. Fakat Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ali b. Ebî Tâlib'i çağırdı, sancağı ona verdi ve:

«Yürü! Allah sana fethi müyesser, kılıncaya kadar bakınma!» buyurdu. Derken Ali biraz yürüdü, sonra durdu ama bakınmadı. Ve:

— Ya Resûlallah! İnsanlarla ne Üzerine harbedeceğim? diye haykırdı:

«Onlarla Allah'dan başka ilâh yoktur ve Muhammed Resûlüllahdir, diye şehadet getirinceye kadar harbet! Bunu yaptılar mı, kanlarını ve mallarını senden korudular demektir. Ancak hakkıyle olursa o başka! Hesaplan da Allah'a kalmıştır.» buyurdular.

6376- Bize Kuteybe b. Saîd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdu'l-Aziz (yani İbn Ebî Hâzini) Ebû Hâzim'den, o da Sehl'den naklen rivâyet etti. H.

Bize yine Kuteybe b. Saîd rivâyet etti. Lâfız onundur.

(Dedi ki): Bize Yâkub (yani İbn Abdirrahman) Ebû Hâzim'den rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Sehl b. Sa'd haber verdi ki, Hayber günü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Bu sancağı Öyle bir adama vereceğim ki, Allah onun elinde fethi müyesser kılacak. Allah'ı ve Resûlünü sever, Allah ve Resûlü de onu sever.» buyurmuşlar. Sehl

Dedi ki: Artık insanlar o gece sancağı kime verecek diye konuşarak gecelediler. Sabahlayınca erken erken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanına vardılar. Her biri sancağın kendine verilmesini umuyordu. Derken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Âli b. Ebî Tâlib nerede?» diye sordu. Ashab:

— Ya Resûlallah! O gözlerinden rahatsızdır, dediler.

«Hemen ona haber gönderin!» buyurdu. Arka çığından Ali'yi getirdiler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun gözlerine tükürdü ve kendisine dua etti. Ali derhal düzeldi. Hattâ hiç ağrısı yokmuş gibi oldu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sancağı ona yerdi. Ali:

— Ya Resûlallah! Onlarla tâ bizim gibi oluncaya kadar mı harbedeceğim? diye sordu. Şöyle buyurdular:

«Yavaşça gir. Tâ onların sahasına İn, sonra kendilerini İslâm'a davet et! İslâm'da kendilerine vâcib olan Allah hakkını onlara haber ver. Vallahi senin sayende Allah'ın bir adama hidâyet vermesi, senin için kırmızı develerin senin olmasından daha hayırlıdır.»

6377- Bize Kuteybe b. Saîd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hatim (yani İbn İsmail), Yezîd b. Ebi Ubeyd'den, o da Seleme b. Ekva' dan naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: Hayber'de Ali, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den geri kalmıştı. Gözleri ağırıyordu. Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den geri mi kalacağım, dedi. Ve Ali hemen yola çıkarak Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e yetişti. Sabahında Allah'ın fethi müyesser kıldığı gecenin akşamı olunca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Bu sancağı mutlaka vereceğim yahut bu sancağı yarın mutlaka Allah'ın ve Resûlünün sevdiği bir adam alacaktır. Veya Allah'ı ve Resûlünü seven bir adam alacaktır. Allah ona fethi müyesser kılacaktır.» buyurdu

Bir de ne görelim, bu zât Ali imiş. Halbuki biz onu ummuyorduk. Ashab r İşte Ali! dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de sancağı ona verdi. Ve Allah fethi ona müyesser kıldı.

Bu hadîsi Buhârî «Cihâd» bahsinde tahric etmiştir.

Hayber gazası hicretin yedinci senesinde vuku bulmuştur. İbn İshâk'ın Hazret-i Amr b. Ekvâ'dan rivâyet ettiği bir hadîse göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Ebû Bekr'i Hayber karalarından birine göndermiş: Ebû Bekir (radıyallahü anh) yahu-dileri hayli sıkıştırmış ise de kal'a fethedilemeden dönmüş. Ertesi gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Ömer'i göndermiş, Yahûdi-lerle o da harbetmiş, fakat kal'a yine alınamamış. Nihayet Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Yarın bu sancağı Allah'ın ve Resûlünün sevdiği bir adama vereceğim... ilâh» buyurarak sancağı Hazret-i Ali’ye vermiş ve fetih onun eliyle müyesser olmuştur. İbn İshâk'ın beyânına göre Hayber'in ilk fethedilen kal'ası Nâim'dir. Mahmud b. Seleme orada şehid edilmiş, kal'adan üzerine bir değirmen taşı atılmıştır.

Hazret-i Ömer'in kumandan olmayı ancak o gün diledim, demesi bu kumandanlık Allah'ın ve Resûlünün muhabbetlerine delâlet ettiği ve kal'a o kumandanın eliyle fethedileceği içindir.

Nevevî'ye göre: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Hazret-i Ali’ye:

«Bakınma...» emrini vermesinin iki veçhe ihtimâli vardır. Birinci veçhe göre bu sözden zahiri mânâsı kastedilmiştir. Yani sağa sola bakınmadan dosdoğru git, demektir. İkinci ihtimale göre bu sözden murad harbe atılmak ve koşmaktır. Hazret-i Ali onu birinci mânâya hamletmiş; icab ettiği halde gözüyle bakınmamıştır. Bazılarına göre ihtimal buradaki emirden murad: «Düşmanınla karşılaştıktan sonra kal'ayı fethedineeye kadar oradan ayrılma» demektir.

Kızıl renkli develer Arablann en kıymetli malları idi. Bir şeyin nefasetini bildirmek için bunları misal gösterirlerdi. Yerinde de görüldüğü vecihle âhiret umurunu dünya işlerine benzetmek sadece zihinlere mânâyı yerleştirmek içindir. Yoksa baki olan âhiret nimetlerinin zerresi dünyalardan daha hayırlıdır.

6378- Bana Züheyr b. Harb ile Şûca' b. Mabled hep birden İbnı Jleyye'den rivâyet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize İsmail b. İbrahim rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Ebû Hayyan rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Ye-

b. Hayyân rivâyet etti.

(Dedi ki): Ben Husayn b. Sebrâ ve Ömer b. Vlüslim Zeyd b. Erkam'e gittik. Yanına oturduğumuz vakit Husayn ona: Gerçekten ya Zeyd sen çok hayırla karşılaştın. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i gördün; hadîsini dinledin; onunla beraber gaza ettin; ve arkasında namaz kıldın. Gerçekten yâ Zeyd, sen çok hayırla karşılaştın. Bize yâ Zeyd! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den işittiklerini rivâyet et! dedi. Zeyd:

Be kardeşim oğlu! Vallahi yaşım geçti; vaktim ilerledi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan bellediklerımin bazısını unuttum. Binâenaleyh size ne rivâyet etmişsem kabul edin, neyi rivâyet etmemişsem onu bana teklif etmeyin! dedi. Sonra şunu söyledi: Bir gün Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke ile Medine arasında Hum denilen bir suyun başında aramızda hutbe okumak üzere ayağa kalktı ve Allah'a hamdü-sena etti. Va'z eyledi. Ve hatırlatma yaptı. Sonra şöyle buyurdu:

«Bundan sonra, dikkat edin ey cemaat! Ben ancak bir insanım. Rabbimin resulü gelip de ona icabet etmem yakındır. Ben size iki ağır yük bırakıyorum. Bunların birincisi içinde doğru yol ve nur bulunan Kitâbutlah'dır. Imdİ Kitâbullah'ı alın ve ona sarılın!» Müteakiben Kitabullah'a terğîb ve teşbîhde bulundu. Sonra:

«Bir de ehl-i beytimi (bırakıyorum)... Ehl-i beytim hakkında size Allah'ı hatırlatırım!.. Ehl-i beytim hakkında size Allah'ı hatırlatırım!.. Ehl-i beytim hakkında size Allah'ı hatırlatırım!..» buyurdu. Husayn ona:

— Onun ehl-i beyti kimlerdir yâ Zeyd? Kadınları ehl-i beytinden değil midir? diye sordu. Zeyd:

— Kadınları ehl-i beytindendir. Lâkin onun ehl-i beyti ondan sonra sadakadan mahrum olanlardır, cevâbını verdi. Husayn:

— Kimdir onlar? diye sordu.

— Onlar Âli Ali, Âli Akîl, Âli Ca'fer ve Âli Abbâs'dır, dedi. Husayn:

— Bunların hepsi sadakadan mahrum mudurlar? dedi. Zeyd:

— Evet! cevâbını verdi.

6379- Bize Muhammed b. Bekkâr b. Reyyân da rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hassan (yani İbn İbrahim) Saîd b. Mesrûk'dan, o da Yezid b. Hayyan'dan, o da Zeyd b. Erkam'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti. Ve hadîsi yukarki hadîs gibi Zuheyr'nı hadîsi mânâsında nakletti.

6380- Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Muhammed b. Fudayl rivâyet etti. H.

Bize İshâk b. İbrahim de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Cerir haber verdi.

Her iki râvi Ebû Hayyan'dan bu isnadla İsmail'in hadîsi gibi rivâyette bulunmuşlardır. Cerir'in hadîsinde şu ziyade vardır:

«Allah'ın kitabı ki, onda doğru yol ve nur vardır. Her kim ona tutulur ve onunla amel ederse doğru yolda olur. Ve her kim ondan yanılırsa sapar.»

6381- Bize Muhammed b. Bekkâr b. Reyyân rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hassan (yani İbn İbrahim) Saîd'den (bu zat İbn Mesruk'dur), o da Yezid b. Hayyan'dan, o da Zeyd b. Erkam'dan naklen rivâyet etti. Zeyd Şöyle dedi ; Onun yanına girdik ve kendisine: Gerçekten sen çok hayır gördün. Gerçekten Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sohbetinde bulundun ve arkasında namaz kıldın... dedik.

Ve râvi hadîsi, Ebû Hayyan’ın hadîsi gibi nakletmiştir. Yalnız o Şöyle demiştir: «Dikkat edin, ben sizin aranızda iki ağır yük bırakıyorum. Bunların biri Allah (azze ve celle)’nin kitabıdır. O Allah'ın ipidir. Her kim ona tâbi olursa doğru yolda ve kim terkederse delâlette olur.» Bu hadîsde şu ibare de vardır: «Bunun üzerine biz:

— Onun ehl-i beyti kimlerdir? Kadınları mı? dedik. Zeyd:

— Hayır! Allah'a yemin olsun! Hakikaten kadın zamanın bir kısmında erkekle beraber olur. Sonra onu boşar da, kadın babasına ve kavmine döner. Onun ehl-i beyti, aslı ve ondan sonra sadakadan mahrum olan asabesidir.» dedi.»

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Kitabullah ile ehl-i beyti hakkında iki ağır yük tâbirini kullanması bunların sânı ve ehemmiyeti büyük olduğu içindir, Bazı ulemâya göre bu hususdaki amel ağır olduğu için bu tâbiri kullanmıştır.

Sadakadan murad zekâttır.

Âl: Hanedan yani şerefli bir sülâlenin fertleri, demektir. Ulemâ Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sülâlesinden kimlerin zekât alamı-yacakları hususunda ihtilâf etmişlerdir. Hanefîler'le Şafiîler'e göre bu hadîsde zikri geçen Benî Hâşim'e yani Hazret-i Ali, Akîl, Ca'fer ve Abbâs (radıyallahü anh) sülâlelerine ve onların azatlılarına zekât-verilemez.

İmâm Mâlik yalnız Benî Hâşim'e zekât verilemiyeceğine kail olmuş, bir takımları da bütün Kureyş‘e zekât verîlemiyeceğini söylemişlerdir. Bu hadîsde Hazret-iZeyd'in Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kadınlarını ehl-i beytinden saymaması bütün Kureyş kabilesini ehl-i beyt kabul edenlerin sözünü iptal İçindir. Filhakika ezvâcı tahirat arasında Âişe, Hafsa, Ümmü Seleme, Sevde ve Ümmü Habîbe (radıyallahü anh) gibi Kureyş'e mensub kadınlar vardı.

Hazret-i Zeyd'in buradaki iki rivâyeti zahiren birbirine zıt görünmektedir. Çünkü birinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcelerini ehl-i beytinden saymış, diğerinde saymamıştır. Müslim'den başkalarının rivâyetlerinde Hazret-i Zeyd ekseriyetle ezvâcı tahiratın ehl-i beytten olmadıklarını söylemiştir. Şu halde birinci rivâyetin te'vili gerekir ve: «Burada kadınlarının ehl-i beyti sayılması onunla beraber yaşayıp nafakalarım verdiği, onlara hürmet ve ikramda bulunmayı emir buyruduğu içindir. Yoksa onlar sadaka almak, kendilerine haram olan ehl-i beytte dâhil değildirler» denir. Nitekim birinci rivâyette Hazret-i Zeyd: «Kadınları ehl-i beytindendîr. Lâkin onun ehl-i beyti kendilerine zekât almak haram olanlardır.» diyerek buna işaret etmiştir.

Hablüllah: Allah'ın ipi demektir. Burada ondan murad Allah'a verilen ahd ve sözdür. Bir takımları Allah'ın rızası ile rahmetine götüren sebepdir demiş; daha başkaları bunun hidayet nuru olduğunu söylemişlerdir.

6382- Bize Kuteybe b. Saîd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdü’l-Azîz (yani İbn Ebi Hâzim) Ebû Hâzim'den, o da Sehl b. Sa'd'dan naklen rivâyet etti. Sehl Şöyle dedi: Medine'ye Mervan hanedanından bir zât vali tâyin edildi. (Bu zat) Sehl b. Sa'd'i çağırarak Âli'ye sövmesini emretti, Sehl buna razı olmadı. Vali ona:

— Madem ki, buna razı olmuyorsun (hiç olmazsa) Allah Ebû't-Türab'a lanet etsin de! dedi. Bunun üzerine Sehl şunu söyledi:

— Ali'nin kendince Ebû't-Türab'dan daha sevimli bir ismi yoktu. Bu isimle çağrıldığı vakit gerçekten sevinirdi. Bu sefer vali:

— Bize onun kıssasını haber ver! Ona niçin Ebû Türab ismi verildi, dedi. Sehl şunu söyledi:

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Fâtıme'nin evine geldi de Ali'yi evde bulamadı. Ve (Fâtıme'ye)

«Amcan oğlu nerede?» diye sordu- Fâtıma:

— Aramızda bir şey oldu. Beni kızdırdı da çıktı (gitti). Yanımda kaylule yapmadı, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir insana:

«Bak şu nerede!» dedi. (Adam gitti.) Geldi ve:

— Ya Resûlallah, o mescidde uyuyor, dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de onun yanına geldi. Ali uzanmış; örtüsü bir tarafından düşmüş, kendisi topraklanmıştı: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) toprağı ondan silmeye başladı, hem..:

«Kalk Eba't-Türab! Kalk Eba't-Türab!» diyordu. Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu's-Salâtda tahric etmiştir. Ebû Türab: Toprak babası demektir. Bu hadîsde beyan edildiği ve-cihle kendisine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Türab diye hitab ederek latife yaptığı için Hazret-i Ali bunu künye ittihaz etmiş ve sevmiştir.

Kaylûle: Yerinde de görüldüğü vecihle günün ortasında uykuya yatmaktır. Bazıları uyku olsun olmasın günün ortasında yapılan istirahata kaylule denildiğini söylemişlerdir

Hadîs-i şerif mescidde fakirlerle yabancılardan başkalarının da uyuyup kaylule yapabileceklerine ve kızmamak şartıyle dargın bir kimseye kendi künyesinden başka bir künye ile hitab ederek şakalaşmanın caiz olduğuna delildir.

Söğme meselesi hakkındaki te'vili Bâbımızın Muâviye hadîsinde görmüştür.