Geri

   

 

 

 

İleri

 

17- Sihir Bâbı

5832- Bize Ebû Küreyib rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Nümeyr, Hişâm'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivâyet etti. Âişe şöyle dedi; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e yapmadığı bir şey yapıyorum » gibi geliyordu. Nihâyet bir gün yahut bir gece Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dua etti. Sonra tekrar, sonra tekrar duâ etti. Sonra:

«Yâ Âişe! Anladın mı Allah bana ondan fetvasını sorduğum şey hakkında fetva verdi. Bana iki adam geldi, biri başımın ucuna, diğeri ayak ucuma oturdu. Ve başucumda olan ayak ucumda olana yahut ayak ucumda olan, baş ucumda olana: Bu zâtın rahatsızlığı nedir? diye sordu. O da: Büyülüdür. » dedi.

— Onu kim büyüledi? dedi. (Öteki):

— Lebid b. A'zaml cevâbını verdi.

— Büyüyü neye yaptı? dedi.

— Bir tarakla saç döküntüsüne ve bir de erkek hurma tomurcuğunun içine, dedi.

— Nerede o? diye sordu.

— Zûervan kuyusunda, cevâbını verdi.

Âişe

Dedi ki: Müteakiben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve Sâtlem) ashabından bazı kimselerle birlikte oraya gitti. Sonra (bana):

«Yâ Âişe! Vallahi kuyunun suyu kına ıslatılmış gibi, hurması da şeytanların başları gibi idi.» dedi. Ben:

— Ya Resûlallah! Onu yaksaydın a! dedim.

«Hayır! Bana gelince Allah afiyet verdi, insanlara kötülük getirmekten çekindim. Ve emir vererek onu gömdürdüm.» buyurdu.

5833- Bize Ebû Küreyb rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Üsâme rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hişâm, babasından, o da Âişe'den naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) büyülendi...

Ve Ebû Küreyb hadisi kıssasıyla İbn Nümeyr'in hadîsi gibi nakletmiştir. O bu hadîste şunu da peylemiş ki: «Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kuyuya gitti ve ona baktı, kuyunun üzerinde hurma ağacı vardı. Âişe

Dedi ki: Ben:

— Ya Resûlallah! Onu çıkarıver, dedim.» «Onu yaksaydın a!» dememiş; «Ve emir vererek onu gömdürdüm.» cümlesini de anmamıştır.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü't-Tıb»'da tahrîc etmiştir. Hâdise hicretin yedinci senesinde Medîne'de geçmiştir. Lebid münafıklardandı. Bir rivâyette sihri meydana çıktıktan sonra onu itiraf etmiş. Fakat Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) iş büyümesin diye kendisine birşey dememiştir. Yine bir rivâyette kuyudan çıkarilan hurma tomurcuğunda Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in balmumundan yapılmış bir timsâli bulunmuş, timsâlin üzerinde saplanmış iğnelerle, üzerinde on bir düğüm bulunan bir iplik çıkmış. Derken Cebrail (aleyhisselâm) Muavvizeteyn sûrelerini indirerek okumasını söylemiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de bu sûrelerin onbir âyetini onbir düğümün üzerine okumuş. Her âyeti okudukça bir düğüm çözülmüş ve timsâlden her bir iğne çıkarıldıkça rahatlık hissetmiş.

Sihir kötü nefislerden sâdır olan hârikadır. Buna karşı gelmek imkânsızdır. Sihrin hakikati olmadığını, sihir nâmına görülen şeylerin bâtıl bir takım hayaller olduğunu söylemişlerdir. Şâfiîler'den Ebü Cafer Esterâbâzî ile Hanefîler'den Ebû Bekri Râzî'nin ve Zahirîler'den İbn Hazım bu kavli tercih etmişlerdir. Fakat gerek «Müslim» şârihi Nevevî'nin, gerekse Hanefîler'den «Buhârî» şârihi Aynî'nin beyanlarına göre sahîh olan kavil cumhûr ulemânm kavlidir. Onlara göre sihrin hakikati vardır. Buna kitap ve sünnetten birçok deliller şahittir.

İmâm-ı Mâzirî bu babda şunları söylemiştir: «Ehl-i Sünnetin ve cumhûr ulemânın mezhebine göre sihir sabittir. Onun da şâir sabit eşya gibi hakikati vardır.» Mâzirî tu babda sözü bir hayli uzun tutmuş, bid'atçılarm bu hadîsi muhtelif sebeplerle inkâr ettiklerini söylemiştir. O sebeplerden biri de sihrin nübüvvet makamını küçültmesi hattâ şüpheye düşürmesi ve Şerîafa itimatsızlık doğurmasıdır. Lâkin bu iddia bâtıldır. Sihrin hakikat olduğunu gösteren kat'î deliller vardır. Bu delillerden anlaşıldığına göre sihir vâkîdir. Ancak Peygamberlerin ümmetlerine tebliğ ettikleri ilâhî hükümlere müteallik husûsata bir tersîri yoktur. Mucize buna şahittir. Bu kat'î delilin şehâdet ettiği hususun hilafını iddia bâtıldır. Dünya umurundan bâzı husûsatta sihrin Peygamberlere tesir etmesi ihtimalden uzak değildir. Çünkü Peygamber ne dünya işlerini tanzim için gönderilmiştir, ne de bundan dolayı şâir insanlardan faziletli kılınmıştır. Bir insan olması cihetiyle hakikati olmayan bazı dünya işlerinin ona hakikati varmış da oluyormuş gibi görünmesi mümkündür. Nitekim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimize cima'da bulunuyormuş gibi hayal geçirdiği, hakikatte ise böyle birşey olmadığı rivâyet olunmuştur.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine bir hayâl geldiğini, fakat hakîkatta ortada bir şey olmadığını beyân buyurmuştur. Şu halde itikadı sağlam olup, sihr ona tesir edememiş demektir. Kâdî Iyâz bu hadîsin bütün rivâyetlerinin beyânına göre sihirin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sâdece cesedine ve dış uzuvlarına musallat olduğunu, aklına, kalbine ve itikadına hiç bir tesir icra etmediğini söylemiştir.

Sihrin insana ne derece tesir ettiği meselesi de ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazıları en ziyâde karı-kocayı birbirinden ayıracak kadar tesir ettiğini söylemişlerdir. Eş'arîler'e göre bundan daha büyük tesiri de olabilir. Mâzirî: «Aklen sahîh olan da budur.» demiştir. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir:

— Eş'arîler sihirbazın elinde hârikalar zuhur edeceğine cevaz verdiğine göre sihirbazla Peygamberin farkı ne olacaktır?

Cevâb: Hârika yalnız Peygamberin değil, evliyanın ve sihirbazların elinde de zuhur edebilir. Ancak Peygamber göstereceği hârikayı va'd ettiği zaman da gösterir. Eğer davasında yalancı olsaydı Cenâb-ı Hak o hârikayı onun elinde yaratmazdı. Nitekim Peygamber'in muarızları kin ve garazlarından çatladıkları halde onların mucizelerine karşı hiç bir hârika gösterememişlerdir. Allah yalancının elinde hârika yaratmış olsa, onlara da böyle bir şey nasîb olurdu. Evliya ile sihirbazlara gelince: Onlar insanlara meydan okuyamazlar; size şu hârikayı veya bu hârikayı göstereceğiz, diye iddia bile etmiş olsalar hüsranla karşılaşırlar. Çünkü istenildiği vakit hârika göstermek ellerinde de değildir. O ancak Peygamberler'e mahsûstur. Evliya ile sihirbazlar arasında ise iki cihetten fark vardır. Şöyle ki:

1- Meşhur olan kavle göre sihir ancak fâsık bir kimsenin elinde zuhur eder. Keramet fâsık elinde değil, veliyyullâhın elinde zuhur eder.

2- Sihir bir takım ilaçlan birbirine karıştırmakla ve birşeyler yapmakla olur. Kerâmetse böyle bir şeye muhtaç değildir. O ekseriyetle veliyyullâhın elinde tesadüfen zuhur eder.

Meselenin fıkhı cihetine gelince; sihir yapmak bilicmâ büyük günahlardandır. Hattâ bazen küfre de varır. Binâenaleyh onu öğrenmek ve öğretmek de haramdır. Eğer yapılan sihir küfrü iktizâ ediyorsa yapan kâfir olur. Küfrü îcâb etmiyorsa şâfîler'e göre ta'zîr olunur ve tevbe etmesi istenilir. Tevbe ederse kabul olunur. İmâm Mâlik: «Sihir yapan kâfirdir. Sihrinden dolayı öldürülür. Tevbe etmesi istenilmez, etse bile kabul olunmaz. Mutlaka öldürülür.» demiştir.

Kâdî Iyâz'ın beyânına göre İmâm-ı Ahmed b. Hanbel'in de mezhebi budur. Bu kavil birçok ashab ve tabiinden rivâyet olunmuştur.

Hanefîler'in «Fetevây-ı Suğra» adlı eserinde: «İmâm-ı A'zam'la Muhammed'in kavline göre sihri yapan kimsenin tevbe etmesi istenilmez. İmâm Ebû Yûsuf'a göre tevbe etmesi istenir.» denilmektedir.

Zındığın tevbesi dahi ihtilaflıdır.

İbn Sad'in bir rivâyetine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelen iki zât Cebrail ile Mikâil (aleyhisselâm)'dır. Baş ucunda duran Cebrail, ayak ucunda duran Mikâil'dir. Bu geliş bazılarına göre uykuda olmuştur. Uyur uyanık bir halde iken geldiğini söyleyenler de vardır.

Zûervan Medine'de Benî Züreyk kabilesinin bahçesinde bulunan bir kuyudur. Hadîs-i şerif büyük zararın karşısında küçük yararın terk edileceğine delildir. Ki bu mesele İslâm'ın en mühim kaidelerinden biridir.