32- Taun, Teşe'üm, Kehanet ve Benzerleri Bâbı 5903- Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. (Dedi ki): Mâlik'e Muhammed b. Münkedir ile Ömer b. Ubeydillah'ın azatlısı Ebû'n-Nadr’dan dinlediğim, onların da Âmir b. Sa’d b. Ebî Vakkâs'dan, onun da ba basından naklen rivâyet ettiği şu hadîsi okudum. Âmir, babasını Üsâme b. Zeyd'e: Sen Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den taun hakkında ne işittin? diye sorarken dinlemiş. Üsâme şunu söylemiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Taun bir ricz yahut bir azabdir. Benî İsrail'e yahut sizden öncekilere gönderilmiştir. Bir yerde onun zuhur ettiğini işittiniz mi oraya gitmeyin! Bir yerde zuhur ederse siz de orada bulunursanız, ondan kaçmak için oradan çıkmayın!» buyurdular. Ebû'n-Nadr: «Sizi ancak ondan kaçmak çıkarır.» demiştir. 5904- Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb ile Kuteybe b. Saîd rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Muğîre (İbn Ka'neb nesebini de belirterek İbn Abdirrahman El-Kureşî dedi.) Ebû'n-Nadr'dan, o da Âmir b. Sa'd b. Ebî Vakkâs'dan, o da Üsâme b. Zeyd'den naklen haber verdi. Üsâme şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Taun azab alâmetidir. Allah (azze ve celle) onunla kullarından bâzı kimseleri imtihan eder. Onu işittiniz mi, bulunduğu yere girmeyin. Bir yerde zuhur eder de, siz de orada bulunursanız ondan kaçmayın» buyurdular. Bu hadîs Ka'nebî'nindir. Kuteybe'ninki de onun gibidir. 5905- Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize babam rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân, Muhammed b. Münkedir'den, o da Âmir b. Sa'd'dan, o da Üsâme'den naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Muhakkak ki bu taun sizden öncekilere yahut Benî İsrail'e musallat kılınmış bir azabdır. Bir yerde zuhur ederse, siz ondan kaçmak için oradan çıkmayın. O bir yerde bulunuyorsa, oraya da girmeyin!» buyurdular. 5906- Bana Muhammed b. Hatim rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Bekr rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İbn Cüreyc haber verdi. (Dedi ki): Bana Amr b. Dinar haber verdi. Ona da Âmir b. Sa'd haber vermiş ki: Bir adam Sa’d b. Ebî Vakkas'a taunu sormuş da Üsâme b. Zeyd: Onu sana ben haber vereyim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «O Allah'ın Benî İsrail'den bir taifeye yahut sîzden önce geçen bâzı insanlara gönderdiği bir azab yahut riczdir. Bir yerde onu işittiniz mî oraya onun üzerine girmeyin! Bir yerde sîzin üzerinize girerse, ondan kaçarak oradan çıkmayın!» buyurdular, demiş. 5907- Bize Ebû'r-Rabi1 Süleyman b. Dâvud ile Kuteybe b. Saîd de rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Hammâd (Bu zât Zeyd'dir.) rivâyet etti. H. Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân b. Uyeyne rivâyet etti. Her iki râvi Amr b. Dinar'dan, İbn Cüreyc'in isnadı ile onun hadîsi gibi rivâyette bulunmuşlardır. 5908- Bana Ebut'-Tahir Ahmed b. Amr ile Harmele b. Yahya rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize İbn Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus, İbn Şihab'dan naklen haber verdi. (Dedi ki): Bana Âmir b. Sa'd, Üsâme b. Zeyd'den, o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen haber verdi ki, şöyle buyurmuşlar: «Şüphesiz bu ağrı veya hastalık bir azabdır. Onunla sîzden önceki bâzı ümmetler azab olunmuşlar; ondan sonra yeryüzünde kalmıştır. Bâzan gider, bâzan gelir. Her kim onun bir yerde zuhur ettiğini işitirse sakın onun üzerine gitmesin. Ve her kim onun zuhur ettiği yerde bulunursa, sakın ondan kaçmak içirt kendisini oradan çıkarmasın!» buyurmuşlar. 5909- Bize bu hadîsi Ebû Kâmil El-Cahderî de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdü'l-Vâhid (yani İbn Ziyâd) rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Zührî'den Yûnus'un isnadı ile onun hadîsi gibi rivâyette bulundu. 5910- Bize Muhammed b. Müsennâ rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İbn Ebî Âdiy, Şu'be'den, o da Habîb'den naklen rivâyet etti. (Dedi ki): Medine'de idik, kulağıma geldi ki, Kûfe'de taun zuhur etmiş. Bunun üzerine bana Atâ' b. Yesar île başkaları şunu söylediler: — Şüphesiz ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bİr yerde bulundun da, orada taun zuhur etti mi, artık oradan çıkma! Onun bir yerde olduğunu duydun mu, oraya da girme!» buyurdular. Ben: — (Bu hadîs) Kimden? dedim. — Âmir b. Sa'd'dan! Onu rivâyet ediyor, dediler. Habîh Dedi ki: Bunun üzerine Âmire geldim, fakat: Evde yoktur, dediler. Derken kardeşi İbrahim b. Sa'd'a rastlayarak ona sordum. O şunu söyledi: — Ben Üsâme'yi Sa'd'a rivâyet ederken gördüm. Şöyle dedi: Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i: «Şüphesiz ki bu ağrı bir ricz veya bir azab yahut bir azabın kalıntısıdır. Onunla sizden önce geçen bir takım insanlar azâb olunmuşlardır. O bir yerde zuhur eder de, siz de orada bulunursanız, o yerden çıkmayın! Onun bir yerde zuhur ettiğini duyarsanız oraya 6a girmeyin!» buyururken işittim. Habib Dedi ki: Bunun üzerine İbrahim'e: Üsâme'nin Sa'd'a rivâyet ettiğini, onun da inkârda bulunmadığını sen mi işittin? dedim: — Evet! cevâbını verdi... 5911- Bize bu hadîsi Ubeydullah b. Muâz dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize babam rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be bu isnadla rivâyet etti. Şu kadar var ki o, hadîsin başındaki Ata' b. Yesar kıssasını anmadı. 5912- Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Veki' Süfyân'dan, o da Habîb'den, o da İbrahim b. Sa'd'dan, o da Sa'd b. Mâlik ile Huzeyme b. Sabit ve Üsâme b. Zeyd'den naklen rivâyet etti. (Demişler ki): Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu... Râvi Şu'be'nin hadîsi mânâsında rivâyette bulunmuştur. 5913- Bize Osman b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim ikisi birden Cerîr'den, o da A'meş'den, o da Habîb'den, o da İbrahim b. Sa'd b. Ebî Vak-kâs'dan naklen rivâyet ettiler. İbrahim Şöyle dedi: Üsâme b. Zeyd ile Sa'd oturmuş konuşuyorlardı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: ... dediler. Râvi yukarkilerin hadîsi gibi rivâyette bulunmuştur. 5914- Bana bu hadîsi Vehb b. Bakıyye dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hâlid (yani Tahhân) Şeybânî'den, o da Habîb b. Ebî Sâbit'ten, o da ibrahim b. Sa'd b. Mâlik’den, o da babasından, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen yukarkilerin hadîsi gibi haber verdi. Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü'l-Enbiya»'da tahrîc etmiştir. Taun: Vücûdun dirsek, koltuk, el ve parmak gibi yerlerinde çıkan ve şiddetli ağrılara, şişkinliklere sebep olan yaralardır. Yaranın etrafı siyah, yeşil veya menekşe rengi olur. Hastada kalb çarpıntısı ve kusmak gibi araz görünür. Veba: Bâzılarına göre taundur. Muhakkak ulemâya göre ise yeryüzünün bir tarafında mûtadın hilâfına zuhur eden pek çok insanların yakalandığı bir hastalıktır. Başka zamanlarda hastalıklar muhtelif olduğu halde vebada yalnız bir nevi olur. Bu zevata göre taunla veba arasında umum ve husus mutlak vardır. Her taun vebadır. Fakat her veba taun değildir. Bu hadîslerde taunun Benî İsrail'e azâb olarak gönderildiği bildirilmektedir. Müslümanlar için ise rahmetdir. Nevevî: Tâun bu ümmet İçin bir rahmet ve şehâdettir. Buhârî ile Müslim'in rivâyet ettikleri bir hadîs de: «Taundan ölen şehiddir...» denildiği gibi, başka bir hadîste de: «Taun bir azâb idi. Allah onu dilediğinin üzerine gönderirdi. Nihayet onu mü'minlere rahmet yaptı. Eğer bir kul tauna tutulur da bulunduğu yerde sabrederek bekler, Allah'ın takdirinden başka kendisine bir şey isabet etmiyeceğini bilirse, o kimseye şehîd ecri kadar sevab verilir.» buyurulmuştur...» diyor. Hadîs-i şerifteki riczden murad da azabdır. Râvi ricz mi, yoksa azab mı denildiğinde ve keza Benî İsrail'e mi, yoksa sizden öncekilere mi buyurulduğunda şekketmiştir. Bu rivâyetlerde taun hastalığı zuhur eden yere girmek ve taundan kaçmak için o yerden çıkmak yasak edilmektedir. Kaçmak için değil de arızî bir sebeple o yerden çıkmakta beis yoktur. Cumhûr ulemânın kavli budur. Hattâ Hazret-i Âişe (radıyallahü anha); «Taundan kaçmak, harbden kaçmak gibidir.» demiştir. Ulemâdan Bazıları taun hastalığı bulunan yere girmeyi ve ondan kaçmak için o yerden çıkmayı caiz görmüşlerdir. Bu kavil Hazret-i Ömer'le, Ebû Mûsa’l-Eş'ârî, Mesrûk ve Esved b. Hilâl'den rivâyet olunmuştur. Hattâ Amr b. Âs’ın: «Bu azabdan geçitlere, vadilere ve dağ tepelerine kaçın!» dediği rivâyet olunur. Bunlar hadîsteki nehyi te'vil ederek: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) tâunlu beldeye girip çıkmayı mukadder olmayan bir şey başa gelir korkusuyla yasak etmemiştir. Lâkin fitne çıkmasın, halk o yere gelen kimsenin helâkini gelişine, kaçanın selâmetini de kaçışma bağlamasın diye nehiy buyurmuştur...» derler. Nevevî diyor ki: «Sahîh olan yukarda arzetiğimiz gibi taun zuhur eden yere girmenin ve taundan kaçmak için o yerden çıkmanın men edilmesidir. Çünkü sahîh hadîslerin zahiri bunu gösterir.» Taundan kaçmak için değil de, herhangi bir iş veya meşguliyetle o yerden dışarı çıkmak bütün ulemâya göre caizdir. «Sizi ancak ondan kaçmak çıkarır...» diye terceme ettiğimiz cümlesi bâzı nüshalarda merfu' bâzılarında mensub olarak rivâyet edilmiştir. Fakat gerek ibare gerekse mânâ itibariyle ikisi de müş-kildir. Kâdî Iyâz: «Bu rivâyet lisan âlimlerine göre zayıftır, mânâyı bozmaktadır. Çünkü zahirine göre herhangi bir sebeple tâunlu yerden çıkmak memnu, yalnız taundan kaçmak için çıkmak memnu değildir, mânâsına gelir ki, bu da maksadın tam zıddıdır.» diyor. Ulemâdan bir cemâat bu cümledeki «illâ»nın râvi tarafından yanlışlıkla getirildiğini söylemişlerdir. Hadîsin doğru şekli sair rivâyetlerde olduğu gibi, onu hazfederek okumaktır. Hadîs-i şerîf zararlı şeylerden ve onların sebeplerinden korunmaya, âfet ve musibet zamanında Allah'ın kazasına teslimiyet göstermeye teşvik etmektedir. 5915- Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî rivâyet etti. (Dedi ki): Mâlik'e, İbn Şihâb’dan dinlediğim, onun da Abdü'l-Hamîd b. Abdirrahman b. Zeyd b. Hattab'dan, onun da Abdullah b. Abdillah b. Haris b. Nevfel'den, onun da Abdullah b. Abbâs'dan naklen rivâyet ettiği şu hadisi okudum. Ömer b. Hattâb Şam'a gitmek üzere yola çıkmış. Serğ denilen yere vardığında onu ecnadiılar (yani) Ebû Ubeyde b. Cerrah ve arkadaşları karşılayarak Şam'da veba zuhur ettiğini kendisine haber vermişler. İbn Abbâs Dedi ki: Bunun üzerine Ömer: Bana ilk muhacirleri çağır! dedi. Ben de onları çağırdım, kendileriyle istişarede bulundu. Ve Şam'da veba zuhur ettiğini onlara haber verdi. Derken ihtilâfa düştüler. Bazıları: Sen bir iş için yola çıktın, biz ondan dönmeni nıünâsib görmüyoruz, dediler. Bazıları da: Senin beraberinde olanlar insanların bakıyyesi ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ashabıdır. Onları bu vebanın üzerine götürmeni münasib görmüyoruz, dediler. Ömer (onlara): Yanımdan -Lalkın! dedi. — Bana ensârı çağır! dedi. Onları da çağırdım ve kendileriyle istişare etti. Fakat onlar da muhacirlerin yolunu tuttular ve onlar gibi ihtilâf ettiler. Ömer (onlara da): Yanımdan kalkın! dedi. Sonra: — Bana Fetih muhacirlerinden burada bulunan Kureyş ihtiyarlarını çağır! dedi. Onları da çağırdım. Ama onun yanında iki kişi bile ihtilafa düşmedi. Ve: — Biz insanları geri döndürmeni, onları bu vebanın üzerine götürmemeni münasib görüyoruz, dediler. Bunun üzerine Ömer cemaata seslendi: — Ben sabahleyin hayvanin sırtındaydım. Siz de binin! Ebû Ubeyde b. Cerrah: — Allah'ın kaderinden kaçmak için mi? dedi. Ömer: — Bunu senden başkası söylemeliydi yâ Ebâ Ubeyde! dedi. (Ömer ona karşı gelmekten çekinirdi.) Evet, Allah'ın kaderinden, Allah'ın kaderine kaçıyoruz. Ne buyurursun. Senin develerin olsa da iki taraflı bir vadiye inseler, tarafların biri verimli, diğeri çorak olsa. verimli yerde ot-latsan Allah'ın kaderiyle otlatmış, çorak yerde otlatsan da Allah'ın kaderiyse otlatmış olmaz miydin? dedi. Az sonra Abdurrahman b. Avf geldi. Bir hacetine gitmişti. Ve: — Bu hususta bende bilgi var. Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i: «Bir yerde taun olduğunu işitirseniz, o yere gitmeyin! Bir yerde zuhur eder, sîz de orada bulunursanız, ondan kaçmak için o yerden çıkmayınız!» buyururken işittim, dedi. İbn Abbâs: «Bunun üzerine Ömer b. Hattâb Allah'a hamd etti. Sonra oradan gitti.» demiş. 5916- Bize İshâk b. İbrahim İle Muhammed b. Râfi' ve Abd b. Humeyd de rivâyet ettiler. İbn Râfi': Haddesenâ; ötekiler Ahberanâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki): Bize Abdürrezzak haber verdi. (Dedi ki): Bize Ma'mer bu isnadla Mâlik'in hadisi gibi haber verdi. Ma'mer'in hadisinde şu ziyâde vardır: (Dedi ki): Ona şunu da söyledi: — Ne buyurursun! Verimli yeri bırakıp çorak yeri otlatsa bunu onun beceriksizliğine verir miydin? — Evet! cevâbını verdi. — O halde yürü, dedi. Ve yürüdü, nihayet Medine'ye geldi de: — Mahal yahut menzil inşaallah burasıdır, dedi.» 5917- Bana bu hadîsi Ebû't-Tâhir ile Harmele b. Yahya dahi rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize İbn Vehb haber verdi. (Dedi ki). Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan bu isnadla haber verdi. Yalnız o: «Gerçekten onu Abdullah b. Haris rivâyet etmiş.» demiş. «Abdullah b. Abdillah» dememiştir. 5918- Bize Yahya b. Yahya da rivâyet etti. (Dedi ki): Mâlikle İbn Şihâb'dan dinlediğim, onun da Abdullah b. Âmir b. Rabîa'dan naklen rivâyet ettiği şu hadîsi okudum. Ömer Şam'a gitmek üzere yola çıkmış. Serğ denilen yere geldiği vakit Şam'da veba zuhur ettiğini duymuş. Bunun üzerine ona Abdurrahman b. Avf, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in: «Bir yerde veba zuhur ettiğini işittiniz mi, onun üzerine gitmeyin. Bir yerde veba zuhur eder, siz de orada bulunursanız, ondan kaçmak için o yerden çıkmayın!» buyurduğunu haber vermiş. Ömer b. Hattab da Serğ’dan geri dönmüş. İbn Şihâb'dan, o da Salim b. Abdillah'dan naklen rivâyet olunduğuna göre Ömer orduyu ancak Abdurrahman b. Avf'ın hadîsinden dolayı döndürmüştür. Bu hadîsi Buhârî ile Nesâî «Kitabu't-Tıb»'da; Ebû Dâvud «Cenâiz» bahsinde tahric etmişlerdir. Hazret-i Ömer'in Şam seyahati bir rivâyette Hicretin on yedinci, diğer rivâyete göre on sekizinci yılındadır. Bundan maksadı halkın umumî ahvâlini ve âmirlerle memurları teftiş idi. Bundan önce on altı tarihinde Hazret-i Ebû Ubeyde Beyt-i Makdis'i muhasara ettiği vakit de teftişe çıkmış, Kudüslüler sulhu onunla yapacaklarını söylemişlerdi. Serğ: Şam’ın Hicaz'a giden yolu üzerinde bir köydür. Hazret-i Ebû Ubeyde'nin fethettiği bir kasaba olduğunu söyleyenler de vardır. Medîne'ye on üç konak mesafededir. Tebûk yakınlarında olduğu söylenir. Hadîsin Buhârî rivâyetinde Ehlü'LEcnâd yerine Ümerâü'l-Ecnâd denilmiştir. Şu halde ordu kumandanları mânâsına gelen bu terkibden murad Ebû Ubeyde b. Cerrah ile arkadaşları Hâlid b. Velîd'e, Yezid b. Ebi Süfyan, Şurah bil b. Hasene ve Amr b. Âs'dır. Hazret-i Ebû Bekr memleketi bu zevat arasında taksim etmiş. Harb işlerini Hazret-i Hâlid'e vermişti. Bilâhere Ömer (radıyallahü anh) bu işi ondan alarak Hazret-i Ebû Ubeyde'ye tevdî etmiştir. Kitabımızdaki Ecnâd tâbirinden murâd Şâm'ın beş nâhiyesidir. Bunlar Filistin, Ürdün, Hums , Kınnısrin ve Dimeşk'dir. Serğ'da Hazret-i Ömer'e haber verilen veba. Amvas Taunu nâmiyle ma'rufdur. İslâm'da zuhur eden ilk taun budur. Bu taundan Şam'da otuz bin kişinin telef olduğu rivâyet edilir. Hadîsteki ilk muhacirlerden murad iki kıbleye karşı namaz kılanlardır. Bunlar kıblenin Mescid-i Aksa olduğu devre yetişmiş, sonra Kabe'ye çevrildiğini de görmüş insanlardır. Fetih Muhacirleri ile ya Mekke fethedildiği sene Medine'ye hicret edenler, yahut o yıl müsliman olanlar kastedilmiştir. Bundan murad; Mekke'nin fethinden sonra hicret edenler de olabilir. Gerçi fetihden sonra hicretin hükmü kalmamışsa da şeklen Mekke'den ayrılıp, Medine ve göçmek de bir hicrettir. Görülüyor ki Hazret-i Ömer istişare için çağırdıklarım fazilet ve rütbelerine göre sıraya koymuştur. İstişare neticesinde geri dönmeyi teklif edenler çok olduğu ve teklifleri ihtiyata daha muvafık bulunduğu için kabul etmiştir. Zâten kendi içtihadı da bu idi. Hazret-i Abdurrahman'ın hadîsini işitince Allah'a hamd-ü senada bulunması, içtihadı hadis-i şerife uyduğu içindir. Nevevî diyor ki: «Müslim’in Hazret-i Ömer ancak ve ancak Abdurrahman'in hadîsinden dolayı geri dönmüştür. Sözüne gelince: ihtimal ki Salim, Hazret-i Ömer'in daha önceden geri dönmek azminde olduğunu duymamıştır. Bu sözden Hazret-i Ömer ancak Abdurrahman'ın hadîsini dinledikten sonra döndü mânâsı da kastedilmiş olabilir.» Hazret-i Ömer'in Ebû Ubeyde'ye verdiği cevâbın iki veçhe ihtimâli vardır. Birinci veçhe göre: «Bu sözü senden başkası söyleseydi yâ Ebâ Uheyde, onu te'dîb ederdim. Çünkü ekseriyetin bana uyduğu ic-tihadî bir meselede bana itiraz ediyorsun.» demektir. İkinci veçhe göre: Bu sözü senden başkası söyleseydi şaşmazdım, ama bunca ilim ve fazilet sahibi olduğun halde senin söylemiş olmana şaşarım, manasınadır. Hazret-i Ömer bundan sonra Ebû Ubeyde'ye sahih olduğunda kimsenin şüphe edemiyeceği kıyası-celî delili ile cevap vermiştir. Bu cevâbın mânâsı geri dönmek mukadderi değiştirir demek değildir. Ondan maksat Allah'ın ihtiyatla emrettiğini, helâk sebeplerinden kaçınmak lâzım geldiğini göstermektedir. Yoksa her şey Allah'ın kaza ve kaderiyle olur. Ömer (radıyallahü anh): «Allah beni bu insanların hasına getirmiştir. Binâenaleyh onlar hakkında ihtiyatlı hareket etmem gerekir. İhtiyatı bırakırsam acze nispet edilir. Ve cezaya müstehak olurum.» demek istemiştir. Hâsılı Hazret-i Ömer her şeyin Allah'ın takdiri ile olduğunu, bunda dönmenin ve dönmemenin de dahil bulunduğunu, bununla beraber ihtiyata riayet gerektiğini anlatmak istemiştir. |