Geri

   

 

 

 

İleri

 

41- İbrahim Halil (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Faziletlerine Dair Bir Bab

6287- Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Alî b. Müshir ile İbn Fudayl muhtardan rivâyet ettiler. H.

Bana Ali b. Hucur Es-Sa'dî dahi rivâyet etti. Lâfız onundur.

(Dedi ki): Bize Alı b. Müshir rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Muhtar b. Fülfül, Enes b. Mâlik'den naklen haber verdi. Enes şöyle dedi: Bir adam Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e geldi de:

— Ey insanların en hayırlısı! dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«O İbrahim (aleyhisselâm).» buyurdular.

6288- Bu hadîsi bize Ebû Küreyb de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn İdris rivâyet etti.

(Dedi ki): Ben Amr b. Hufrey'in azatlısı Muhtar b. Fül fül'den dinledim, dedi ki: Enes'i şunu söylerken işittim: Bir adam;

— Ya Resûlallah!.. dedi.

Râvi yukarki hadîs gibi rivâyet etmiştir.

6289- Bana Muhammed b. Müsennâ da rivâyet etti,

(Dedi ki): Bize Abdurrahman Süfyân'dan, o da Muhtar'dan naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Ben Enes'den, o da Peygamber'den naklen dinledim...

Ve râvi yukarki hadîsin mislini rivâyet etmiştir.

Ulemânın beyânına göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözü Hazret-i İbrâhim'e karşı tevazu ve hörmet için söylemiştir. Çünkü İbrahim (aleyhisselâm) hem Allah'ın Halil'i, hem de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in uzak dedesidir. Yoksa kendisi ondan daha faziletlidir. Nitekim bir hadîs-i şeriflerinde:

«Ben Âdemoğullarının seyyidiyim.» buyurmuştur. Bundan maksadı iftihar değil, tebliğine memur olduğu bir şeyi beyandır. Bundan dolayıdır ki: Bazı çarpık zihinlere gelebilecek bir suali def için:

«iftihar etmiyorum» buyurmuştur. Bazıları: «İhtimal Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) (İbrahim insanların en hayırlısıdır.) sözünü kendinin ademoğullarının seyyidi olduğunu bilmezden önce söylemiştir.» demişlerdir.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bu sözüyle: «Hazret-i ibrahim kendi asrındakı insanların en hayırlısı idi.» demek istemiş olması da bir ihtimaldir. Hattâ «Et-Tahrir» namındaki «Müslim» şerhinin sahibi bu manâyı kat'î olarak kabul etmiştir.

6290- Bize Kuteybe b. Saîd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Mu-ğıre (yani İbn Abdirrahman El-Hızâmi) Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Peygamber ibrahim (aleyhisselâm) sekiz yaşında iken keserle sünnet oldu.» buyurdular.

Kadûm: Keser demektir. Buhârî'nin rivâyetlerinde bu kelime kimi «kadûm», kimi de «kaddûm» şeklinde rivâyet olunmuştur. Keser manâsına gelirse kelime yalnız «kadûm» şeklinde okunur. Şedde ile kaddûm, Şam'da bir yerin ismidir. Aynı yere şeddesiz olarak Kadûm da derler. Şu halde Kaddûm, Şam Maki yer demektir. Kadûm ise hem o yere, hem de kesere muhtemeldir.

Hazret-i İbrahim'in burada sekiz yaşında iken sünnet edildiği bildiriliyor. Halbuki «El-Muvatta»'da yüz yirmi yaşında sünnet edildiği, ondan sonra seksen sene daha yaşadığı haber verilmiştir. Yalnız İmâm Mâlik bu hadîsi Ebû Hüreyre'ye mevkuf olarak rivâyet etmiştir. Nevevî sekiz yaşında sünnet olmasını sahîh, Öteki rivâyetin müevvel yahut merdud olduğunu söylemiştir. Fakat İbn Hibban'ın Sahîh'inde bu hadîs merfu olarak rivâyet edilmiştir. Binâenaleyh merduddur demeye imkân yoktur. Marûdi, Hazret-i İbrâhim'in yetmiş yaşından sonra sünnet edildiğini hikâye etmiş. İbn Kuteybe de yüzyetmiş sene yaşadığını söylemiştir. İbrahim (Aleyhissem) sünnet edilince artık zürriyetinin de sünnet olması tekar-rür etmiştir, Tevrat'ın Benî İsrail'e getirdiği hükümler arasında bu da vardır. Hazret-i Îsâ zamanına kadar Benî İsrail sünnet olagelmiş, İsâ (Aleyhissellam)'dan sonra ise hıristiyanlardan bir taife uydurdukları bazı hezeyanlarla Tevrât’ın bu hükmünü değiştirmişlerdir. Yahûdiler sünnet olmaya devam etmektedirler.

Sünnet olmak İmâm Şafiî'ye göre vâcib ekser ulemaya göre ise sünnetdir. Fakat bulûğa erdikten sonra sünnet olmak onlara göre de vâcibdir.

Hitan denilen sünnet ahkâmı taharet bahsinin baş taraflarında görülmüştü.

6291- Bana Harmele b. Yahya rivâyet etti.

(Dedi ki).: Bize İbn Vehb haber verdi.

(Dedi ki): Bana Yûnus, İbn Şihab'dan, o da Ebû Seleme b. Abdirrahman ile Saîd b. Müseyyeb'den, onlar da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Biz şekketmeye İbrahim'den daha haklıyız. Hani: Yâ Rabbi! ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster! demişti. O da: İnanmadın mı yoksa? buyurmuş. İbrahim: Hayır, İnandım! Lâkin kalbim mutmain olsun diye soruyorum, demişti. Allah Lût'a da rahmet eylesin. Gerçekten muhkem bir istinadgâha sığınıyordu. Hapisde Yûsuf gibi uzun zaman kalsam çağırana mutlaka icabet ederdim.» buyurmuşlar.

6292- Bize bu hadisi İnşallah Abdullah b. Muhammed b. Esma da rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Cüveyriye Mfilik'den, o da Zührî'den naklen rivâyet etti. Zührî'ye de Saîd b. Müseyyeb ile Ebû Ubeyde, Ebû Hüreyre'den, o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen Yûnus'un Zührî'den rivâyet ettiği hadîs manâsında haber vermişlerdir.

6293- Bana Züheyr b. Harb da rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Şe-bâbe rivâyet etü.

(Dedi ki): Bize Verkâ, Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac’dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti.

«Allah Lût'a mağfiret buyursun, o kuvvetli bir istinadgâha sığınmıştı.» buyurmuşlar.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbul-Enbiya» ile «Kitâbu't-Tefsir»de, İbn Mâce «Kitâbul-Fiten»'de tahric etmişlerdir.

Hadîs şerhi ile birlikte İmâm bahsinde geçmiştir.

6294- Bana Ebû't-Tahir rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi.

(Dedi ki): Bana Cerîr b. Hâzun Eyyûb'u Sahtiyanî’den, o da Muhammed b. Sîrîn'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlar:

«Peygamber ibrahim (aleyhisselâm) üç yalandan başka hiç yalan söylememiştir. (Bunların) ikisi Allah'ın zâtına aiddir. Biri ben gerçekten pastayım; diğeri belki bu işi büyükleri olan şu put yapmıştır, demesidir. Bir tanesi de Sâre hakkındadır. İbrahim yanında Sere olduğu halde bir cebbarın memleketine gelmişti. Sâre insanların en güzeli idi. İbrahim ona: Bu cebbar senin benim karım olduğunu bilirse, senin için bana galebe çalar. Binâenaleyh sana sorarsa kendinin kız kardeşim olduğunu haber ver. Çünkü sen İslâm'da benim kıt kardeşimsin. Zira yeryüzünde senle benden başka muslöman bilmiyorum, dedi. Vaktaki Cebbâr'ın memleketine girdiler. Onun bir adamı Sâre'yi gördü. Ve Cebbar'a vararak: Gerçekten senin memleketine öyle bir kadın geldi ki, bu kadının senden başkasına âid olması yakışık olmaz, dedi. Cebbar hemen Sâre'ye adam göndererek onu getirtti. İbrahim (aleyhisselâm) namaza kalktı. Sâre, Cebbâr'ın yanına girince Cebbar elini ona uzatmaktan kendini alamadı. Fakat eli şiddetli bir şekilde yakalandı. Bunun üzerine Cebbar ona: Allah'a dua et de elimi salsın! Sana bir zarar vermîyeçeğim, dedi. O da bunu yaptı. Fakat Cebbar saldırışım tekrarladı. Ve eli ilk defakinden daha şiddetli şekilde yakalandı. Cebbar, Sâre'ye deminkinin mislini söyledi. O da yaptı. Fakat Cebbar aynı hareketi tekrarladı. Ve eli İlk İkiden daha şiddetli şekilde yakalandı. Artık Cebbar: Allah'a duâ et, benim elimi salıversin. Allah şahidim olsun sana bir zarar vermiyeceğim, dedi. O da bunu yaptı ve Cebbâr'ın eli salındı. (Bu sefer) Cebbar, Sâre'yi getiren adamı çağırarak: Sen bana ancak bir şeytan getirmişsin, bana insan getirmemişsin! Bunu hemen memleketimden çıkar. Haceri de ona veri» dedi.

Râce diyor ki: Sâre yürüyerek döndü, geldi. İbrahim (Aleyhîsselâm) onun geldiğini görünce ona: Ne haber? diye sordu. Sâre: Hayırdır, Allah facirin elini men etti. Bana da bir hizmetçi İhsan etti, dedi.

Ebû Hüreyre: «Ey gökyüzü suyunun oğullan! İşte anneniz bu katlindir,» demiş.

Bu hadîsi Buhârî «Nikâh», «Büyü'» ve «Enbiya» bahislerinde tahric etmiştir.

Ma'zirî diyor ki: «Allah'dan gelen bir hükmü tebliğ hususunda yalan söylemekten bütün peygamberler ma'sumdurlar. Bu husustaki yalanın azı çoğu müsavidir. Ama tebliğ kabilinden olmayıp sıfatlardan sayılan dünya umuruna aid ufak bir yalanın vukuu mümkün müdür, değil midir. Bu hususta selefle halefden İki meşhur kavil rivâyet olunmuştur.»

Kâdî Iyâz da şunları söylemiştir: «Sahîh olan şudur ki: Tebliğe ait husûsatta peygamberlerin yalan söylemesi tasavvur olunamaz. Küçük günahları onlara caiz görelim, görmeyelim ve keza söylenen yalan az olsun, çok olsun hüküm budur. Çünkü nübüvvet makamı yalana tenezzül etmez. Yalanı caiz görmek Peygamberlerin sözlerine itimadı kaldırır.»

Hazret-i İbrâhim'in Allah'ın zatına ait söylediği iki yalanla Sâre hakkında söylediği, bir yalandan murad hakikatte yalan değil, ancak muhatabın anlayışına nisbetle yalandır. Çünkü îbrâhim (aleyhisselâm) tevriye yapmış ve Sâre hakkında İslâm'da kız kardeşim, demiştir. Zahiren tevriye olan bu sözün bâtını bir hakikattir. Çünkü bütün müslümanlar birbirinin din kardeşidirler. Bu sözün tevriye değil de yalan olduğunu kabul etsek zâlimin zulmünü def için yalan söylemek yine caizdir.,

Bütün fukaha ittifak etmişlerdir ki, zâlimin biri gelerek bir kimseden evinde gizlediği şahsı öldürmek için istese yahut elinde emanet buluna bir malı gasbetmeye çalışsa, hâne sahibinin gizleyip inkâr etmesi vâcib olur. îşte bu caiz hattâ vâcib bir yalandır. Zulmü def için meşru olmuştur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu gibi zahiren yalan görünen şeylerin haram olan yalan da dahil olmadığına tenbihde bulunmuştur.

Hazret-i îbrâhim'in Allahü teâlâ'nın zatına ait yalanlan yıldızlara bakıp: Ben hasta olacağım demesi ve böylelikle küffarla birlikte onların bayramlarına iştirakden kurtulması, bir de; bu işi koca put yapmıştır, demesidir. Halbuki küçük putları kendisi kırmıştı. Sâre hakkındaki sözü dahi hakikatte Allah'ın zâtına aittir. Çünkü zâlimi zinadan men etmek için söylenmiştir. Ancak bunda kâfir zâlim için bir haz ve menfaat bulunduğundan ötekilerden ayrılmıştır.

Cebbar: Zâlim demektir. Bununla kimin kastedildiği ihtilaflıdır. Bazılarına göre Mısır hükümdarı Amr b. Îmrül-Kays'dır. Bir takımları Ürdün hükümdarı Sâdût olduğunu, daha başkaları Süfyân b. Arvan nâmındaki Harran hükümdarı idiğini söylemişlerdir. Siyer ulemâsının beyânına göre İbrahim (aleyhisselâm) bir müddet Şam'da kalmış, sonra orada kıtlık zuhur ederek Hazret-i Sâre ile birlikte Mısır’a gitmiştir. Orada firavn sülâlelerinin ilk hükümdarına tesadüf etmiş. Bu adam uzun zaman yaşamış. Bir zâlim imiş. Hadîsin bir rivâyetine göre zâlim ve cebbar Firavn evvelâ Hazret-i ibrahim'e haber göndererek huzuruna celbetmiş. Ve ona bu kadının kim olduğunu sormuş. Hazret-i îbrâhim kız kardeşi olduğunu söylemiş. Sonra Sâre'ye bunu haber vererek, sorulursa onun da aynı şeyi söylemesini tenbih etmiştir. Cebbâr'ın âdeti evli kadınlara tecavüzmüş. Hazret-i Sâre'yi huzuruna getirdiklerinde hemen tecavüze yeltenmişse de eli şiddetle tutulmuş hattâ bir rivâyette göğsüne kadar olan kısmı kurumuştur. Bunu görünce Hazret-i Sâre'den aman dilemiş, kurtulması için Allah'a dua etmesini istemiş, bir daha tecavüze yeltenmiyeceğine söz vermis Hazret-i Sâre de dua etmiş, neticede Firavn'ın eli eski haline dönmüşse de zâlim Firavn verdiği sözü hemen unutarak tekrar tecavüze kalkışmıştır. Bu üç defa tekerrür etmiş. Nihayet sözünde durmuş ve Hazret-i Sâre'nin bir şeytan olduğu kanaatına vararak onu getireni çağırtmış ve Sâre'nin derhal Mısır toprağından çıkarılmasını, kendisine Hâcer namındaki hizmetçinin de hediye edilmesini emretmiştir. Çünkü İslâmiyetten önce insanlar cin ve şeytan meselesini son derece büyültür, görülen her hârikanın onlar tarafından yapıldığına inanırlardı. Hazret-i Sâreye, Hâcer'i bağışlamasının sebebi, onun cin olduğuna inanması ve zarar getirmesinden bu suretle kurtulmak istemesi olsa gerektir.

Zâlim hakkında Hazret-i Sâre'nin duası şu olmuştur: «Allahim! Bilirsin ki, Sana ve Resûlüne iman etmiş bir kimseyim. Namusumu da korumuşumdur. Binâenaleyh fou kâfiri bana musallat kılma.»

Hazret-i Ebû Hüreyre'nin: «Ey gökyüzü suyunun oğulları» tâbirinden murad bütün Arablardır. Nesepleri saf ve hâlis oldukları için onları safi semâ suyuna benzetmiş olması muhtemeldir. Bazıları Arabların ekseriyetle hayvancılıkta ve gökyüzünden inen yağmurun suladığı mera ve nebatlarla geçindikleri için bu tâbiri kullandığını söylemişlerdir. Kâdî Iyâz'a göre: Bu sözle Ebû Hüreyre yalnız ensarı kasdetmiştir. Çünkü onların uzak dedelerinden birinin İsmi yağmur suyu manâsına gelen «Mâû's-Sema»'dır.